İSKELET MİLLET
Çetin Altan, on-oniki yıl önce Polonya asıllı Adam Mickiewicz’in bir şiirinden alıntı yaparak, kendince bir ‘Millet’ tanımı yapmaya çalışmıştı.
Dizeler şöyle: “Sanki nedir milletler/ Prangaya mahkûm iskeletler”.
Devlet-Ulus’un Sonu başlıklı çalışmamızda, bu savı ve ‘Ulus’ kavramını derinliğine ele almıştık.
Kolaycı bir yaklaşımla ya da alışılageldiği üzere ‘Ulus’ kavramı ile ‘Millet’ terimi sanki eş-anlamlı imiş gibi kullanılmaktadır.
Oysa aralarında dağlar kadar fark vardır.
Ve iddia ediyorum, Türkiye’de benim diyen hiçbir akademisyen bu ayırımın üzerinde ne düşünmüş ve ne de kalem oynatmıştır.
Geçiyorum, ama, madem bu yazıda ‘argo’dan devam edeceğiz, “göbeğinden atan her çokbilmişle bu konuda tartışmaya hazırım” diyerek geçiyorum.
Geçerken, Marx’ın Hegel’e de gönderme yaparak, İskoçya’da Galler, Fransa’da Brötonlar, İspanya’da Bask’lar için ‘halk artığı’ (déchet de peuple) dediğini anımsatmak gerekebilir.
Denilebilir ki, İngiliz, Fransız ya da İspanyol ‘Ulus’ları içindeki bu halk kesimlerini ‘millet’ olarak tanımlamak daha doğrudur.
Osmanlı’daki Ermeni, Rum, Kürt ya da benzeri ‘halk’ların ‘Millet’ olarak tanımlanması gibi.
Ne var ki, sözde siyaset, sosyoloji vb ‘bilim’lerdeki aşırı uzmanlaşma sonucu, ‘çok ulusluluk’ gibi bir ‘ucube’ terim türetilmiş bulunmaktadır.
Ayrıntısına girmenin yeri burası değil.
Biz gerek Adam Mickiewicz ve gerekse onda bir cevher bulan Çetin Altan’ın ‘prangaya mahkûm iskelet’lerine dönecek olursak, onlara şu anlamda katılabiliriz:
Günümüz Türkiye’sinde, AKP Genel Başkanı ve şürekasının ‘Millet, millet’ dedikleri gruplar gerçekten ‘prangya mahkûm iskeletler’dirler.
‘Şahsım Devleti’nin ‘mahkûm iskeletleri’...
Beyinlerini kiraya vermiş olanlar.
Ve hatta bedelerini kiraya vermiş olanlar.
Değil mi ki, onların ağababaları, yani ‘lider’leri, ‘Mehdi’leri ve artık neleri ise o olan varlık, ‘mahkûm edemediği’ halk kesimlerine her türlü hakaret etmekten çekinmemektedir.
Geçenlerde bu küfürlere karşılık, bu ‘Uzun Adam’, ya da argo deyimiyle bu ‘Dellek’e, ‘Dümbük’, ‘Dürzü’, ‘Deyyus’, ‘Dingil’ gibi sıfatları gönül rahatlığıyla yakıştırmaktan çekinmedim.
Madem ‘Millet’in dili’ kullanılacak, Türkiye’de o ‘millet’, öfke ve kızgınlığını işte bu tür sözcüklerle dile getirmektedir, nokta.
Türk ‘Ulus’una gelince, kuşkusuz sözünü söylemeden önce, lafını boğazındaki ‘dokuz boğum’dan geçirmek terbiyesi almış olandır.
Diğer yurttaşlarını kırmamak için elinden geleni yapmayı öğrenmiş olandır.
Başkalarına tepeden bakmamayı içselleştirmiş olandır.
Kısaca ‘Ulus’ olmanın ‘Erdem’ine ulaşmış olandır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘Kurmuş’ olandır.
Ne yazık ki, Türk Ulusu’nun kurmuş olduğu bu ‘Devlet’, hile ve desise ile işbu ‘halk artığı’ bir ‘Millet’in eline geçmiş bulunmaktadır.
Kökü kazınasıca bu ‘artık’, bu ‘tafra’, bu ‘cerahat’, bu ‘irin’, her ne denirse o, bu ‘Ulus’un yakasından bir an önce düşürülmelidir.
Aksi takdirde, ta 1200’lü yıllardan buyana, ‘birlik’, ‘beraberlik’, ‘kardeşlik’ ve ‘eşitlik’ duygularını dile getrimek üzere keşfedilmiş bulunan ‘Ulus’ kavramı da anlamını yitirecektir.
İşte o zaman, ruhu gidecek ‘iskelet’i kalacaktır.
Öyleyse, ‘Tırnak ile diş ile’, ‘kitap ile düş ile’ ve elde kalan her ne ise onunla, Ulus’un bağrına saplanmış bulunan bu ‘Ur’un temizlenip atılması gerekmektedir.
Yoksa, bu tür hakaretler karşısında ‘nefs-i müdafa’ yapmak zorunda kalınacaktır ki, o da pek uzak görünmemektedir.