İstismara bin kere HAYIR!
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın salı günü TBMM’de yaptığı konuşma hala tartışılıyor. Erdoğan, o günkü konuşmasında 12 Eylül faşist cuntası döneminde asılan iki mahkumun ardından gözyaşı döktü. Aradan geçen 30 yıl içinde darbecilerden hesap sormak için ne yaptığına ilişkin tek bir cümle ise söyleyemedi…
Söyleyemez de…
Çünkü; Erdoğan ve o’nun siyasi geleneği, darbecilerden hesap soramaz… Hesap sorabilmesi için, önce darbe karşıtı bir tutum sergileyebilmesi gerekir… Oysa biliyoruz ki; bugün AKP’yi ayakta tutan zemin, 12 Mart - 12 Eylül faşist cuntasınca hazırlanmış ve sağlamlaştırılmıştır. AKP de 12 Eylül faşizmine olan diyet borcunu, Kenan Evren’i hasta yatağında ziyaret ederek, Çankaya Köşkü’nde ağırlayarak, Evren’in üniversitelerdeki celladı İhsan Doğramacı’yı baş tacı haline getirip TBMM Onur Ödülü vererek ödemiştir.
Bugün AKP’nin üzerinde yükseldiği zeminin temel taşları, 12 Eylül’de döşenmiş, faşist cunta, solu ve sosyal demokratları yok etmiş, MHP kökenli ülkücüleri ise “Türk – İslam Sentezi’’ adlı faşist ideolojiyle donatarak siyasal İslamcı güçlere yedeklemiştir.
AKP ve öncülleri, işte bu siyasal ortam içinde filizlenmiş, kadrolarını oluşturmuş Doğramacı yönetimindeki YÖK’ün yok ettiği üniversitelerde rahatça örgütlenebilmiştir. Siyasal İslamcı kadroların hazırlanması ise yine Evren döneminde getirilen “zorunlu din dersi” ile sağlanmıştır. Sünni İslam idelojisinin dayatıldığı dersler, gencecik beyinleri “itaatkar” hale getirerek “araştırmayan – sorgulamayan – soru sormayan” bir neslin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. AKP’nin üzerine oturduğu sosyal taban işte budur…
AKP ve öncülleri, özellikle üniversite gençliğinin apolitikleştirilmesiyle birlikte siyaset sahnesinde daha rahat ‘’at oynatma fırsatı” yakaladı. Zira; siyasetten uzak tutulan gençlik, devlet için o dönem en zararsız “ideoloji” olan “İslam”a yönlendirildi. Gençliğin “solcu olmaması” için din taciri tarikat ve cemaatlerin önü açıldı. ABD ve AB’nin çıkarlarını korumakla yükümlü olan faşist cunta, gençliği “yabancı ideolojilerden koruma” adına “Sünni İslam’’ anlayışını hakim ideoloji haline getirdi. Yine 12 Eylül eliyle kurumsallaştırılan MGK, bu politikanın uygulanabilmesi için devleti yeniden dizayn etti. İslam’ın ‘’itaatkar’’ anlayışının rejim için tehlike arz etmeyeceğini düşünen dönemin MGK yöneticileri, devletin en önemli kurumlarını cemaatlere teslim etti. Bugün sözde darbe karşıtı olanlar, o dönem, MGK ile el ele vererek, “devleti solculardan temizleme harekatı”nın aktörlüğüne soyunmuştu.
Faşist cunta “sol”a ilişkin ne varsa yok etti. Solun karşısına çıkardıkları, besleyip büyüttükleri, eline silah verdikleri MHP ve ülkücüler de bu ‘’temizleme harekatı’’ndan payını aldı. Devlet ‘’tarafsız’’ görünmek adına, ülkücülerin bir kısmını da içeri attı. Faşist katliamların üzerinin örütülebilinmesi için “Sağ- Sol çatışması var” edebiyatı yangınlaştırıldı.
