Ahmet ALtan: Korkuyla parçalanmak…

Genel & Güncel Konular

Ahmet ALtan: Korkuyla parçalanmak…

İletigönderen Ram » Pzt May 07, 2007 9:04

Türkiye bitmez tükenmez korku krizleri geçiriyor.

Biz, o kadar uzun zamandır bu krizlerle yaşıyoruz ki artık bunları “normal” sanmaya başladık, nasıl tuhaf bir haleti ruhiye içinde yaşadığımızı anlayabilmek için başka ülkelere gitmemiz, oradaki insanların doğal davranışlarını görmemiz ve insanlardan yayılan o özgürlük havasını solumamız gerekiyor.

Bu ülke neden böyle bir hastalığa tutuldu?

Neden bütün dünyanın ona düşman olduğuna ve onu “bölmek” istediğine inanıyor?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri hiç bölünmediğine göre bu hastalığın başlangıç noktasını Osmanlı’da aramamız gerektiğini anlıyoruz.

Osmanlı’nın işgal ettiği toprakların tümü “asıl sahipleri” tarafından geri alındı.

Yunanlılar Yunanistan’ı, Bulgarlar Bulgaristan’ı, Sırplar Sırbistan’ı, Macarlar Macaristan’ı, Araplar Arabistan’ı Osmanlı’nın elinden kopardı.

İmparatorluğun parçalanması dediğimiz şey aslında toprakların gerçek sahiplerine geri dönmesiydi.

Silahla aldığımız yerleri silahla koruyamadık.

Zaten bu mümkün değildi.

Tarih boyunca bunu kimse yapamadı.

Romalılar da, İspanyollar da, Portekizliler de, İngilizler de, Hollandalılar da, Fransızlar da silahla aldıkları toprakları sonunda sahiplerine iade ettiler.

İngiltere ve İspanya dışında kimsenin pek sorunu kalmadı.

İspanya’nın “Bask” bölgesi, İngiltere’nin de “İrlanda” ile yani “isimleri” yabancı olan bölgeleriyle dertleri vardı, bunları önce silahla çözmeye çalıştılar, olmayınca barışçı bir yol buldular.

Biz niye parçalanmaktan korkuyoruz peki?

Bu korkunun kaynağı ne?

Bizim, “Kuzey Irak” ya da “Güneydoğu” gibi coğrafi terimlerle andığımız bölgenin gerçek adının Osmanlı’da “Kürdistan” olması belki.

Değil Güneydoğu’ya, bize ait olmayan Kuzey Irak’a bile “Kürdistan” denmesine tahammül edemiyoruz.

Bir başka ülkenin dışişleri bakanı, bir başka ülkenin topraklarından “Kürdistan” diye söz etse tepki gösteriyoruz.

Tepki göstermek sonucu değiştirmiyor, o bölgenin adı Kürdistan.

Çünkü orada Kürtler yaşıyor.

Sanırım, toplum ve devlet, “bilinçaltında” oranın “başkalarına” ait olduğuna inandığı için o bölgenin de ayrılacağından endişe ediyor.

Bu endişe o boyutta ki, bütün hayatını Türkiye’nin yasaklarla yaşayan bir ülke olmasına adamış bir darbeci bile “eyalet” düzeninden söz etse onu “bölücülükle” suçlayabiliyoruz.

Eyalet düzenine geçersek Kürtler ayrılacak bize göre.

Devletler, binlerce yıllık alışkanlıklarıyla toprak kaybetmek istemezler, bunu biliyoruz.

Ama hiçbir devletin kendisine ait olmayan toprağı silahla elinde tutamadığını da biliyoruz.

Bunu bilmemize rağmen sürekli olarak silahla, baskıyla, yasakla Kürtleri Türkiye’nin parçası olarak tutmaya çalışıyoruz.

Neredeyse bütün varlığımızı, bütün enerjimizi, dünyayla ilişkilerimizi “Kürtler Türkiye’den ayrılacak” endişesi üzerine inşa ediyoruz.

Bu endişe, Türkiye’ye para, zaman, enerji kaybettiriyor.

Kürtler de Türkler de özgürlüklerinden oluyor.

Sürekli bir gerginlik yaşıyoruz.

Mutsuzluk hayatın her yanına nüfuz ediyor..

Bu “ayrılma” korkusu Türkiye’yle dünyayla arasına giriyor, içerde adil bir hayatı bu korku yüzünden yaratamıyoruz, bu korku yüzünden hukuku zedeliyoruz, bu korku yüzünden devlet kendi yasalarını çiğniyor.

Bu korku bizi mahvediyor.

Bana sorarsanız, “ayrılmanın” yaratacağı herhangi bir kayıp varsa, ondan çok daha fazlasını “ayrılma korkusu” nedeniyle kaybediyoruz.

Bu konuyu da bir türlü açıkça, akıl ve mantık ölçüleri içinde konuşamıyoruz.

Bir toplum, bu çağda böylesine büyük bir korkuyla yaşayamaz.

Bu korkunun bedelini de dünyanın en zengin toplumu bile ödeyemez.

Gerçeğe gözlerimizi yummak yerine artık sorunumuzu açıkça konuşmak daha iyi olacak sanıyorum.

