İman, en kısa tanımı ile ikna olma, emin olma durumudur. Bu ikna olma, emin olma durumunu bir örnekle somut hale getirelim. Elimize bir çakmak aldığımızı varsayalım. Beş duyumuzla algıladığımız çakmağın rengi, yapıldığı madde, şekli BİLGİDİR. Çakmağı yaktığımızda ateş çıkar ve “çakmağın içinde gaz var” deriz. GAZI GÖRMEYİZ BEŞ DUYUMUZLA ALGILAMAYIZ AMA ATEŞE YANİ DELİLE BAKARAK çakmağın içinde gaz olduğuna ikna oluruz bundan emin oluruz. ATEŞ DELİLDİR, GAZ İSE BEŞ DUYUMUZLA ALGILAMAMAMIZA RAĞMEN AKLEN VAROLDUĞU SONUCUNA ULAŞTIĞIMIZDIR… İşte bu ikna olma emin olma durumudur iman. Buradan yola çıkarak bilgi sahibi olmadan emin olunmayacağını söyleyebiliriz. Ancak bu her zaman doğru değildir. Çünkü her bilgi sahibi iman etmiş/emin olmuş değildir.
Günlük hayatta çoğu kez kullandığımız “inanıyorum” kelimesi aslında zannetmektir.
Ve hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme!.. (İsra, 36)
“Hiç bilmediğin şeyin ardına düşme” demek, bilgiyle bilmeden peşinden gitme yoksa zannetmiş olursun demektir.
Bir örnek verelim; Birisi bize, susadığımız bir anda “şu dağın ardında bir dere var” dese, bizde buna İNANSAK ve su içmek için 2 kilometrelik dağı aşsak ama dağın arkasına ulaştığımızda dere olmadığını görsek. Bu durumda o kişinin bizi kandırdığını bizim de ZANNETMİŞ olduğumuzu anlarız. Bilmeden yani dereyi görmeden ya da bir haritaya bakmadan önce inanırız, ama dereyi GÖRÜP ÖĞRENDİKTEN SONRA zannetmiş olduğumuz ortaya çıkar. O sebeple bilgi olmadan emin olunmaz/iman edilmez.
Kur’an’daki “iman” kelimesi anlamında toplumun içine düştüğü inanç sarmalının fotoğrafını çekmeye çalıştık. Bilgi, tabii bilgiler ve sosyal bilgilerden ibarettir. İnanç sarmalında kendi zannları ile bocalayan yığınlar istemiyorsak halkı tabii ve sosyal bilgileri öğrenmeye teşvik etmeliyiz. Ancak bilgiyi hakim kılarak huzur ve barış içinde yaşayan birbirine kenetlenmiş bir millet olabiliriz.