İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası (1-2) / Metin AYDOĞAN

İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Kas 21, 2014 15:26

İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası -1

“Hükümet yetkililerinin pençei zulmüne düşüp tutuklansam, etlerimi kemiklerimden ayıran bir işkenceye uğrasam bile, örgütün sırlarını ve üyelerinin adlarını açıklamayacağıma yemin ederim. Örgüt üyelerinden biri herhangi bir felakete uğrarsa, kendisine ve ailesine, elimden geldiği kadar, para dahil, her biçimde yardımda kusur etmeyeceğim... Eğer, namus sözü vererek yükümlendiğim yeminime ihanet edecek olursam, ihanet edenleri takip için örgütün görevlendirdiği yetkililerin uygulayacağı ölüm cezasına karşı, kanımı şimdiden helal ederim...” İttihatçı Yemini

Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye

İstanbul Askeri Tıbbiye öğrencilerinden beş kişi (Ohrili İbrahim Temo, Arapkirli Abdullah Cevdet, Diyarbakırlı İshak Sukuti, Kafkasyalı Mehmet Reşit, Bakülü Hüseyinzade Ali) 1889’da bir araya gelerek İttihadı Osmani (Osmanlı Birliği) adlı bir örgüt kurdular. İmparatorluğun dağılmasına engel olma amacıyla kimseyi beklemeden kendi aralarında örgütleniyorlardı.

Bu işin başını çekenler Askeri Tıbbıye, Harbiye, Mülkiye öğrencileri ve Kurmay Okulu’nun genç subaylarıydı. Bunlar, ulusçu arayışların ve gizli örgütlenmenin tüm çekincelerini göze alıyor ve sert bir savaşıma hazırlanıyordu. İttihadı Osmanî, o dönemdeki örgütlenme girişimlerinden yalnızca biriydi. Ancak, bu örgüt, birçok değişim sürecinden geçerek büyüyüp kalıcılaşacak ve İttihat ve Terakki adını alarak Türkiye’nin yazgısına yön veren bir örgüt durumuna gelecektir.

İttihadı Osmani’yi kuranlar, aynı yıl, Paris’teki Jön Türkler’in önderi Ahmet Rıza ile ilişkiye geçtiler ve örgütün adını Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirdiler. İmparatorluğun kurtarılması için, “istibdatın kaldırılması” ve “hala her derde deva görülen” 1  1876 Anayasası’yla Meclis’e işlerlik kazandırılması gerektiğine inanıyorlardı.

İstanbul’da ortaya çıkan yeni karşıtçılık dalgası, yurt içinde Abdülhamit karşıtlığını yaygınlaştırırken, yurt dışında küçük bir sürgün kümesi olarak kalan ve yok olma sürecine giren Jön Türk devinimini (hareketini) de canlandırmıştı. Sonraki birkaç yıl içinde örgüt, başka girişimleri içine almaya ve büyümeye başladı. Başka okullarda da gizli hücreler kuruldu, değişik kesimlerden üye alındı. 20.yüzyıl başından, Birinci Dünya Savaşı sonuna dek Türkiye’nin en etkin örgütü olan İttihat ve Terakki Cemiyeti/Partisi, bu örgütün süreği (devamı) olarak ve böyle bir süreç sonunda oluştu.

Yurtdışı Örgütü

İttihadı Osmani İstanbul’da kuruldu ancak başlangıçta daha çok yurt dışında örgütlendi. Bir merkez gibi çalışan Paris’teki şubeden başka Cenevre, Kahire, Rumeli ve Kafkasya şubeleri açıldı. Kuruluş aşamasının heyecanı, yerini, kısa bir süre sonra gizli örgütlenmenin ve ağır sürgün koşullarının sert gerçeklerine bıraktı. Gücünü halktan almayan örgüt, ilk beş yıl büyümek bir yana, başlangıçtaki gücünü bile koruyamadı ve az sayıdaki üyesini de yitirmeye başladı.

Ancak, 1894’den sonra o günlerde yayılan Ermeni eylemlerine tepki olarak örgüt büyümeye, giderek daha çok asker ve memur üye olmaya başladı. Kazım Karabekir’in verdiği bilgilere göre, Paris’te “Ahmet Rıza ve birkaç gençle yalnız kalan” örgütün üye sayısı İstanbul’daki katılımlarla 1893’te 900’e, 1896’da ise 18 bine ulaşmıştı. 2 

İlk Darbe

Yönetimi ele geçirmek için yeterince güçlendiğine inanan örgüt, 1896’da bir hükümet darbesi yapmaya karar verdi. Ancak, darbe yapılacağı günden bir gün önce Abdülhamit’e bildirildi. 3  Darbecilerin çoğu tutuklandı ve sürgüne gönderildi. 1896 yılındaki yargılamalar, cezalar ve sürgünler, bu denli sert bir savaşıma hazır olmayan örgütü dağıttı.

