İngiliz Demokrasisi ve İngiltere'de Parti Düzeni
1689 Haklar Bildirisi (Bill Of Right),
yalnızca İngiltere’de değil tüm Avrupa’da, Batı demokrasisi ve anayasa tarihinin en önemli metinlerinden biri kabul edilir. Oysa, bu bildirinin, İngiltere’de geleneksel duruma gelen beysoylu-kentsoylu (aristokrat-burjuva) çatışmasının, 1689 yılı koşullarında krala karşı sonuçlandığını belgeleyen sıradan bir amacı vardı. Bu nedenle, tüm dünyayı ilgilendiren ‘ evrensel’ bir ‘demokrasi’ çabası değil, kentsoylularla “ruhani ve dünyevi lordları” ilgilendiren bir girişimdi... İngiltere’de, ilerde partileşmeye gidecek ilk siyasi kümeleşmeler, 19.yüzyıl başlarında ortaya çıktı. Kurulu düzenin kral yetkesine (otoritesine) bağlı kalmasını isteyenlerle (Tory’ler), seçilmiş kurullar aracılığıyla yönetimde pay almak isteyenler (Whig’ler), kendi aralarında örgütlenmeye başladılar. Tory ya da Whig temsilcilerinin oluşturduğu parlamentoyu halk seçmiyordu. Oy verme hakkı, yüksek gelirlilerle sınırlıydı. Ayrıca, oylar, varsıllık düzeyine bağlı olarak sayılıyordu. Örneğim; yirmi bin dönüm toprağı olanın oyu 10 oy sayılıyorsa, dört bin dönüm toprağı olanın oyu iki oy sayılıyordu.
Örnek Olmak
İngiltere’de yönetim işleyişini belirleyen kurumların ve buna bağlı olarak partilerin geçirdiği siyasi evrim, Avrupa’nın birçok ülkesine örnek olmuş ve dünya siyasetine önemli bir etki yapmıştır.
Eriştiği ekonomik düzey ile İngiltere, üretim tekniklerinde olduğu gibi, siyasi düzenin geliştirilmesinde de öncü rol oynamıştır. Benzer yapıdaki Batı Avrupa ülkeleriyle Amerika Birleşik Devletleri’ne yön vermiştir.
İngiltere’yi örnek yapan bir başka özellik, parti örgütlenmesine temel oluşturan siyasi yapının önce orada ortaya çıkmasıdır…
Cromwel Egemenliği
17.Yüzyıl İngiltere’sinde, kral otokrasisine (kişi yönetimi) karşı yürütülen savaşım, uzun çatışmalar ve iki iç savaştan sonra 1648 ve 1689 devrimleriyle sonuçlanmıştı. 1648’de Kral I.Charles idam edilmiş ve yönetim Cumhuriyet adı altında; beysoylular (aristokratlar), Katolikler, ruhban sınıfı ve kentsoyluların (burjuvaların) çıkarlarını dengeleyen Oliver Cromwell’in eline geçmişti.
Cromwell ’in askerlerin de desteğini alarak kurduğu yeni siyasi düzenin, cumhuriyet ya da demokrasi anlayışıyla bir ilişkisi yoktu. Kral despotluğunun yerine bir anlamda Cromwell despotluğu geçmişti.
Cromwell, gerek Rump Parlament’in (askerlerin Cromwell’le birlikte belirlediği atanmış parlamento), gerek Ordu Konseyi’nin, gerekse 41 üyeli Devlet Konseyi’nin üyesiydi. İdam edilen kralın bile kullanmadığı yetkilerle donanmıştı.
Kralın idam edildiği 30 Ocak 1649 tarihinde, İngiliz devletinin adı Crommon Wealth oldu ve yönetim işleyişini belirleyen yasa (İnstrument of Government), 16 Aralık 1653’te kabul edildi. Bu yasayla, Cromwell; İngiltere, İskoçya ve İrlanda’nın Protectoru adını almıştı. (Protector: Roma İmparatorluğu’nda subaylar arasından seçilmiş, imparatorun özel koruyucuları). Cromwell önce 1648 Devrimi’yle kurulan parlamentoyu (Rump Parlament), sonra kendi seçtiği parlamento’yu dağıttı; 40 bin İrlandalı’yı öldürdü ve yerini oğluna bırakarak 1658’de öldü. 1
Parti Öncüleri
Cromwell ’in damgasını vurduğu 17.yüzyıl, İngiltere için; siyasi çatışmalar, askeri darbeler, iç ve dış savaşlarla dolu bir yüzyıl oldu. Ancak, ekonomik ve toplumsal gelişmeler, tutucu geleneklere dayanan siyasi yapıyı değişime zorluyordu. Çatışmalara dönüşen bu zorlama, yeni bir yönetim yapısını ortaya çıkarıyordu.
