İstanbul seçimi ve yeni 'açılım' paketleri
İktidarın, her milli meseleyi iç siyaset malzemesi yapmasına alıştık. Dış politikayı, iç siyasette araç olarak kullanmasının, kendi tabanında işe yarasa da, dünyada karşılık bulmadığını da biliyoruz. “Eyy Almanya!, Eyy Hollanda!, Eyy İsrail, Eyy ABD” ile başlayan tümcelerden sonra, Alman iş insanlarına ne vaatlerde bulunulduğu, Türkiye’de tutuklu bulunan Türk kökenli Alman gazeteci Deniz Yücel’in cezaevinden çıktığı, Hollanda şirketlerine hangi ihalelerin verildiği, İsrail-Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin nasıl hızla ve İsrail lehine geliştiği, ABD’li rahip Brunson’un nasıl serbest bırakıldığı da hafızalarımızda.
Ne var ki, bu kadar çok yanlışı üst üste yapan bir kadroda bu durum alışkanlık yaratıyor. Bilgi eksikliğinin, dil sürçmesinin ötesinde, kafa karışıklığına sebep oluyor. Sonra hemen düzeltme yapılsa da, “sehven oldu” dense de, inandırıcı olmuyor.
Birincisi, ülkemizin beka tehdidi yaşadığını, ateş çemberinden geçtiğini vurgulayan iktidar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin asker mevcudunda, eğitim ve disiplin anlayışında zaaf yaratacak bir adım atıyor. Yeni askerlik kanunu tasarısı, jeopolitik risklerin arttığı, stratejik çelişkilerin yaşandığı bir coğrafyada ve dönemde, çok sorunlu maddeler içeriyor. Dahası, kamuoyunda parası olanın askere gitmeyeceği yönünde bir algı gelişiyor. Kamu vicdanında eşitlik inancı zedeleniyor. Binlerce yıllık kurumsal geçmişi, geleneği, birikimi olan Türk ordusunun, halk nezdindeki itibarı, saygınlığı; belleklerde ve yüreklerde oluşmuş, “Türk ordusu, halk ordusudur”, “Ordu, millet özdeştir”, “Vatan Mehmetçiğe, Mehmetçik Türk Milleti’ne emanettir” düşüncesi olumsuz etkileniyor. Konunun uzmanları, emekli komutanlar, Türkiye Emekli Subaylar Derneği, çekincelerini, eleştirilerini maddeler halinde açıkladılar. Yeni askerlik kanunu tasarısını, “tarihi bir hata” olarak nitelediler. Ama uyarılar dikkate alınmıyor.
Yeni ‘açılımlar’ mı geliyor?
İkincisi, Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Binali Yıldırım’ın, Fener Rum Patriği Bartholomeos için yaptığı, “ökümenik” açıklaması. Yıldırım, her ne kadar sosyal medya hesabından bu ifadeyi hemen silse de, onun oturduğu koltuklarda oturmuş, onun deneyimine sahip, onun geldiği siyasi gelenekten birinin, patriğe “ökümenik” demesi, kolayca açıklanamaz. Yıldırım ve danışmanları; “ökümenik” ifadesinin Cumhuriyetin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’na aykırı olduğunu, yasalarda yerinin olmadığını, sonu “devlet içinde devlet olmaya” kadar varacak, çok tehlikeli bir gidişatın başlangıcını oluşturacağını bilmek durumundadırlar.
Üçüncüsü, yine Binali Yıldırım’ın Diyarbakır gezisinde yaptığı “Kürdistan” ve “Lazistan” vurguları. Bu sözler, İstanbul seçiminden sonra, yeni bir açılım sürecinin başlayacağı endişesi taşıyanları haklı çıkardı. Nitekim Türk Tarih Kurumu’nun önceki başkanlarından, eski Kayseri milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu uyardı: “Osmanlı Devleti döneminde Kürdistan eyaleti 1847’de kurulup, 1864’te kaldırılmıştı.” Yetkin hariciyecilerimizden, üretken tarihçilerimizden Bilâl N. Şimşir de, “Kürtçülük” (Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007) adlı kapsamlı çalışmasında konuyu etraflıca inceler.
Kısacası, belediye seçimlerini 31 Mart öncesi “beka sorunu” olarak gören iktidar, 23 Haziran öncesinde ise yeni açılımların zemini olarak kullanıyor.
Barış DOSTER, 15 Haziran 2019