YAŞAYAN MÜZELER… Dr. Noyan UMRUK
Boğaz’a nazır kamu binaları rezidansa, otele dönüşecek...
Maliye Bakanlığı Teşkilat Kanunu’nda değişiklik yapan ve Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı kurulmasına imkan veren kararnamenin içinde dikkatlerden kaçan bir madde yer aldı. Bu maddeye göre Maliye Bakanlığı Hazine arazileri üzerinde imar yetkisi aldı. Maliye devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazları farklı projeler için değerlendirebilecek. Plan değişikliklerini belediyeler 3 ay içinde onaylamazsa planlar Milli Emlak tarafından re’sen onaylanacak.
Bir Maliye yetkilisi değişikliğin nedenini şöyle izah etti: Bugün İstanbul’da Boğaz’a nazır bir çok kamu binası bulunuyor. Kamu kuruluşları, bubub bu binalar yerine yine kent içinde farklı bir bölgede de faaliyetini sürdürebilir. Boğaz’a nazır kamu binalarının bulunduğu alanların bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otel alanına dönüştürülebilir. Bu şekilde satışa çıkarılabilir. Araziler çok daha yüksek bedelle ekonomiye kazandırılabilir.
Şimdi, sıra İstanbul Boğazı'ndaki eğitim-öğrenim ve kültür yuvalarına geldi. Kültür fakiri, kültür bakanının "son procesi"! bu. Gözleri şimdi de Kuleli, Galatasaray, Kabataş gibi asırlık eğitim yuvalarında. Otel(Selimiye Kışlası ne güne duruyor efendiler!!!), müze yapacaklarmış. Telaşa lüzüm yokmuş,henüz düşünüyorlarmış hazretler. Tartışmanın ne sakıncası varmış, geri kafalı olmamak lazımmış. Ne hikmetse, hep böyle başlıyor bu iş bağlamalar...Bunların da yöntemi bu."Kurbağayı kısık ateşte pişirme yöntemi" diyorlar buna. Müze bahane, bunlar zaten "Yaşayan Müzeler". Asıl niyet, boğazın tümü ile 5 yıldızlı otellere peşkeş çekilmesi. Oralarda bu ülkenin çocukları, gençleri okuyor beyler, onlar sizlerin bilmem kaç yıldızlı yıldızlı otellerinize giremezler...
Bunların gözünü rant ve para hırsı bürümüş, İstanbul gibi tarihi kentlerin kimliğini, fiziki ve sosyal dokusunu oluşturan nostalji, vefa, kadir, kıymet bilirlik gibi duygu ve birikimlerden o denli yoksunlar ki...Tarih bilinci, kültür ve duygu fakiri bunlar...İngiltere'de Eton Kolejini, Oxford ya da Cambridge'i, Fransada Sorbonne'u, İtalya' da La Sapienza'yı otel ya da müze yapmaya kalkın bakalım, değil İngiltere, Fransa, ya da İtalya bütün Avrupa ayağa kalkar. Çünki; bu bilim yuvaları evrensel bilim odakları olmaları yanında, tarihsel fiziki mekanları, kokuları, ağaçları, bahçeleri, yemekhaneleri, yemek tür ve lezzetleri, havuzları, spor alanları ile yaşarlar; sosyo-kültürel anlam ve değer kazanırlar. Giderek, bu evrensel bilim yuvaları tarihi, turistik değerlere dönüşür, "Yaşayan Müzeler" olurlar.
Bu ülkelere gidebildiğimde, inanın, ilkönce bu yaşayan "Yaşayan Müzeler"e koşturuvermiştim.
Örneğin; Londraya 2 saatlik mesafede, yemyeşil kırsal nitelikli bir kasabada bulunan Oxford'u,yemekhanelerini, yatakhanelerini, yılların güzelleştirip, köklerini tarihin derinliklerine saldığı ağaç ve bahçelerini, anfi ve dersanelerini,tarih ve eski kağıt kokan kütüphanesini, dağınık ve sıcak görünümlü profesör odalarını adeta zaman tünelinden geçercesine gezmiş, ders çıkışında, kızlı-erkekli öğrencilerin,geleneksel pelerinli giysileri içinde cıvıl cıvıl şakalaşmalarını gıpta ile gülümseyerek izlemiştim.
Paris'e gidebildiğimde ise, ilk gittiğim yer Saint Michelle bulvarının hemen arkasında Quartier Latin'deki(Paris'in öğrenci mahallesi) Sorbonne oldu. Heybetli binası, koca koca anfileriyle biraz ilerisinde "Düşüncelerinize katılmıyorum,ama düşüncelerinizi söyleyebilmeniz için, canımı verebilirim" diyen Voltaire'in yattığı Pantheon'u selamlıyordu, sanki Sorbonne. Ateşli siyasi tartışmaların yapıldığını duyduğum, duman altı olmuş öğrenci tuvaletlerine girmiştim Sorbonne'un. Tartışmalarını dinlerken öğrencilerin, "Şurada okuyamadık, bari tuvaletini kullanalım" diyerek, pisivara yöneldiğimi anımsıyorum,kendi kendime gülerek..