Türkiye, Kürtlerin bu devletin ve toplumun parçası olarak kalmasını istiyorsa, bu ülkede Kürtlerle Türklerin aynı haklara sahip olmasını sağlaması, Kürtlerin kendini ikinci sınıf vatandaş gibi görmesini engellemesi gerekiyor.

Baskıyı, yasağı ortadan kaldırmalıyız.

Türkiye bütün vatandaşlarına aynı hakları verirse, bu ülkedeki Türkler bilinçaltlarında “biz ülkenin asıl sahibiyiz, bizden başka herkes bizim kölemizdir” inancını bilincine çıkarıp bu inancın tuhaflığını anlarsa bu sorun çözülür.

Korku, korkulan şeyin gerçekleşmesinden daha büyük bedel ödetiyor Türkiye’ye.

En ucuzundan “hainlik” suçlamalarıyla, bunu görmeyi, bunu tartışmayı engellemek toplumun lehine olmuyor.

Herkesin susmasını istiyoruz.

Susmak gerçeği değiştirmeye yetmiyor.

İnsanlar ölüyor, yasaklarla bütün ülke hapishaneye dönüyor.

Korku, karanlık bir kabus gibi üzerimize çöküyor.

Bölünme korkusuyla, bölünmenin yaratacağını sandığımız zarardan daha büyük bir zarar yaratıyoruz.

Artık yeter bence.

Her şeyi açıkça konuşalım.

Korkularımız yüzünden işler öyle sarpa sardı ki Evren bile “acaba federasyon mu yapsak” demek zorunda kalıp “hainlikle” damgalandı.

Korku, korkulandan daha çok zarar verdi bize.

Şimdi korkudan kurtulmanın zamanı.

Bunun, en azından benim bilebildiğim, tek yolu da konuşmak.

Ülkenin geleceğini konuşmanın “ihanet” sayılmayacağını anlamak.

Susmak bizi karanlığa itiyor.

Bölünmeyelim derken gerçeklerin atında ezilerek paramparça olacağız.

Sokağa çıkılamayan şehirler, patlayan suçlar, devlet içinde üste itaatsizlikler, hukuksuzluklarla o korkunç parçalanma da zaten kendini göstermeye başladı.

Bunu istememe hakkına sahibiz.

Ve istememeliyiz.


5 Mart 2007, Pazartesi

Bu adam için "İstiklâl Mahkemesi" kurulması lâzımdır! Hainsin Ahmet Altan, hain! Hep böyleydin. Şerefsiz ve Vatan hanisin! Şimdi bazıları diyecekki; ucuz lâflar bunlar. Herkese hain, herkese şerefsiz diyorsunuz. Birincisi, ucuz lâf diye itham edilen söz, ulu önder ATATÜRK'ün, "Ne mutlu Türküm diyene!" sözüdür. Bunu söyleyen sizin gibilerdir.

Peki soruyorum; vatan haini sözünü, şerefsiz kelimesini, kim ve kimler için kullanmamız gerekiyor¿? Daha ne yapmanız gerekiyor da sizin için bunları kullanmamız gerekiyor¿? Nerede görülmüş böyle "demokrasi" dediğiniz eşitçilik¿? Dünyanın neresinde var¿?

Ülkeyi kafanda bölüyorsun, bölücü diyemezsin diyorsun. Kendi düşüncelerini, Kürt vatandaşların düşüncesi gibi gösterip hiçbir Türk'ün yapmadığı davranışları, sanki yapmışlar gibi kışkırtıcılık-ahlâksızlık-yalancılık yapıyorsun. Kısaca şerefsizlik.

Daha, sana ve senin gibi düşünen dalkavuklara, nasıl ve ne zaman şerefsiz veyahut vatan haini diyebileceğiz¿? Bunu nasıl demokrasi dediğiniz eşitçiliğe uydurabileceğiz¿? Daha ne kadar, "Ne mutlu Türküm diyene!" dediğimiz zaman, bunun asıl manâsını size anlatmaya gerek duyacağız¿? Peki senin bu yazını okuyup da, aşırı milliyetçi görüşe sahip biri, senin soyuna sövünce, daha ne kadar "bakın Kürt düşmanları faşitler" diye çığırtkanlık yapacaksın¿?

Doğru ya, bunlar zaten senin amacın. Bazen hemen ulaştığın, bazen zorlandığın amaç. Ne zaman, ne kadar, nasıl sorularının ne önemi var¿? Önemli olan "kaç" sözcüğüdür. Kaç para aldın Ahmet Altan, bu vatanı satmak için¿? Kaç Ahmet Altan, kaç... Yazıyı yaz, bölücülük yap, bunu savun, yalan söyle sonra kaç! Sıfatına tükürdüğümün pezevengi...
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen Hasta » Pzt May 07, 2007 9:19

Ram, İstiklâl Mahkemelerinin kurulması gerektiği konusunda seninle tamamen hemfikirim...Sadece bu adam için de değil... :evil:
Kullanıcı küçük betizi
Hasta
Satılmıştır
 
İletiler: 1
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 14:52

İletigönderen Ram » Pzt May 07, 2007 9:41

NuNNi yazdı:Ram, İstiklâl Mahkemelerinin kurulması gerektiği konusunda seninle tamamen hemfikirim...Sadece bu adam için de değil... :evil:


Elbette NuNNi. :) Bu ve bunun gibi zihniyetler her yerdeler.

