İnanın "Güneşin Zaptı Yakındır."
İktidarın Cumhuriyet'in kuruluş felsefesi ve Atatürk ilke ve devrimleriyle orantısız güç kullanarak savaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Savaşı yöneten küresel güçler ve ümmetlikten kurtulup ulus olmayı bir türlü içine sindiremeyen işbirlikçiler, Bağımsızlık Savaşı'ında Türk milleti ve dünyanın en büyük komutan Gazi Mustafa Kemal'in ordusu önünde diz çöken emperyal güçlerin intikamını almak için kollarını sıvamıştır.
Bu yıkım ve intikam operasyonu için her türlü araç insafsızca kullanılmaktadır. Ancak bu araçların sorunsuz işlevini yerine getirebilmesi için her şeyden önce mıntıka temizliği yapılmalıdır.
Mıntıka temizliği için her şeyden önce etnik milliyetçiliğin öne çıkarılarak, Türk milletinde var olan milli kimliğin yok edilmesi gerekmektedir. Artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkler tarafından Türk ulusu için yönetilen tam bağımsız bir ülke değildir. Türkiye ayakta kalmak için var oluş savaşı vermesi gereken yarı feodal ve sömürge bir ülkedir.
"Şu an Türkiye Cumhuriyeti'nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun varlıklarının tanınması gerekmektedir. "Türkiye Türklerindir" gibi tezler yanlıştır."
Devam ediyoruz.
"Biz hem dünya vatandaşı olarak hem de Müslüman olarak, hem Ortadoğu'lu olarak hem tüm ezilmişler olarak Türkiye'yi çok önemsiyoruz. Zaten TÜRKİYELİLER OLARAK DA buna mecburuz."
Tırnak içine alarak sizinle daha önce de "BÜYÜK ABİ EMRETTİ!" yazı dizisinde paylaştığım ifadeler 1993 yılında basımı yapılan, Metin Sever ve Cem Dizdar'ın "İkinci Cumhuriyet Tartışmaları" kitabından alınmıştır.
Bu ifadeler zamanın Refah Partisi İl Bşk.nı R. Tayyip Erdoğan'a aittir. Yazılı bir belge olarak tarihe not düşen bu "ifadelere" göre ilgili kişinin sadece Cumhuriyet'le değil, Türk'ün milli kimliği ile de sorunu vardır.
Mili bayramların tasfiye yoluna gidilmesi, Atatürk'ün ve O'nun düşüncelerinin ifadesi olan her türlü belge ve yapıtın saldırıya uğraması, gene aynı kitapta Misak-ı Milli sınırlarının tartışılarak, Osmanlı tipi eyaletler sisteminin gündeme getirilmesi Türk kimliği ile var olan sorunun hatta inkârın açık göstergesidir.
Sadece İslamcı değil aynı zamanda karşı devrimci Türk kimliğini inkâr eden bu düşüncenin iktidara gelebilmesi için 1946'dan bu yana çok büyük bir çaba sarf edilmiştir. 57. Hükümet'in içinde oynanan "Büyük Abi"nin oyunu başarıya ulaşmış, ABD'nin tescilli memuru Kemal Derviş ve "erken seçim" feryadı ile gırtlaklarını parçalarcasına feryat edenler, bu düşüncenin sahiplerini iktidara taşımıştır.
Ancak iktidarın önünde planlarını uygulamak adına işlevsizleştirilmesi gereken iki müthiş dev vardır. Bu iki devden birisi 10 Kasım 1938'de Hakk'a yürümesine rağmen hâlâ Türk milletinin büyük bir çoğunluğunun yüreğinde var olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Diğeri ise adı üstünde Türk ordusudur. Türk silahlı Kuvvetleri düşmanın namert olanı ile karşı karşıyadır. Yasama, yürütme ve yargıyı elinde tutan erk, Türk'ün ordusunu har vurup harman savurmaktadır.
Emperyalizmin silahlarını kuşanıp, orduya saldıranlar bir gerçeğin farkına varmak zorundadır. Yenilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacaktır.
Diğer taraftan ise Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin devamı olarak kurulmuş bir partinin CHP'nin genleriyle açıkça oynanmaktadır. Cumhuriyet'i kuran partinin üzerinde küresel operasyonun devamı olan her türlü davranış açıkça görülmektedir.
Robert Pearson'un raporunda belirttiği gibi, ordu Atlantikçiler- Milliyetçiler ve Avrasyacılar olarak sınıflara ayrılmıştır. Küresel efendiler için makbul olan elbette ki ordudaki Atlantikçi gruptur.
Bildiğiniz gibi Robert Pearson bu raporunda tutuklanması gereken generallerin listesini belirtmiş ve iktidara tavsiyelerde bulunmuştur.