Günümüzdeki iki partili siyasi dizgenin (sistemin) ilk öncüleri, Tory ve Whig adı verilen siyasi kümelerdi. Bu iki küme, başlangıçta, yönetimin niteliği ve işleyişi konusunda ayrımlı düşünen karşıt siyasi oluşumlardı. Yönetim yetkisi, temsil hakları, din ve devlet ilişkileri konularında değişik görüşler savunuyor ve birbirleriyle çatışıyorlardı.
Ancak, 1685’te Kral olan II.James’in baskıcı yönetimi, her iki kümeyi de korkutmuş ve birbirine yakınlaştırmıştı. Bunlar, 1688 yılında Kral’ı tahttan indirerek 1689 iyileştirmelerini (reformlarını) birlikte gerçekleştirdiler. Karısı II.Mary ile birlikte tahta çıkardıkları III.William'a Haklar Bildirisi’ni, (Bill of Rights), parlamentoya da Dinsel Hoşgörü Yasası’nı (Toleration Act) kabul ettiren bu kümeler, o günden sonra İngiliz siyasi dizgesinin temel unsurları oldular.
"Haklar Bildirisi”
Beysoylu-kentsoylu çatışmasının ürünü olan 1689 Haklar Bildirisi’nin 4, 6. ve 11. başlamları (maddeleri) şöyleydi: “Veto hakkı bahanesiyle, parlamentonun onayı olmadan tahtın yararına para toplamak yasadışıdır... Barış zamanında Krallık sınırları içinde Parlamentonun onayı olmadan sürekli bir ordunun kurulması ve hazır bulundurulması yasadışıdır... Protestan inancına bağlı uyruklar, mevkilerinin gerektirdiği ve yasanın izin verdiği ölçüde, kendi güvenlikleri için silah taşıyabilirler... Yüksek ihanetle suçlanan insanların mahkemesine (siyasi davalara y.n.) katılan jüri üyelerinin, kendi adlarına mülk sahibi olmaları gerekir...” 2
Haklar Bildirisi, İngiliz halkının tümünün değil, akçalı ve politik gücü yüksek bir azınlığın haklarını kapsıyordu. Bildiriyle kabul edilen ve hukuksal dizgenin temeline yerleştirilen
“özgürlük”, çoğunluğu Tory olan büyük mülk ve toprak sahipleriyle, çoğunluğu
Whig olan ticaret kentsoyluluğun kullanabileceği özgürlüklerdi.
Varsılların Parlamentosu
Tory ya da Whig temsilcilerin oluşturduğu parlamentoyu halk seçmiyordu. Bu iki küme, oy verme hakkını kendilerine uygun gördükleri yüksek gelirlilerle sınırlı tutuyor ve halk üzerinde baskı uygulayarak sırayla yönetime geliyordu. 1689’dan 1760’a dek Whigler, 1760’dan 1820’ye dek Toryler yönetimdeydi. Kaynağını İngiltere’den alan ikili parti dizgesi, temsil ettiği kesimin çıkarlarını her zaman koruyarak, Amerika başta olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde, yerleşik siyasi işleyiş olacaktır.
Whig ve Tory yönetimleri, çıkara dayalı o denli kötü ve baskıcı bir yönetim gösterdiler ki, İngiliz halkını "halkı düşünen iyi kralları” özleyen ve “siyasi davranış geliştiremeyen”, sinmiş kitleler durumuna getirdiler. Geçerli olan siyasi düzen, halk için demokrasi değil, tam bir azınlık takımerkiydi (oligarşiydi).
Parlamentodaki temsilciler, tümüyle mülk sahiplerinin ve şehir tüccarlarının seçtiği kimselerdi. O dönemde güçlenmekte olan sanayiciler bile parlamentoda temsil edilmiyordu (bu hakkı 1832’de elde ettiler). Halk perişan duruma düşmüş, köylüler neredeyse serf durumuna düşmüştü. Katolikler, İrlandalılar sert bir baskı altında yaşıyordu, en küçük bir hırsızlığın bile halka yönelik cezası idamdı.