La Sapienza'da ise, konuk öğretim üyesi olarak, doktora çalışmalarım için bulundum, bir yıl. Değil La Sapienza, Tüm Roma'nın tarihi ile içiçe nasıl yaşayabildiğini, Roma'nın üçte birini oluşturan "Centro Storico"(Tarihi Merkez)deki yapıların, başta kültür egitim ve kamu hizmeti olmak üzere, nasıl kamu amaçlı olarak kullanılabileceğini, her yıl planlı bir şekilde "Centro Storico"nun bir bölümünün nasıl restorasyona tutulabildiğini, kentin göbeğinde aynen muhafaza edilen, Antik Roma(Foro Romana)' nın tepesinde, Acropol'den daha görkemli bir görüntü sunan Campidoglio'nun Roma Belediye Başkanlığı olarak kullanıldığını hayranlıkla izleyebilmiştim, tanrıya şükür.
Bunların ise, gözünü toprak doyurur, dostlar. Bunlara, toplumsal, ulusal, tarihi değerlere saygı ve özen gösterme gibi erdemler bir şey ifade etmez. Akıllarındaki, varsa,yoksa, birilerine trilyonlarca liralık rantlar sağlamak, "biracıcık da" bundan çimlenmektir. Herşeyi satıyorlar..Mayın temizleme bahanesi ile ülkenin en değerli topraklarını ve onurunu da piyasaya sürdüler, şimdi de tarihini, kültürünü piyasaya sürüyorlar...HAYDARPAŞA’YA …Tren seferleri kaldırıldı…Türkiyenin, dünyanın en tarihi garı…Ne melanet düşünülüyor acep? Israrla izlemek gerek.
NE YAPMALI?
Kendisini almaya geldiklerinde arkasında kimseyi bulamayan rahibin anekdotunu biliyorsunuz değil mi? Kabataş Lisesi, Anadolu Denizcilik Meslek Lisesi Ve Yüksek Denizcilik Meslek Okulu dernekleşerek, bir platform oluşturmuşlar. Galatasaray Lise ve Üniversitesi ise zaten örgütlü.
O halde; sesli düşünürsek:
-İstanbul ve özellikle Boğaz'daki diğer bilim, eğitim ve kültür yuvaları da, kendi platformlarını oluşturmalı,
-Bu platformlar sür'atle dernekleşmeli,
-Dernekleşmiş olanlar ile dayanışma ve işbirliğine gidilmeli, kamuoyu oluşturulmalı,
-Tüm bu dernekleri kapsayan bir üst platform geliştirilmelidir.
Bu, her uygar yurttaşın, hele hele İstanbul'lunun vicdani sorumluluğudur.
Dediğiniz gibi su katılmamış bir vandalizm ya da hayasız bir kapitalizm örneği. İçim kararıyor, midem bulanıyor.
İstanbul olmayan bir İstanbul yaratılıyor, bir Hong Kong...Görgüsüzlük, utanmazlık, tecavüzcülük had safhada...
Yazıklar olsun Valiliğe, Belediye Bşk.larına, Kültür Bakanına...Demek ki, bunca eğitim, bunca makam, bunca mevki
hiç bir şey vermemiş bu zavallılara...Sıra boğaz kıyılarındaki şehrin simgesi olan asırlık irfan yuvalarına, kamu
binalarına, garlara geliyor. Ve de çoooook ama çok yazık oluyor yedi kocadan bakire, ama sekizinciden perişan
İstanbula, dünyanın en güzel şehrine...Dr. Noyan UMRUK
--------------------------------------------------------------------------------
From: ctuzun@doruk.net.tr
Date: Sat, 8 Dec 2012 09:46:11 +0200
To: taksimplatformu@googlegroups.com; taksimdayanismasi@googlegroups.com; bsdp@yahoogroups.com; bsb@listweb.bilkent.edu.tr; ayaspasa@yahoogroups.com; galatayk@googlegroups.com; aydinlanmaatesi@yahoogroups.com
Subject: [Bsb:3657] istanbul'un tadı iyice kaçtı
Çocukluğumda anaokulları pek yaygın değildi. Anne ve babam çalıştıkları için gündüzlerimi geçirmem için harika bir çözüm bulmuşlardı. Tophane'de Kılıçali Paşa külliyesi içinde leventlerin yetim çocukları için inşa edilmiş olan yetimhane binası Çocuk Esirgeme Kurumu yuvası olarak kullanılıyordu. Çocuk Esirgeme Kurumu yuvasında para ödeyerek kalan tek çocuk bendim. 60'lı yıllar. Pazar günleri teyzemle gittiğimiz sinema öncesi ya da sonrasında İnci de yediğimiz profiterolleri yuvadaki arkadaşlarıma anlatmaya çalışmıştım. Bilmiyorlardı. Öğretmenimiz sert bir sesle beni yanına çağırıp arkadaşlarımın öyle güzel tatlılar yeme olanağı olmadığını, onları kıskandırmamam, üzmemem gerektiğini anlatmıştı. Utancımdan lise yıllarıma kadar bir daha profiterol yemedim. Üniversite yıllarımda İstanbul'a neredeyse her gelişimde mutlaka uğranacak yerler arasında İnci Pastanesi vardı. Tabaktaki çikolatalı sosu en iyi sıyıran en iyi İstanbulluydu. İlerleyen yıllarda yurtdışından gelen bir konuğum olduğunda ne yapıp edip İnci'de profiterol yemeyi programa sıkıştırırdım.