Şimdilik kaydıyla son tutuklu emekli Genel Kurmay Bşk.nı Orgeneral İlker Başbuğ'dur. Bunun yanı sıra Dolmabahçe ikili mezara kadar gidecek kadar gizli görüşmenin kahramanı(!) bir başka emekli Genel Kurmay Bşk.nı Yaşar Büyükanıt'ın "E-Muhtıra" nedeniyle ilgili ifadesinin alınacağı haberleri de basında yer almıştır.
İlker Başbuğ için hazırlanan iddianamede ne ararsanız vardır derde devadan gayrı. Hakkında istenen ceza ise "Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis"tir.
Büyük hırsızlar, dolandırıcılar serbest, teröristlerin bir bölümü sokakta, dağda, diğer bölümü ise Meclis'te, emekli ve/veya muvazzaf Türk askeri ise esaret hanededir.
Şimdi; Hüseyin Çelik'in "Gençliğe Hitabe ayet midir?" sorusundan yola çıkarak diyelim ki:
Atatürk'ün "Gençliğe Hitabesi" elbette ayet değildir. Allah kelamı değildir ki "ayet olsun"...
"1919 yılının Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çıktım" diye başlayan işgale direnişi anlatan Bağımsızlık İhtilâli'nin son sözüdür.
Nutuk bizim ders kitabımızdır. Mustafa Kemal bize "son söz" olan Hitabe'de bize her "ahval ve şerait" içinde dahi nasıl davranmamız gerektiği öğütlenmektedir.
Ayrıca Atatürk bir başka söyleminde ise bağrımızda yetiştirerek baş tacı ettiğimiz kişilerin vicdanı ve kanındaki öz mayayı da çok iyi bilmemiz gerektiğini tavsiye etmektedir.
Bugün ise bağrımızda yetiştirmeden baş tacı ettiklerimiz iktidarda... Kimi İngiltere'den burslu Exeter Üniversitesi'nde okumuş.. Kimi CFR'nin önündeki sınavı başarıyla geçip, memorandumu tüzükleştirip iktidarın başı olmuş, kimi resmen İngiliz vatandaşı... Diğerleri ise Derviş Mehmet'in torunu, kimi Ermenilerden özür dileyen, bağımsız Kürt Devleti'ni savunan, kimi Davut'un parlayan Yeni Osmanlıcı yıldızı, kimi AB-D ci, kimi Türkiyeli, Türk değil. Kimi Habur'cu, diğeri Anayasa'dan Türklük kalksın diyenlerden.
Onların vicdanındaki ve kanındaki maya? Belli..
O zaman...
O zaman CHP'i, HEPAR'ı, MHP'si, İP'i, UP, DP, BP ve bu parti enflasyonunda sayısını şaşırdığım hiç bir parti kendi iktidarı için uğraş vermemelidir. Tüm ulusalcı demokratik kitle örgütleri, sendikalar, odalar tek çatı altında toplanmalıdır. Amaçları Türkiye'nin kurtuluşu olmalıdır.
Küresel çeteler tarafından güdülemeyen "kontrolsüz güçler" derhal Müdafaa-i Hukuk benzeri bir gücün kontrolü altında bir araya gelmelidir.
Durum 19 Mayıs 1919'dan daha da vahimdir. Çünkü düşman Cumhuriyet'in tüm kurumlarına saldırıya geçmiştir. Eğitimli, aydın geçinen, eğitimsiz, liberal, ileri demokrasiciler tehlikenin farkında olamadan baldıran zehirini içmektedirler. Sonları önce bilinçsiz bir esaret, sonra da yok oluştur.
Mutlaka ve mutlaka Kemalist Devrim yeniden inşa edilmelidir. Kemalist Devrim'in yeniden inşası ile hâlâ dimdik ayakta durma çabasını sürdüren Cumhuriyet'imizin tüm kurumları esaretten kurtulacak, Türkiye yeniden tam bağımsız bir ülke olacaktır.
Ey partiler, dernekler, odalar, sendikalar içinizdeki "BEN"i yok edin, egolarınızdan sıyrılarak bir araya gelin. Çünkü söz konusu vatandır. Gerisi teferruat...
Vatanın tamamı, milletin ve ülkenin istiklâli tehlikededir. Erinden orgeneraline kadar ordu esarete mahkum edilmiştir.
Ve siz Türk milleti, eğer gerçekten damarlarınızdaki asil kanın varlığını hissediyorsanız tüm işbirlikçilere gereken cevabı veriniz.
Cevap "Ya İstiklâl- Ya Ölüm"dür.
"Ben ezelden beri hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım."
O zaman tüm illerden Ankara'ya doğru yeni İstiklâl Yolları döşenmelidir. Kızı kızanı, yaşlısı genci, kadını erkeği, efesi seymeni, dadaşı, Karadeniz uşağı çıkmalıdır bu yolculuğa... Hep birlikte, tek yürek..
İnanın "Güneşin zaptı yakındır."
Figen ÖZEN, 3 Şubat 2012