1897’de getirilen ve ceza alanlarla birlikte kaçanları da kapsayan af, örgütün ülke içindeki birimlerini tümüyle çökerttiği gibi, yurt dışındaki yapılanmaları da neredeyse yok olma noktasına getirdi. Abdülhamit, Tüfekçibaşı Ahmet Celalettin Paşa’yı Paris’e göndererek “mücadeleyi bırakan örgüt üyelerine para ve devlet görevleri” önerdi. Bu öneriye, örgüt önderi Mizancı Murat başta olmak üzere çok sayıda üye olumlu yanıt verdi ve savaşımı bırakarak İstanbul’a geri döndü. 4 

Osmanlı Liberaller Kurultayı

Örgütü canlandırmak üzere 1902 yılında Paris’te bir kurultay düzenlendi. Birinci Osmanlı Liberaller Kurultayı adı verilen bu kurultayı, Fransız Hükümeti yetkilisi Lefevre Pontalis’in evinde toplanan ve Prens Sabahattin, Ali Haydar Mithat, Kaymakam İsmail, Rum temsilcisi Mozuros, Ermeni temsilci Sisliyan’dan oluşan bir girişimci kurul tarafından düzenledi. Kurultayda “Abdülhamit’i devirmek”, bunun için “ordunun harekete katılmasını sağlamak” ve “yabancı devletlerin karışmasını (müdahalesini) kabul etmek” gibi kararlar alındı. 5 

“Yabancı devlet karışmasını” kabul eden karar, örgütsel canlanmayı değil, yeni bir ayrışmayı gündeme getirdi. Ahmet Rıza başta olmak üzere örgütün ilk kurucuları, bu kararı kurultaya kabul ettiren Prens Sabahattinciler’den ayrıldılar. Yabancı karışmasını kabul edenler Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti’ni, kabul etmeyenler Terakki ve İttihat Cemiyeti’ni kurarak yollarını birbirlerinden ayırdılar.

“Subaylar Örgütü”

1906 yılında Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adında yeni bir örgüt daha kuruldu. Bu örgüt; savaşım anlayışı, örgütlenme biçimi ve göze aldığı eylemlerin niteliği bakımından öncekilere hiç benzemiyordu. Çünkü kurucular ve üyeler artık öğrenciler değil, büyük bir çoğunlukla ordudaki subaylardı.

Selanik Askeri Rüştiyesi Müdürü Yarbay Tahir, Binbaşı Nakiyettin (Yücekök), Kurmay Yüzbaşı Edip Servet (Tör), Yüzbaşı Kâzım Nami (Duru), Yüzbaşı Ömer Naci, Yüzbaşı İsmail Canpolat, Yüzbaşı Hakkı Baha, Selanik Posta İdaresi Başkatibi Mehmet Talat (Paşa), Rahmi (Aslan), Mithat Şükrü (Bleda) örgütün kurucularıydı. 6 

Paris’teki Terakki ve İttihat Cemiyeti, yeni örgütle hemen ilişkiye geçerek Dr.Nazım Bey’i gizlice Selanik’e gönderdi. Görüşmeler olumlu sonuç verdi ve iki örgüt Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleşti. Bu, örgütün ilk birleşme girişimi ve ilk isim değişikliğiydi. 1908’de II.Meşrutiyet’in ilanından sonra, bu kez Sabahattinci Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti ile birleşmeye gidildi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti adı alındı. Son birleşme kalıcı olmadı ancak alınan ad bir daha değiştirilmedi.

Gizlilik

Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’yle başlayan yeni girişim, gizliliğe önem veren ve katı kuralları olan savaşkan bir örgüt ortaya çıkardı. Gizliliğe o denli önem veriliyordu ki, kurucuların adları Meşrutiyet ilan edilip yönetime gelindikten sonra bile açıklanmadı. Üye seçiminde çok dikkatli davranılıyor, kurallara bağlanmış törenlerle kabul edilen üyeler, yeminlerine ve sorumluluklarına sonuna dek sadık kalıyordu.

Güvenilir rehber üyelerce önerilen üye adayları, Yemin Kurulu (Tahlif Heyeti) önünde örgüt yemini ederdi. Kurul başkanı, önce örgütün amaçlarını, üyelik yükümlülüklerini anlatır, daha sonra Genel Merkez (Merkezi Umumi)’nin hazırlamış olduğu tek tip yemini okurdu. Aday üye, inandığı dinin kutsal kitabı, hançer ve tabanca üzerine el basarak yemini yinelerdi.

Yemin

Yeminde; Osmanlı ülkesinin birliği ve ilerlemesi için çalışılacağı, örgütün belirlediği her türlü yöntem ve kurala uyulacağı, örgüt sırlarının hiçbir koşulda, hiç kimseye açıklanmayacağı belirtiliyor, “namus sözü” veriliyordu.

Gizliliğe ve örgüte bağlılığa verilen önem, yeminde şu sözlerle dile getiriliyordu: “Hükümet yetkililerinin pençei zulmüne düşüp tutuklansam, etlerimi kemiklerimden ayıran bir işkenceye uğrasam bile, örgütün sırlarını ve üyelerinin adlarını açıklamayacağıma yemin ederim. Örgüt üyelerinden biri herhangi bir felakete uğrarsa, kendisine ve ailesine, elimden geldiği kadar, para dahil, her biçimde yardımda kusur etmeyeceğim... Eğer, namus sözü vererek yükümlendiğim yeminime ihanet edecek olursam, ihanet edenleri takip için örgütün görevlendirdiği yetkililerin uygulayacağı ölüm cezasına karşı, kanımı şimdiden helal ederim...” 7 

“Fedailer”

Örgüt, özellikle askeri amaçlı özel görevleri yerine getirmek için “fedai” adını verdiği birimler oluşturmuştu. En güvenilir ve inanmış üyelerden oluşan bu birimler, silahlı şiddet dahil, her türlü yöntemi içeren eylemler gerçekleştirmiştir.

