(1923 -1938)
Konu güncel iken yazmak istedim. Ama maalesef olmadı, olamadı. Sürüp giden müzmin nedeni hakkında yalnızca sağlık ve afiyet cümlenin üzerine olsun derim.
Ya 28 Şubat’ın arifesinde idi ya da hemen sonrasında.Yurt çapında yayın yapan televizyon kanallarımızdan birinde o sürece ilişkin çeşitli oturumlardan birini izliyordum. Mesleği ruh ve sinir hastalıkları olan akademisyen bir katılımcı “28 Şubat’ta” dedi, “irtica tehlikesi yoktu. Bugün de yok!” Ve ekledi: “Türkiye’de irtica değil, irtica paranoyası var!”
Çok kimse de böyle düşünüyor, böyle söylüyor. Ama ah şu yabancı kelime kullanmak özentimizden bir vazgeçsek de herkes ne denildiğini doğru dürüst bi’ anlasa! Türkiye’de 34 bin 600 köy var nihayet! 1
Söz dizimindeki şu garip bileşimi izninizle dikkâtinize sunuyorum: “…irtica paranoyası…”
Arapça “irtica” sözcüğü yüzyıllar boyu kullanıla kullanıla Türkçeleşmiştir. Bilindiği üzere “önceki yere, eskiye dönüş”, günümüzdeki deyimiyle “gericilik” anlamına gelir. Şimdilerde moda olmuş “paranoya” sözcüğü ise Türk Dil Kurumu’nun Büyük Sözlüğü’ne göre “abartılı gurur, korku, kuşku, güvensizlik, bencillikle belli olan bir ruh hastalığı” demek olup Fransızca özgünü “paranoia”’dan 2 dilimize henüz daha son birkaç yıl içinde devşirilmiştir.
Haydi açıklamadaki “ruh hastalığı” ifâdesini bir kenara bırakalım. Ama “…abartılı gericilik korkusu” denilse idi acaba daha doğru ve yerinde olmaz da, daha iyi anlaşılmaz mıydı?
Yukarıdaki muhterem katılımcı gibi Türkiye’de irtica değil, daha çok abartılı irtica korkusu ya da irtica kuşkusu olduğunu düşünenler pek çok! Genellikle böyle de söyleniliyor. Oysa, Cumhuriyet’ten bu yana irticanın, hem de eylemli, kanlı irticanın ta kendisi yaşamıştır bu ülkede. Örneğin:
- - 1924 yılında Hilâfet’in kaldırılmasından hemen bir yıl sonra, 1925’te halkı din uğrunda ayaklanmaya çağıran hilâfet yanlısı, üstelik de o zamanki adıyla Dersim’de (Tunceli’de) kasten vergi vermeyen, askere adam göndermeyen ve bölgede kendi adına vergi toplayan, kendi özel silâhlı gücüne sahip Kürt milliyetçisi Şeyh Sait’in insanüstü güçlükleri aşarak henüz daha iki yıl önce kurulmuş Cumhuriyet’e ve Ankara’daki merkezî yönetime karşı “cihad ediyorum” diyerek Mustafa Kemâl ve dava arkadaşlarının muazzam eserini bir türlü hazmedemiyen İngiltere ile işbirliği hâlinde Doğu Anadolu’da çıkarttığı isyan!