Emre Aköz
Ahmet Altan
Ahmet Hakan
Nazlı Ilıcak
Ertuğrul Özkek
M.Ali Birand
Yasemin Çongar
Cengiz Çandar
Mehmet Barlas
Hasan Cemal
Çetin Altan
Fatih Altaylı
Fehmi Koru
Mehmet Altan
Aslı Aydıntaşbaş
Serdar Turgut


Ve daha unuttuğum nice ağır ve hafif toplar... Siz hatırlatın artık.

Hepsine bir Hûlki yeter de artar bile! Düşünün bir de, Bekir Coşkun'u, Yılmaz Özdil'i ve pek çok değerli yazarımızı yanyana koyduğumuzda ne güzel olur...
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen Çetin Taş » Pzt May 07, 2007 11:31

Kardeşim RAM.
Yazdığın herşeye sonuna kadar katılıyorum.Hanım üyelerimiz olmasaydı edeceğim sözler daha da ağır olacaktı ama olsun.Sağol kardeş.
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Veled » Pzt May 07, 2007 16:16

Ram, haber için teşekkür ederim
Kullanıcı küçük betizi
Veled
Satılmıştır
 
İletiler: 3
Kayıt: Çrş Mar 07, 2007 20:46

İletigönderen MedceziR » Pzt May 07, 2007 18:27

Ram, sana katılmamak mümkün değil. İstiklal Mahkemeleri lazım kesinlikle.

Ahmet Altan denen şahsiyet kendini aşmış bi de Osmanlıdan işgalci diye bahsediyor :kikirik: :D cibiliyetsiz şerrefsiz...
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen Çetin Taş » Pzt May 07, 2007 18:42

Muhammet,şimdi farkettim.Listede 3 tane ALTAN var.Onlara bir kampanya yapmak lazım.En yağlı ilmikleri onlara vermek lazım mesela :twisted:
(İdam cezasına karşı olmak ayrı,vatana ihanetin cezasının idam olması ayrı.Bu konuda tavrımı merak eden arkadaşlara cevabım.)
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02

İletigönderen Ram » Pzt May 07, 2007 20:13

Çetin Taş, ALtTAN-üstten sokalım diyorsun, yani boyunlarını yağlı ilmiklere. :twisted:

Semih R.Cabalar, ben teşekkür ederim Semih.

MedceziR, cibilliyetsiz hafif kaldı yahu. Gerçi sen içinden sövmüşsündür. :twisted:

Not: Listedeki bazı yazarların, bazı yazılarını okuyup beğenmişliğiniz olabilir. Ancak o yazarların bir de bu listeye nasıl girdiklerini düşünün. Araştırın, okuyun ve analiz yapın. Kimisi açıktan, kimisi gizliden yürütüyor propaganda denilen beyin yıkama işlevini. Kimisine para veriyorlar yaz diye, kimisine servis ediyorlar yazıyı köşesine koysun diye. Ve asla unutmayın! İyi bir okuyucu olup doğrular arasına gizlenmiş yalan-yanlış bilgileri/söylemleri ayıklamayı biliniz.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen Egeli » Pzt May 07, 2007 20:19

Ram, paylaşım için sağol....

YASAK PARAGRAF! :twisted:
Kullanıcı küçük betizi
Egeli
Üye
Üye
 
İletiler: 1724
Kayıt: Cum Mar 09, 2007 17:40

İletigönderen shadow39 » Pzt May 07, 2007 20:23

Kendi caliyor kendi dinliyor kendi oynuyor salak
Dağda üç Beş domuz Sürüsü
Tutturmuş Bir kürdistan Türküsü
Eline Almış Bayrak Diye Bir Masa örtüsü
Satsan Beş Para Etmez Ne Dirisi Ne De ölüsü
Soyu Soysuz Olan Sensin Toprak Senin Neyine
İte itlik Yapıp Kafa Tutma Beyine
Anlasa Dediğimi Sokaktaki Köpek Ağlar Haline
Duy Ulan Soysuz
Ne Mutlu TÜRK'üm Diyene!!!
....
Bu da can d..... efendiye olsun. belgeselci.
"Siz Mustafa demeye devam edin, biz de Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk"

Resim
Kullanıcı küçük betizi
shadow39
Üye
Üye
 
İletiler: 2230
Kayıt: Cmt Mar 03, 2007 20:27

İletigönderen MedceziR » Pzt May 07, 2007 20:29

Ram, ooo hemde ne sövdüm varya. . .
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen SuLtanAhmet » Pzt May 07, 2007 21:46

Eyvallah sagolasin.

Asmayip asmaktan beter etmek lazim böylelerini.
Sen "Dogrusun","Yalanlar"Benle Dolu ! [Burcin Birben]
Kullanıcı küçük betizi
SuLtanAhmet
Üye
Üye
 
İletiler: 215
Kayıt: Prş Şub 22, 2007 13:48
Konum: Mechul

İletigönderen Çetin Taş » Pzt May 07, 2007 22:19

Çetin Taş, ALtTAN-üstten sokalım diyorsun, yani boyunlarını yağlı ilmiklere.