Fedailer eylem sırasında ölürse, yeminde verilen söz yerine getirilir ve ailelerinin bakımı üstlenilirdi. Örgütün emir ve amaçlarına aykırı davranan üyeler için, Merkez Kurulları yargılama yapar ve suçlu bulunması durumunda, üye cezalandırılırdı. Örgütte o denli güçlü bir sıkıdüzen (disiplin) sağlanmıştı ki, Abdülhamit’in çok iyi çalışan gizli polis (hafiye) örgütüyle bu sıkıdüzene dayanarak baş edilebilmişti.

Masonlarla İlişki

İttihat ve Terakki’nin öne çıkan bir başka özelliği, Masonlukla olan ilişkileridir. İmparatorluğun Batıya bağlanmasıyla orantılı olarak artan masonculuk, Jön Türkler, özellikle de İttihatçılar arasında oldukça yaygındı. İngiliz, Fransız ve Almanların kurduğu Mason örgütleri, akçalı ya da siyasi gücü yüksek Osmanlı uyruklarına yönelmiş, kurduğu ilişkiler ağıyla geniş bir işbirlikçiler kitlesi yaratmayı başarmıştı.

Masonlar, devletin dağılmaması için bir şeyler yapmaya çalışan Abdülhamit’e her zaman karşı çıkarak, Jön Türk hareketini desteklemişlerdir. I.Meşrutiyet’in mimarı Mithat Paşa ve Mason Padişah V.Mehmet’i tahta geçirmek için darbe yapmaya kalkan Ali Suavi Masondu.

İttihat ve Terakki, ağırlıklı olarak, İmparatorluğun en gelişkin yöresi olan Selanik çevresinde örgütlenmişti. Aynı yörede Masonlar da çok iyi örgütlenmişlerdi. İttihat ve Terakki yöneticileri, Masonlarla geliştirecekleri işbirliği aracılığıyla, onların gizli örgütlenme yöntemlerinden yararlanacaklarına ve bu yolla kendilerini Abdülhamit’e karşı koruyabileceklerine inanıyordu.

Celal Bayar, bu yaklaşımı anılarında, “Abdülhamit’in hafiyelerinin nüfuz edemediği Mason locaları, ihtilalciler için nisbeten daha emin bir yer sayılırdı. Ayrıca onlar bu yolla, Avrupa’daki arkadaşları Jön Türklerle haberleşme imkanını da elde ederdi” diye açıklar. 8 

İttihat ve Terakki yöneticilerinden, Talat Paşa, Kazım Paşa, Mithat Şükrü (Bleda), Binbaşı Naki Bey (Yücekök), Manyaszade Tevfik, Drama Jandarma Komutanı Hüseyin Muhittin Makedonya Locası’nın; Cemal Paşa, Faik Süleyman Paşa, İsmail Canbolat, Mustafa Doğan, Kolağası Dr.Faik Mustafa ise Veritas Locası’nın üyeleriydiler. Selanik Milletvekili Musevi Emanuel Karasu bu locanın büyük üstadıydı. 9 

20.yüzyıl başlarında, Araplarla İttihat ve Terakki’nin ilişkilerini inceleyen Büyük Britanya Dış İlişkiler Dairesi, Arap liderlerin ittihatçılara iki nedenle güvenmediğini ileri sürer. İngiliz belgelerine göre bu iki neden, “İttihat ve Terakki liderlerinin tümünün ayırımsız Farmason” olması ve “Selanik dönmelerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle bütünleşmesi” ydi. 10 

Etnik Köken

R.W.Seton-Watson adlı araştırmacılar, İttihat ve Terakki yöneticilerinin yalnızca Masonculukla olan ilişkileri değil, etnik kökenleri konusunda da görüşler ileri sürerek şu saptamayı yaparlar: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ilişkin başlıca gerçek, onun Türk ve Müslüman olmayan karakteridir. En başından beri gerçek liderleri arasında safkan Türk zor bulunur. Enver ateist (tanrı tanımaz y.n.) bir Polonyalı’nın oğludur. Cavit dönmedir ve Museviler’e bağlıdır. Talat, Müslüman olmuş bir Bulgar çingenedir. Gurubun geçici lider figürlerinden biri olan Ahmed Rıza yarı Çerkez, yarı Macar’dır.” 11 

Seton-Watson aynı konudaki görüşlerini şöyle sürdürür: “İttihatçı hareketin gerçek beyinleri Musevi ya da Sabataycı’ydı (müslüman görünen Musevi ya da dönme y.n.). Akçalı (mali) yardımlar; varsıl dönmelerden, Selanik Musevileri’nden ve Viyana, Budapeşte, Berlin ve belki de Paris ve Londra’nın kapitalistlerinden geliyordu...” 12 

İttihat Terakki ve II.Meşrutiyet

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 23 Temmuz 1908’de giriştiği eylemlerle Abdülhamit’e, “Kanunisaniyi kabul etmesi ve meclisin açılmasına izin vermesi için” üç gün süre tanıdı. Abdülhamid, sürenin ilk günü, yani 23 Temmuz’da, istekleri kabul etti ve II.Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyet’le bütünleşen örgüt, başlangıçta Rumeli halkından ve basından destek gördü.

