Türkiye Cumhuriyeti karanlık bir dönemden geçmektedir bugün. Hem de zifiri karanlık… Yer karanlık, gök karanlık… Kapkara bulutlar kaplamış sevgili yurdumuzun ufuklarını…
Karanlık düşünceli insanlar, karanlık ilişkiler, karanlık bir yönetim… Hırsızlık, talan, korku, baskı, şiddet, hapishane, yalancı tanıklar, köstebekler, yalancı belgeler, planlar, tertipler, yandaş basın, orduya, yargıya yapılan saldırılar… Ortalık toz duman! Göz gözü görmüyor. Vatanın yiğit, yurtsever evlatları dört duvar arasına atılmış. Şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar, cemaatler işbaşında…
Şimdi beyinleri, yürekleri kara, kapkara insanlar, kara şeriat düzeninin anayasasını muhalefetle birlikte hazırlamaya çalışıyorlar. Atılan gerici ve bölücü adımları yaşama geçirebilmek için açılımların, saçılımların alt yapısını, üst yapısını oluşturuyorlar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diye tanımladığı vatandaş kavramını yok etmeye çalışılıyor. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Gürcü, Alevi, Sünni etnik yapılanması ile toplum, tam da emperyalizmin hedeflediği gibi, kırk parçaya bölünmek isteniyor.
“Peki, nasıl kurtulacağız bu AKP’den?
İktidarı bırakmaya hiç niyetleri yok… Ne yasa tanıyorlar ne hukuk! Sadaka dağıtıyorlar durmadan. Göz boyuyorlar. Amerika’yı da arkalarına aldılar. Zor, bu adamlardan kurtulmak zor… Bu gidişle İran olacağız…”
Böyle konuşuyor bazı aydınlarımız. Büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içinde…
Önce şunu belirleyelim: Hiçbir koşul, “Ulusal Kurtuluş Savaşı” koşullarından daha ağır ve kötü olamaz. Türk ulusu o karanlık dönemi aşıp, aydınlığa nasıl ulaştıysa, bugün de ulaşacaktır. Bundan kimse kuşkusu duymasın. Çünkü “Devrimin kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça, başladığımız yenilikçi devrim bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de hep böyle olacaktır.” (M.K. Atatürk)
Asıl mücadele, Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı devrimleri tamamlayabilmek, Cumhuriyet programını yaşama geçirebilmek hedefine odaklanmalıdır.
Nedir bu program?
Bu program tam bağımsızlıktır. Yarı bağımlı, yarı feodal bir düzenin varlığına son vermektir. Bu program toprak reformudur, toprak ağalığının tarihten silinmesidir. Bilimdir, teknolojidir, uygarlıktır. Bu program “milli demokratik devrimdir”.
Şunu hemen vurgulayalım: Aklın, bilimin ve cumhuriyet programın önündeki en büyük engel aşiret, tarikat, siyaset ağalığı ile emperyalizmdir… Gericiliktir. KADINLA ERKEK İLİŞKİLERİNİ SANTİMLE AYARLAMAYA ÇALIŞAN ÇAĞ DIŞI DİNCİ DÜŞÜNCEDİR.
Türkiye’nin çağdaş uygarlığı yakalayabilmesi için her şeyden önce bunlardan kurtulması gerekir.
Ortaçağ’dan kalma feodal artıklar, emperyalizmle etle tırnak gibidirler. Birbirlerinden asla ayrılmazlar. Ayrılamazlar. Çünkü her iki tarafın da bu ortaklıkta çıkarları vardır. Tüm azgelişmiş ülkelerde emperyalizmin en büyük destekçileri bu çağ dışı kalıntılardır.
Örneğin ABD, Irak’ın işgalinde ve yönetiminde etnik aşiret reislerinden ve mezhep ayrılıklarından yararlandı, yararlanmaya da devam ediyor. Fransa, Cezayir’i sömürgeleştirebilmek için dincileri kullandı. Din ulemaları, Cezayir’in Fransa’yı istila etmesini “hayırlı bir olay” gibi göstermiş, bu işgali destekleyen fetvalar vermişti. Bizde de kurtuluş savaşından önce ve kurtuluş savaşı sırasında sömürgeci devletler hilafet, saltanat kurumlarından yardım almıştı.
İşte bu nedenlerle, çağ dışı sosyal yapının kaldırılıp, emperyalizmin ülkeden kovulabilmesi için “milli demokratik devrim” kaçınılmazdır. Ümmet ve kul anlayışından özgür vatandaş ve demokratik toplum yapısına geçebilmenin temel koşulu budur. Bu devrimi gerçekleştirmeden ne ilerleme sağlayabiliriz ne de Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlığı yakalayabiliriz.
Mustafa Kemal Atatürk, derin tarih bilinci ve yurt sevgisi ile 20. Yüzyılın başlarında bu devrimi gerçekleştirmeye çalıştı. Cumhuriyet Devrimi, bir milli demokratik devrimdi. Ancak o, “Benim yaptığım işler, birbirine bağlı ve gerekli şeylerdir. Bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan söz edin…” diyerek devrimlerin henüz tamamlanmadığını anlatmaya çalışıyordu.
Şimdi yurtseverlere düşen görev bu devrimleri tamamlamaktır. Devrimciler, demokratlar gereksiz kutuplaşmaları bir yana bırakıp, ortak paydada birleşerek, ULUSAL BİR HÜKÜMET oluşturma çabasını artırmalıdırlar. Cumhuriyet programını kâğıt üzerinden alıp, yaşama geçirmelidirler.
AKP’den kurtulmanın en kestirme yolu budur.
Hiç zaman kalmamıştır…
İşçi sınıfı artık direnişe geçmeli. Öncülük yapmalı. Ezilen, sömürülen tüm Türkiye’nin sesi olmalıdır. ÇÜNKÜ ONLARIN ZİNCİRLERİNDEN BAŞKA KAYBEDECEK HİÇBİR ŞEYLERİ YOKTUR.
İşçi sınıfı, emeklinin de sesi olmalıdır. Tütünü, pamuğu, şeker pancarı elinden alınıp açlığa mahkûm edilen köylünün, bordro tutsağı memurların, dükkânını siftahsız kapatan esnafın da sesi olmalıdır.
Bunun sevindirici, umut verici belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştır. Toplantılar yapılmaktadır. İktidar yanlısı sendika yöneticilerinin kirli çıkar ilişkileri, işçileri uyutma politikaları mahkûm edilmektedir. Güneş yüce dağların arkasından doğmak üzeredir.
İşçi direnişleri, ekonomik mücadelenin, hak, hukuk mücadelesinin yanında “vatan savunması”na dönüşme yolundadır.
Cumhuriyete, demokrasiye inanan, her çeşit baskının, zulmün karşısında yer alan tüm örgütler, kişiler el ele, gönül gönüle verip, sonuca ulaşıncaya dek işçi sınıfının öncülüğünde direnişe geçmelidirler. Genel grev de dâhil her çeşit direnişi gündeme getirmelidirler.
Bu çağrımıza kulak verip, ateşten gömleği sırtına geçirecek olan tüm yurtseverlere şimdiden selam olsun!
Ali Eralp, 15 Ekim 2011