İçinde Halkın Olmadığı “Halk Kamarası”
Durumun doğal sonucu, adını halktan alsa da Avam Kamarası’nda tek bir halk temsilcisi bulunmuyordu. Halkın oy verme hakkı yoktu. 18.Yüzyıl ortalarında bile İngiltere’de oy verme hakkına sahip insanlar, oy verme yaşındaki nüfusun ancak yüzde 10’u, tüm nüfusun ise yüzde 5’ydi.
1867 yılında “ileri bir demokratik reform” olarak kabul edilen yasaya göre, o tarihte 33 milyon nüfusu olan İngiltere’de, ancak 2,5 milyon kişi oy verebiliyordu. Oy verme hakkı, 1913 yılında 45 milyonluk nüfus içindeki 15 milyon reşit erkeğin ancak 8 milyonunu yani yarısını kapsıyordu; kadınlar oy veremiyordu. 3
İşçilerin Örgütlenmesi
Seçme ve seçilme kazanımı olmayan ve sayıları giderek artan işçiler, başlangıçta gizli olarak kurdukları dernek ya da birliklerde örgütlenmeye çalıştılar. Teröre varan bir siyasi baskı altındaydılar. Hemen hiçbir yasal kazanımları yoktu.
İlk yasal örgütü 1825 yılında; Meslek Birlikleri (Trade Union) adıyla, o da “grev yapmaya kalkışmama” koşuluyla kurabilmişlerdi. Siyasi bir izlence (program) çerçevesinde birleşerek savaşım veren ilk girişim, 1837’den 1848’e dek ayakta kalabilen Chartism adı verilen akım oldu.
Chartist'lerin; “20 yaşını geçen tüm erkeklere oy hakkı” (kadınlara oy hakkı işçi örgütlenmesinde bile konu edilemiyordu), “Parlamentonun her yıl toplanması”, “Parlamento üyeliği için mülkiyet koşulunun kaldırılması” ve yların sözle değil, oy pusulası ile kullanılması” (İngiltere’de 1872’ye dek oylar, seçim kurullarının önünde sözle bildiriliyor, bu durum oy verenler üzerinde büyük bir baskı oluşturuyordu) gibi son derece sıradan istekleri bile kabul edilmedi. Bu tutum; işçileri, etkisi bugüne dek sürecek biçimde politikadan uzaklaştırdı ve onları seçimlere ilgi göstermeyen bir eğilim içine soktu.
Demokrasinin Beşiği”
Demokrasinin “beşiği” olarak gösterilen İngiltere’de, örgütlenme hakları üzerinde kurulmuş olan dizgeli (sistemli) baskı, her zaman var olan ve bugüne dek süren siyasi bir gelenek durumundadır. Şu anda yürürlükte olan İngiliz ceza yasasına göre, 3 kişiden çok üyesi olan gizli bir örgütün yaptığı toplantıya katılmanın, katıldığını söylemenin, toplantıyı düzenlemenin ya da yardım etmenin cezası 10 yıl; yasaklanmış eylemlerde kullanılmak üzere para ve mal toplamanın, kabul etmenin ya da vermenin cezası 14 yıl; düzene karşı işlenmiş suçlarda bilgi sahibi olmasına karşın bu bilgiyi polise bildirmemenin cezası ise 5 yıl hapistir. 4
1988 yılında çıkarılan “Kuzey İrlanda Suç Delili Yasası”na göre, ceza davalarında sanığa yönelik herhangi bir delil olmasa da mahkemenin, sanığın "tutum ve davranışlarından sonuç çıkararak” ceza verme yetkisi vardır. 5 İngiltere İçişleri Bakanı, “suç övücü” ya da “devlet otoritesini zayıflatıcı” bulduğu bütün radyo, televizyon ve gazete yayınlarını, mahkeme kararı olmadan 12 ay süreyle yasaklama yetkisine sahiptir. 6
Parti Yapılanması
1850-1860 yılları arasında, Toryler ve Whiglerin politik kalıtı üzerinde iki yeni parti kuruldu. Yapılan iş gerçekte, yeni partiler kurulması değil, yönetimi elinde bulunduran egemenlerin ellerindeki politik örgütleri, gelişmekte olan yeni koşullara uygun olarak yeniden yapılandırmasıydı. 19.Yüzyılda ekonomide, bağlı olarak toplumsal ilişkilerde oluşan gelişmeler, siyasi dizgenin işleyiş biçiminde yenileşmeyi gerekli kılıyor, bu gereklilik İngiltere’de iki yeni parti oluşumunu ortaya çıkarıyordu.