Oysa; sağ- sol çatışması adı verilen olaylar, devletin bazı kesimlerinin “sol - sosyalist mücadeleyi bastırma” adına düzenlediği provokasyonlardı. Sol mücadele yükseldikçe, bundan ürken sermaye sahipleri ve devletin bazı kesimleri, çareyi ‘’ülkücüleri silahlandırmakta’’ buldu. Ülkücüler “solu bastırma” adına bu operasyonlarda kullanıldı. Ancak, bu operasyonlar direnişle karşılaşınca, 12 Eylül yönetimi, bizzat müdahale etmek zorunda kaldı. 12 Eylül darbesiyle birlikte, MHP ve ülkücü komandoları örgütleyen gizli eller de kendini saklayabildi. ‘’İçeri atılan’’ ülkücülerin bir kısmı, cezaevlerinde “rehabilite” adı altında uygulanan program sonrası, cemaatlere teslim edildi. Bugün İslamcı cemaatlerin sözde fikir babaları, geçmişin ülkücüleriydi.
Siyasal zemini “sağ” ve “sol”dan temizleyen cunta, yukarıda da ifade etiğimiz üzere, alanı siyasal İslamcılara bıraktı. Böylece, kentlerin varoşları, devlet yurtları, kamu işletmeleri “devletin uslu çocukları”nın oyun alanı haline geldi.
Yaptığı işkence ve eziyetlerin deşifre olmaya başlamasıyla birlikte “demokrasiye geçmek zorunda kalan” cunta, oyuna bu kez Turgut Özal ve ekibini soktu. Cuntanın sivil uzantısı olan Anavatan Partisi, 12 Eylül programını uygulamakla görevlendirildi. SİVİL Özal döneminde, devrimciler yine İDAM EDİLDİ. Askeri cuntanın bir dediği iki edilmedi. Özal, toplumu siyasetten uzak tutma adına ne gerekiyorsa onu yaptı. Cuntacıların sadık bir elemanı oldu. Bunun ödülünü de Çankaya’ya çıkartılarak aldı. Ailesi Türkiye’yi “sebepsiz zenginleşme” ve “türedi zengin” kavramlarıyla tanıştırdı.
ABD ve AB eliyle hazırlanan, Türk Ordusu tarafından uygulamaya konulan senaryo, Türkiye’yi geçen yıllar içinde “ılımlı İslam”ın baş aktörü yaptı. Türkiye, uluslar arası sermayenin ‘’ucuz işgücü cenneti” haline getirildi. SİVİL Özal, işçilerin 12 Eylül öncesi kazandıkları hakları budadı. Sendikalı olmak suç haline geldi. Cezaevlerinde solcu mahkumlara “tek tip kıyafet” dayatıldı. İnançlarından vazgeçmeleri için her türlü baskı yapıldı. Ve bu dönemde, cunta programının Özal eliyle uygulanmasına direnen devrimciler, bedenlerini açlığa yatırdı. Dört devrimci, 1984’te ölüm oruçlarında yaşamlarını yitirdi. Bazıları kendisini yaktı. Bunların tamamı, bugün AKP’nin yere göğe koyamadığı sözde SİVİL TURGUT ÖZAL döneminde yaşandı. O dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel’in bugün sıkı bir AKP’ci olması, her şeyi yeterince özetlemiyor mu?
Deniliyor ki; AKP ile 12 Eylül’ün ne ilgisi var?
Yukarıda saydıklarımız yeterli değil mi? Cuntanın başı Kenan Evren’in Kuran-ı Kerim’i eline alıp mitinglere çıktığı ne çabuk unutuldu? O dönem ekilenler, bu dönem AKP eliyle biçiliyor… 12 Eylüy'ün akıl hocaları, faşist Aydınlar Ocağı'nın teorisyenleri, bugün AKP'de "hatırlı kişi" muamelesi görüyor...
