YAYIKCI CAHİT

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

YAYIKCI CAHİT

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Çrş Ara 04, 2024 14:58

YAYIKCI CAHİT
Suriye olayları üzerine ‘Hükûmet Medyası’, yani yandaş-mandaş değil doğrudan ‘borazan’ olan ‘Medya’yı izledikçe Türkiye’deki ‘entelektüel düzey’in yerlerde süründüğünü görüyorum.
Gazeteci ve muhabirleri geçtik, kerli ferli ‘akademisyen’lerin bile aymazlıkları parmak ısırtıyor dense yeridir.
Daha çok da sözde ‘askerî eğitim’ alıp, yurt içi ve dışında ‘önemli görevler’de bulunmuş olanlar, bir de ‘akademik titr’ aldıktan sonra, sözcüğün tam anlamıyla ‘desteksiz atmak’ konusunda birbirleriyle yarışıyorlar.
Daha önce yazmıştım ama yeri geldi anımsatayım.
Doksanlı yıllarda Paris Jussieu 7’de, lisansüstü çalışmalarım sırasında Suriyeli bir arkadaşım vardı.
Bir gün, söz kendisine geldiğinde, ‘Gerçek Suriye’nin Akdeniz’den İran sınırındaki Zagros dağlarına, Amanoslar’dan Ürdün’ün güneyine değin uzanan bir coğrafyadan oluştuğunu söyledi.
Hoca da İran asıllı bir profesör.
Hoca’dan önce tüm sınıf gülümsemeye başlamıştı ki, hoca kahkaha atmaktan kendisini alamamıştı.
Daha sonra bu arkadaşın bir ‘Doktora tezi’ savunup savunmadığını bilmiyorum ama, bizdeki bir Tümamiral’in Irak Türkmenleri üzerine benzer bir ‘Doktora tezi’ savunduğunu öğrendim.
Şimdi Doç Dr olan bu Yaycı akademisyenin üniversetenin birinde ‘Uluslararası İlişkiler’ konusunda ders verdiğini de öğrendim.
Deniz Hukuku konusunda Libya-Türkiye arasındaki sınırla ilgili tezlerini ben tartışamam.
Ancak Gazze’den başlayıp Şam ve Halep üzerinden Türkiye’nin tüm güney Suriye sınırından geçerek Irak’ın Kuzeyinden Kerkük ve daha güneye uzanan bir Türkmenistan haritası çizmesini gördüğüm zaman, Jussieu’deki Suriyeli arkadaşımı anımsadım.
Ne var ki gülsem mi ağlasam mı, doğrusu karar veremedim.
Bu Yay(ık)cı Cahit bey, nasıl Deniz Harp Okulu’nu bitirmiş diye üzülmedim değil.
Sözde ‘Atatürkçü’!
Bir parantez açarak, Paris’te Irak Türkmen Cephesi temsilcisi ile arkadaş olup, Irak’a ABD saldırısı öncesi, ABD’nin Irak Türkmenleri’ne bir ‘özerk bölge’ vaat ettiklerini yakından izlediğimi belirtmeliyim.
Ancak Türkiye’nin 2003 yılında ‘Irak Tezkeresi’ne izin vermemesi üzerine, ABD’nin Irak Türkmenleri’ne vaat ettiği ‘özerklik’ konusu da kapanmış oldu.
Sahadaki bu ‘gel-git’lerin, günün koşullarına göre biçimlenmesine kimsenin itirazı olamaz.
Uluslararası hukuk, her ne kadar ‘sahadaki güç dengesi’ne dayanıyorsa da, ulusların kurucu ilkelerine de doğrudan bağlıdır.
Uluslararası antlaşmalara göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Ege Denizi ve Akdeniz’deki ‘hak’ları, göz göre göre ihlâl edilirken ses çıkaramayanlar ya da gereğini yapamayanların, Suriye ve Irak sınırları konusunda kahramanlık taslamaları, olsa olsa bir ‘fantezi’nin ötesine geçmemektedir.
Her şeyden önce ‘Fetih’ denilen olgu, ‘topyekûn savaş’ların bittiği Birinci Paylaşım Savaşı’yle birlikte artık ‘tarih’ olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’yla yeniden biçimlenen coğrafya ise, işte ‘Uluslararası Hukuk’ denilen ve Birleşmiş Devletler (Nations Unies) gözetiminde uygulanan bir ‘hukuk’a göre biçimlenmektedir.
‘Dünya Beşten Büyük’tür hezeyanı ile Suriye ya da Irak’tan toprak kazanmak arzusu (yani fetih) ise, Okçu,Yaycı ya da Bahçeci gibi kıt akıllıların Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tartışılır hale getireceği açıktır.
Suriye ya da Irakta’ki soydaşlarımızın haklarını savunmak, bugün Balkanlar’da, Kafkaslar’da ya da Orta Asyadaki soydaşlarımızın haklarını savunmaktan öncelikli olduğuna kuşku yok.
Ancak ne var ki, soydaşlarımızın hakkını savunmak için nasıl Batı Trakya ya da Bulgaristan’a savaş açmak gibi bir delilik yapamıyorsak, Suriye ve Irak için de aynı ‘ilkeli’ tutumu sergilemek zorunda değil miyiz?
Halep de bir zamanlar bizim egemenliğimiz altında idi Şam da. Ancak bugün Suriye Devleti’nin egemenlik alanındadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilkeleri ve uluslararası hukuk çerçevesinde, Suriye’nin meşru hükumeti ile iş birliği içinde, gerek soydaşlarımız gerekse yerel halklar konusunda ‘var olan sorunlar’ çözümlenebilir idi.
Ancak, ‘saçma güdü ve bahaneler’ ile hem soydaşlarımızın ve hem de bölge halkının güvenlik ve refahını, ve hem de uluslararası hukuk dışına çıkarak bozan Türkiye’deki ‘hükûmet’ler olmuştur.
Ya da tek bir ‘hükûmet’ ve hatta tek bir ‘kişi’ olmuştur denilebilir.
Davutoğlu’su, Fidan’ı, Kalın’ı, İnce’si; Akar’ı, (son gülen iyi) Güler’i falan ‘şakşakçı’ olmanın ötesine gitmemektedir.
Ve düğme baştan yanlış iliklenmiştir.
Sorunu yaratanlar çözüm üretemezler diye bir yasa vardır.
Suriye sorununun çözümü, Türkiye’deki iç sorunların çözümüne bağlı olduğu kadar acil bir ‘Hukûmet’ ve ‘Anlayış’ değişimine de bağlıdır.
Hükûmet adayı CHP’nin ise, her konuda olduğu gibi bu konuda da ‘yeterli bir varlık’ göstermediğini söylemek zorundayım.
Bu hükûmet artık bir saniye olsun iktidarda kalmamalıdır ama CHP’nin neyi nasıl yapacağı ise bilinmemektedir.
Ne yazık ki meydan Yay(ık)cı’lara kalmış bulunmaktadır.
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1636
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x