Dinci basının nakaratı günlerdir sürüyor: "Masonlar düğmeye bastı!" "Laiklik mitinglerinin arkasında mason locaları var!" "Başörtüsü yasağını mason biraderler savunuyor!"
Hiçbir belge ve bilgiye dayanmadığı halde bu iddiaları sürekli tekrarlayan dinci basın, bu topraklara masonluğu kimlerin getirdiğini; önde gelen bazı din adamlarının mason olduğunu biliyor mu? Sürekli alıntı yaptıkları, mücadelesinden övgüyle bahsettikleri bazı "İslamcı mücahitlerin" mason localarına kayıtlı olduğundan haberdar mı? Başörtüsü konusunda mason din adamlarıyla aynı görüşte olduklarını tahmin edebiliyorlar mı? Tarihleriyle yüzleşmeye hazırlar mı? İşte soruların yanıtları...
BUGÜN Türkiyede başörtüsü merkezli tartışmaların benzerini tam 100 yıl önce Osmanlının gazete ve dergileri de yaptı.
23 Temmuz 1908 tarihi, kimilerine göre sadece II. Meşrutiyetin ilanıdır; kimilerine göre ise bir burjuva devrimidir ve Kemalist devrimlerin temelidir.
II. Meşrutiyet, Osmanlının siyasal ve kültürel hayatında köklü dönüşümlere neden oldu.
En büyük devrim ise kadının toplumsal hayattaki yeri konusunda oldu.
Kadın sokağa çıkmaya, çalışmaya, dergi/gazete çıkarmaya, dernekler kurmaya, dükkánlar açmaya, sinemaya-tiyatroya gitmeye başladı.
Bu durum tartışmaları da beraberinde getirdi.
Dönemin yayın organlarında kadın merkezli tartışmalar oldu.
Üç grup vardı: Batıcılar, Türkçüler ve İslamcılar...
ÖRTÜNMEYİ SAVUNAN MASON DİN ADAMI
İslamcılar, kadınların evden çıkmalarından hiç hoşnut değillerdi.
Bunlardan biri de, Şeyhülislam Musa Kâzım Efendiydi:
"Şeriatımızda emredilen şeylerden biri de Müslüman kadınların kendilerine mahrem olmayan kimselerden örtünmeleridir ki; o da saçları dahil vücutlarını ziynetten (süsten) arındırılmış bir şeyle, şehveti celp etmeyecek bir elbiseyle örtmekten ibarettir."
"Eve ait vazifeleri kadına, ev dışındakileri kocaya yüklemek gerekir. Bunun aksi olamaz."
"Bir de kadınların yaratılış gayeleri, onların sırf dünyaya çocuk getirmeleri ve o çocukları terbiye etmelerinden ibarettir."
"Çok kadınla evlilikte, insanlığa ve medeniyete aykırı bir şey yoktur."
(Sırat-ı Müstakim, sayı 1, 2, 3; yıl 1908; Aktaran İ. Kara, Türkiyede İslamcılık Düşüncesi, I)
Bu sözlerin sahibi Musa Kâzım Efendi (1858-1920) bir Şeyhülislamdı.
Ve aynı zamanda masondu.
Osmanlının "ilerici partisi" İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesiydi.
Nakşibendiydi...
Türkiyenin en büyük mason kuruluşu, "Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası" belgelerinde, mason olan ünlü din adamları arasında sadece Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi yoktu.
Üç şeyhülislam vardı...
Osmanlı Devletinin 118. Şeyhülislamı Mehmed Ziyaüddin Efendi (1846-1917) de masondu...
Mason şeyhülislamlardan biri de Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) idi.
Kadınların bırakın çalışmasını, tek başına sokağa çıkmasına bile karşıydı.
Yani, kadın toplum hayatı içindeki yeri konusunda "mason biraderi" Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi ile aynı görüşteydi.
