İngiltere - ABD - Almanya Şeytan Üçgeni / Müyesser YILDIZ

İngiltere - ABD - Almanya Şeytan Üçgeni / Müyesser YILDIZ

İletigönderen Halaskar » Çrş Ara 14, 2011 18:50

İngiltere - ABD - Almanya Şeytan Üçgeni

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Almanya seyahatini başlı başına değerlendirmek gerekiyordu; ama anlaşılıyor ki bu da hızlandırılan gündemin önemli bir parçası.

Son 10-15 günde tuhaf şeyler olmaya başladı. Tuhaflıkların merkezinde Başbakan Erdoğan var. Türkiye onun yokluğuna mı alıştırılıyor, yokluğunun denemesi mi yapılıyor; ya da Erdoğan kendi üzerinde kurgulandığını düşündüğü plânları bozacak bir atağa mı hazırlanıyor?

Cumhurbaşkanı Gül’ün 22 Kasım’da İngiltere’ye yaptığı 'tarihi' ziyarete odaklanalım önce. Kraliçe’nin Gül onuruna düzenlediği şaşaalı karşılama, muazzam yemek, first lady’nin 15 cm.lik topukları... Gazetecilerin derdi frak giyip giymemek oldu. Bu arada ziyaretin ilk günü yenen bir yemeği atladılar mı, atlamaları mı gerekti? Kraliçe ve Gül, ilk gün dar kapsamlı, 'aile arasında' diye nitelenebileek bir öğle yemeğinde buluşmuş oysa. Bunu da bizzat Gül yurda döndükten sonra İngiltere gezisini Twitter’da hayranlıkla anlatırken açıkladı. O -katılım açısından- dar kapsamlı yemekte acaba bizim taraftan kimler vardı; daha önemlisi neler konuşuldu? Bilmem hatırlar mısınız; Kraliçe Türkiye’ye gelip, Gül’e Büyük Şövalye Nişanı taktığında, Hayrünnisa Hanım, Kraliyet ailesine yakınlıklarını: "Kraliçe geldiğinde, bir aile yakınımız ziyaret etmiş gibi oldu. Akraba gelmiş gibiydi." sözleriyle ifade etmişti.

O haftanın sonunda Başbakan Erdoğan ameliyat oldu. Ancak Türkiye bunu 3-4 gün sonra duydu. Ameliyatın sebebi, sindirim sistemindeki rahatsızlık olarak açıklandı.

Erdoğan hasta yatağındayken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’ye ambargo paketini açıkladı, Cumhurbaşkanı Gül de Erdoğan’a: "Acele etme, işler bekleyebilir." tavsiyesinde bulundu.

Tam böyle bir dönemde AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış, Başbakan Erdoğan ve eşi Emine Hanım’ın yatak odasındaki konuşmalarının kaydedildiğini açıklamaz mı? Kendisini de dinlemişler. Peki hiçbir şekilde gündeme gelmemiş olan bu bilgiden Bağış nasıl haberdar olmuş? Savcı, çağırıp dinletmiş. Başkasının kasedi olsa anında internet ortamına düşer veya yandaş medya manşetlerini süslerdi ya, neyse!.. Bu dinlemeler doğru; ki Bağış ürperdiğini, bunun iğrenç bir şey olduğunu söylemiş. İyi de bu ülkede kuş uçurtulmazken Erdoğan’ın yatak odasına kim, nasıl girebilir? Hadi TSK’nın, Koşaner’in makamına girilmesi veya Oslo’daki pazarlıkları kimin kaydettiği araştırılmadı; bunun için Türkiye’de yerin yerinden oynatılması gerekmez miydi? Bu sessizlik hem tuhaf hem de hayra alamet olmayan cinsten!..

Yine bu günlerde bir anket yaptırıp Erdoğan sonrası AKP’nin akıbeti ve başına kimin gelmesinin iyi olacağının sorulduğu ortaya çıktı!.. Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç favoriymiş.

ABD’de bir düşünce kuruluşunun bir süre önce Ali Babacan’lı senaryo geliştirdiğini yazmıştım... Ne tesadüf?!..

ABD’nin 2 numarası Biden çok önemli bir çuvalla Türkiye’ye geldi. Gül’le görüşmesi 1 saat plânlanmışken 2 saat sürmüş ve Biden’in izlenimi: "Gül bilge biri, sorunlara yaklaşımına takdir duyuyoruz." olmuştu. Eski Dışişleri Bakanı Rice’ın, Gül’ü öve öve bitiremezken Erdoğan için: "Okunması zor bir insan." dediğini hatırladım. Bir de Gül’ün, Rice’a "çok da İslâmcı olmadıklarını" söylemesini!..

Biden’e Ali Babacan refakat etti. O da epey takdir ve beğeni topladı... Ya böylesi bir ziyaretçi ve gündem varken Dışişleri Bakanı Davutoğlu neredeydi? Neonazilerin öldürdüğü Türklerin hak ve hukukunu savunmak için Almanya’da. Hem de 5 günlüğüne, hem de yanına öyle bir gazeteci ordusu almadan... Mesele gerçekten bu idiyse, Davutoğlu’ndan önce İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı'nın gitmesi gerekmez miydi?

Almanya’ya gelince; şöyle bir daha durup düşünmemiz gerekiyor, söylenecek ve sorulacak çok şey var zira.

