İNSANLIK HALLERİ
Dilimize pelesenk olan șu ‘insan hakları’ konusu üzerinde ne denli düșünülse azdır.
Ne denli tartıșılsa yeridir.
Ve zamanıdır.
Sözgelimi, “insan hakları”nı kullanmanın, ya da moda deyimle yașamanın’ garantisi kim olacaktır?
Sezar olamayacağına göre ‘Devlet’ değil mi?
Pekiyi ama hangi ‘devlet’?
‘Modern Devlet’ ya da burjuva ‘Devlet-Ulus’un devleti.
Hani șu ‘eșitlik, özgürlük ve adalet’ diyerek tarih sahnesine çıkan..
Ve bugün Tanrı’dan sonra en çok güvendiğimiz.
Uğruna canımızı verdiğimiz ‘devlet’.
Sözde ‘bizim’ olan ‘devlet’.
Ama en çok da biz ‘insan hakları’mızı bu devlete karșı savunmak durumunda kalmıyor muyuz?
Mahkemeler ne için var?
Çünkü ‘devlet’ yapmak istediğini mahkemeye bașvurmadan yapmaktadır.
İstediğini ‘kolundan tutup’ içeri atabilmektedir.
Canı istediği zaman, ‘vergiler dün gece itibariyle iki kata çıkarılmıștır’ diyebilmektedir.
Yarından itibaren komșu ülkeyle savașacağız ve ‘eli silah tutan herkes silah altına alınacaktır’ da diyebilmekte değil midir?
Ya da ‘parasını ver gersine karıșma sen’!
Okullar tatil olacak ya da okullarda ‘eğitim dili İngilizce’dir dese n’olacak?
Kuzu kuzu gidip ‘İngilizce eğitim’ almayacak mısınız?
Koyun gibi de denilebilir.
Ne ki, kuzu ya da koyun gibi değil ama ‘keçi gibi’ direnmek de olasıdır.
‘Keçinin doğası’ direnmeye yatkındır da ondan.
Ve ‘modern’ denilen devletin ‘doğası’ ile ‘insanın doğası’ arasında benzer bir ‘uyumsuzluk’ vardır.
O nedenle de ‘Devlet-Ulus’ demek pek yerindedir.
Önce ‘devlet’ çünkü.
Öte yandan bu ‘devlet’, ‘ulusların doğası’na gönderme yapmaktadır .
Ne var ki, ulusların ‘doğa’larından sözedebilmek için ulusların ‘kendi’lerini kanıtlamıș olmaları gerekmektedir.
Buna ‘ulusların rüștlerini ispat etmeleri’ denilebilir.
Ulusların yetișkinliklerini, rüștlerini, kanıtlamadan kimi haklarını kullanamamaları da doğal olsa gerektir.
İște ‘devlet-ulus’ așamasında da, bugünkü gibi kimi ‘haklar’ kullanılıyor olabilir.
Ancak ‘insan’ların haklarını ‘tam’ kullanıyor olabilmeleri için ‘yurttașlık așamasına’ erișmiș olmaları gerekmektedir.
Yurttașlık, aynı zamanda ‘din, dil, ırk ayırımı gözetmeksizin’ insanların eșit olmalarını da varsaymaktadır.
Ve devlet denilen ‘aygıt’, artık sadece ve yalnız yurttașların ‘hizmeti’ için vardır.
Buna ulusun ‘devleti ele geçirmesi’ de denilebilir, devletin yuttașa içselleșmesi de..
Ya da kısaca ‘Ulus-Devlet’.
Sözü dolandırmadan, devlet-ulus değil ama ulus-devlet olmadan ‘insan hakları’ndan sözetmenin havanda su dövmek olduğuna getirmek istiyorum.
Ulus-devlet olabilmek için de ‘yurttaș hakları’nın ‘insan hakları’nı öncelemesi gerektiğini ileri sürüyorum.
Önce ‘Yurttaș’! Ne ‘sanal insan’ ve ne de bu ‘sanal insan’ın ‘devlet’i.
Beğendiğim bir düșünürün dediği gibi, ‘insan haklarından sözedebilmek için, önce devletin insan doğasına yarașır bir nitelikte olması gerekmektedir’.
Tam da benim tasarladığım bir ‘devlet’.
Varlığıyla yokluğu belli olmayan.
Devlet yönetiminde yeralan yurttașlar ile benim aramda hiç bir ayırımın olmadığı.
‘İn’ dediğim zaman ‘görevim bitti diye’ görevini daha iyi yapacak olana devredecek olan..
Șimdiki ‘devlet yöneticileri’ne bakıyorum bir de.
Yurttașlığımdan utanıyorum.
Habip Hamza Erdem