Ama ayrı oldukları konular da vardı:
"Biraderi" Musa Kâzım Efendinin üyesi olduğu İttihat ve Terakki Cemiyetine muhalifti.
Hürriyet ve İtilaf Fırkasının üyesiydi.
Bu farklılığı yazmamın nedeni var:
Dinciler, tüm masonları aynı siyasal görüşte sanıyor!
Bunun örneklerini görmeye devam edeceğiz...
Bugün birçok masonun, "biraderleri" Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendinin şu görüşlerini öğrendiklerinde çok şaşıracağına eminim:
"Benim elimden gelse Türkleri Arap yaparım, diğer Müslümanları da. Bunların vaktiyle Araplaşmadığına da çok eseflenirim. Arap dili, ne Türk diliyle ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olup da onunla iftihar edeceğine büyüğüne sahip olarak onunla iftihar etmesi daha kárlı ve makul olur." (Yarın Dergisi, 14 Nisan 1930)
Bu düşüncede bir din adamının, Kuvayı Milliyecilere karşı fetva vermesine, Sevr Antlaşmasını savunmasına şaşırmıyorsunuz.
Ve dolayısıyla Mustafa Kemalin, Şeyhülislam Mustafa Sabriyi 150likler listesine koyup yurtdışına kovduğunu da anlayabiliyorsunuz.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Türkiyedeki Gümrük ve Tekel Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış olan Suat Hayri Ürgüplünün babasıydı.
Başbakan Ürgüplü de masondu.
İşin garip yanı, kardeşi gibi, siyasetle ilgilenen ve Demokrat Partiden milletvekili olan Münip Hayri Ürgüplünün de ağzından İslam, Müslümanlık vb. sözcükler düşmezdi!
Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası belgelerinde, mason olan din adamları listesi; Müderris Mahmud Esad Efendi, Berlin Sefareti Başimamı Mustafa Hafız Şükrü, Sefaret İmamı Haşim Veli, bir dönem Darülfünunda rektörlük yapan Babanzade Ahmed Naim Bey dile sıralanıyor.
Bu isimler öyle sıradan kişiler değildi.
Örneğin; Babanzade Ahmed Naim Bey (1872-1934), siyasal İslamcı düşünürlerin önde gelen isimlerindendi. İslamcı fikir hayatının oluşmasında büyük payı vardı.
Milliyetçiliğe karşıydı:
TÜRKLÜK DEĞİL MÜSLÜMANLIK ÖNEMLİ
"İrşadlarınız, hizmetleriniz Türklük adına değil Müslümanlık adına olsun. Türkler hitabı yerine daima Müslümanlar hitabını kullanınız. Cengizin yasasını bilmek, İlhanın yurdunu tanımak, Altınorduyu anmak bize lazım değil. Bize Muhammedin şeriatı, İslam yurdunu, İslam mücahitlerini bilmek, tanımak lazım gelir." (Ahmed Naim, İslamda Dava-yı Kavmiyet. s. 18 )
Laikliğe karşıydı:
"Hükümeti, dini korumak ve emirlerini yerine getirmekle şeran vazifeli bilen halkımız, hükümetin bu vazifeden imtina ettiğini hoş gördüğü gün, diğer dini vazifelerini de buna bağlı olarak ahlaki davranışlarını da, içtimai vazifelerini de ihmal eder." (Sebilürreşad Dergisi, 1918)
Siyasal İslamcı Babanzade Ahmed Naim, son devrin mutasavvıflarından Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendinin de damadıydı.
Sebilürreşad Dergisinin yazarlarındandı.
Sebilürreşad Dergisi deyip geçmeyiniz, bugün yayın hayatını sürdüren dinci gazete ve dergilerin temeli orasıdır!
Peki, Sebilürreşad nasıl doğdu?
Ve masonlarla ne ilgisi vardı?
