“Kefernahum” (Capharnaüm), Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki’nin yönettiği, 12 yaşındaki Lübnanlı Zain’in ailesine "Beni dünyaya getirdikleri için" dava açmasını konu alan film, yabancı dilde en iyi film kategorisinde Lübnan adına Oscar'a aday gösterilmiştir. 71. Cannes Film Festivali’nde ödüller kazanmış; BAFTA ve Altın Küre gibi ödüllerin sahibi olmuştur. 55. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde ise Genç Jüri En İyi Film Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü de filmin küçük yıldızı Zain Al Rafeea kazanmıştır.
Filmin ana karakteri 12 yaşındaki Zain (Zain Al Rafeea), hikâyesindeki olaylar ile kendi hayatındaki gerçeklik arasında derin bir bağ kuruyor. Lübnan ile Fransa ortak yapımı bu dram filmi, Beyrut'ta yaşayan yoksul bir ailenin çocuğu olan Zain’in ve diğer çocukların yok sayılan hayatlarını anlatıyor. Bu film, kimlik belgesi bile olmayan, yok sayılan çocukların hikâyesini dillendiriyor.
Zain'in dramatik hikâyesi, göçmen bir kadın olan Rahil ve onun bebeği Yonas ile yollarının kesişmesiyle devam ediyor. Göçmen kadın Rahil'in gözaltına alındığında, Zain Yonas'a sahip çıkar ve onu doyurmak için mücadele eder. Bu zorlu süreç, Zain’in kendi ailesine duyduğu öfkeyi daha da artırır ve filmin sonunda mahkemede ailesiyle yüzleşmesine yol açar.
“Capharnaüm” kelimesi Fransızca kökenli olup “kaos” anlamına gelir. İncil’de geçen lanetlenmiş bir köyden alınan bu isim, karmaşa ve kaotik durumları tanımlamak için kullanılır.
Yani, Lübnan bir “Capharnaüm”du.
Uluslararası ödülleri alan bu filmi Batı neden bu kadar ödüllendirmiştir?
Batı, filmlerde, yaygın medyada ve çağımız sosyal medyasında her daim “kurtarıcı” rolünde gösterilir. Yine bu filmde de kurtarıcı olduğu mesajı verilmiştir. Ancak gerçekte, Batının müdahale ettiği her ülkede küresel hegemonya kurmaya yönelik çıkarcı politikalarını görmek mümkündür. Ülkelere ‘yardım göndermek,’ ‘mültecileri kurtarmak,’ ‘çocukların özgürce yaşama hakkı’ gibi söylemlerle hareket eden Batı, aslında bu yaklaşımlarını kendi sömürgeci çıkarlarını beslemek için bir araç olarak kullanmıştır. Bu politikalar, Ortadoğu topraklarını adeta ‘cehenneme’ çevirmiştir.
Filmin bir sahnesinde, hapishane ortamına gelen ulusal bir sivil toplum örgütüne bağlı “iyi niyet elçileri” ellerinde müzik aletleriyle “sizi neşelendirmeye geldik” diyor.
Filmdeki bu sahne, aslında ne kadar büyük bir aldatmaca içinde olduğumuzu gösteriyor. Çocukların acıları, savaşların ve yoksulluğun görüntülerinden sonra bize sunulan bu iyi niyet karesi, çocukların, mültecilerin ve yoksul halkların acıları üzerinden beslenen bir iş modelini temsil ediyor.
Ellerinde müzik aletleriyle, çikolatalarla, şekerlerle gelenler, halkların hak ve özgürlüklerini kazanmaları için mücadele etmiş gibi görünseler de, aslında emperyalist çıkarları uğruna dünyayı yeniden tasarlamak isteyenler için çalışan sivil görünümlü elemanlardır. Kökleri CIA’ye, Pantegon’a dayanır. Bütün bu gösteriler, emperyalist çıkarların birer parçasıdır. ‘Yardım’ adı altında girilen ülkelerde, kültürel kimlikler silinir, halklar parçalanır, topraklar bölünür ve sonunda tek kaybeden o topraklara kök salmış insanlar olur.
‘Sizi neşelendirmeye geldik’ ifadesi aslında bir “Demokrasi Projesi”dir.
Mustafa Yıldırım, “Sivil Örümceğin Ağında” adlı kitabında, “Demokrasi Projesi”adı altında gerçekleştirilen faaliyetlerin bağımsız ulus devletleri zayıflatmayı ve halkları kontrol altına almayı amaçladığını yazmıştır.
İşte, küresel sistemin işleyişi böyleydi!
Fakirliğin, yurtsuzluğun, kimliksizliğin, sefaletin yaşandığı ülkelerde, bu filmde de gördüğümüz McDonald’s, Pepsi, Coca-Cola gibi markalar sadece tüketimin değil, aynı zamanda kimlik ve kültür soykırımının sembolleridir. Kültürel soykırım sadece coğrafyayı işgal etmekle kalmaz, aynı zamanda milletlerin hafızasını siler. Lübnan’ın, Irak’ın, Suriye’nin, Filistin’in ve daha birçok Ortadoğu ülkesinin tarihsel birikimi, binlerce yıl süren kültürel mirası, inanç ve dil bütünlüğü, Batılı güçlerin planlarının önünde yok sayılır. Emperyalist güçler, milletlerin hafızalarını silerek onları kimliksizleştirir ve kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirir.
Bu tahribatın bir sonucu olarak, emperyalizm acıyı, sefaleti ve bölünmüşlüğü bu topraklara miras bırakır.
Bu acıların son örneği Suriye’dir.
“Demokrasi Projesi” adı altında Küresel güçler Suriye’yi de işgal etti. 2011 yılının Mart ayında başlayan Suriye krizi, Arap Baharı’nın etkisiyle başlayan protestoların iç savaşa dönüşmesiyle Suriye’nin de sonunu getirdi. Uluslararası STÖ’lerin Suriye krizi öncesi ve esnasında “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” gibi bol soslu söylemleriyle küresel güçlerin Suriye’ye müdahalesini meşrulaştırdı. Demokrasi getirme bahanesiyle yapılan müdahaleler, ülkede büyük bir insani krize ve altyapının tamamen yıkılmasına yol açtı.
Demokrasi söylemindeki gerçek niyet, Suriye’yi istikrarsızlaştırarak kontrol edilebilir bir hale getirmekti. İstikrarsızlaşan ülkelerde ulus devlet kavramı yok edilir ve bölünmeler ortaya çıkar.
Sonuç olarak, “Capharnaüm” gibi filmleri izleyip ağlamak bize düşüyor. Filmin yönetmeni, ülkelerine bu zulmedenler tarafından kırmızı halılarda ödüllendiriliyor.
Ne diyelim?
İyi seyirler!
Gamze Köse, 16 Ocak 2025