İngiliz Malta'sı Ne İse Silivri Odur, Kendinizi Kandırmaktan Vazgeçin!
Sevgili Atamızın sözleri bana… Bana söylemiş ATAM ve ben de can kulağı ile dinliyorum… Dinliyorum, yürekten, özden, candan… Ders çıkarmaya çalışıyorum o yıllardan, o yıllarda Atamızın bize verdiği nasihatlerden… Şöyle başlıyor Atam sözlerine, yıl 1920;
“Efendiler! Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülahaza etmekle yetineceğim...”
Yıl 1920… İzmir işgal altında, İstanbul işgal altında… Asıl işgal gücü İngiliz, ardında Fransız, Yunan… İşgal bir yana, amaç yok etmek Türk’ü, ele geçirmek Anadolu’yu… Biz ATAMIZ’a kulak verelim ve bakalım ne diyor ATAM o yıllar için;
“Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atfetme borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiat en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele ile mahfuz bulundurulur.
Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vazıyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur. Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder…”
Yıl 1920... İngilizler İstanbul’u işgal etmiş… Musul ve Kerkük’ü işgal etmiş… Filistin’i, Gazze’yi, Kudüs’ü işgal etmiş… Ardında Fransızlar, Şam’ı, Halep’i işgal etmiş, Adana, Urfa, Antep hudutlarına dayanmış… Ege işgal altında, Yunan İnönü’ye dayanmış… Atam bağımsızlık diyor, bağımsız olmak için de güçlü olmak gerek diyor ve anlatıyor;
“… Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imadır. İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar.
Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar...”
Yıl 1920… Kafkas’ta, Basra’da, Medine’de, Çanakkale’de, Filistin’de İngilizlere karşı savaşmış olan tüm Türk subayları gözaltında… Hepsi sürgünde, Malta’da…
Bakın bir Malta Sürgünlerine; hepsi özgürlük ve bağımsızlık aşığı, hepsi sömürgeci düşmanı, hepsi Kurtuluş Savaşımıza Malta sonrası katılmış olan büyüklerimiz…
Yıl, zor bir yıl, dönem zor bir dönem… Bu işgalcilere karşı kurtuluş savaşı verilecek, verilecek ama İngiliz uşağı Seyit Abdulkadir Koçgiri isyanı hazırlamakla meşguldür( Bakınız: ÇARÇELLA)…
Peygamber sorundan geldiğini söyleyen Mekke Şerifi Hüseyin çoktan İngilizlerle işbirliği yapmış ve Medine’yi savunan Türk askerini, Fahreddin Paşa’yı çoktan sırtından vurmuştur… Anadolu yanıyor, ihanet ateşleriyle Anadolu yanıyordur… ATAM anlatıyor;
“… Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için, mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz. Bu hakikat karsısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar...”
Yıl 1920’dir hala… Padişah Vahdettin çoktan İngilizlerle anlaşmıştır… Damat Ferit el pençe divandır… Bir saltanat uğruna Türk, Türk Milleti, Anayurt, Türkeli feda edilerek “SEVR ANLAŞMASI” imzalanmıştır… Doğu’da bir Kürdistan ile Ermenistan eliyle Anadolu’nun Asya ile bağı koparılmak istenmiştir bu anlaşma ile…
Sonra kuşatma, ardından ele geçirme, bin yıllık Bizans Rüyası budur… ATAM, Sevr anlaşmasını imzalayanları “Vatan Haini” ilan etmiştir, Milli Meclis kurulur kurulmaz, yine 1920’de… ATAM hepsini bilmektedir ve şöyle devam eder konuşmasına;
“… Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim İle karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki İmanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak ki milletin vicdanı imanıdır mevcuttur.
Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; "ordunun ruhu subaylardır." O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak İstenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur…”
Yıl 1920’dir, hala 1920, 2011 değil … Nüfus on milyonu anca aşkın… İlkokul mezunu bir elin üç beş parmakları kadar… Yabancı dil bilen Türk yok, çünkü Türk ticaret yapmaz, savaşır, para kazanmaz savaşır, okumaz savaşır… Subay yok, astsubay yok, eğitim yok öğretim yok… Bakmayın siz omuzdaki yıldızlara, Kayseri’de bir lise hepten yok, hepsi şehit…
Yılın 1920 olduğu yıllarda, subay demek, okumuş demek… Zabitan demek, ülke genelinin çok üstünde eğitim ve öğretim almış kişi demek,şimdiki gibi değil… Ülke belli, imkanları belli, okumuş o yıllarda çok az, hele ki askeri akademide okumuşlar çok az…
ATAM bunu anlatıyor bize sözlerinde, ben anlıyorum, bunu general-amiral de anlamalı, subay da anlamalı, astsubay da uzman çavuş da anlamalıdır… Yani Türk Milleti anlamalı… Bakın ATAM nasıl devam ediyor;
“… Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebalı subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve fesaretleriyle, giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler.
Hayatında bir an olsa hile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü hu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak İçin bir çaresi vardır. Şerefi korumak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır…”
Yıl 1920, para yok, pul yok, ekmek yok… Yıl 1920, askerin ayağında çarık yok, üstünde don yok, gömlek yok… Bakın 1920’nin Seferberlik Kanunu’na, halktan istenen “BİR ÇİFT ÇORAP, BİR ÇİFT FANİLA, BİR ÇİFT ÇARIK”, anlatılan yıllar, işte o yıllar…
Bu arada İngiliz casusu Novil var, İngiliz casusu Lavrens var, işbirlikçileri var, bir hayal ediniz o yılları… Ve ATAM ve Mustafa KEMAL ve Atatürk, o yıllarda, saltanat döneminde, ülkemiz yokluk ve yoksulluk içinde iken, işgal altında iken, ülkemizi yöneten siyaset ve irade İngilizlerle işbirliği yapar iken, elde ve avuçta yok iken bakın ne diyor ATAM;
“… Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!..”
Ben Erdal Sarızeybek, ATAM’ın bir subayı, Mustafa Kemal’in bir zabitanı, ben Mustafa Kemal’in bir askeri… Ben ATAM’ı anlıyorum, ders çıkarıyorum her sözünden…
Ey Halkım!
ATAM’ı, Mustafa Kemal’i, Atatürk’ü, Çanakkale ve Sakarya’yı duyuyor musunuz?
_________________
Kaynak:
ATATÜRK'ÜN SUBAYLARA HİTABEN AFYON KARAHİSAR'DA 31.07.1920 TARİHİNDE YAPTIĞI KONUŞMA…
"Afyon'da çıkan ikaz gazetesinden aktaran: Anadolu'da Yenigün gazetesi, 10 Ağustos 1920. •Atatürk'ün Bütün Eserleri, c.9, Kaynak Yayınlan, istanbul. Ekim 2002, s. 112-113…
Erdal SARIZEYBEK, 2 Ekim 2011
erdalsarizeybek@gmail.com