Yönetime gelecek bir güce ulaştığı görülünce; İkdam, Sabah gibi eski gazetelerin yanında, İslamcı yayınlarıyla tanınan Sıratel Müstakim gibi gazeteler bile cemiyet yanlısı yayınlar yaptı. Selanik’te çıkan İttihat ve Terakki, Hürriyet, Rumeli ve İstanbul’da yayın yapan Şurayı Ümmet ve Tanin gibi örgüte bağlı gazeteler de eklenince, örgüt oldukça geniş bir basın gücüne ulaşmış oldu.

Erken Gelen Yönetim Gücü ve Yönetimden Kaçınma

İttihat ve Terakki, toplumda uyandırdığı saygınlığa ve yaygın etkisine karşın, ilginç bir biçimde, hükümet kurmaya yanaşmadı. Oysa, yönetime yürüyen bir devinim olarak, toplumun hemen her kesiminde ya içtenlikli ya da çıkar amaçlı ilgi görüyor, basın tarafından destekleniyordu. Kendisinden daha güçlü bir siyasi örgüt yoktu. Aralık 1908’de yapılan seçimler, büyük bir çoğunlukla kazanılmıştı. Devlet kurumları, birlikte çalışmaya hazırdı. Buna karşın, İttihat ve Terakki, örneği herhalde olmayan bir tutumla, yönetime gelmedi.

Bilinçli bir seçimle, hükümetleri dışardan yönlendirme gibi garip bir tutum izledi. Talat Paşa, “Bizim şimdiden bir kabine oluşturmamızın sakıncaları vardır. Devirmeye çalıştığımız Abdülhamit ile işbirliği içine girme gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Böyle bir durum bizi zayıf düşürür. Hükümet işlerini çevirecek arkadaşlarımız vardır... Şimdi gücümüzü dışardan gösterelim. Önce İttihat Terakki’nin güçlenmesi gerekir.” 13 

Yönetim sorumluluğundan kaçınmanın temelinde, bilgisizliğin yol açtığı bilinçsizlik, kendine ve halka güvenmeme eğilimi yatıyordu. Dünya ve ülke sorunları gerçek boyutuyla kavranamamış, kurtuluşa dönük uygulanabilir izlenceler yaratılamamıştı.

Abdülhamit’i devirme ve hürriyeti sağlama ile sınırlı kalan ve Jön Türkler’in Batıcı görüşlerinden etkilenen İttihat ve Terakki önderleri, yönetime gelmekten korkuyordu. İmparatorluğun karşı karşıya olduğu çekinceyi (tehlikeyi), bu çekincenin yönetime yüklediği sorumluluğu ve kendi niteliklerini biliyorlar; yetersizlikleri onları, en azından başlangıçta, yönetimi dolaylı olarak elde bulundurma davranışına yöneltiyordu.

Hükümetsiz Hükümet

II.Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan ilk hükümet olan Sait Paşa Hükümeti’ne İttihat ve Terakki hiç bakan vermedi. Daha sonraki Kamil Paşa Hükümeti’nde ise, yalnızca Adalet Bakanı (Adliye Nazırı) Manyaszade Tevfik, örgüt üyesiydi. Hükümete girilmemesine karşın, aynı yıl içinde halka, kimin nasıl yapacağı belli olmayan sözler verildi.

İzlence olarak açıklanan bildirgelerde; köklü ve ivedi siyasi yenilikler yapılacağı, dinine ve etnik kökenine bakılmaksızın halkın tümünün özgürlüklerden eşit olarak yararlanacağı, ulusal birliğin kurulacağı, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirileceği ve adil bir vergi düzeni getirileceği söyleniyordu. 14 


 1  “Milli Mücadelede İttihatçılık” Erik Jan Zürcher, Bağlam Yay., İkinci Bas.–1995, sf.41
 2  “İttihat ve Terakki Cemiyeti” Kazım Karabekir, Emre Yay., 2.Baskı–1995, sf.486, 466
 3  “Young Turks” Ernest Edmondson Ramsauer, Prelude to the Revolution 1908, New York 1970; ak. Erik Jan Zürcher, “Milli Mücadelede İttihatçılık” Bağlam Yayınları, 2.Basım–1995, sf.42
 4  “Milli Mücadelede İttihatçılık”, E.J.Zürcher, Bağlam Yay., 2.Bas.–1995, sf.43
 5  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 15.Cilt, sf.8948
 6  a.g.e. 10.Cilt, sf.5992
 7  “İttihat ve Terakki Cemiyeti” Kazım Karabekir, Emre Yay., 2.Bas.–1995, sf.518–519
 8  “Türk Direniş ve Devrimleri” Prof.Çetin Yetkin, Otopsi Yay., II.Cilt 2003, sf.713
 9  a.g.e. sf.713–714
 10  Büyük Britanya Dış İlişkiler Dairesi, Handbooks, no:96 a&b, sf.67 ve 18; ak. Zeine N.Zeine “Türk Arap İlişkileri”, Gelenek Yay., İst.- 2003, sf.81
 11  “The Rise of Nationality in the Balkans” R.W. Seton–Watson, (Londra) sf.135-136; ak, Zeine N.Zeine, “Türk Arap İlişkileri”, Gelenek Yay., İst.–2003
 12  a.g.e. sf.82
 13  “İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Basım–2003, sf.136
 14 Büyük larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5993


Metin AYDOĞAN, 18 Kasım 2014
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası (1-2) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Kas 21, 2014 15:39

İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası -2

İttihatçıların gidişleri de gelişleri gibi sıra dışı ve acılı oldu. Otuz yaşından genç olan bu insanlar, on yıl içinde yönetime geldiler, ülkenin geleceğine yön verdiler ve İmparatorlukla birlikte tarih oldular. Oysa, canları pahasına, birlikte battıkları İmparatorluğu kurtarmak istiyorlardı. Yürekli ve ataktılar. Giriştikleri savaşım için gerekli bilinçten yoksundular ancak yurt sevgisine dayanan inançları ve yüksek amaçları vardı.

Cemiyetten Fırkaya

“Meşrutiyet Devrimi”ni gerçekleştiren, hükümeti denetleyen ve topluma yenilikler için açık sözler veren İttihat ve Terakki Cemiyeti, ilk yasal kurultayını, gizli olarak yaptı. Bu tutum, örgütün örneği olmayan bir başka ilginç girişimiydi. Otuz beş yıl süren siyasi baskının sonucu olacak, devleti denetleyen ve yönetime gelme gücüne ulaşan bir parti, kurultayını gizli yapıyordu.

1908 Kasım’ında toplanan bu kurultayda, Cemiyet’in (dernek) fırka’ya (parti) dönüştürülmesi kararlaştırıldı. Ancak, cemiyet-fırka ilişkilerine örgütün dağıldığı 1918’e dek tam bir açıklık getirilemedi. İttihat-Terakki gerçekte, ne bir dernek ne de bir parti oldu. Ancak, çoğu kez hem dernek hem parti gibi çalıştı. İlk seçimlere dernek olarak girdi, oluşan mecliste parti gibi davrandı.

1908 Seçimleri ve Azınlıklar Meclisi

Aralık 1908 seçimlerinde, Türk milletvekillerinin büyük çoğunluğunu İttihat ve Terakki adayları kazandı. Ancak, gerek İttihat ve Terakki listesinden gerekse başka partilerden seçilen milletvekilleri; siyasi öncelikler, etnik kimlik ve kültürel yapılanma bakımından, birbiriyle uyumsuz, son derece karmaşık bir meclis yapısı oluşturmuştu.

Meclis’te 175 Türk milletvekiline karşı, 60 Arap, 33 Arnavut, 25 Rum, 12 Ermeni, 6 Kürt, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 4 Yahudi milletvekili vardı. 1  Şevket Süreyya Aydemir’in, II.Meşrutiyet için yaptığı sayısal saptama biraz değişiktir. Enver Paşa adlı yapıtında şu sayıları verir: 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah. 2 

Devlete Karşıtlık

Meclis’in bir tür azınlıklar meclisi durumuna gelmesi, buradaki Türk olmayan milletvekillerine, neredeyse sınırsız bir özgür ortam yaratmıştı. Bunlar Batılı devletlerce o denli şımartılmışlardı ki, İmparatorluğun merkezindeki Meclis’te, Osmanlı Devleti’yle alay eden konuşmalar yapıyor, önergeler veriyordu.

Başo Efendi adında bir azınlık milletvekili Meclis’te yaptığı bir konuşmada, “Benim Osmanlılığım, Osmanlı Bankası’nın Osmanlı olması kadardır” diyordu. 3 

Seçimleri İttihat ve Terakki adayları kazanmıştı ancak aday gösterilen kişilerin birçoğu İttihatçı sayılamayacak nitelikte kişilerdi. Dar kadroyla gizlilik koşullarında çalışan örgüt, birdenbire ortaya çıkan ve kitlesel açılımı gerektiren yeni koşullara yanıt verecek kadro genişliğine sahip değildi.

Yönetim gücüne ulaşması nedeniyle her tür insan örgüte akın etmişti. Görünüşte, çok sayıda milletvekiline sahipti ancak bunlar Meclis’te etkili olamıyordu. Örgütün önergeleri kimi zaman kendi milletvekilleri tarafından engelleniyordu. Örneğin, 31 Mart ayaklanmasının bastırılmasından hemen sonra, yani örgütün en güçlü olduğu günlerde, “müsteşarlığa atanacak görevlilerin, İttihat ve Terakki üyesi olması” önerisi, karşıt partilerin değil, örgüte bağlı milletvekillerinin karşı çıkması nedeniyle geri çekilmişti. 4 

Öngörüsüzlük ve Karanlık Gelecek

İttihatçılar, yıpranmamak amacıyla hükümette yer almadılar ancak bu tutum nedeniyle daha çabuk yıprandılar. İmparatorluğu ayakta tutacak yeniliklerden söz ediyorlar ancak yenileşmeyi sağlayacak tek araç olan yönetimi, tam olarak ele almıyorlardı.

Bu garip ve ürkek tutum, siyasi sonuçlarını vermekte gecikmeyecekti. Ülkenin, ivedi çözüm bekleyen sorunları, çok ağır ve karmaşıktı. Sürekli toprak yitiriliyor, yaklaşan savaş, ülkeyi varlığıyla ilgili karanlık bir geleceğe doğru sürüklüyordu. Buna karşın, İttihat ve Terakki yöneticileri, devleti aracılarla yönetmeye çalışıyordu.

Koşulların zorlaması sonucu, üst yöneticilerden, önce Cavit Bey (Maliye Bakanı), sonra Talat Bey (İçişleri Bakanı), 1909’da hükümete girdi. Aynı yıl yapılan Anayasa değişikliğiyle, Padişah’ın yetkileri sınırlandı; hükümet yetkileri arttırıldı, sansür yasaklandı. Kabinede iki kişiyle temsil edilme ve yapılan değişiklikler, yıpranmayı önleyemedi.

1910’da bir küme milletvekili, örgütten ayrılıp Ahali Fırkası’nı kurdu. Merkezi Paris’te olan Osmanlı Islahatı Esasiye Fırkası, başarısız bir darbe girişiminde bulundu. İttihat ve Terakki içinde Miralay Sadık ve Abdülaziz Mecdi önderliğinde, Hizbi Cedit adıyla tutucu bir kanat ortaya çıktı. Bunlara karşı Hizbi Terakki adlı bir başka hizip oluştu. Meşrutiyet’in ikinci yılı nedeniyle 1910’da yayınlanan “Millete Beyanname” adlı bildiride, “ülkede birlik ve bütünlüğün sağlanamadığı” itiraf ediliyor, “ ekonomi ve eğitime ağırlık verilerek” birliğin kısa bir sürede sağlanacağı açıklanıyordu. 5 

Baskınlar, Darbeler

İttihat ve Terakki 1912’de, Halaskâr Zabitan örgütünün yaptığı baskı sonucu hükümetten uzaklaştırıldı, Meclis feshedildi. Ancak, 23 Ocak 1913’deki ünlü Babıâli Baskını’yla 31 Mart Ayaklanması’nı bastıran Mahmut Şevket Paşa sadrazam yapıldı ve beş ay sonra yeniden hükümete adam sokuldu.

Halaskâr Zabitan, buna Mahmut Şevket Paşa’yı öldürerek yanıt verdi. Bu olay, İttihat ve Terakki’nin yönetime dolaysız biçimde ağırlığını koymasına neden oldu. Örgüt, denetleyen konumdan yöneten konuma geldi.

Sait Halim Paşa başkanlığında, tüm üyeleri ittihatçılardan oluşan, bir hükümet kuruldu. 12 Haziran 1913’de toplanan Kurultay, Cemiyet’in kesin olarak fırka’ya dönüştürülmesine karar verdi. Ancak, bu karara karşın, Genel Merkez üyelerinin tümünün hükümette yer almasına izin verilmedi. Mithat Şükrü (Bleda), Bahattin Şakir gibi önemli isimler kabineye girmedi.

Batıya Bağlanma

İttihat ve Terakki, kendisinin olduğu kadar İmparatorluğun da sonunu getirecek kararı, Almanya’yla geliştirilen ilişkiler konusunda aldı. İngiltere ve Fransa’ya yapılan göstermelik bağlaşma (ittifak) önerisi geri çevrilince, ordunun “modernizasyonu” adına Almanya’ya yanaşıldı. Almanya’dan yoğun biçimde askeri uzman getirildi, çok sayıda subay Almanya’ya gönderildi. Askeri anlaşma, kısa bir süre içinde siyasi yakınlaşmaya dönüştürüldü ve bu yakınlaşma 2 Ağustos 1914’de imzalanan gizli bir bağlaşma antlaşmasıyla sonuçlandırıldı.

Türk-Alman ilişkilerine, Almanya hayranlığıyla tanınan ve örgütün en etkili yöneticilerinden biri konumuna gelen Enver Paşa yön verdi. Sözde satın alınan ve subaylarına Türk üniforması giydirilen iki Alman gemisi’nin (Goeben ve Breslav), Rus limanlarını bombalaması sonucu bir oldu bittiyle, Dünya Savaşına girildi.

Dört yıl süren ve Anadolu halkını perişan eden savaş sonunda, Almanya’nın yenilmesi nedeniyle yenik sayılan Osmanlı İmparatorluğu, galiplerce işgal edildi. İttihat ve Terakki, 14 Kasım 1918’de yaptığı bir kurultayla örgütü dağııtı. Yerine, ne anlama geldiği pek de belli olmayan, Teceddüt (yenilik) adlı bir parti kurulduğu açıklandı.

İttihat ve Terakki yöneticilerinin sonları İmparatorluk gibi acılı oldu. Talat ve Cemal Paşaları Ermeniler öldürdü; Enver Paşa, “Turan devleti kurmak için” gittiği Orta Asya’da vuruldu; Cavit Bey, Yüzbaşı İsmail Canbolat, Doktor Nazım, Atatürk’e suikast girişimi nedeniyle idam edildiler; Kara Kemal intihar etti.

Örgütün sıradan üyeleri çoğunlukla Kurtuluş Savaşı’nı desteklediler; Müdafaa-i Hukuk Dernekleri’ni örgütleyerek savaşa ve daha sonra kurulacak olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na katıldılar; birtakımı, Cumhuriyet’in kuruluşunda ve geliştirilmesinde etkin görevlerde bulundular.

Batıcı Milliyetçilik

İttihat ve Terakki, diğer Jön Türk örgütleri gibi Batıcıydı. Başlangıçta, Türkiye’de geleneksel hale gelen İngiliz-Fransız etkisine girdi. Daha sonra Almanya’ya yöneldi. Başka Jön Türk örgütlerinden ayrımlı olarak, özellikle 1913’ten sonra, ulusçu eğilimlere sahipti. Ulusçulukları bilgi ve bilince değil, daha çok duyguya dayanıyordu. Bu nedenle, bir başka Batılı ülke Almanya’ya yanaşmada bir sakınca görmediler, üstelik bunu ulusçuluk adına yaptıklarını söylediler.

Batı Avrupa biçiminde bir ulusal devlet oluşturmak istiyorlar ancak bunun yalnızca kapsamlı bir ulusal bağımsızlık savaşımı ile gerçekleşebileceğini göremiyorlardı. İngiliz-Fransız üstünlüğüne karşı, Almanlar’a dayanarak amaçları yönünde bir güç oluşturacaklarını sanıyorlardı.

Alman Eğitimi

Osmanlı Ordusu’nun geleceği olan genç subayları, Almanya’da ve Türkiye’de Alman “uzmanlara” eğittirdiler. Oysa, “dost ve müttefik” saydıkları Almanya, Osmanlı topraklarını sömürgeleştirme peşindeki emperyalist bir ülkeydi.

Eğitim, siyasi yakınlaşmayı, siyasi yakınlaşma ise üstün güce karşı duyulan bağımlılık duygularını geliştiriyordu. Sanayi ve teknolojik bağımlılık artıyor, kendine güvene dayalı ulusal direnme gücü zayıflıyordu. Subaylar arasında, Almanya’ya olan bağımlılık, teknolojik geriliğin gerekli kıldığı bir zorunluluk gibi görülüyor ve olağanlaşıyordu.

İttihat ve Terakki önderlerinden Enver Paşa, 1908’den sonra Berlin’e askeri ateşe olarak gönderilmişti. Aynı yıl, Türkiye’ye yüzlerce Alman askeri eğitmen gelmiş, Almanya’ya birçok Türk subay gönderilmişti. 6  NATO aracılığıyla bugün ABD ile yaşananların bir benzeri, o dönemde, İngiliz-Fransız gücüne karşı milli güç yaratma adına, Almanya’yla yaşanıyordu.

Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Wangenheim, Şansölye Bethmann Hollweg’e 1912’de şunları yazıyordu: “Türkiye’de ordu önder rolünü oynadığı sürece, Almanya rekabette olduğu ülkelere karşı avantajlı bir pozisyonda olacaktır. Zira Türk anlayışına göre, Alman ve Türk orduları arasında silah arkadaşlığı bulunmaktadır.” 7 

Osmanlıcılık

İttihatçılar, başlangıçta tam anlamıyla Osmanlıcıydılar. 1908’de Avrupalılar’a, “Osmanlılar, mezhep ve cins farkı olmaksızın kardeştir. Ülkenin yüksek ve ortak yararları karşısında ne Hıristiyan ne Müslüman vardır. Osmanlılıktan başka bir şey yoktur. Hepsinin çıkarları, gelecek umutları ve kaderleri aynıdır” diyorlardı. 8 

İki yıl içinde Libya, tüm Batı Trakya ve Girit’i, on yıl içinde de, Suriye, Irak ve Arabistan’ın tümünü yitirdiler. Enver Paşa, Osmanlıcılığın yükselmesi için değil, Anadolu Türklüğünü kurtarmak için giriştiği Turancılık savaşımında öldü. Talat ve Cemal Paşalar, dost bildikleri Alman kentlerinde ve sahipsizlik içinde, Ermeni kurşunlarıyla can verdiler.

“Kardeş” gördükleri Osmanlı azınlıkları, hem İmparatorluğu hem de onları yok etti. Oysa; Tunalı Hilmi 1908’de Avrupalılar’a, “Osmanlılık Türklük değildir, mezhep ve cins ayrımı olmaksızın kardeşliktir” derken, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının siyasi merkezi gibi çalışan Fener Rum Patrikhanesi, “Osmanlı milleti diye bir tanım kullanılıyorsa da gerçekte böyle bir millet yoktur” diyordu. 9 

Yapılmak İstenenler; Yapılanlar

İttihatçıların Osmanlıcılık olarak tanımladıkları düşünsel karmaşadan kendilerini kurtarmaları, gerçekleri ortaya koyan araştırmalarla değil, yaşanan acılı olaylar ve el yordamıyla oldu. Ulusçuluğa ulaştıklarında, artık geç kalmışlardı. Üstelik Türk ulusçuluğunun kuramını oluşturacak ne yeterli bilgileri, ne de zamanları vardı. Yine de, 1913’ten sonra başlayan ulusçu yönelme, birçok yeniliğe ortam hazırladı.