Aynen RAM kardeşim.

Not: Listedeki bazı yazarların, bazı yazılarını okuyup beğenmişliğiniz olabilir. Ancak o yazarların bir de bu listeye nasıl girdiklerini düşünün. Araştırın, okuyun ve analiz yapın. Kimisi açıktan, kimisi gizliden yürütüyor propaganda denilen beyin yıkama işlevini. Kimisine para veriyorlar yaz diye, kimisine servis ediyorlar yazıyı köşesine koysun diye. Ve asla unutmayın! İyi bir okuyucu olup doğrular arasına gizlenmiş yalan-yanlış bilgileri/söylemleri ayıklamayı biliniz.

RAM'ın söylediği bu satırların hepsi gerçek arkadaşlar.Şimdi 20li yaşlarını yaşıyanlarınızın çoğu hatırlamaz.Karen Fogg e-postaları vardı vakt-i zamanında.Bu e-postaları AYDINLIK dergisi ortaya çıkarmıştı.Bu e-postalarda ne mi yazıyordu?Bu e-postalarda AB temsilcisi Karen Fogg'un nasıl 5. kol(casus örgütü)gibi çalıştığı belgeleniyordu.Ve tabi bu listede yazılı olan gazetecilerin neredeyse tamamı o e-postalarda adı sıkça geçen kişilerdi.Ama memleketimizde bu satılık kalemlere ceza verecek mekanizmalar çalıştırılmadı.Bir gün,mutlaka diyelim.Şimdilik elimizden yapacak başka bir şey gelmiyor.

Aşağıya size bu e-postaları haklayan(hack diyorlar ya ben haklamayı tercih ediyorum)arkadaş ile yapılan röportajı veriyorum.Arkadaşın adı Ahmet Mehmet.Büyük ihtimalle takma bir isim.
İlginç bulacaksınız:


"Kendinizi bir 'hacker' olarak tanımlar mısınız?

Fiilen öyleyim aslında. Ama, bir ‘hacker’ın teorik müktesebatına sahip olduğumu söyleyemem. Bilgisayar konusundaki bilgim, sıradan kullanıcının üzerinde...

Karen Fogg’un bilgisayarına girip yazışmalarını ele geçirdiniz ve bunu , ‘uzman’lığınız olmadan yaptığınızı söylüyorsunuz? Nasıl oluyor bu?

İki imkanımı değerlendirdim, diyebilirim. Birincisi ‘cüret’. Bu çeşit bir iş her şeyden evvel cüret gerektiriyor. İkincisi ise bir iki ecnebi lisandan anlamak. Böylece hem internette bilgisayar güvenliğiyle ilgili gelişmeleri ve dökümanları takip edebiliyordum, hem de nüfuz ettiğim sistemde karşıma çıkan birkaç dilde yazılmış evrakın manasını sökebiliyordum.

İnternette sörf yaparak ve biraz yabancı dil bilerek, insan bir Büyükelçiliğin bilgisayar sistemine sızabiliyor mu?

Haklısınız. Biraz tuhaf. Belki şu sizi tatmin eder. Türkiye’deki Avrupa Temsilciliğinin bilgisayar sistemi çok özel koruma duvarları arkasında değildi. Niye böyleydi derseniz; sadece aptallıktan değil, derim. Asıl neden pervasızlıktı bana göre. Temel bir tutum bu onlar için. Türkiye’de pek pervasızlar. Aptallık bunun bir sonucu.

Çok kolaydı yani?

Tam öyle değil. İşin çocuk oyuncağı veya zahmetsiz olduğu anlamına gelmez bu. Bilakis. Ama şu da doğru: Evet, internette sörf yaparak ve biraz yabancı dil, tercihen İngilizce bilerek bu işleri kıvırabilirsiniz. Çünkü internet bir çöplük ama karıştırınca çok iyi şeyler de çıkabiliyor. Bu, modern çöplüklerin genel bir özelliği değil mi zaten?

İnternet, çöplük...?

Burada bir farklılık var tabii, hak da yemeyelim. İnternet bir paylaşım ortamı. Kuvvetli bir otoriteden de şimdilik azade. Şimdilik, diyorum, çünkü bunun çaresine bakmayı düşünüyorlar muhakkak ki. Benim Karen Fogg hadisesinde kullandığım kodu –hatırladığım kadarıyla- bir Çinli yazmıştı, mesela. Çinli bunu “C” programlama dilinde yazdığı için ben onu kullanmadım da, PC’mde daha kolay çalıştırdığım “Perl” versiyonunu kullandım. Bunu C’den Perl’e çeviren de bir İranlıydı! Görüyorsunuz, bunlar muhalif ülkelerin vatandaşları hep. İnternet böyle bir yer işte.

Evet, güzel bir dayanışma örneği gibi görünüyor. Ama Karen Fogg’a dönersek...? Nasıl başladı bu iş?

