HEYBEDEKİ TURP : TRUMP
Herkesin heybesi kendisine göre olduğuna göre turpları da kendince olacaktır, değil mi ama?
Biz Türkiye’de turbun büyüğü kim diye tartışırken, ABD’linin heybesinden Trump’ın çıktığını gördük.
Ve ilk seçildiği dönemde de, bu adam deli, böyle devlet adamı mı olur diye tartışmıştık.
Oysa o günlerde de kazın ayağının öyle göründüğü gibi olmadığını söylemiştik.
Evet Trump şöyle cahil, böyle kaba biridir ama ABD’nin başına, bu kez güçlenerek gelmiştir.
‘Amerikan halkını seçimi’dir diyen ‘siyaset bilimci’lerden olmadığımız için, Amerikan Milleti’nin ‘millî iradesi’dir de diyemeyeceğiz.
O arada, ilginç bir biçimde, rakibi olan ‘Demokrat’ Camala Herris’in “Asla geri adım atmayacağız” (we are not going back) dediğini öğrendik.
Acaba Camala Harris ne demek istiyordu?
Yoksa demokrat Camala, cumhuriyetçi Trump’un seçilmiş olmasına sevinmiş miydi?
[Bu demokrat ve cumhuriyetçi tanımlamalarının, en azından ABD için ne kadar içi boş terimler olduğunun altını çizmeden geçmeyelim. Yazarken benim şahsen midem bulanıyor]
Ya da Camala’cığın, Trump seçildi diye ‘gözü arkada kalmayacak’ mıdır?
Tüm dünya ve o arada bizim ünlü ‘danışmanımız’a göre, ‘demokrasi’nin kalesi olan ABD’de seçim kaybeden ‘demokrat’ Camala Harris, rakibi ‘cumhuriyetçi’ Trump’a neden bu kadar güvenmektedir?
İşte ‘gerçek demokrasi’ budur diyerek geçmek olmaz.
Çünkü, acaba işin içinde iş mi var, bize ‘demokrasinin kalesi, kâbesi’ diye yutturulan ABD’de dönen başka bir ‘çark’ mı söz konusudur diye sormak durumundayız.
Kestirmeden ‘establishment’, ‘askerî-ekonomik aygıt’ (appareil militaro-industriel américain) veya ABD emperyalizmi gibi yıpranmış terimlere sarılmak da var ama, bu terim ve kavramları bir gözden geçirmek de gerekebilir.
Örnek olsun, The Atlantic’de Anne Applebaum, ABD seçimlerinin ertesi günü “Hasımlardan 'iç düşman' olarak bahsetmek, 'haşarat' veya 'zehirli kan' ifadesini kullanmak doğrudan 1930'lardan alınan terimlerdir." diyordu.
Bilmeyenlere anımsatacak olursak, ‘Korumacılık’, ‘Devletçilik’, ‘Milliyetçilik’ ve hatta ‘Karma Ekonomi’ terimleri de 1930’lar dünyasının ürünleri idiler.
Tek istisnası ‘Yurtta barış dünyada barış’ ilkesiyle, bu terimleri ‘kana bulamadan’ çıkan bir Türkiye varken, özellikle 2008’den itibaren benzer terimleri şeddeli, şiddetli ve şehvetli bir biçimde kullananlara tanıklık ettik.
Çünkü, 1930’lardan itibaren köprülerin altından çok sular akmış ve bize sözde ‘teğet geçecek’ olan 2008 Bunalımı gelip kapıya dayanmıştı.
Ve dikkat edilirse ‘Devlet’in kökten ele geçirilmesi’ ve hatta çok kullandığımız bir ifadeyle ‘Devlet’in fethedilmesi’, Türkiye’de 2008’den itibaren gerçekleştirilmeye başlamıştı.
ABD’ye dönersek, Trump’un bu ikinci kez seçilmesi, sözcüğün tam anlamıyla ABD ‘establishment’ının, ‘askerî-ekonomik aygıtının’ kısaca ABD Devleti’nin gerçek bir ‘semayedar’ yani gerçek bir ‘kapitalist’ tarafından ele geçrilmesi demek olmuştur.
Bir başka ifadeyle ‘ABD Emperyalizmi’ gerçek sahibini bulmuştur.
O nedenle, bu adam deli, ne konuştuğunu bilmiyor ya da ‘ABD demokrasisi’ buna engel olacak türü, soğuk suya tirit laflarının zerre önemi yoktur.
Ya da kendi kendini avutmanın ötesine geçmez.
Çünkü Tump’la birlikte, Trump ya da GAFAM (Google, Apple, Facebook, Amazon ve Microsoft), yani kimilerinin ağzının suyu akarak baktıkları Elon Musk ve benzerlerinin ‘insanlık’ı ‘huzur ve güven’e değil ama ‘kan ve gözyaşı’na bulayacakları bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Emperyalizm bitti diyen avanaklar ise ‘süper zeka’, ‘yapay zeka’ ve daha bilmem ne gevezilikleriyle bu ‘kan emiciler’in değirmenine su taşıyacaklardır.
Trump’ın sözde ‘proje’lerine bir başka yazıda değinmek üzere, bu yazıyı sonlandırırken, Türkiye’deki heybeye baktığımızda 1930’lardan da geri, ya da ileri, ‘zehirli laf’ları kim söylüyorsa, turpun büyüğü o iken, ABD’linin heybesindeki büyük turp da Trump’un ta kendisidir diyeceğiz.