İslam ve Laiklik
Nedir laiklik?
Laiklik, toplum ve devlet düzeninin akla ve bilime dayalı olmasıdır. Din-devlet ayrımı, ya da din ve vicdan özgürlüğü, bu bütünün birer parçasıdır.
Laikliğin ortaya çıkışını zorunlu kılan iki temel neden var.
Birincisi; farklı inançtan insanların barış içinde bir arada yaşamalarını sağlamak. İkincisi; değişen koşullara, aklın ve bilimin ışığında çözüm arama yolunu açık tutmak.
Bu gereksinme ilk kez Batı'da, Hristiyan dünyası içinde doğmuş. Çünkü din savaşlarını, mezhep ayrımı nedeni ile komşuların birbirini öldürmesini ilk kez onlar yopun olarak yaşamışlar. Din adına yapılan baskılarla, onlar bin yıl kadar süren karanlık bir dönem yaşamışlar.
Ve gericilikten ve kardeş kavgasından kurtulmanın ön koşulu olarak laiklik gündeme gelmiş.
* * *
Acaba onları laikliğe zorlayan nedenler İslam dünyasi için geçerli değil mi? Anadolu müslümanları için geçerli değil mi?
Hristiyanlık uzun bir geri ve karanlık dönem yaşarken, İslam aydınlıktaydı.Endülüs müslümanları, sanatta, bilimde, felsefede çok ilerideydiler. Bir İbni Rüşt çıkıyor, ''Tanrı'ya imanla değil akılla ulaşılabilir'' diyordu. Ve sadece İslam düşünürlerini değil, Hristiyan din adamlarını ve düşünürlerini de etkiliyordu.
Bundan birkaç yıl önce, ANAP'lı bir milli eğitim bakanı, ders kitaplarından Darwin'in evrim kuramını çıkattırdı.. Niçin?. İnsanın kökenini maymuna götürdüğü ve bu nedenle de dinsel inançlara ters düştüğü için.
Oysa zamanımızdan yaklaşık elli yıl önce yaşamış olan bir İbni Haldun vardı. Tunuslu bir İslam bilgini, 'Mukaddime'' adlı kitabında neyi savunuyordu biliyor musunuz? İnsanın kökeninin maymuna kadar değil, bitkiye kadar uzandığını..
Yanlış olup olmaması önemli değil!
Asıl önemli olan, İbni Haldun'un bunu yazabilmiş ve yazdığı için de başına birşey gelmemiş olması.. Kimsenin ne onu, ne de kitabı yakmaya kalkışmamış olması.. Hatta tam tersine, toplumda ''dini bütün bir müslüman'' olarak da saygınlığını sürdürmüş olması..
İşte o zamanlar İslam dünyası aydınlıktaydı ve ilerdeydi. Ama ne yazık ki, Hristiyan dünyası -laikliği de içeren- bir Aydınlanma Devrimi ile karanlıktan ve gerilikten kurtulurken, İlsam dünyası aydınlıktan karanlığa geçti.. Kaçınılmaz olarak geri kaldı.
Osmanlı'da ilk gözlemevi, Şeyhülislamın fetvası ile top atışıyla yıkıldı. Astronomi, matematik, ilk çağ tarihi kitapları, kitaplıklardan Şeyhülislamın fetvası ile atıldı, yakıldı.
Basımevi, bulunmasından çok geçmeden Osmanlı'ya geldi. Hatta 1660 yılında padişahın başçevirmeni Ali Bey, Tevrat ve İncil'i Türkçeye çevirdi ve basıldı. Ama aynı basımevinin müslümanlar için kullanılabilmesi için iki yüzyıldan fazla zaman gerekti.. Hele Kuran'ın Türkçe basılabilmesi için, Atatürk'ün laik Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması beklendi!
Yapılan araştırmalar -laik Türkiye dışında tutulursa- tüm İslam dünyasının bilimin ve teknolojinin gelişmesine katkısının sıfır dolaylarında olduğunu gösteriyor. Koskoca Arap dünyasının bilime ve teknolojiye katkısı, küçük bir İsrail'in sadece yüzde 4'ü kadar..
Bunun suçu elbette ki dinde olamaz!Eğer olsaydı geçmişte de Hristiyan dünyası ilerde İslam dünyası geride olurdu.
* * *
İnanç kavgaları nedeni ile çıkan acımasız kavgaları biz de yaşadık ve yaşıyoruz. 1978'de Kahramanmaraş'da yüzden fazla insanımız komşuları tarafından öldürüldü. Arkasından bir Çorum kıyımı meydana geldi.. Ve daha birkaç yıl önce Sivas'ta olanları biliyoruz. 37 pırıl pırıl insanımız,inançlarından dolayı, düşüncelerinden dolayı, çıra gibi yakıldı!