2001 yazı başıydı. Bir Nadire Mater olayı patlak vermişti, hatırlayacaksınız. Bu hanım AB fonlarından desteklenen bir kitap yayımlamıştı. Mehmedin Kitabı, diye. Türk ordusuna hakaretler yağdıran, bir küfür kitabıydı. Ben de kendimi milliyetçi olarak tanımlarım. Ne demek milliyetçi? Bunun ilkin bir hissiyat olduğunu söyleyeyim. Fikri çerçevesi de, bu çerçeveyi doldurduğunuz ayrıntılar da başka başka olabildiği için, tafsilata girmeyeyim.

AB temsilciliğiyle derdim böyle başladı. Bardağı taşıran damla bu oldu yahut. İlkin basit bir protesto mesajı yerleştirmek üzere internet sitelerine yöneldim. Bilenler bilir, sistemi incelerken siteyi kendi makinelerinde çalıştırdıklarını ve bütün ağlarının da internete açık olduğunu gördüm. Gerisi çorap söküğü gibi geldi.

Bilgisayar sistemine girdiniz. Sonra ne oldu? Ne buldunuz?

Doğrusu bu konudaki ayrıntıları hatırlamam zor. İki sene geçti üzerinden. Şu kadarını söyleyeyim: Açık rastladığım her bilgisayar kontrolüm altındaydı. Karen Fogg’unki başta. Basitleştirerek anlatayım: Ortak bir kullanılan makine vardı. Herkese ait bir klasör bulunuyordu. İlk girdiğim de bu müşterek makine olmuştu. Burada yedek dosyalarını muhafaza ediyorlardı. Çok işe yaradı gerçekten. Bu makineyi ele geçirince, diğer bütün makinelerin de kapısı açıldı. Sistemdeki en yetkili makine buydu çünkü. Bu makineye ‘sistem’ (bilgisayardaki en yetkili merci denebilir buna) ayrıcalıklarıyla girince bütün diğer makinelerin hakimi oldum. Artık istediğim her türlü yazılımı yüklemeye, belli bir takvime göre etkinleştirmeye imkanım vardı.

Karen Fogg’unki en önemlisiydi herhalde?

Evet. Onu günü gününe takip edebiliyordum. Pek çok şey buldum:raporlar, bilgi notları, iç yazışmalar. En ilginci de aslında bilgi işlem sorumlusunun makinesinden çıktı. Bütün sistemin mimarisi ve kullanıcı adı ile şifre listeleri! Çok gülmüştüm... Bilgisayarlarda muhafaza edilen her türlü evraka ulaştım. Fogg’un duygu yüklü bazı mektupları dahil!

Ve tabii e-postalar?

Aslında e-postalara hemen nüfuz edemedim. Çok büyük dosya hacimleri söz konusuydu. Yüzlerce megabyatlık dosyalar! Dbx uzantılı dosyalar. Bunları indirmem gerekiyordu ama benim gibi telefon hattıyla internete bağlanan birisi için imkansız gibi bir şeydi bu! PC’im de fi tarihinden kalmış bir aletti ya, neyse.

Yani öyle teknoloji harikaları kullanarak yapmadınız bunları?

Yok canım, nerde..? Komiktir, işin en civcivli zamanında monitörüm bozuluverdi. Yeni bir monitör alacak para bile yok. Haftalarca internet kafelerden yürüttüm işi. Neyse. Bunlar acıklı tarafı işin... Bu büyük dosyaları indirmek için başka yollar bulmak gerekti. Detayına girmeden söyleyeyim. Geniş bant internet bağlantısı bularak indirdim bu dosyaları. Tersi olamazdı çünkü. Daha ufak dosyaları indirmek bile bütün bir gece sürebiliyordu... Elçilik e-posta sunucusunu da kendi ağında tutuyordu. Dolayısıyla, bütün çalışanların e-postalarını arşivlemem dahi olanaklıydı. Tek tek uğraşmaya gerek kalmadan yani. Bir kısmını aldım da ama tamamına imkan bulamadım.

Bütün iş ne kadar sürdü. Sanki haftalarca uğraşmışsınız gibi anlatıyorsunuz?

Üstüne bastınız. Tam olarak ben bile hatırlamıyorum ama 6-7 ay sürdü bu. İlginç aylardı ama. O arada Fazilet Partisi kapatıldı, İlerleme Raporu yayımlandı, 11 Eylül geldi geçti.. Bütün bunların oradaki akislerini takip edebiliyordum. 11 Eylül en ilginciydi...

Nasıl yani?

İlk şoku atlattıktan sonra Karen Fogg da 11 eylül şakalarına kaptırmıştı kendisini. Daha ikinci veya üçüncü gündü, o bildik e-posta esprileri gelmeye başladı ona da. Dün gibi aklımda olan bir tane var. Hani New York’un ortasına Aya Sofya’yı yerleştiren bir resim vardı... Avrupalılar eğleniyorlardı doğrusu.

E-postaları ve diğer evrakları ele geçirdiniz. Bir yandan da okuyordunuz...

Yo, doğruyu söylemek gerekirse her şeyi okuma imkanım yoktu. Zamanım yoktu bir defa. Başka meşgalelerim de vardı haliyle. Bir de zaten bütün bunları elde etmek için harcadığım zaman çok fazlaydı. Elemek zorundaydım okurken. Hızla ve kabasından okuyordum.. Bazı şeylerin vahametini görmeye yetecek bir dikkatle aynı zamanda...