Bugün de BDP sözde masum, üstelik de –o ne menemse- “demokratik” dediği özerklik istemiyle yine birleştirici (üniter) devlete karşı şimdilik sabrın sınırlarını da yoklayan “Öğrenci And”’ından muaf tutulma talebi gibi densiz söylemler, polise tokat atmak küstahlığı ve sivil itaatsizlik eylemleriyle baş kaldırıyor. Seçimler arifesinde Aysel Tuğluk’un “kötü şeyler olacak!” kehaneti(?) de cabası! Hoş Kürt kökenli yurtdaşlarımızı “acaba mı?” diye umutlandıran AKP hükûmetinin bir ara davul zurnayla yere göğe ilân ettiği “Kürt açılımı”’nın içi de boş çıktı ya! Hani yoksulluğu belirtmek için “fare düşse başı yarılır” derler ya, o türden bomboş, yoksul bir açılım işte! “Lafla peynir gemisi yürümez” diye meğer boşuna söylememişler…
- Fes, keçekülah, sarık, takke ve eski püskü pejmürde benzerleri gibi çağ dışı baş kabı türleri yerine şapka giyilmesi 1925 yılında henüz daha düşünce aşamasındayken çıkarcı ve fırsatçı yobaz çevrelerin “istemezük, kafir işidir! Sarık var!” avazesiyle yer yer ayaklanmaları! Buna karşın Yüce Atatürk’ümüz 1925 yılı Ağustos ayının son haftasında Kastamonu ve ilçelerine yaptığı gezide (-->) şapkayı yeni baş kabı olarak halka bizzat tanıtmış ve 2 Eylül’de önce memurları, 25 Kasım’da da toplumun tümünü kapsayan şapka kanunu çıkartılmıştı.
Ama kadınlara çarşaflarının zorla açtırılacağı ve Kur’anın da kaldırılacağı yolundaki dehşetengiz yalanlarla sokaklara dökülen yobaz kalabalıkları için şapka kâfirlik demekti. Bu nedenle Nakşibendi tarikatının mensupları Rize ve çevresinde köylüyü silâhlı ayaklanmaya teşvik ettiler (Kasım 1925) 3 . Bu kışkırtma Giresun’da da yandaş buldu, orada da olaylar çıktı. 4
Ocak 1926’da Erzurum’da hocalar ve imamlar bir mevlitten sonra şapkayı reddeden, güç gösterisi derecesinde büyük bir yürüyüş yaptılar. Mahkemede, bu yürüyüşün “Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti” ile “İslam Taali Cemiyeti” tarafından düzenlendiği saptandı ve elebaşıları cezalandırıldılar. Çankırı, Maraş ve daha başka yerlerde şapka bahanesiyle 1927 yılına kadar çıkartılan çeşitli olaylar ile Istanbul’un bâzı lãiklik karşıtı gazetelerinde yayınlanan yazılar da resmen birer gerici girişim idi.
- Acısı beynimize ve yüreğimize kakılmış bir başka irtica örneği de 23 Aralık 1930 tarihinde Manisa’da tekbir getirerek "şapka giyen káfirdir. Yakında yine şeriata dönülecektir. Bize kurşun işlemez" diye avaz avaz bağrışan yobazlar tarafından henüz 24 yaşındaki Cumhuriyet öğretmeni asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın hunharca katledilmesidir 5 . Cumhuriyet’e karşı türlü yalanlarla bu vahşetin başını çekenler Nakşibendi tarikatından Erbilli Şeyh Esat 6 , işgâl döneminin Manisa Valisi Giritli Hüsnü 7 ve onun kardeşinin oğlu Menemen’in Sümbüller köyünden Giritli Derviş Mehmet 8 , ve Menemen Belediye Başkanı Şeyh Sükûti idiler.
- Bursa’da Nakşibendi tarikatı mensuplarından Konyalı İbrahim ile kalabalık çevresinin 1 Şubat 1933 günü Ulu Cami’de namazdan çıkan halka “dinini seven bizimle gelsin” çağrısıyla sokaklara dökülmesi ve “ezan Arapça okunsun” diye bağrışarak tekbir getirip ayetler okumak suretiyle olaylar çıkartması da Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gericilik eylemleri zincirinin bir halka halkası idi. Elebaşıları güvenlik güçleri tarafından yakalanmış ve mahkemede suçlu bulunanlar cezâlandırılmışlardır.