Dinci basının arkasındaki masonlar
Sebilürreşad, "Müslümanların uyandırılması ve yüceltilmesi için" çıkarıldı. Derginin adı konusunda Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa bir teklifte bulundu: "Kurandan bir sayfa açalım, ne isim çıkarsa oradan alalım." Besmeleyle bir sayfa açtı. "İttebiuni ehdiküm Sebilürreşad" ayeti çıktı ve isim bulundu: Sebilürreşad.
Aralıklarla da olsa 1908den 1965 yılına kadar yayımlanan dinci Sebilürreşadın mali kaynağı Kavalalı Ailesiydi.
Osmanlının son yıllarını okuduğunuzda karşınıza sık sık "Sadrazam Mısırlı Said Halim Paşa"; "Vezir Mısırlı Halim Paşa"; "Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa" gibi "Mısırlı Paşalar" çıkar.
Ancak bu aile "Mısırlı" değildir!
Kavala Ailesinin atası ünlü Osmanlı paşası Selanik/Kavalalı Mehmed Ali Paşaydı.
Aile Mısıra hákim olduktan sonra "Kavalalı" adını bırakıp "Mısırlı" adını kullanmaya başladı.
Sebilürreşad Dergisinin isim babası ve finansörü Abbas Halim Paşa, Kavalalı Mehmet Ali Paşanın torunu; Abdulhalimin oğluydu.
Abbas Halim Paşanın ağabeyi ise ünlü bir isimdi: İttihat ve Terakki döneminde, dört yıl (1913-1917) sadrazamlık yapan Said Halim Paşa.
Sadrazamlıktan önceki görevi, İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteriydi; yani öyle sıradan bir İttihatçı değildi.
Kardeşi Abbas Halim Paşa ise İttihat ve Terakki döneminde önce Bursa Valisi, sonra Nafia Nazırlığı yaptı!
Ne diyor siyasal İslamcılar: "İttihatçıların arkasında masonlar vardır!"
Sanki dinci Sebilürreşadın arkasında yoklar.
İslamcı Sebilürreşadın yazarı Sadrazam Said Halim Paşa (solda) aynı zamanda masondu! (İlhami Soysal, Türkiyede ve Dünyada Masonlar, s. 380.)
İngiliz kaynaklara göre iki kardeş de masondu:
İngilterenin İstanbul Büyükelçisi Sir G. Lowther'in, İngiltere Dışişleri Bakanı Sir C. Hardinge gönderdiği "gizli" mahreçli raporlarda, İttihatçı-Yahudi ve Mason ilişkisini isim isim anlatmaktadır. (Prof. Eli Kidor, "Arabic Political Memories and Other Studies" Londra 1974; Aktaran, Gündüz Gazetesi, 19.5.1998.)
Durun bitmedi. Ailece masondular!
Abbas Halim Paşa ile Said Halim Paşanın babaları Prens Muhammed Abdülhalim Paşa da mason idi.
Üstelik Fransız Yüksek Şûra (Büyük Doğu/Grand Orient) üyeliğine kadar yükselmiş önemli bir masondu.
Mason olmakla kalmadı; 1861de Fransa Maşrık-ı Azamından patent alarak, "Şûra-yı Âl-i Osmani" adında Osmanlı locasını kurdu!..
Türkiyedeki masonlar aynı zamanda iyi bir Müslümandır. Ama gel gör ki dincilere bunları anlatmak zordur.
"Mısırlı" ailesinde mason çoktu:
1909da kurulan Türkiye Büyük Locasının kuruluşuyla ilgilenmesi için Avrupalı "büyük üstadlar" kimi görevlendirdi dersiniz: Mısırlı Prens Aziz Hasan Paşayı!
Yani Abbas Halim Paşa ile Said Halim Paşanın amcaoğlunu...