Mesela?

Mesela bir Volkan Vural olayı vardı. Bu, basına tam yansımayan bir husustu... Neden böyle kaldı, bilemiyorum... Belki Aydınlık yayımlamıştır bunla ilgili bir şeyler.. Ama birkaç sayısını alabilmiştim sadece.. Neyse, olay şu. Ulusal Program denen vaat listesi hazırlanırken Vural ile Fogg sıkı diyalog halindeler. Malum, Vural AB’ye uyum işlerine bakan tepe bürokratımızdı o zaman. Fogg, kimi siyasi vaatlerin programda açık bir biçimde yer bulmamasından şikayet ediyor Vural’a. Vural’ın verdiği yanıt dehşete düşürdü beni: Merak etmeyin, diyordu, ben onları satır aralarına yerleştirdim.. Bizim siyasetçiler (hükümeti kastediyor tabii ki) böyle belgeleri dikkatli okumazlar, bunları görmeyip imzayı atacaklardır! Bir diğeri ise 2002 ilerleme raporu meselesiydi. Volkan Vural, rapor ilan edilmeden evvel almak ve basına sunulmadan önce biraz makyajlamak istiyordu. Karen Fogg’u memnun eden bir talep tabii. Mealen, aklımda kaldığı kadarıyla aktarıyorum tabii ama dehşet verici değil mi? Devletin en üst düzeyinde bulunan bir diplomatımız, bir ecnebi meslektaşına neler söylüyor! Kim kimin için çalışıyor belli değil. Takip etmedim ama sanıyorum Volkan Vural’ın yeri artık o kadar sağlam değil. Nerde? Siz biliyor musunuz?

Bu niye gündeme gelmedi dersiniz?

Kim bilir? Belki de ben okuduklarımı yanlış tefsir ediyorumdur. Sonuçta diplomat filan değilim.

Başka?

Bir başka örnek daha verebilirim... AB elemanları DPT’yle görüşmeler yürütüyorlar. Proje bazında fon verecekler. Malum, DPT o dönemde MHP’ye bağlı. Elçiliğin iç yazışmasında şunlar söyleniyordu: Destek verdiğimiz projelerin Güneydoğuda ve Van gibi doğu Anadolu şehirlerinde yoğunlaşması MHP’yi kuşkulandırıyor, orta Anadolu’da birkaç projeyi destekler görünmek lehimize olur!

Peki bunlar İşçi Partisinin, Doğu Perinçek’in eline nasıl geçti?

Ben verdim. Ama ilk tercihim değildi aslında. Dedim ya, kendimi milliyetçi olarak tanımlarım. Her vatansever gibi memleketin içinden geçtiği durumdan bunalmış durumdaydım. Hala da öyle ya, neyse. Perinçek ilk tercihim değildi ama ona verdiğime pişman da değilim. Sağolsun, gayet güzel kullandı bunları.

İlk tercih kimdi o zaman?

Polise, milli istihbarata, hatta genel kurmaya vermek geçti içimden. Ama bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. Nasıl karşılanacaktı? Kaldı ki bunlar içinde en çok güvendiğim de askerdi. Polis de, MİT de siyasetin daha fazla kontrolü gibi gelmiştir bana. Bu işleri bildiğimden değil tabii, sadece hissiyat bu. Siyaset düşmanı da değilimdir, yanlış anlaşılmasın ama halimiz de ortada değil mi? Hele o günlerde bu kurum da Mesut Yılmaz’ın ANAP’ına bağlı durumda. Malum, Mesut Yılmaz Avrupa Birliği davasının önde giden bir heveskarı, neferi konumda. Adının karışmadığı yolsuzluk, uğursuzluk da kalmamış biri. Kişisel olarak da hiç hazzetmediğim bir adam sonra. ANAP zaten başımıza bütün bu Küresel çorapları ören odak olmuş. Askere ise nasıl ulaşabilirim, hiçbir fikrim yok. Basın yayın organlarına verilebilir ama onun da riski büyük... Ama ‘tarihi’ bir fırsat var elimde. Kaçırmamam lazım. Kim kullanabilir bütün bu belgeleri diye düşünmeye başladım...

Ve?

Ve Büyük Birlik Partisi geldi aklıma. Muhsin Yazıcıoğlu şahsen bana itimat telkin eden biridir. Ne kadar basit düşünüyorum, değil mi? Bir e-posta yollayıp durumu izah ettim. Birkaç örnek de yolladım. Genel Başkan yardımcılarından birinden cevap geldi. Adını tam hatırlamıyorum ama Bilgehan veya Kutluhan gibi bir şeydi. İlgisini çekmişti yolladıklarım. Bana kim olduğumu soruyordu. Siz bir hacker mısınız? Diyordu. Doğrusu, buna bir anlam veremedim. Durumu kabaca izah eden bir e-posta daha attım. Bu defa daha büyük bir dosyayı nasıl alacaklarını da tarif ettim.

Nasıl yani, onlar mı alacak dosyayı?

