
İsmet İnönü ile Atatürk
Arasındaki Fark Neydi?
Yeniçağ Gazetesi / 6 Mayıs 2010
Gerçek gündemin üzerini örtmek isteyen polemik ustası, İsmet İnönü ile "Hitler" arasında benzerlik kurmaya kalkışınca, ülke yeni bir "sanal" tartışmaya kilitlendi.
"İnönü şakirtleri" anında savunmaya geçti. İnönü’nün nasıl İstiklal Savaşı’nın kahramanlarından biri olduğunu, Lozan’da nasıl bağımsızlık mücadelesi verdiğini, ülkeyi nasıl İkinci Dünya Savaşı’na sokmadığını, "çok partili hayata" geçişe nasıl önayak olduğunu anlata anlata bitiremiyorlar.
Öyle huşu içinde anlatıyorlar ki, sanırsınız İnönü’yü değil, Atatürk’ü tarif ediyorlar.
Meğerse, "Atatürkçü" maskesi takarak ortalıkta dolaşanların birçoğu aslında hakiki birer "İnönücü" imiş. Ki onların sayesinde, İnönü’nün yapmış olduğu olumsuz her icraat "Atatürk’ün hesabı"na yazıldı. Atatürk, millete yanlış tanıtıldı.
Atatürk, son nefesine kadar "idealist" idi. Yegane ülküsü, "Türk milli kültürü"nü yabancı kültürlerin kıskacından kurtarmak; "Türk medeniyeti"ni muasır medeniyetin ötesine taşımaktı.
Türk Milleti'nin "milli kimliği"ni muhafaza edebilmesi için Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu; inancını "doğru" kaynaklardan öğrenebilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdu, Kur’an-ı Kerim’i Türkçe’ye tercüme ettirdi.
İdeallerini gerçekleştirmek uğruna gerektiğinde savaşmaktan çekinmedi; “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü bir araç olarak kullandı; bulduğu ilk fırsatta hasta yatağından kalkıp Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını sağladı.
"Güçlüler"in değil, "haklılar"ın yanında yer aldı; "esir" milletlere referans oldu.
Hep "risk" alarak, "bedel" ödeyerek "Atatürk" konumuna yükseldi.
İsmet İnönü ise tam bir "pragmatist" idi.
Atatürk’ün gölgesinde bekleyip, hiçbir bir "külfet"e katlanmadan, onun kurduğu düzenin "nimetleri"nden faydalanmaya çalıştı. Bulduğu illk fırsatta kendisini "Milli Şef" ilan ettirip Atatürk’ün mirasını yok etmeye kalkıştı; paralardan resimlerini sildirdi; devlet dairelerinden posterlerini indirdi.
Önce, Almanya’dan tarafmış gibi görünüp Türkiye’yi Amerika’nin boyunduruğu altına sokan "gizli anlaşmalar"a önayak oldu; daha sonra Sovyetler Birliği’ne yanaştı. En nihayet, Avrupa Birliği’ne teslimiyetin önünü açan anlaşmaya imzayı bastı.
"Namussuzlar" kadar cesur olduklarını göstererek “neler oluyor” diye ortaya çıkan gençleri "tabutluklara" doldurup, işkencelerden geçirdi. "Zulm"ün bir gün kendisine döneceğini anlayıp, mecburen "çok partili hayata" geçmek zorunda kaldı.
Bugün "Türk" kelimesinden bile rahatsız olanlar, meydanlarda "Türk büyükleri"nin yerine Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun, Humeyni’nin resimlerini taşıyanlar, ne yazık ki İnönü döneminin eserleridir.
Atatürk’ün "milli kültürü" esas alan stratejisini bir kenara iten İnönü, Yunan ve Roma medeniyetleri üzerine kurulu "yeni bir kültür" geliştirmeye çalıştı.
İnönü’nün Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel, 1947 baskılı “Davam” isimli kitabında, tercüme edilen dünya klasiklerini şöyle sınıflandırıyordu: Yunan, Latin, Roma, Amerikan, Alman, Fransız, İngiliz, İtalyan, İskandinav, Macar, Rus, Babil, Hint, Çin.
Tam 496 adet klasik eser arasında "Eski Metinler" isimli çalışmanın dışında "Türklere ait" bir tek eser bile yoktu.
Atatürk, Türk milliyetçisi idi. İnönü ise enternasyonalist.
Atatürk, tam bağımsızlıkçı idi. İnönü ise tam bir mandacı.
İsmet İnönü, zihniyet itibarı ile aslında Tayyip Erdoğan’ın "fikir" babasıdır.
İsrafil K. Kumbasar