EKONOMİST BİLO
Başta Suriyeli olmak üzere, Türkiye’ye gelen ‘sığınmacı’lar için her kafadan bir ses çıkmasına karşın, ‘ekonomist’lerimiz ekonomimizin onlara gereksinmesi olduğunu yineleyip duruyorlar.
En son ‘Bilal oğlan’ da, ‘ekonomist’ olduğu için, doğallıkla ‘üzerine vazife’ olarak bu tezi yüksek sesle dillendirmiş bulunuyor.
O zaman ‘Ekonomist Bilo’ ve tüm ‘ekonomist’ler için, 29 Mart 2016 yılında yazdığım ‘Ekonomi politiğin ekonomisi ve politikası’ dizimizin dokuzuncu sayısını anımsatalım.
Ki, ‘ekonomi’ ne imiş ‘politikası’ nasıl olmalı imiş öğrenilebilsin!
“Suriyeli göçmenlerden bir ‘model’ çıkarılabilir” diye başlamışız:
“Türkiye’nin başına bir ‘devlet kuşu’ konmuş gibidir. Bugün Türkiye’de 3 milyon ‘Suriyeli göçmen’ vardır. Niye göç ettikleri ya da ettirildikleri ayrı konu olup, o konuya ilişkin görüşlerimizi zaman zaman dillendirmiş bulunuyoruz. Ancak; mademki ‘ekonomi politik’ çözümlemeler yapıyoruz, bu ‘olgu’ bir başına ele alınıp incelenebilir.
Suriye, Irak ya da herhangi bir ülkeden ‘göçmüş’ ya da ‘göçmek zorunda kalmış’ insanların, insanca yaşamaları için öyle bir ‘model’ geliştirilebilir ki, bu model giderek tüm Türkiye için de uygulanabilir bir ‘biçim’ alabilir. Herşeyden önce göçmenlerin, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları kadar ‘özgürlük’lerinin olmadığını, olmayacağını bilmek gerekiyor.
Birleşmiş Devletler ya da herhangi bir uluslararası kuruluşun ‘kural’ ya da ‘istekler’i Türkiye Cumhuriyeti Devletini ‘bağlamaz’! Kuşkusuz bir ‘Devlet’ olarak durulabilinirse... Kaldı ki, geliştirilecek ‘model’, hem Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını ve hem de uluslararası kuruluşların değil eleştirmek, ‘özenecekleri’ bir model olabilecektir.
1° Göçmenler öncelikle bilgi, eğitim ve dillerine göre ve o arada olabildiğince akrabalık ilişkilerine göre ‘gruplandırılacak’lardır. Başlangıçta, karmaşayı engellemek için bu yaklaşımın yararı olabilir.
2° Göçmenlerin istedikleri il ve istedikleri işletmede çalışmaları kesinlikle yasaklanacaktır.
3° Başka işletmelerde işe başlamış olanlar da, gerekli işlemler yapılarak, yeni kurulacak ‘üretim merkezleri’ne gönderileceklerdir.
4° Kurulacak ‘üretim merkezleri’, İstanbul başta olmak üzere gelişmiş ilk beş il hariç diyelim 75 ilin valiliklerinin gözetim ve denetiminde olacaktır
5° Kaba bir hesapla her üretim merkezine 35-40 bin kişilik gruplar düşmektedir. Öncelikle her üretim merkezinde, bu insanlar ‘barınma olanakları’na kavuşturulacaklardır. Barınma için yapılacak yatırımlar Devlet ya da uluslararası kuruluşların sağlayacakları ‘bağış’ ve ‘kredi’lerle karşılanacak ve ilgili kişi ya da aileye sonradan rücu edilecektir. Böylece onların ‘mülk sahibi’ olmalarına da olanak sağlanmış olacaktır.
6° Uluslararası kuruluşlardan sağlanacak ‘bağış’lar başlangıçta bu insanların ‘barınma ve geçim maddeleri’ne harcanacak, başkaca bir amaç için kullanılmayacaktır.
7° Üretim merkezlerinde, göçmenlerin uzmanlık dallarına göre tarım ya da hayvancılık yapmalarına olanak sağlanacaktır. 40 bin kişilik bir köy olarak tasarlanan bu merkezler aynı zamanda ‘kent’lerin tüm olanaklarına da sahip olacaklardır.
8° Bu 40 bin kişilik köy/kentlerin herbirine her 50-100 kişiye bir olmak üzere, öğretmen, sağlık memuru, doktor, bekçi, belediye başkanı, kaymakam ve ama kesinlikle imam veya din adamı olmamak üzere 800 ile 1000 kişilik uzmanlar atanacak, böylece TC yurttaşlarından 80-100 bin kişilik ‘yeni istihdam’ yaratılmış olacaktır.
9° Bu ‘uzman’ ya da yöneticiler, partizanca değil ama ‘yeteneklerine göre’ atanacaklardır.
10° Dinsel eğitim için Devlet’in herhangi bir katkısı olmayacağı gibi, bu alana dernek ve tarikatların girmesine de kesinlikle engel olunacaktır
11° Göçmenler ‘dinsel pratiklerini’ kendi içlerinden seçecekleri din adamlarının gözetim ya da denetiminde yapabileceklerdir. Devlet bu uygulamaları yakından izleyecek ve din dışı yönelimleri anında önleyecektir.