Ekonomik olarak eski güçlerini yitiren beysoyluların azalan desteği yerine, güçlenmekte olan sanayi kentsoylularının desteğini alan Whigler, kendilerine liberal demeye başladılar. Buna karşılık Toryler kendilerine muhafazakâr diyordu.
Nitekim bu iki parti, öncesinde olduğu gibi sonrasında da ve bugüne dek (1906 yılında kurulan ve daha sonra Liberal Parti'nin yerini alan İşçi Partisi dâhil), sırayla yönetime gelerek, İngiliz siyasetine yön verdiler. Mülkiyet ve sermaye egemenliğine dayanan ve sömürgecilikten güç alan kurulu düzeni yönettiler.
Görünüşte, liberallerle muhafazakârlar iki ayrı partiydi. Seçim yarışı, ‘sert’ tartışmalarla geçiyor; bu iki eğilim, kendilerini siyasi karşıtlar gibi göstermede son derece başarılı oluyordu. Ancak, karşıtlık yalnızca görünüşteydi. Maurice Duverger bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Büyük Britanya’da Liberaller, resmen Muhafazakar Parti’den ayrı bir parti olmakla beraber, gerçekte bu iki parti arasındaki ittifak o kadar sıkıdır ki, Liberallerin tümüyle Muhafazakar Parti’nin bir parçası sayılması gerekir”. 7
“İşçi” Partisi
İşçi Partisi’nin (Labour Party) 1906 yılında kurulup giderek siyasi bir güç durumuna gelmesi, büyük sanayi ve finans çevrelerinde geçici bir tedirginliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Ancak, bu tedirginlik çabuk ortadan kalktı. Çünkü adı işçi olmasına karşın bu parti, işçiler için değil, kurulu düzenin sürdürülmesi yönünde politika yürütüyordu. Yöneticileri işçi sınıfına önderlik edecek nitelikte değildi. İdeolojik bir yapısı yoktu; sosyalizmden değil, “monarşiye ve onun geleneklerine sadık kalmaktan” söz ediyordu.
İşçi Partisi, Whig’ler ve liberaller’in siyasi gereksinimlerine sahip çıkıyor, liberaller’in yumuşak sol kanadı gibi davranıyordu. Sanayi sermayesinin siyasi temsilcilerinden Lord Grey ve Lord Haldane'ın İşçi Partisi için söylediği şu sözler, gerçeği anlaşılabilir biçimde ortaya koymaktadır. “Bu baylar (İşçi Partililer y.n.) ‘centilmenlerden’ (Muhafazakarlardan y.n.) daha makul ve anlayışlılar. Bunların idare edilmelerinin daha kolay ve zahmetsiz olduğu görülmektedir”. 8
Liberal Partinin Sonu
Whig geleneğini sürdüren Liberal Parti, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra bölündü ve bölünme Liberal Parti’nin sonu oldu.
O günlerde hem başbakan hem de parti başkanı olan Lloyd George’un, Türk Kurtuluş Savaşı’nı önleyememesi, İngiliz sömürgeciliğinin sarsılmasına, sanayi ve ticaret sermayesinin bu partiden desteğini çekmesine neden oldu. 1924 seçimleri sonunda ilk kez hükümete katılan İşçi Partisi, giderek dağılan Liberal Parti'nin yerini aldı ve iki partili siyasi dizgenin temel unsurlarından biri oldu. İşçi Partisi, 627 üyeli parlamentoya 1929’da 287, 1935’de 154, 1945’de ise 393 milletvekili soktu. 9
17.Yüzyılda Whigler ve Toryler aracılığıyla yürütülen iki partili düzen, 20.yüzyılda Muhafazakarlar ve İşçi Partisi tarafından sürdürüldü. 19.Yüzyıl ortasından günümüze dek geçen 150 yıl içinde, partilerin yönetimde bulunma dönemleri şöyleydi: 1857-1874 Liberal Parti, 1874-1880 Muhafazakar Parti, 1880-1886 Liberal Parti, 1886-1892
Muhafazakar Parti, 1892-1895 Liberal Parti , 1895-1906 Muhafazakar Parti, 1906-1918 Liberal Parti, 1918-1923 Muhafazakar Parti, 1923-1924 Liberal ve İşçi Partisi güçbirliği (koalisyon), 1924-1929 Muhafazakar Parti, 1929-1931 Liberal ve İşçi Partisi, 1931-1945 Muhafazakar Parti, 1945-1951 İşçi Partisi, 1951-1964 Muhafazakar Parti, 1964-1970 İşçi Partisi, 1970-1974 Muhafazakar Parti, 1974-1979 İşçi Partisi, 1979-1995 Muhafazakar Parti, 1995-2003 İşçi Partisi.