Evet. O günlerde dosyaları hazırlayıp AB temsilciliğinin internet sitesine yerleştiriyordum. Böylece dikkat çekmeden alınabiliyorlardı. Ayrıca, kapalı olma ihtimali yok denece kadar az olan makine oydu. BBP’den bir daha haber alamadım. Doğrusu hayal kırıklığına uğramıştım.

Neden ilgilenmediler dersiniz?

Kimbilir. Belki onu da siz sorarsınız kendilerine. Ben de merak ediyorum çünkü...

Sonra?

Sonra MHP’yi denedim. MHP içinde genel başkana kadar ulaşabilecek bir bağlantıyla önce basılı bazı evrakı ilettim. Ardından bir CD halinde e-postalar gitti. Hiçbir cevap alamadım oradan da...

Bu arada takibi sürdürüyordunuz ama?

Günü gününe takip ediyordum Karen Fogg’u. Malzeme biriktikçe birikiyordu elimde. E-postaların sayısı 7-8 bine ulaşmıştı.

Hiç kuşkulanmadılar mı dersiniz?

Çok pervasızdılar bence. Ama komik şeyler de olmuyor değildi hani. Dosyaların hacmi gitgide büyüdüğünden, indirmek zor oluyordu. Fogg’un makinesindeki e-postaları silmek zorunda kaldım. Riskliydi tabii. Uyanabilirlerdi. Kadın şoke oldu. Yazışmalardan gördüğüm kadarıyla bilgi işlemci de şaşırmıştı. Microsoft Türkiye’yi aramışlar. Onlar da, olur böyle aksilikler dert etmeyin mealinde bir şeyler demiş!

Peki Perinçek’e nasıl ulaştınız?

Perinçek son bir teşebbüs olacaktı. Ümidim iyice kırılmıştı doğrusu. Elimdekilerin kıymetsizliğine hükmetmek üzereydim. Doğu bey hakkında benim de birçok kuşkum vardı doğrusu. Benim de diyorum, çünkü bilirsiniz Perinçek’in seveni azdır... Haksız da değiller belki. Çok tutarlı bir çizgisi yok sonuçta. Ama insanların değişebileceğine inanmak lazım. Kaldı ki, bütünüyle kuşkusuz kim var ki! Hem sonra, güvendiklerimden bir cevap bile alamamışım. Perinçek’i de takip ediyorum bir müddettir. Bir de Hasan Yalçın var tabii, rahmetli. 11 eylül sonrası performansları harika. Samimi veya değil, onu kimse bilemez. Neyse, Perinçek’e birkaç örnek yolladım. Hemen cevap geldi. Çok önemli şeyler var elinizde, bunların devamı var mı, diye bizzat yazdı. Tamam dedim, işte aradığım adam!

Sonra?

Sonra birkaç örnek daha yolladım e-postayla. Devamını vermeyi de vaat ettim. Bir CD’ye kayıt yapmanın yollarını arıyorum. Bu da kolay bir iş değil çünkü. Bahçeliye yollarken göbeğim çatlamış zaten. Ben bunları düşünüp dururken, 7 Şubat günü ne göreyim: Doğu Perinçek basın toplantısı yapıyor! Doğrusu bu defa biraz korktum.

Niye korktunuz?

Çünkü Elçiliğin makinelerinde henüz temizlik yapmamışım. İzlerimi bütünüyle yok etmem lazım. Bu bir. İkincisi daha da önemli belki. Elçilik bir süredir hazırlık yapıyor. Brüksel’e doğrudan bağlanacaklar. Benim de bu konuda umutlarım ve korkularım var. Korkum, sistemi baştan aşağı elden geçirip durumu fark etmeleri. Umudumsa, sisteme dokunmadan Brüksel’e bağlanmaları. Çünkü bu Brüksel’e de sızma imkanı demek! Basın toplantısı her şeyi bitirdi tabii.. Hızlı bir biçimde ne kadar olabilirse o kadar temizlik yapmakla kaldım.

Bu arada fırsat kaçtı yani?

Bir bakıma. Ama bundan emin olmak mümkün değildir.

E-postaların devamını nasıl verdiniz?

Yazışmaları e-postayla yapıyordum. Ahmet Mehmet takma adıyla yürüdü bunlar. Biliyorsunuz, Doğu bey ‘Karen Fogg’un e-postalları’ kitabının önsözünde bana bu adla teşekkür eder. BBP’ye de benzer bir isimle ama başka bir adresten yazmıştım. E-postalrın devamını İP’nin Kadıköy Şubesine, o günlerin yöneticisi Hasan Karanlık’a verdim. Onu da tanımam. İnternetten yaptığım bir tercihti bu. Adresi aldım, yetkilinin ismini öğrendim filan... Jet hızıyla verdim çıktım. Durum komikti biraz.

Sonra?

Sonrasında ben de herkes gibi seyirciydim. Tarihe dokunmuştum. Şimdi merakla bekliyordum: kımıldayacak mı bakalım diye.