- Siirt’te Beşiri ilçesinin Kayıntar köyünden kendisini Nakşibendi şeyhi ilân eden Halit adında zorba bir Kürt miliyetçisi şakinin kendisine itaat etmeyen köylüleri 1935 yılında birbiri ardına öldürmesiyle çıkan olaylar ve yakalanıp cezalandırılmasından sonra oğlu Kuddus’un müritleriyle dağa çıkarak “Allah, Peyganber ve hilâfet namına” dediği tarikatçılık eylemini kanlı terör şeklinde sürdürmesi gerici nitelikte bir başka kanlı başkaldırı idi. Güvenlik güçleri harekete geçince Suriye’ye kaçmıştır.
- Nakşibendi tarikatına mensup Ahmet Kalaycı adında İskilip’te yaşayan bir Kayseri’linin 1936 yılında tarikatı genişletmek amacıyla olaylı bir şekilde ortaya atılması. Oruç ve namazın farz olmadığını söyleyen bu sapık adam kendi kafasına göre farklı oruç süreleri icâd ederek Nakşibendi şeyhine tapmak ve ona kayıtsız şartsız itaat etmek gerektiğini söylüyordu. Tarikat adına zekât toplamaya kalkınca halkın şikâyeti üzerine yakalanmış ve eylemi kısa zamanda bastırılmıştır.
Bugüne kadar ne değişti ? Korkarım hiç! Yaşamın din alanı oy için her fırsatta inanca gönderme yapan “muhafazakar demokrat” 9 siyâsetin arka bahçesi olmaya devâm ediyor…
Devrim şehidi ve Cumhuriyet öğretmeni asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay (1906-1930)
....
Şeyh Said.................................................. Manisa isyancılarından bâzıları ............................................Derviş Mehmet
E. Fuat TEKÇE, 28 Mayıs 2011 - Güncel Meydan
2 Aslı eski Yunanca’dır. "παρά" (para) = dışı, ötesi + "νόος" (noos) = akıl = akıl dışı, akıl ötesi olma durumu, akıl hastası.
3 Prof. Dr. Neşet Çağatay: “Türkiye’de Gerici Eylemler – 1923’ten bu yana” adlı kitâptan özetle.. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1972.
4 y.a.g.e.
5 Binden fazla yobazın tekbir sesleri arasında öldürdüğü asteğmenin testere ile kesilen başı, bir bayrağın ucuna takılarak sokaklarda dolaştırılıp halka gösterilmiş, Şehid subayımızın kanını içen katil Derviş Mehmet halka dönerek "Ey müslümanlar! Halife Abdülmecit sınırda bekliyor, kalkan müslümanlığı kurtaralım" diye bağırmış, olay yerine gelen jandarma tarafından bazı yandaşlarıyla beraber vurularak öldürülmüştür. Diğer isyancılardan 22’si mahkeme kararıyla asılmış,7’sinin idâm cezâsı ağır hapise çevrilmiş, 9’u da çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Allah, din, iman adına cinayet, ha? Hangi kitpta yazıyor? Oysa, Tevrat’taki on emirden altıncısında, Kur’anın İsra suresindeki oniki emrin beşincisi ve yedincisinde “öldürmeyeceksin!” emri buyurulur.
6 Mehmet Ali Erbil’in dedesi.
7 Zaferden hemen önce, 1922’de Yunanistan’a kaçarak yerleşmiş ve Hüsniyadis adını alarak Hristiyan olmuş, açlık ve sefalet içinde ölmüştür. Mezarının başına dikilmiş haçta “Palio Turko” = “Serseri Türk” yazar.
8 TBMM’sinin 22. Başkanı, hâlen de Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç’ın dedesi olduğu bilinen bir sırdır. “Adım Bülent Arımç olmasaydı ve başka bir yerde olsaydım heykelimi dikerlerdi” söylemi (Aralık 2006) bu gerçeğin kendi ağzından dolaylı biçimde doğrulanması olduğu kadar sanki ükede heykeli dikilecek insan kalmamaış gibi kapıldığı gülünç ve yersiz büyüklük duygusunun da dışa yansımasıdır
9 Başbakan Sayın Erdoğan’ın AKP’yi siyâset yelpazesinde konuşlandurdığı yer.