Günümüzde Durum
İngiltere’de siyasi yaşam, dün olduğu gibi bugün de, akçalı gücü yüksek, büyük mülk ve sermaye sahipleri tarafından denetim altında tutulmaktadır. Denetim, pek çok yasal önlem yanında, para ve siyasi rüşvetin belirleyici olduğu ilişkiler ağıyla sağlanmış ve bu ilişkiler, siyasete yön veren temel unsur yapılarak
“meşrulaştırılmıştır”. İngiltere, bu konuda da diğer ülkelere örnek olan, öncü bir rol oynamıştır. Parayla siyaset arasındaki etkili ilişki, İngiliz siyasetinin kökleri eskiye giden bir geleneğidir.
İngiliz demokrasisinin başlangıç dönemlerinde, krala danışmanlık görevi yapmak için meclislerde toplanan senyörler, bu görevi para karşılığı kentsoylulara satmakla daha başlangıçta, parayı siyasetin içine yerleştirmişlerdi. Bu nedenle para, gerek parlamentoyu oluşturan milletvekillerinin seçiminde, gerekse parlamento içi görüşmelerde belirleyici olmuştur.
İngiliz tarihçi M.Ostrogorski bu konuda şunları söylemektedir: “Rüşvet, İngiliz parlamento gruplarının gelişiminde oldukça büyük bir rol oynamıştır. Uzun süre İngiliz bakanları, parlamento üyelerinin vicdanlarını değilse bile, oylarını satın almak suretiyle, ‘sağlam’ çoğunluklar sağlamışlardır. Bu yöntem uzun süre yarı-resmi bir nitelik taşımıştır. Eskiden Lordlar ya da Avam Kamarası’ndaki milletvekillerinin, verdikleri oyların mükâfatını almak için ‘ziyaret’ ettikleri bir gişe vardı. 1714 yılında, parlamentodaki bu akçalı işleri üstlenmek üzere ‘Siyasi Hazine Sekreterliği’ adıyla resmi bir örgüt kurulmuştu. Örgütün sekreteri, hükümet görevlerine yapılacak atamaları, rüşvet olarak kullanmış; bu nedenle ‘Patronaj Sekreteri’ adıyla anılmaya başlanmıştı... Daha sonraları parlamento ahlakının gitgide düzelmesine karşın bu yapı, daha sonra da sürmüştür”. 10
1 “Siyasi Partiler” Niyazi Berkes, Yurt ve Dün.Yay., İst. 1946, sf.27-31-33
2 “Hürriyet Bildirgeleri” Belge Yay., İstanbul 1983, sf.61-62
3 “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2070 ve 2492
4 “Fazilet Partisi-Esas Hakkında Görüşler” Vural Savaş, sf.57-58
5 “Civil Liberties : Coses and Materials” London 1991, sf.261, ak.
V.Savaş “Fazilet Partisi–Esas Hakkında Görüşler” sf.27
6 a.g.e. sf.57-58
7 “Siyasi Partiler” Maurice Duverger, Bilgi Yay., 2.Bas. 1974, sf.417
8 “Siyasi Partiler” Niyazi Berkes, Yurt ve Dünya Yay., İst.-1946, sf.37
9 a.g.e. sf.60
10 “Democracy and the Organization of Political Parties, 2.London 1902” , ak. M.Duverger “Siyasi Partiler”, Bilgi Yay., 2.Bas. 1974, sf.18-19
Metin AYDOĞAN, 1 Ağustos 2016