12° Bu üretim merkezlerinde üretilecek ürünler, Türkiye ortalamasına göre fiyatlandırılacak ve üretim giderleri dışında kalan kesimi, çalışanların ‘gelir’i olarak değerlendirilecektir.
13° Elde edilecek gelirlerini göçmenlerin istedikleri gibi kullanmalarına herhangi bir kısıtlama getirilmeyecektir. İsterlerse, başta oturdukları ev olmak üzere, çalıştıkları işyerinin sahibi olmalarına da olanak sağlanacaktır.
14° Tatil ve gezi dışında, göçmenlerin başka kent ya da ülkelere yerleşmeleri belirli ölçütlere bağlanacak, her isteyen istediği yere gidemeyecektir.
15° Geri dönüşsüz olarak gidebilecekleri tek ülke geldikleri ülke olabilecektir.
16° Ana hatları verilen bu ‘model’ üretim merkezleri, ‘üretimin sosyalizasyonu’nda öylesine bir ‘örnek’ olabilir ki, çevrelerindeki köy ve kentlerden başlamak üzere ülke genelinde de uygulamaya konulabilir.
17° Bu ‘model’in yapılabilirlik raporları kuşkusuz ‘uzman’lar tarafından hazırlanacaktır. Ancak, bugün salt ‘göçmen’ olan sözkonusu insanların, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına göre, daha ‘sıkı bir denetim’e tabii tutulmalarından doğal bir şey olamaz.
18° Ne var ki, üretim ve topluma uyum bakımından gösterecekleri başarımlar (performans) onların ileride ‘TC yurttaşı’ olmalarının önünde bir engel olmayacaktır. Ama, ülkeye her gelenin ‘başımızın üzerinde yeri’ olması da, öncelikle TC yurttaşlarının doğal haklarının ihlali anlamına gelecektir ki, hiçbir felsefe ya da toplumbilimsel kuramda yeri yoktur. Örneğin, kendi köy-kentlerinin dışındaki seçimlerde oy kullanmaları, ‘yurttaş’ oluncaya değin kısıtlanmış olacaktır.
19° İşlemekte olduğumuz ‘ekonomi politik’, düşünürlerin söylediklerini özetlemekten çok, tam da bu tür modellerin ‘kurulması’ için vardır; yoksa politikacı ya da akademisyenlerin ‘gevezelik’ yapmaları için değil!
20° Suriyeli göçmenler, özünde Türkiye ekonomisi için ‘olağanüstü’ bir ‘güç’ oluşturmaktadır. Ancak köle ya da ucuz emek olarak değil, eğitilip toplumsallaştırılabilecek bir ‘güç’ olarak görmek gerekmektedir.
‘İnsan’a nasıl yaklaşılabileceğine olanak veren olağanüstü bir ‘laboratuvar’.
Aksi halde, ya onlardan dua ya da oy almak peşinde koşan politikacı ya da ellerinde anket formları, Türkiyenin sosyolojik dengesizliklerini araştıran akademisyenlerin elinde, bu ‘güç’, Türkiye içine salınmış 3 milyon grostonluk bir ‘bomba’ya dönüşecektir.
Kaldı ki, bu olumsuzluğun kimi belirtileri görülmekte değil midir?
Ve ekonomi politik, soyutun yüce tepelerinde dolandıktan sonra, ‘somut durumun somut çözümlemesi’ne dayanmakta olup ‘somut çözüm’ler üretmek için vardır.” diye bitirmişiz.
Aradan geçen sekiz yılın sonunda, bu yazıda önerilenler yapılmadığı için, bu sığınmacılar, “Türkiye içine salınmış 3 milyon grostonluk bir ‘bomba’ya dönüşecektir” öngörümüz gerçekleşmiş midir gerçekleşmemiş midir?
Kaldı ki artan sayıya göre bugün bombanın şiddeti ‘On milyon groston’a yükselmiş midir yükselmemiş midir?
Şimdi, değil bu ‘Bilo’, onun babası ve peşlerine taktıkları şürekası içinde, ilaç için bir ‘Ekonomist’, bir ‘Politikacı’, bir ‘Devlet adamı’ ya da sıradan bir ‘Yurtsever’in bulunduğunu söyleyebilir misiniz?
‘Yerli ve Millî’ imişler…
‘Millî’ olduğunu söyleyen herkese buradan sizin ‘millîliğinizi sevsinler’ diyelim.
‘Ekonomist Bilo’nun ise bunlara aklı ermez, o, kendisinin de itiraf ettiği gibi ‘en kısa yoldan nasıl zengin olurum?’ ekonomistidir.
Ve hakkını teslim edelim ki bu konuda eşsiz bir başarı sahibi olmuştur.
Diğer Nobel’li nobelsiz ‘ikanamist’lerimiz ise, tam bir ‘aygıt’ olarak kullandıkları ‘ideoloji’leri yüzünden burada söylenilenleri küçümseyeceklerdir.
Bunlara da ‘ikanmist bilo’lar deyip geçiyoruz.