Kabotaj, Mavi Vatan ve vatanseverlik
Vatan, kara parçasından ibaret değildir; o kara parçasının üstündeki hava sahası da vatandır, denizlerimiz de...
Peki, denizlerimiz derken Akdeniz’in, Ege’nin, Karadeniz’in ne kadarı bizimdir, ne kadarı Mavi Vatan’ımızdır?
Deniz yetki alanları
Karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge, bir ülkenin deniz yetki alanlarıdır.
Karasuları; egemen devletin topraklarına bitişik, egemenliği kendisine ait olan deniz alanıdır. Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’de karasuları 12 mil, Ege’de 6 mildir.
Kıta sahanlığı; ülkeyi oluşturan kara parçasının denizaltındaki uzantısıdır, derin deniz yatağına kadar olan mesafedir ancak 350 mili aşamaz.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ise 200 deniz mili mesafeye kadar olan bölgedir. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre kıyı devletine Münhasır Ekonomik Bölge içindeki canlı ve cansız kaynaklar üzerinde bazı ekonomik haklar verilmiştir.
Karasularının deniz yatağı, deniz yatağının altı, denizaltı, deniz yüzeyi ve üstü tamamen egemen devletin mülküdür; Münhasır Ekonomik Bölge ise mülk değildir; kıyı devletinin bazı ekonomik haklarının olduğu bölgedir. O nedenle kelimenin gerçek anlamı içinde Mavi Vatan karasularıdır. Ancak yetki varlığı nedeniyle bunun ötesindeki alana da Mavi Vatan demek sorun değildir; nihayetinde denizcileşme politikasına bakış açısı kazandırmaktadır.
Deniz egemenliği
Kabotaj, kelime anlamı itibarıyla “Bir ülkenin iskele veya limanları arasında gemi işletme işi”dir. Kabotaj hakkı, bu işi yapmaktaki egemenliktir.
I. Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’nde deniz ulaşımının yüzde 90’ı yabancıların elindeydi. 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu ile Türk devleti denizdeki egemenliğini eline almış oldu.
Böylece Cumhuriyetin kurucularının “ulusal ekonomi” anlayışı, denizcilik alanında da uygulamaya geçmiş oldu. Ki kanunun temeli daha Cumhuriyetin ilanından önce, 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde atılmıştı.
Nitekim ancak bu “egemenlik ve ulusal ekonomi” anlayışı ile iskeleler ve limanlar kamulaştırılabilirdi, millileştirilebilirdi...
Bugünkü tablo
Atatürk ve İnönü’den sonra, neredeyse denizle arası “çok iyi” olan tek bir cumhurbaşkanı, tek bir başbakan göremedi Türkiye... Hatta son 20 yılda, denizde fotoğrafı olan bir başbakan ya da cumhurbaşkanımız bile olmadı!
Bunun denizcilik kültürümüze nasıl olumsuz yansıdığı ortada...
O kültür, koy kapatmak, denize nazır ormanları imara açmak, oteller için ranta dönüştürmek ve deniz manzaralı villalar yapmakla sınırlı neredeyse...
Kuşkusuz eksiklik sadece deniz kültürünün olmamasından kaynaklanmamaktadır. Esas sorun, “ulusal ekonomi” anlayışındaki eksikliktir.
O anlayışın varlığı nasıl ki limanları kamulaştırmış, millileştirmiş ise olmaması ya da eksikliği de limanların özelleştirilmesi, hatta bazılarının ortaklık yoluyla yabancılaştırılması sonucunu doğurmuştur!
Üç denizdeki sorunlar
Üstelik bugün üç denizimizde de büyük sorunlarla karşı karşıyayız:
Doğu Akdeniz’de, AKP hükümetinin Annan Planı’nı desteklemesi ve çözümün önünde engel gördüğü Rauf Denktaş’ı devre dışı bırakmasıyla başlayan yanlışlar, sonrasında kimi doğru hamleler yapılsa da düzeltilemedi.
Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan hidrokarbon yataklarının nasıl paylaşılacağı sorununda, Kıbrıs sorunundaki yanlışlara eklenen bir dizi sorun, bugün Türkiye’yi bölgede yalnızlaştırmış durumda. AKP hükümetinin Doğu Akdeniz’in kıyı devletleri olan Suriye’de Şam yönetimini devirme hedefi ve Mısır’da Müslüman Kardeşler karşıtı diye Kahire yönetimini tanımaması, Ankara’yı müttefiklerinden etmiştir.
Nitekim yine Libya’da ABD ve Fransa’yla birlikte Kaddafi’yi devirme operasyonuna dahil olan AKP hükümeti, şimdilerde durumu düzeltmek adına “sorunlu ve pahalı bir çözüm” yolu izlemeye yönelmiştir.
Öte yandan Ege’de işgal edilmiş ada ve adacıkların iktidarın umurunda olmadığı bir tablo yaşıyoruz. Dahası genel başkan yardımcısının milletvekillerine gönderdiği bilgi notundan da biliyoruz ki, bu sorun artık ana muhalefet partisinin de umurunda değil!
Karadeniz’de ise AKP hükümetinin Kanal İstanbul projesi nedeniyle potansiyel bir sorun bizi beklemekte. Yapay bir boğaz, mevcut boğazlara dair 1936’da imzalanmış Montrö Anlaşması’nı delmek için yıllardır pusuda bekleyen emperyalist ABD’ye, o anlaşmayı yeniden masaya getirme fırsatı doğurmaktadır.
Egemenlik milletindir
Kısacası üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde üç denizde de “yanlış dış politikalardan” kaynaklı sorunlarla karşı karşıya olduğumuz bir süreçte kutluyoruz 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramımızı...
1876 I. Meşrutiyet Devrimi ile başlayan, 1908 II. Meşrutiyet Devrimi ile gelişen, 1920 Türk Devrimi ile yükselen ve 1923 Cumhuriyet Devrimi ile taçlanan sürecin şu günlerde “yeni rejim inşası ve yeni tarih yazımı” ile kesintiye uğraması kimseyi heveslendirmesin.
En nihayetinde egemenlik, karada olduğu gibi denizde de kayıtsız şartsız milletindir!
Vatanseverliğin en önemli ölçütü, ulusal bağımsızlığa ve egemenliğe sahip çıkabilmektir.
Mehmet Ali GÜLLER, 29 Haziran 2020