TOPLAMA EKONOMİST ‘BAYRAKTAROǦLU’
Benim sayın Memduh Bayraktaroğlu ile neden bu kadar ilgilendiğime kızanlar da var?
Kuru-sıkı atan bir gazeteci olsa ilgilenmezdim.
Ancak bu ‘fenomen’, sözde ‘iktisatçı’, ‘siyasî danışman’, yerine göre ‘siyaset bilimci’, yerine göre ‘kâhin’ olan bu ‘çok bilmiş’ beyefendinin sözlerine inananlar olabilir.
Nitekim, geçenlerde Selçuk Geçer’in bile ‘Ağabey senin bu anlattıkların gerçek bir iktisat dersi niteliğinde’ dediğini gördüm.
O da çıktığı kanallarda, ‘ben zaten iktisatçıyım’ ve ‘hükûmetlere akıl veriyorum, ama anlamıyorlar’ demeye getirdi.
İktisat ‘bilgisi’ nereden denirse, hocası Erol Zeytinoğlu mu neymiş.
‘İktisat dersi’nin konusu ise ‘Toplam Faktör Verimliliği’, ki Fransız iktisatçı E. Malinvaud (1923-2015) Global Faktör Verimliliği demekteydi.
Bir ülke ekonomisinde ‘verimlilik’ konusunun ‘çok önemli’ olduğuna kuşku yok.
Hani şimdilerde bir ‘üretim ekonomisi’ palavrası revaçta ya, ‘üretim’in matematiksel bir ‘fonksiyon’ olarak formülasyonu 1894’lere kadar uzanıyor.
İngiliz ekonomist P.H. Wicksteed (1844-1927), işletme bazında ‘artan marjinal verimlilik’ ilkesi üzerine bir kitap yazıyor: Commun Sense of Political Economy
Adı üzerinde ‘ekonomi politik üzerine ortak akıl’.
Ki bu İngiliz ‘Ortak Akıl’ merakının bir bakanlık kurmaya değin gittiğinden daha önce söz etmiştik.
Bu ‘ortak akıl’ değil ama ‘Sağ duyu’dur diyenleriniz olabilecektir;
Gerçekten de bu konuda derin ‘bilim felsefesi’ tartışmaları da yapılmıştır.
Ancak Wicksteed’in kitabı ‘ekonomi politik’ten ‘pür ekonomi’ye geçişin yani, Türkçede dudaklar bükülerek ‘ikanami’ denilen ve ‘işlevselcilik’ temelli bir ‘mikro-ekonomi’ yani ‘şirket ekonomisi’nin başlangıcı bile sayılabilir.
‘Ortak akıl’ konusu ise, Emile Durkheim’den Pierre Bourdieu’ye kadar derinlemesine ele alınıp, ‘bilim öncesi’ bir tutuma örnek olarak gösterilmiştir.
Yani ‘bilim yapmak’ için önce bu ‘ortak akıl’ veya ‘sağ duyu’dan epistemolojik bir kopuş olması gerekmektedir.
Birinci Dünya Savaşı ertesinde Chales Cobb ile Paul Douglas isimli iki Amerikalı ekonomist, Cobb-Douglas fonksiyonu diye bilenen bir büyüme (onlar üretim diyorlar) formülü geliştirdiler ki, sonradan Irving Fisher ve Ragnar Frisch tarafından ‘ekonometri’ denilen ‘model’lemelerin gelişmesine yol açılmış olacaktır.
Bütün hikaye, ‘ekonomik büyüme’ denilen ve toplam üretim faktörlerinin verimliliğini ölçmeye yarayan ‘matematik’ veya ‘ekonometrik’ modeller kurmaya dayanmaktadır.
Ancak yine Fransa’da bu ‘muhasebe hesaplamaları’nın toplumsal yaşamla yani ‘gerçek ekonomi politikle’ pek bir ilişiğinin olmadığı bilinip yazılmkatadır.
29 Bunalımından sonraki ‘Keynezyen Büyüme Modelleri’ de, özde birer ‘muhasebeleştirme’nin ötesine geçememiş, üretim ve dolaysıyla ulusal ekonominin gerçekten büyümesinin ‘asıl nedenleri’ konusuna girilememiştir.
Yine bir İngiliz ekonomist olan Angus Maddison, özellikle azgelişmiş denilen ekonomilerin ‘karşılaştırılması’ yoluyla bu işin ‘dinamiği’ni bulmaya çalışmıştır.
Oysa bütün bu sorunların temelinde ‘toplumsal örgütlenme modeli’nin yattığına ise kimse yanaşmak istememiştir.
Çünkü, öyle emekti, sermayeydi, toprak ve yeraltı zenginlikleriydi falan demek iyiyidi de, bu ‘üretim faktörleri’ nasıl bir ‘örgütlenme modeli’ içinde işleyeceklerdi?
Bu konu cızz ya da ‘liberal’ olmadığı için üzerinde durmaya değmezdi.
Bütün bu anlatılanlardan sonra, Memduh Bayraktaroğlu’nun Erol Zeytinoğlu’na dayanarak, gündeme getirdiği bu ‘yeniden keşif’in ‘ders’ niteliği nereden geliyor denilecek olursa; ekonomi konusundaki ‘zır cehalet’ten geliyor diyeceğiz.
Adam, yani sayın Bayraktaroğlu öyle güzel atıyor ki, sanki kendisi de inanıyor.
Şimdi gülüp geçmek de var, ama en azından yalan-yanlış bilgiler verilmesin diyoruz.
Hele ‘Faiz’i de ‘üretim faktörü’ olarak sayması var ki, sanki bir başka Dr Recep…
Şimdi birinin çıkıp ‘faiz’ girdi değil ama ‘çıktı’dır diyecek olsa, ayıp mı etmiş olacaktır?
Otursun gazetecilik mi yapıyor, yorum mu yapıyor, akıl mı dağıtıyor, kendisi ile ‘sevgili canları’ arasındadır diyerek gıkımız çıkmaz.
Ama öyle boyundan büyük ‘ekonomi bilimi dersi’ vermeye kalkacak olursa, bizim de ‘one minute sir’ dememiz gerekmektedir.
Yoksa, kendileri sevimli bir televizyon yorumcusu olmayı basbayağı hakketmektedirler.