2002’de DSP-MHP-ANAP hükümetinin, Almanya’da yazılan bir 'senaryo' yüzünden erken seçime gittiğini ve AKP’nin hepsini silip-süpürdüğünü hatırlatıp, bugüne gelelim:

Geçtiğimiz aylarda durup dururken önce Cumhurbaşkanı Gül Almanya’ya gitti. Dişe dokunur bir sonuç yoktu.

Kısa bir süre sonra Başbakan Erdoğan aniden Alman Vakıfları meselesini ortaya attı. Ortalık birbirine girdi, hemen peşinden de Almanya’ya gitti. Görünürde her şeyi konuşmuştu Alman mevkidaşı ile; bir Deniz Feneri bir de o vakıflar meselesi yoktu. Ziyaretin, Türkiye’de Deniz Feneri soruşturmasının ekseninin kayması ve tutukluların tahliyesine denk gelmesi kimsenin dikkatini çekmedi ya da kimse dillendiremedi; ama: "Deniz Feneri’ne karşılık vakıflar mı?" sorusu zihinleri herhalde kurcaladı. Malum, Deniz Feneri soruşturmasının merkezi Almanya. Orada tutuklular var ve devamı için de Türkiye’nin harekete geçmesi bekleniyordu. Erdoğan, Almanya ziyaretinden sonra Alman vakıfları meselesini bir daha ağzına almadı; öyle ki CHP’nin bu konuda önergesi bile AKP oylarıyla reddedildi.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusuydu? Oysa Alman vakıfları meselesi CIA'nın, MOSSAD'nin, MI6’nın Türkiye’deki faaliyetleri kadar önemli. AKP iktidarı döneminde faili meçhule kurban giden Dr. Necip Hablemitoğlu’nun katilleri bulunamasa da bu konudaki tespitleri takip edilse, hem onun ruhu bir nebze rahatlar hem de önemli bir soruna neşter vurulabilirdi... Hablemitoğlu’nu geçelim; AKP’lilerin büyük değer verdiği rahmetli Ömer Lütfü Mete’nin Sivas Madımak olaylarının arkasında Alman istihbaratının olduğu iddiası araştırılamaz mıydı? Madımak faillerinin Almanya’da üslenmesi herhalde tesadüf değildi.

Neonazi cinayetlerine birden ne bu ilgi? Türkler cayır cayır yakıldığında Başbakan Erdoğan hemen yanına rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu alıp gitmişti. Yazıcıoğlu’nun kanaati bunları Alman ırkçıların yaptığı idi ve yaşasaydı muhakkak ki takip ederdi. Ancak AKP takip etmedi. Şimdi Dışişleri Bakanı ilk kez bir ülkede 5 gün geçiriyor; o da Neonazi cinayetleri için... Öyle mi?

Davutoğlu’nun zamanlaması ve içeriği açısından dikkat çeken bu uzun ziyareti için, Erdoğan sonrasının lider arayışlarında Avrupa’nın patronu haline gelen (İngiltere’yi hiç Avrupa’da saymadım; o ABD’nin yanında-arkasında ) Almanya’nın nabzını tutma desem...Burada durayım, o kadara aklım ermez!..

Ama izlediğim, gördüğüm bir şey var: cemaatin son hedefi Almanya ve Yunanistan.

Başbakan Erdoğan Almanya’dan, Fransa’ya geçtiğinde The Economist’de dikkat çekici bir haber-analiz yayınlandı. Türkiye’nin Balkanlar politikası "gösteriş ve cemaat okullarının varlığı"na indirgeniyordu.

Erdoğan’ın son çıkışı "Dersim Özrü" oldu. Tartışmayı CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün başlatsa bile bunun zamanlaması da önemliydi. Tuncelililerin büyük bölümü Almanya’da... Alevicilik üzerindeki çalışmaların merkezi de bu ülke. Mesela ben o CHP milletvekilinin, Almanya veya TESEV’le bir bağlantısı olup olmadığını çok merak ettim. Aygün’ün "CHP’li olmadığını, Kılıçdaroğlu’nun özel çağrısıyla partiye geldiğini" açıklaması ve Kılıçdaroğlu’nun TESEV kurucularından olduğunun ortaya çıkması dikkat çekici değil mi? O açıklamalarından sonra Gül, Aygün’ü kabul edip Dersim Sorunu'nu görüşecekti; ama Erdoğan daha önce davranıp "90’dan gol attı"!..

Son bir not daha: Erdoğan’ın asla affetmediği isimlerden birisi Rahmi Koç. Erdoğan hasta yatağındayken ona da Britanya İmparatorluğu Onursal Mükemmeliyet Önderliği nişanı verilmez mi?!..

El yordamı ile toparladıklarım bunlar. Ancak sadece etrafımızda değil, içimizde de tuhaf şeylerin olduğu belli... Neler oluyor;

- Erdoğan’ın sağlığı üzerinden, yeniden güçlü bir kahramanlık öyküsü mü göreceğiz?

- Dere geçerken at değiştirme mecburiyeti mi hasıl oldu?

- Erdoğan, kendisi olmadan Türkiye’nin gündemsiz kaldığını ispatlarken dereyi görmeden paçayı sıvayanları mı sınıyor?

Silivri’den kucak dolusu sevgiler...


Müyesser YILDIZ
4 Aralık 2011
Silivri
Kullanıcı küçük betizi
Halaskar
Üye
Üye
 
İletiler: 51
Kayıt: Çrş Ara 14, 2011 14:29

Şu dizine dön: Müyesser YILDIZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

cron

x