Bu yüzden, AKP’nin 12 Eylül ile hesaplaşacağının söylenmesi, yalancılık, utanmazlık, riyakarlıktır. AKP bizzat 12 Eylül’ün yarattığı bir partidir. 12 Eylül’ün kurumları olan YÖK, MGK dimdik ayaktadır. Yüzde 10 barajı varlığını korumaktadır. AKP’nin yeni anayasası, tıpkı Özal döneminde olduğu gibi, bugün de GREVİ YASAKLAMAKTA, toplu iş sözleşmesini imkansız hale getirmektedir.
(Evren ve Erdoğan nikah şahidi - 2009 İzmir) Demokrat olmayan AKP’nin, bilincini yitirmiş birkaç eski solcuyu yanına alarak topluma EVET dedirtmeye çalışması, idam edilenlerin ardından sözde gözyaşı dökmesi, 12 Eylül’ün ‘’karıştır – barıştır’’ anlayışını hakim kılmaya çalışması SAMİMİYETSİZLİĞİNİN ve İSTİSMARCILIĞININ da göstergesidir. AKP’ye sırf bu yüzden bile HAYIR demek gerekir.
Türkiye’yi sekiz yıldır aralıksız yöneten AKP döneminde, ne faşist cuntanın temsilcilerinin yargılanabilmesi için bir adım atılmış, ne de demokrasinin kurumsallaşabilmesi sağlanmıştır. AKP döneminde Yürüyüş Dergisi satan ENGİN ÇEBER gözaltında öldürülmüş, FERHAT GERÇEK adlı genç polis tarafından kurşunlanarak tekerlekli sandalyeye mahkum edilmiş, işkenceler sürmüş, küçücük çocuklar polise taş attığı için YILLARCA HAPSE MAHKUM EDİLMİŞTİR. Keza; Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan (siyasi görüşlerine çok uzağım) Silivri'de hala zulüm altındadır.
AKP bu yüzden demokrat değildir. Genleri demokrat olmasına izin de vermez.. “Kadınlarla erkeklerin eşit olduğuna inanmıyorum” diyen Başbakan Erdoğan’ın ülkeyi demokratikleştireceğine inanabilmek için, sadece ve sadece iktidardan nemalanmak gerekir…
Bugün, AKP’nin yürürlüğe koymaya çalıştığı anayasa, hem kendi, hem de uluslar arası sermayenin ihtiyaçlarını karşılıyor. Uluslar arası sermaye, yağma ve talanın önünde duran DANIŞTAY ve İDARE MAHKEMELERİ’ni zaman içinde etkisizleştirmek ve uygulamalarını onaylayan bir kurum haline getirmek istiyor. Bu yüzden de Anayasa Mahkemesi ile HSYK’nın yapısının değiştirilmesini, siyasi müdaheleye açık hale getirilmesini talep ediyor. Uluslar arası sermayenin çıkarlarını korumakla yükümlü AKP de “fırsat bu fırsat” diyerek, KENDİNE UYGUN BİR YARGI’nın temelini atmaya çalışıyor.
Bu yüzden, idam edilen devrimciler – ülkücüler 30 yıl sonra hatırlanıyor, sahte gözyaşları dökülüyor, toplumun değerleri sömürülüyor… Bu yüzden, hiçbir değer yargısı bulunmayan AKP, Makyavel’in öğretisini hayata geçirerek “pragmatizmin’’ doruğuna çıkıyor.
YÖK, MGK, yüzde 10 barajı ortada dururken, 12 Eylül’ün tüm kurumları siyasetteki varlığını sürdürürken, bizden tüm bunlara EVET dememiz isteniyor.
12 Eylül faşist cuntacılarını yargılayamayacağı AÇIK OLAN yeni anayasaya neden EVET diyelim ki? AKP, yargılanamayacağı belli olan cuntacıları bile siyasi istismar konusu yapıp bizi kandırmaya çalışıyor…
12 Eylül, bu yüzden bir fırsattır. AKP’nin SAMİMİYETSİZLİĞİNE HAYIR deme fırsatı…
Barış YARKADAŞ, 22 Temmuz 2010