Dini bir çıkar aracı gibi kullananların baskılarıyla, koyulaşan geriliğin bazı örneklerini ise yukarda gördük.. Laikliği Batı'da zorunlu kılan koşulların bizim için de geçerli olduğu açıktır.
Geriye, yanıtlanması gereken bir soru kalıyor: Laikliğin Hristiyanlık ile bağdaşıp, Müslümanlıkla bağdaşmayacağı savları doğru mu?
Hristiyanlık, çok güçlü bir merkezi otoritenin bulunduğu Roma İmparatorluğu toprakları üzerinde doğdu. Roma eşitsizlik, kölelik, sömürgecilik üzerine kuruluydu. Oysa İsa'nın insanların eşitliliğine dayalı bir söylemi vardı. Öyleyse -ezilmekten kurtulmak için- Roma'ya güvence vermek gerekiyordu.
''Sezar'ın hakkı Sezar'a, Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya'' sözü işte bu koşulların ürünüdür. Buna dayanarak, Hristiyanlığın din-devlet ayrımı içerdiğini söylemeye olanak yoktur.. Nitekim kendisi güçlenip de Roma zayıflayınca, Hristiyanlığın da tavrı değişmiştir:
''Ruh bedene üstündür. Öyleyse ruhun iktidarı da bedenin iktidarına üstün olmalıdır!''
Papa'ların kralları, imparatorları ''aforoz'' ettiğini, edebildiğini bilmiyor muyuz? Afaroz edilenlerin karda kışta Papa'nın şatosuna gidip, ayaklarına kapanıp af dilediklerini ve ancak bu sayede tahtlarını koruyabildiklerini unutabilir miyiz?
* * *
Hristiyanlık üç yönetim biçimi yaşadı.
Dinin devlete egemen olduğu, zamanla engizisyon işkencelerinin devreye girdiği yönetim biçimi.. Bizans'taki gibi kralın kiliseye -yani devletin dine- egemen olduğu yönetim biçimi.. Ve üçüncü olarak da laiklik.
Bu yönetim biçimini Anadolu'da biz de yaşadık.
Anadolu Selçukluları'nda ve Osmanlı'nın yükselme döneminde devlet dine egemendi. Sadrazam devlet işlerine, Şeyhülislam da din işlerine bakardı. Padişah kızdığında Şeyhülislam'ın kafasını bile vurdururdu.
Osmanlı hiçbir zaman hırsızın kolunu kesmedi,içki içene ağır ceza vermedi, kocasını aldatan kadını taşlatarak öldürtmedi. Hatta faizi yasaklamadı. Bazı fadişahlar ferman çıkararak, o yılın faiz oranlarını bile ilan ettiler.. Ünlü Fatih Kanunnamesi'nin hiçbir yerinde şeriat yoktur. Osmanlı'da ''şeriat hukuku'' değil ''örfi hukuk'' egemendi...
Osmanlı'nın duraklaması ve giderek gerilesi ile durum tersine döndü. Dinci güçler devlete egemen olmaya başladılar. Her ileri atılım,''din elden gidiyor'' çığlıkları ile boğuldu.
Ve Atatürk laikliği getirdi. Anadolu yeniden aydınlığa döndü.
* * *
Kuran bir ahlak kitabıdır, hukuk kitabı değil!
Hukuk hükmü içeren ayet sayısı sadece 55'tir. Ve bunlar da aile hukuku ve kısman de borçlar hukuku ile ilgili hükümlerdir.
Hristiyanlığın tersine, İslam dini merkezi otoritenin bulunmadığı, aşiretlerin, kabilelerin yan yana yaşadığı bir ortamda doğdu. Bu nedenle de Hz.Muhammed bir yandan dinini yaymaya çalışırken bir yandan da devleti kurmak zorunda kaldı. Boşluğu doldurdu.
Şeriatı uygulama savında olan devletlere bakın! Hangisinin yönetimi birbirine benziyor? Hangisinin uygulamaları aynı? Var mıdır Kuran'da Suudi Arabistan'daki gibi, insanlara sokakta namaz kıldıran bir ''din polisi''?
Ve var mıdır, laikliği kabul etmemiş bir İslam ülkesinde, demokrasi ve aydınlık?
Fransız müslümanlarının manevi önderi, Arap kökenli Şeyh Abbas'ın, Avrupa'daki müslümanlar konusunda geniş kapsamlı bir araştırma yapan gazeteci-yazar Sıtkı Uluç'a söyledikleri daha çok taze:
''Türklerin Ata'sı dine karşı savaşmadı, cehalete karşı savaştı!''
Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI