İZMİR’DE İZMİR MARŞI İLE (Miting 1)

İZMİR’DE İZMİR MARŞI İLE (Miting 1)

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Eki 21, 2021 9:32

İZMİR’DE İZMİR MARŞI İLE (Miting 1)


(Yazının birinci bölümü)

“Büyük Uyanış” açık hava toplantılarının ilk ikisini de canlı yayınlardan izledim ve yazdım. Bu İzmir’deki (17 Ekim) üçüncüsüydü.
Aynı şekilde, aynı bilinmezlikler içerisinde yapıldı, bitti.

Toplantı alanı, diğerleri gibi son anda belli oldu, yer değiştirildi, ses kesildi, ses bozuktu, çekim bozuktu, görüntü yoktu, altmışlı yılların radyo yayını gibiydi yayın. Parazitli ses kaydı… Ülkemizin ilk televizyon deneme yayınları gibi, görüntü titrek, yayını çeken deneyimsiz, çekim, gözü yoruyor…

Birden teknolojide yine on yıllar öncesinin gerisine düştük, en geri, en ilkel, “iş olsun ağalar” anlayışıyla canlı yayın çekimi. Sonra, yayın doğru dürüst duyurulmadı, bittikten sonra da ortalığı kasıp kavurmadı… Haber değeri taşıtmadılar ki…

Esenler’de eve giren farelerle, Bursa’daki yılanlarla uğraşıldı da o gün, gün boyu, bedenimize giren, devam girecek olan bilinmez sıvılarla uğraşılmadı, ilgilenilmedi. Bu sıvılarla bağlantılı olarak iklim değişikliği korkutmacasıyla gelecek olan açlık, yapay et, tarıma, hayvancılığa darbe, insanlığın sonunu getirecek yeni düzenlemeler, sanal paraya geçilme ayakları, insanları mülksüzleştirme, ulus devletleri bitirme, insanları fişleme, tutsak etme planları satılmış – güdümlü basın yayının ilgisini çekemedi. Bu “Uyanış Mitingleri” gazetelerde bir pul kadarcık yerde haber olabildi, o da yanlı, kötü, ters anlamlı sözlerle…

Biz, ne zaman bu kadar güdülen, küreselcilerin tutsağı, tek sesli, tıpış tıpış giderek kendi ayaklarıyla denileni uygulayan, sorgulamayı unutan bir toplum olduk bilemem…

AYDINLARIN AYMAZLIĞI

En son bilgi ağında, “Seçme Yazılar”da (Gürsel Albayrak sayfası) Ümit Zileli’nin güzel bir siyasi yorumunu okuyorum, içindeki bir söz, yazısının tüm güzelliğini alıp götürüyor. Yazara göre, 2020’de biz aşı konusunda nal toplamışız, dünyanın gerisinde kalmışız. Hiç düşünmemiş demek bu salgın tiyatrosunun üstünde, “Yeni Dünya Düzeni” üstünde. Küresel Çetenin uygulamalarına, dediklerine inanıyor, ya da inanmış görünüyor. Şu sözü çok severim.

Sorarlar: “En akıllınız kim? Öndeki zincirli!”

Buna, salgın yalanına, kendilerine Atatürkçü diyen diğer gazeteler de inanıyor. Muhalefet iktidarla aynı şekilde düşünüyor, iktidardan bile hızlılar, daha daha çok istiyorlar ne olduğu belirsiz o sıvıdan, sözde yanlışlıkla bebeklere verilmesi bile o gen sıvısının kimseyi harekete geçirmedi, kıyamet koparılmadı, yapanlara soruşturma açılmadı. Okul çocuklarının o yaştaki masumların ağızlarının burunlarının saatlerce kapatılmasına, çocuklara yapılan bu eziyete karşı çıkan, dur diyen yok.

Avrupa’da sokaklarda maske yok, baştan beri yok çoğunda, şu an hiçbir yerde yok, Avrupa’nın kimi ülkelerinde de tüm bu “tedbir” dedikleri, insan yaşamıyla oynama, sıvı dayatması kalktı, en azından bu kadarcık uygarlar.

Bizim ülkemizin sokaklarına gökten mikrop mu yağıyor, neden bizde bez parçaları (aslında bez olsa o örtüler yine iyi, plastik - sentetik, kimyasal ürünler) mecbur kullandırılıyor? O bezleri kullanmanın özel eğitim gerektirdiğini, yanlış kullanımının çok zarar verebildiğini bilmiyor olabilirler mi bizi yönetenler, diplomalı küreselci borazanları? Ameliyat doktorunun bir eşyası nasıl sıradan insanlara, çocuklara mecbur tutulabilir, peçe görünümlü ağız burun örtüsünü, yüzünü gözüne kadar kapatmayı, bu ilkel görünümü özellikle kadınlar nasıl benimser? Erkekler hiç mi yadırgamazlar kulak kepçelerine taktıkları o şeyi?

DAĞLI YOBAZLAR, YANDAŞLAR

Dağlı, yobazlar şahı, kadın kız düşmanı cahil Talibanlar bile ağızlarına o şeyi takmadan geçen hafta göbeklerine inen kara sakallarıyla, entarili giyimleriyle ülkemize geldiler, göğüslerini gere gere onlar ağızlıksız, bizimkiler ağız burun kapalı, vebalı gibi karşılıklı konuştular. Onların nefesi temiz, bizim pis. Biz zayıf, onlar güçlü! Ne oldu? Onlara diş geçirilemiyor mu? Bildiklerini okuyorlar. Gelen heyet hastalandı mı? Hepsi sapır sapır döküldü mü? Yoksa bize dayatılan “küresel korku” bir aldatmaca mı?

Pazar günü, İzmir Büyük Uyanış toplantısının yapıldığı aynı günde, Esenler’de yeme içme şenliği yapılmış, beş ton içli köfte yenilmiş, dile kolay beş ton! Beş bin kilo! Bu tür şenliklere tek söz var mı? O etler, meyveler, bademler ağız burun kapalı mı yenildi? Saz çalanlar yan yana sazlarını çalmadılar mı, türkülerini söylemediler mi?

İşlerine geleni görüyor, işlerine gelmeyeni görmüyor bizim gazetecilerimiz.

Esenler için sayfalar boyu övgü, coşkulu ifade. İzmir’in mitingine gelince daha ilk sözleri şu:

“İzmir'de aşı karşıtları maske ve mesafe kurallarına uymadı” (DHA)

Açık hava toplantısının konusunu bile yazmaya üşenmişler:

“Aşı karşıtları İzmir'de toplandı”

Bu da tüm görebildikleri, verebildikleri haber:

“Koronavirüse karşı aşı olmayı reddeden ve aşı olmamayı savunanlar, İzmir'de 3. mitinglerini gerçekleştirdiler. Maskesiz ve mesafesiz bir araya gelen aşı karşıtları, aşı olmama kararlarını yineledi.”

Esenlerdeki kalabalığa tek sözleri yok, övgüyse, bol:

“Esenler'deki festivalde 5 ton çiğ köfte, 15 ton nar ve 1 ton badem ikram edildi.”

NEYİN HEKİMİ?

Aha, bu da bir Cumhuriyet (?) hekimi. Nerede tıp eğitimi aldıysa, kim eğittiyse bu tür örümcekli kafaları, bilim dışı, insanlık dışı konuşanları, İzmir’de, aynı gün şöyle demiş, genç bir kulak burun boğaz doktoru, maskeler, mesafeli duruşlar için:

“Yaşamımız içinde bunlar artık kalıcı.”

Neymiş, nezleden falan da korunuluyormuş böyle maskelerle, birbirinden uzak, hijyen denilerek (uzaylı gibi giyimlerle, elde kimyasal temizlik malzemeleriyle) yaşanılırsa, ilave etmiş:

“Yüz yüze eğitimin başladığı okullarda da öğrencilerin bu üçlü formülü uygulaması onları kış hastalıklarından koruyacaktır. "Covid bahane, maske şahane" diyelim ve bu üçlü korunma yöntemlerini başta koronavirüsten olmak üzere hayatımızdan eksik etmeyelim."

Düşünebiliyor musunuz başa gelecekleri? Yeni Dünya Düzeni için kurdukları planı? İnsanlığı, çocuklarımızı bekleyen geleceği? Korkuyla korkutulmanın sonu gelmeyecek. Zaten demişlerdi, uzaktan eğitimden artık vazgeçilemez, alışın!
*
KAFAMIZI KURCALAYANLAR

İzmir mitingini güdümlü, tutsak basın iki satırla geçiştirdi ama biz öyle yapmayacağız. O toplantının önemi konuşmalardaydı, verilen mesajlardaydı. Toplantının amacı toplumu uyarmaydı…

Bu arada toplantı ile ilgili pek çok bilinmeyen şey kafaları kurcaladı. İlk mitingi düzenleyen, ona öncülük eden, Ankara’daki mitinge de gelerek son konuşmayı yapan, buradayım diyen, birleştik diyen, gelenleri, bu birlikteliği kutluyorum diyen Akit yazarı A. Dilipak burada yoktu. Selamı mesajı bile yoktu! Ne olmuştu? Kapalı kapılar ardında neler dönmüştü?

Her yazısında aşı konusuna değinen Arslan Bulut, İzmir mitinginden kaç gün geçti, diğerlerini olduğu gibi bunu da görmedi, duymadı, yazılarında hiç söz etmedi. Neden?

Neden aynı teknik sorunlar devam etmişti burada da…

Neden toplantının üstüne sanki bir örtü örtülmüştü, konuşmalar toplumdan gizlenmişti?

Neden buradaki konuşmacılar daha çağdaştılar? Çarşaf giyimliler yok gibiydi İzmir’de. Mitingi düzenleyenler hiç çekinmeden İzmir marşını çalabildiler, sonda da okudular, gerçi sesi kestiler dinletmediler orada olamayan bizlere ama yine de İzmir’e yakışan bir tutumdu bunlar. Konuşmalar neden daha çok bilimseldi, bilimsel gerçeklerin tekrarıydı, toplananlar daha çağdaş görünümlüydü, neden? İktidar eleştirisi, siyasetçi eleştirisi neden burada daha belirgindi?

Sonra neden toplananları kamera neredeyse hiç göstermedi, ellerdeki afişler gösterilmedi, sonra orada çalan eskinin komünistlerinin ünlü müziği (Çav bella) kimin işiydi, o müziğin orada ne işi vardı? Yaşamı tutarsızlıklarla dolu, Nakşi tarikatı müridi Kısakürek’in sözlerinin aralarda okunması neyin nesiydi?
*
CANLI YAYIN ÜZERİNE

En iyisi bunların yanıtını toplantıyı kısaca anlatarak verelim, satır aralarından, konuşmacılardan, düzenlemenin şeklinden durumu anlamaya çalışalım.

Baştan da dediğim gibi, olayı ciddiye alan, canlı yayın yapan tek TV kanalı yoktu. Bir amatör “Youtube” kanalı, o da bakılmasın, sesi verelim yeter anlayışıyla çekim yapıyordu. Ben mi göremiyorum dedim aynı anda bu işi bilen gençlerimize daha iyi yayın yapan bir kanal arattırdım, bulamadılar. Hepsi bu dediler.

Bu arada ellerinde sopalı sopasız kamera, cep telefonu, harıl harıl herkes çekim yapıyordu. Gerekirse sonra yayınlarız diyorlardı belki. Tek bulabildiğim canlı yayın kanalı şöyleydi:

Sabit bir kamera, nasıl bir şeyse hep o kapkara sahneye bakıyor. Sahneye bir iki kadın, adam çıkıyor, sahneden iniliyor, aşağıya belden bükülerek eğiliniyor, birileriyle konuşuluyor, çekim hep onlara, kara sahneye odaklı. Çirkin görüntüler yakalamaya niyet etmişler, belli. Ne gelenleri, toplananları, ellerdeki afişleri görebiliyoruz, ne de doğru dürüst çalınan müzikleri duyabiliyoruz. Cızırtı, hırıltı gidiyor. Üç dört tür müzik çalındı, anlayabildiklerim, bir, Ölürüm Türkiyem, bir, “Bil Oğlum” şarkısı (vatanına göz dikeni ez oğlum / dostun kimdir, düşmanını sez oğlum), bir, İzmir marşının başlangıç melodisi, bir, o dediğim Çav bella. “Arada şiirler de okundu. Anladığım kadarıyla “Ben Anadoluyum” şiiriydi okunan bir şiir.
Duyar duymaz içimden eyvah eyvah demişim. Bu şiir, bölücülerin ağızlarından düşürmedikleri Türk, kürt laz… diyerek başlayan, Türk kimliğini etnik kimliklerle bir sayan sözlerden oluşuyor.

“Ben Türküm, Kürdüm Zazayım, Lazım, Çerkezim, Dadaşım, / Dedik ya bir babanın oğluyum, yedi gardaşım./ Ben Karadeniz’de Lazım, Hazar Denizi’nde Abazım,” diye süren… Dadaş, Erzurumlu demek. Nasıl ayrı bir kimlik olabilir ki demeyin, olmuş işte. Sonra sanki Laz varmış, ayrı devlet isteyen bölücü “Kürtçü”lerden, bu yayılmacı maşalarının dillerine taktıklarından başka bir kimlik varmış gibi ülkemizde, hepsi sayılmış…

Bir konuşmacıyı çağırırken okunan şu dizeler de, Necip Fazıl Kısakürek’ten, dinci kesimin Gençliğe Hitabı (?) imiş:

“ Zaman bendedir, mekân bana emanet.” Son dizeleri:

“Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! / Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!”

Fethullah Gülen’e de seslenirlerdi birileri bir zamanlar televizyonlardan aynı söz dizimiyle:

“Haydi ayağa kalk, bitsin bu hasret!”

Öbür mitinglerde de yazmıştım ya, kıyamet yakın diye. Atatürk düşmanı olanların, dincilerin kullana kullana bitiremediği, Atatürk Cumhuriyeti karşıtı bir şairden dizeler bunlar. Böyle bir toplantıda okunuyor. Konumuz ise hayati bir konu. Çağımızın küreselcileriyle mücadele, onlara boyun eğmeme çabası…

Konuşmacılar arasında pırıl pırıl bir bilim insanımız, çağdaş öğretmenimiz de var. Cesur gazetecilerimiz de var.

*
MİTİNG İZLENİMLERİ, BAŞLANGIÇ

Toplantı Pazar günü öğleden sonra saat üçte başlayacak diye duyurulmuştu. Üçe çeyrek kala o dediğim kanalı buldum, bilgisayarımın başına oturdum. Demir parmaklıklı bir kapı önü, gelip giden, ortalıkta dolaşan beş on kişi. Kocaman kara dikdörtgen aygıtlar üst üste konulduğuna göre kapı önüne, burası sahnenin yanı olmalı. Toplanılan meydanı göstermiyorlar.

İzlediğim kanalın altında yazıyor:

“İzmir Canlı Büyük Uyanış Mitingi”

Sahnenin arkasında duvarda da şöyle bir yazı asılı:

“İnsani Mücadele Platformu.” Bu bezin altında, “Birlikte özgürlüğe” yazısı.

Takım elbiseli, kravatlı, sakallı, uzun boylu bir genç adam, elinde mikrofon, toplantıyı başlatıyor:

“Sevgili arkadaşlar, hoş geldiniz.” dedikten sonra müthiş bir başlangıç yapıyor:

"Plândemi ile Mücadele hareketi olarak;

“Biz bugün İzmir’de, insanlara sakın aşı olmayın demek için değil;

Biz bugün İzmir’de, insanlara, hodri meydan, hodri meydan demek için bir araya geldik.”

Bırakın insanların yakasını diye haykırabilmek için…

Yirmi aydır kan ağlayan esnafımıza… Annelere nefes, umut olabilmek için…

Bilim adı altında aba altından sopa gösterenlere karşıyız!

Bir buçuk yıldır sergilenen korku politikalarına, baskılara, artık yeter demek için…

Fransa’daki, İtalya’daki… Amerika’daki… (ülke adları sayıyor) özgür olmak isteyenlere bir selam çakmak için…

Türkiye’yi Avustralya yapamazsınız demek için…

İzmir’in dağlarında çiçekler açar demek için…

Bugün bir doğuşu simgeliyor. Mevlit kandili.

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!”

*
Burada bir dakikalık şehitlere saygı duruşu ve İstiklal Marşı okunması.

Mitingdeki düzeni sağlayan, kendilerine iyi davranan polis memurları için de İstiklal marşının ardından alkış isteniyor. Uyarıyorlar:

“ Sadece çocuklarımız var. Çocuklarımız için buradayız. Siyasi slogan atmıyoruz!”

ELLERDEKİ AFİŞLER

Mitingde, iki ayrı yerde güvenlik kontrolü yapılmış. Yandaş gazetelerin dediklerine göre, katılanlara HES kodu kontrolu yapılmamış, maske takılması da zorunlu tutulmamış. Ne diyor yandaş gazete:

“Girişte polis bariyerinin yanında maske kutuları yer almasına karşın alandakilerin büyük çoğunluğunun maskesiz olması dikkat çekti.”
Bu sözler de ellerdeki, yukarı tutularak gösterilen afişlerin bazılarının sözleri:
“Turiste bulaşmayan virüs”, “Aşı mı sizi koruyor, siz mi aşıyı?”, “Konserde bulaş (bulaşma) yok, camide bulaş var”, “Aşı sonrası yan etki ve ölüm bilgisi neden açıklanmıyor?”, “Kobay değiliz insanız” “ Salgın değil, biyolojik savaş. Yalana teslim olma.”

HAMZA YARDIMCIOĞLU

İlk konuşmacı yazar Hamza Yardımcıoğlu.

Hamza Yardımcıoğlu’nun konuşması sakin, kapalı bir salonda konferans verir gibi, bilgilendirici. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki durum, devletlerin anlaşması, ekonomi politikaları üzerine kısa bir açıklama. Kabalistlik…

“Bu sistemlerinin elli yıllık bir ömrü vardı, 2020’de çökecekti, biz biliyorduk.

Aynı anda herkese görünmez bir düşman gösterildi. Daha fazla karşılıksız para basmaya başladılar, bizi borçlandırdılar.

Bu görünmez sömüren yamyamların nasıl çalıştıklarını insanlar görmeye başladılar.

“Aşı olun, yoksa öleceksiniz!”

Bu yeterli değildi: “Küresel ısınma var!” “İnsan kaynaklı ısınma var! Yeni bir insan yaratacağız!” dediler. “Yeni Dünya” kuracağız diyorlar. Küresel irade olarak seçtikleri; DSÖ. (Dünya Sağlık Örgütü)

Ellerini indir kaldırla partilerini temsil eden adamlarla, TBMM’den geçti bu Paris İklim Antlaşması, bu utanç vericidir! Üst merci ne karar verirse… TBMM iradesini teslim etmiştir. Hem “pandemi” hem iklim politikasında iktidar ve muhalefet ittifak etmiştir. Bu size garip gelmiyor mu?”

Burada TRT yuhlanıyor, bu mitingler üzerine yaptıkları haberler için.

Sonra basın yayın üzerine konuşuldu:

“Medya işinin gereğini yapabilseydi…

Medya yalancıdır!”

"Küreselcilerin önünde boyun büken medya"ya:

“Yazıklar olsun size!” Bu “aşı” işinin geçmişini anlatıyor:

Biz bugün çok şerefli bir iş için buradayız:

“Zorla aşılama!”

Bunun arkasında başka iş var. Gates vakfının 2016’da yayınladığı bir veri: “Digital para sistemine geçilecek.” Bu, digital sağlık kartları kullanılarak yapılacak.

“Bütün dünyayı nasıl aşılarız?”ı konuşuyorlar: Yıl, 2018. Toplantının açılış konuşmasını bu aşıları üreten, bundan para kazanan Uğur Şahin yapıyor.

“Burnuna çubuk sokacağız!” Böyle bir rezillik olabilir mi?

Genelgelerle, akıldışı, absürt (saçma) işler yapıyorlar. Fahrettin Efendi’ye seslenelim mi?

Fahrettin duyuyor musun? Görüyor musun? Diğer küreselcilerle, yuh olsun size!

Halkınızı sattınız, küreselcilere diz çöktünüz!

Eyüp Akbulut’a (savcı) buradan selam olsun! İşini yaptığı için görevden alındı.

Bütün ormanlarımız yakıldı… Müsilaj dendi… Bakanlığın adı değişti! Bu kadar teslim olunmuşluk!..”

Sözün burasında, en can alıcı konuya (ağız- burun bezine) değinildi:

“Ağzıma bu pis bez parçasını kimse taktıramaz!

Protesto ettiğimiz şeylerden biri maske!

Açık havadasın, ne bu!

Miting Gündoğdu meydanında olacaktı. Bornova Cumhuriyet meydanında oluyor. Yani katılımın az olması için… Birileri bizden korkuyor. Biz onlardan korkmayacağız! Onlar bizden korkacaklar!”

Küresel iklim değişikliği için yapılacakları sayıyor:

“Açlık, susuzluk başlayacak. İneklere gözlerini diktiler. Deney yapalım. Sen kendi garajında, arabanla (çalışır vaziyette) bekle, ben garajımda ineğimle… Hangisi zararlı?

Yapay etmiş… Yazıklar olsun diyorum!

Hava güzel… Allah bizimle birlikte!”

SERPİL YAKAN KARABULUT

Ezan okunurken ara verildi, ardından kıymetli öğretmenimiz Serpil Hanım konuşacak, dendi.

“Öğretmenlerden haftada iki kez PCR testi istendi. Bu hukuken mümkün değildir, zorlamadır.” diye söze başlayarak devam etti öğretmenimiz:

“İnsan bedeni rızası olmadan bilimsel testlere tabi tutulamaz.” Topluluğa sordu:

“PCR testine güveniyor muyuz?” Topluluktan, “Hayır!” yanıtı geldi.

“Kin, düşmanlık, tahrik suçu işlenmektedir.

Öğretmenlerin kutsal mesleklerini yapmaları önlenmektedir!

Eğitim ve öğretim sekteye uğratılmaktadır!

Küresel dayatmalara boyun eğmeyeceğiz!

Eğitimde küresel sisteme teslim olmayacağız!

2030 yılında çocukların ailelerden alınması projesi var…

Zorunlu maskeye; “Hayır!” (toplulukla birlikte “hayır” deniyor)

Zorunlu PCR testine; “Hayır!”

HES koduna; “Hayır!”

Deney sıvılarını çocuklarımız üzerinde deniyorlar. Buna izin verecek miyiz?

“Hayır!”

Son nefesimize kadar savaşacağız yoksa uyuyacak mıyız? “Hayır!”

Köle olacak mıyız? “Hayır!”

Öğretmenimiz burada Atatürk’ün o ünlü uyarıcı sözünü okuyor:

“Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olarak uyanır.”

Sunucu, öğretmenimizin konuşmasından sonra: “ Arkada dinlerken tüylerim diken diken oldu. Bu heyecanı paylaşmamız, yaymamız gerekiyor!” diyerek Serpil Hanım’ı kutladı.

AKTİVİST HANIM

Bu sırada aktivist diye tanıtılan bir hanım sahneye çıktı. Fransızca olan bu sözün anlamı eylemci demek. Dikkat çekici eylemler düzenleyen, bu tür eylemlere katılan. İlk sözler etkileyiciydi:

“Biz kimseye karşı değiliz.

Bizler, geleceğimiz, bizler, çocuklarımız, bizler, ülkemiz için buradayız.

Bakan Çavuşoğlu, turistin göreceği herkes aşılanacak demişti. Ayrım yapmaya devam ediyorlar, buna izin vermeyeceğiz! Dünya görüşümüz başka olabilir ama bunu öne koymuyoruz.

Millet olarak haklarımızı biraz daha bilseydik… Anayasa kitapçıkları bastırdık. Lütfen bu kitapçıkları alın, aşı, HES kodu diyenlere karşı yanınızda taşıyın!

Medya karşımızda!

Asla teslim olmayacağız!”

TÜRKİYEM!

Sözü yine sunucu aldı. Birlikte “Ölürüm Türkiyem” i söyleyeceğiz dedi. İlerleyen dakikalarda da hep birlikte İzmir Marşını söyleyeceklerini duyurdu.
“İzmir! Seslen İzmir!”

“Ölürüm Türkiyem!” Daha yüksek sesle: “Ölürüm Türkiyem!”

“Hey hey hey!”


DOĞU TÜRKİSTAN

Sahneye, ikisi ellerinde Türk bayrağı – Doğu Türkistan bayrağı taşıyan, beş kişi geldi.

Diğer mitinglerde de Doğu Türkistan Cumhurbaşkanı diye tanıtılan aynı kişiyi sahneye çıkarmışlardı. Mitingin konusuyla ilgileri yoktu, belli ki, seslerini duyurmak için burada onlara imkân sunulmuştu. Başkanları:

“Anavatan Türkiye’ye selam olsun!” diye söze başladı, “Kardaşlarımız!” diye devam etti. Tarihten söz eden, yüce önderimizin de adının geçtiği kısa konuşmasının sonunda sordu:

“ Doğu Türkistan’ın yanında mısınız?” “Evet!”

“Doğu Türkistan’a destek verecek misiniz?” “Evet!”

“ANADOLU BİRLİĞİ” GENEL BAŞKANI

“Anadolu Birliği Genel Başkanı burada” diye duyurusunu yaptı sunucu Bedri Yalçın’ın.

“Dört gündür İzmir’deyiz!

İzmir’in dağlarına çiçekler değil, karanfiller yağmış.

Bu mesele siyaset üstü bir mesele! Bu mesele yürek meselesi!

Büyük Uyanış mitinglerinin doğmasına sebep Ömer Ulutaş’tır.

Uyanmamız gereken bir mesele daha var. Ne muhalefet, ne iktidar var! Bu kadar zulme sessiz kalınır mı? Gazi Mustafa Kemal gelse bunları denize atardı!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda, yolunun yolcusuyum!”

JUDO ANKARA

Sonra Judo takımından, başarılarından söz edildi. İstiklal Marşımızı 46 ülkede çaldıran hocamız denilerek Münir Tunç Başaran’a seslenildi.

“Ben Judo Ankara’yım. Çocuklarımızı sporla tanıştırdım. Rabbim 46 ülkede İstiklal marşımızı okutmak nasip etti. Siyasete hazırlanıyorum. Merkezi hükümetle, belediyelerin birlikte çalıştığı…”

Ya biz ne dediğimizi bilmiyoruz, ya da bütün beyinler bölücülüğe, bölünmüş yapılı yeni bir yönetim biçimine ayarlanmış. Bölücülük çok yol almış. Şimdi buradaki merkezi hükümet sözü nedir? Bir tarafa koyamadık…
*
Sürecek…

Feza Tiryaki, 20 Ekim 2021
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 996
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

cron

x