Sadrazam Said Halim Paşa, Sebilürreşadda bakın neler yazdı:
"Müslümanların kurtuluşu ve saadeti onların tam olarak İslamlaşmalarındadır." (Aktaran Kara, cilt I s 114)
"Osmanlı siyasi birliği, Avrupa Hıristiyan hükümetlerinde olduğu gibi milliyet esasına değil, İslam birliği ve kardeşliği esasına dayanmaktadır. (...) Kanun-u Esasimizi seçerken çok aldanmış olduğumuzu itiraf etmemiz lazım gelir." (İbid s. 144-145)
Sadece Sebilürreşadı desteklemediler.
Abbas Halim Paşa, Prof. Ömer Ferit Kam gibi "İslamcı düşünürleri" eğitim öğrenim için Avrupaya gönderdi. Mehmet Akif Ersoyun Mısırdaki finansörüydü.
İlginçtir: Her taşın altında mason parmağı arama paranoyaklığı Sebilürreşad ile Türk basınına girdi. Sebilürreşad hem masonlardan para aldı hem de her taşın altında mason aradı!
Dün bugünden farklı değil.
Dinci gazeteler masonları önce en yakınlarında aramalıdır! Soğuk savaş ürünü İlim Yayma Cemiyeti, Komünizmle Mücadele Derneği ve Aydınlar Ocağı kadrolarına bakmalıdırlar.
İşe, İlim Yayma Cemiyeti başkanlığı yapmış, hac ticaretiyle ilgilenmiş ve bu arada 9 Kasım 1967 tarihinde Murad Locasına kaydolmuş bir dinci kardeşleriyle başlayabilirler. Bu kesmezse, dinci önderlerinin hayatlarını incelesinler.
Hadi ikisini biz yazalım.
Mason İslamcı lider
DİNCİ Sebilürreşadın káğıdı ve parasının nereden/kimlerden geldiği ortada. Bunu öğrendik... Peki...
Bu derginin düşünce ideoloğu kimdi: Cemaleddin Efgani...
Said-i Nursi, Mehmet Akif, Eşref Edip, Şemsettin Günaltay, Said Halim Paşa gibi dergi yazarları en çok ondan etkilendi. Cemaleddin Efgani ve öğrencisi Muhammed Abduhun makaleleri Sebilürreşadda sık sık yer aldı. Ama nedense "Doğunun Çırpınan Şahini" Efgani ve öğrencisinin gizli kimlikleri bu yayınlarında pek geçmedi...
Oysa...
Cemaleddin Efgani masondu!
Kahiredeki Şarkın Yıldızı Locasına 7 Temmuz 1868de girmişti.
Numarası 1355 idi.
"Mısırda kurulan mason localarının başına Cemaleddin Efgani ve ondan sonra Muhammed Abduh getirildi. Bunlar Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler." (Yahudilik ve Masonluk s. 350)
"Efganinin talebesi Abduh gibilerin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanında İngilterenin Mısır sömürge Valisi Lord Cromerin söylediği şu söz ibretliktir: Kuşkusuz İslami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduhun çizdiği yolda ümit vaat ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupanın her türlü yardım ve teşviklerine layıktırlar." (M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslam Dünyasına Girişi, s. 9192)
Mason Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de, Abduh (solda) ile ilgili şunları söyledi: "Üstadi Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezhere idhal (sokan) eden odur." (M.Sabri Efendi, Mevkıful-Akl vel-ilm vel-Alem, Beyrut 1314, c. I s. 133)" (21.10.2004)
Tarihte sürpriz çok!
Cemil Meriç "Umrandan Uygarlığa" kitabında şöyle yazdı:
"Zavallı Türk intelijansiyası! Kimlerin peşinden gitmemiş. Düşmanları dost, dostları düşman olarak tanımış. Peygamberin adını anmaya cesaret edemeyen bir Efganiyi Peygamber kadar saygıya layık görmüş."
Bugün durum farklı mı sanki?
Daha ayrıntılı bilgi isteyenler, "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı/Efendi 2" kitabıma bakabilirler.
Soner Yalçın, 17.02.2008