Eğitimde çağdaşlaşma, üniversite (darülfünun) özerkliği, Batı takvimi, ulusal ekonomi, özel girişimcilik, kooperatifçilik gibi konularda araştırmalar ve uygulamalar yapıldı. Eğitime karışmayacak, yalnız din işleriyle uğraşacak Darülhikmetül İslamiye örgütü geliştirildi; siyasetle ilişkisi olmayan kültür ve spor dernekleri kuruldu; Türk Ocağı desteklendi. Ulusal Savunma (Müdafaa-i Milli), Donanma, Çocuk Esirgeme (Himaye-i Eftal), Kızılay (Hilal-i Ahmer) gibi örgütler denetim altına alınıp geliştirildi.

Haber alma ve eylem örgütü olarak Teşkilatı Mahsusa kuruldu. Benimsenen ulusçuluk ilkesine uygun olarak, ulusal ekonomi siyaseti izlendi, yerli malı kullanma, kooperatifçilik ve özel girişimcilik teşvik edildi. İtibari Milli Bankası açıldı, mahkemeler Adliye Nezareti’ne bağlandı, yargıda yeniliklere gidildi. 10 

Yokoluş

İttihatçılar, kendilerinin yarattığı koşullar nedeniyle, İmparatorlukla birlikte yok oldular. Almanya’yla kurulan ilişkiler, yarattığı bağımlılıkla, ülkeyi emperyalist devletler arasındaki büyük savaşa sürükledi. Konumuna ve gereksinimlerine hiç de uygun düşmeyen bu savaş; ülkenin parçalanmasına, katılma sorumluluğunu taşıyanların da ortadan kalkmasına yol açtı.
İttihatçıların gidişleri de gelişleri gibi sıra dışı ve acılı oldu. Otuz yaşından genç olan bu insanlar, on yıl içinde yönetime geldiler, ülkenin geleceğine yön verdiler ve İmparatorlukla birlikte tarih oldular. Oysa, canları pahasına, birlikte battıkları İmparatorluğu kurtarmak istiyorlardı. Yürekli ve ataktılar. Giriştikleri savaşım için gerekli bilinçten yoksundular ancak yurt sevgisine dayanan inançları ve yüksek amaçları vardı.

Değerlendirmeler

Taylan Sorgun İttihatçılar için şunları söylemektedir: “Destanlarla büyümüş gencecik bir nesil, avuçlarının içinden bir imparatorluğun kayıp gitmeye başlamasını yaşarken, öfkelerinin ve kaderlerinin üzerindeki ‘Yıldız kabusu’ içinde bunalıyorlardı. Onlar kendilerini çok geçmeden, bir büyük devlet kavgası içinde bulacaklardır. Ve o devlet kavgasının ideallerle dolu, inatçı, vuruşkan havası içinde; hapishaneler, sehpalar, tutuklanmalar ve prangalar, köşebaşlarındaki pusular, jurnaller, koca bir imparatorluğun çöküşünü yaşayışları ve yoksul Anadolu yaylası insanlarının cephelerde tükenişleri, sanki doğdukları zaman vazgeçilmez kaderleri olmuştu.” 11 

Mustafa Kemal, hemen hiçbir konuda anlaşamamasına karşın, İttihat ve Terakki’nin “vatansever bir örgüt” olduğunu kabul eder ve bu örgütün yurtseverliğinin her türlü “tartışmanın üzerinde” olduğunu söyler. Üstelik bunu, ittihatçıların bir sürek avı gibi arandıkları işgal altındaki İstanbul’da, Fransız Büyükelçiliğinde görevli Rahip Frew’e karşı yapar.

Kendisiyle görüşme isteminde bulunan Frew’in, İttihat ve Terakki hakkında ileri geri konuşması üzerine şunları söyler: “ İttihat ve Terakki’nin temsilcisi değilim, fakat izninizle söylemeliyim ki, İttihat ve Terakki vatansever bir cemiyettir. Başlangıcından çok zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum. Cemiyet, hiçbir zaman sizin aşağılamalarınızı hak edecek bir nitelik almamıştır. Birçok kusuru ve yanlışı olabilir. Ama yurtseverliği tartışmaların üstündedir.” 12 


 1  “1908 Devrimi” Aykut Kansu, İletişim Yay., 1995, sf.359– 428
 2  “Enver Paşa” Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Yay., 3.Bas, 2.Cilt, sf.93
 3  “İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Bas.–2003, sf.223
 4  Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 10.Cilt, sf.5993
 5  Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 10.Cilt, sf.5993
 6  “Jön–Türk Modernizmi ve Alman Ruhu” Mustafa Gencer, İletişim Yay., İst.–2003, sf.54
 7  a.g.e. sf.54
 8  “Türk Direniş ve Devrimleri” Prof. Çetin Yetkin, Otopsi Yay., II. Cilt– 2003, sf.717–718
 9  a.g.e. sf.718
 10  Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5993
 11  “İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saati Yay., 2.Baskı– 2003, sf.13
 12  “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Bas., İst.–1998, sf.243


Metin AYDOĞAN, 20 Kasım 2014
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 9 konuk

x