Necip Hablemitoğluna da bir belge yolladım

Tam zamanını hatırlamam şimdi mümkün değil, elimdeki evraka bakmam lazım ama, bir tartışma vardı gündemde. Alman Vakıfları meselesi. Rahmetli Necip Hablemitoğlu birkaç hafta üst üste Ceviz Kabuğuna çıkmış ve ifşaatta bulunmuştu. Fogg’un yazışmaları içinde Necip Beyin işine yarayacak bir mektuplaşma da vardı. Kendisine yolladım. Çok heyecanlandı. İçten bir teşekkürle mukabele etti. Onunla da böylece fazla derinleşemeyecek olan bir münasebet başlamış oldu. Rahmetliden dört beş e-posta daha alacaktım ancak. Son kitabı “Köstebeği” gönderdikleri arasında ben de vardım. E-postayla yollamıştı.

Hablemitoğlu’na gönderdiğim belge Metin Münir ile Karen Fogg arasındaki bir yazışmaydı. Metin Münir Hablemitoğlu’nun kitabını okumuş, baştan aşağı saçma bulmuş tabii. Fogg’a diyor ki, gördün mü kitabı, fikrin ne? Hablemitoğlu, bir Avrupa Birliği parlamentosu belgesine dayandırıyor her şeyi ama böyle bir belgenin mevcut olduğuna ihtimal verilemez herhalde, değil mi? Fogg’un cevabı ilginçti, Necip beyin ilgisini çekeceğini düşündüğüm de oydu zaten. Fogg diyordu ki, adam haklı, dediği gibi bir belge var. Avrupa parlamentosunun bu kararını içeren belgeyi bulunca sana da yollayayım. Ayrıca, diyor, Alman Yeşillerinin Türkiyedeki bu faaliyetleriyle ilgili söylentiler benim de kulağıma geldi. Altın meselesini kullanıp burada zemin kazanmaya çalışıyorlar. Fogg, birkaç gün sonra o belgeyi de yolladı gerçekten. Ben de hepsini Hablemitoğlu’na ilettim tabii.”

Tarihe Dokundum

Tarihe dokunmak diyorum, bunun benim için bir anlamı var. İngiliz filozfou Bertrand Russell’ı bilirsiniz belki... Kendisi İngiliz hükümetlerinde belirleyici olmuş ailelerden birine mensup bir aristokrattı. Ya babası yahut dedesi başbakanlık da yapmıştı galiba. O anlatır. Tarihi yapan insanların arasında büyüdüğü için, hep onu değiştirebileceği hissiyle yaşamış. Tarihin akışının değiştirilemezliği fikrine yabancı kalmış. Tarih dışımda değildi, diyor, onu değiştirmek günlük şeyler arasında gibiydi. Bizim ne kadar uzağımızda bir hissiyat, değil mi? Biz, sıradan insanların. Bunu kabullenmek zor geliyordu bana... Neyse, uzatmayayım, işte tarihi değiştirme değilse bile ona dokunma fırsatı elimdeydi. Nedir tarih? Bugün için söylersek, gazete manşetleri değil mi? Hiç olmazsa bir yönüyle, değil mi? İşte, adım sanım yoktu ama yaptığım bir şey gazete manşetlerine taşınmıştı... Yaptığım şey etrafında saflar tutulmuştu... Türkiye’nin istikametiyle ilgili bir tartışmanın -bir müddet için de olsa- odağı olmuştu... Ben de seyrediyordum...

Devlet kim?

Derin devlet mi? Deriniyle yüzeyiyle devlet biziz, başkası değil ki! Batı liberalliğinin pompaladığı sivil-devlet, vatandaş-devlet çatışmasına bizim karnımız tok olmalıdır. Devlet, örgütlenmiş millettir. Öyle olmak zorundadır. Öyle değilse eğer, işgal altındayız demektir. Millet, devlet üzerindeki sahiplik iddiasından vazgeçemez, vazgeçmemelidir. Araya mesafe sokulmasına izin vermemelidir. Devlet adamıyla aramdaki fark bir rol dağılımından ibaret olmalıdır. Aynı gaye için çalışmak zorundayız. Demokratik göreciliğin/izafiyetçiliğin içerdiği nihilizm, değerlerin değersizleştirilmesi yani, sadece ve sadece dünya sisteminin efendilerine yarayan bir çözülme yaratıyor. Bunu ben AB temsilciliğinin faaliyetlerinde somut biçimde gördüğüm kanısındayım . Karen Fogg sivil toplum mühendisliğinde uzmanlaşmış. Genel bir strateji bu Batı için. Sivil toplum adı altında örgütlenir görünürken, dağılıyorsunuz aslında. Bu bir çözme harekatı. Milli bütünlüğü sarsıyorlar. Sonra da karşınıza geçip, siz zaten suni bir bütündünüz diyorlar, diyecekler de."

-------

Bu söyleşi "Tayfun Salcı" ( tayfun@gercekhayat.com ) tarafından yapılmış olup, Gerçek Hayat ( http://www.gercekhayat.com ) dergisinden yayınlanmış; yazarın izni dahilinde ceviz.net'e eklenmiştir.

Kaynak:http://www.ceviz.net/karen-foggun-e-maillerini-ortaya-cikaran-hacker-ile-konustuk_a392.html
Kemalistim.Vatanımı her şeyden çok seviyorum.
Kullanıcı küçük betizi
Çetin Taş
Üye
Üye
 
İletiler: 2354
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:02


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x