Sümerbank özelleştirildiğinde yeni patronu bankanın eski müşterilerine kalabalık bir yemek daveti vermişti. En eski bir kaç müşteriye plaket vermek için sahneye çağırdılar. Luka Zgoridis'le birlikte sahnedeydik. Mikrofona davranıp benim için böyle bir vesileyle de olsa İnci Pastanesi'nin kurucusu, sahibi Luka Bey'le yanyana gelmenin plaket almaktan daha büyük bir onur olduğunu söyledim.
Musa Ateş'i pastanenin en kıdemli çalışanı olarak çocukluk yıllarımdan beri tanırım. Dün sabah mimarlar odası İstanbul şubesinde bir toplantıdayken Radikal'den Elif İnce haber verdi İnci'nin tahliyesini. Odadan arkadaşlarım, avukat Can Atalay, ben atladık taksiye, doğru İnci'ye. Musa Abi öfkeli, şaşkın. 5 Aralık'ta yargıtay onaylamış tahliye kararını. İstanbul'daki icra memurluğuna APS ile yollanmış. 7'si sabahı sabah 9.30'da önceden herhangi bir bildirimde bulunmaksızın kapıya kamyonlarla dayanmışlar. Yahu bir kaç gün izin verin eşyalarımızı taşıyalım. Yok. Yarım saat içinde boşaltın dükkanı yoksa biz boşaltacağız. Bari 1-2 saat verin yiyecekleri, pastaları fakir fukaraya dağıtalım. Yok. Eşyalardan bir bölümü apar topar Mis Sokak'ta boş bir dükkana taşınabildi. Kalan bütün eşyalar tahliye ediliyor kisvesi altında vahşice yok edildi.
Ekteki fotograf sunucu izin verip de sizlere ulaşacak mı bilemiyorum. Elinde balyoz olan işçi iktidarın avukatının getirdiği ekipten. İçinde tepsiler, üzerinde tabaklar dolusu profiterel servisi yapılan buzdolabını tahliye ediyorlar. Diğer birinin elinde buzdolabının henüz buzları çözülmememiş bir parçası.
Duvara monte edilmiş tamamı el işçiliği ahşap oymalarla bezenmiş dekoratif dolapları parçaladılar. Her birinden hepsi mutlu yüzbinlece insanın görüntüsü geçmiş 68 yıllık aynaları tuz-buz ettiler. Cam, ayna kırıkları ve artık sobada yakılacak oduna dönmüş güzelim dolapların kalıntılarını kamyona doldurup, utanmadan "bu mobilyaları almayacak mısınız" diye sordular.
13 saat boyunca Musa abi başta olmak üzere İnci'nin emektarlarıyla birlikteydim. Gün boyunca dostum, arkadaşım avukat Can Atalay da bizimleydi. Taksim Dayanışmasının bileşeni olan çeşitli kuruluşların temsilcileri, yurttaşlar gün boyunca destek olmak için ne yapabiliriz diye İnci'ye akın ettiler. Gözyaşları gün boyu dinmedi.
Dün içeriye çok sayıda fotograf ve film kamerası sokabildik. Çekilen fotograf ve filmlere umarım ulaşabileceğim. Önümüzdeki günlerde iktidarın nasıl bir vandallık içinde olduğunu daha ayrıntılı belgeleyebileceğim.
Güç ve iktidar sahiplerinin vandallığı yüzünden İstanbul'un tadı bir kez daha geri gelmeyecek şekilde kaçtı.
Dün buraya bir inşaat yapacak Kamer İnşaatın, AKP'nin temsilcileri de ellerini ovuşturarak ortalıkta dolaşıyorlardı. Yüzlerine karşı İstiklal Caddesinin ortasında derin bir "ah" çektim. Şaşkınlıkla bana baktılar tek kelime söyleyemeden kaçtılar. Para kazanacaklarını düşünüyorlar. Ahım yaşadıkları sürece yük olacak onlara. İnci'nin 19 çalışanının, ailelerinin ve İnci'den tat alanların ahının, vebalinin altında kalmalarını diliyorum. Bunun için elimden geleni ardıma koyarsam namertim.
Cem TÜZÜN
.
__,_._,___