Kader

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

Kader

İletigönderen zxzx » Pzt Haz 07, 2010 17:30

Kader


Herşey Allah'ın dilemesiyle oluyorsa zina da mı böyle oluyor?
Allah ne yapacağımızı önceden biliyorsa böyle imtihan olur mu?

Allah'ım bizi kötü yola düşürme diye dua ediyor musunuz?
Ediyorsanız soruyorum: Sizi kötü yola düşüren Allah mı ki böyle dediniz?
Hayır-şer Allah'tan mı? Zina yapmak şer mi? Zina yapmak Allah'tan mı?
Hani hayır-şer Allah'tandı?

İşte size Gazali'nin özgür iradeyi inkar ettiği yazısı:

"Eğer dersen ki, insanın fiilde (hareket) ve fiilden kaçınmada ihtiyarı yok mudur? Vardır derim, fakat bu bizim herşeyin Allah'ın yaratmasıyla olduğu iddiamızla çelişmez, çünkü ihtiyarın kendisi de Allah'ın yaratmasıyladır ve insan yaptığı seçime mecburdur." (H. Austryn Wolfson. Kelam Felsefeleri, s. 538: Burada Gazali'nin "İhya Ulum Al Din" adlı kitabından alıntı var. Arapça baskısı "Kitab'ut Tevbe" bölümü. Türkçe baskılarda bu bölüme bakınız)

Yorumum şu: Gazali, itikadda Eşari mezhebindendir. Eşarilik'e ise insan iradesi kabul edilir, ama kulun bu iradesi (düşünce, seçim) Allah tarafından yaratıldığı için hür iradeden yoksundur.

Sınava giriyorsunuz, dua ediyorsunuz: "Kazanmayı bana nasip et" diye.
Ama sınavda size sorsam, seçenek işaretlerken: "Allah sana müdahale ediyor mu, yoksa hür irade sahibi misin?"

Siz diyorsunuz ki, "hürüm". Soruyorum: "Öyleyse neden dua ediyorsun?" "Allahım bana sınavı kazanmayı nasip et" diye? Madem sınavda sana karışmıyor, o zaman nasıl kazandırıyor sana sınavı?

Allah geleceği değiştirebilir mi? "Evet" dersen, değiştirme kararını alacağını ezelden biliyor muydu?
"Evet" dersen, soruyorum: "Ne değişti o zaman?"

Allah yaratacağını önceden bildiği eylemleri, yaratmayabilir mi?
Allah yeyip içer mi. yemezse delil nedir? Yerse bu "ilahlığı"na halel mi getirir?

Allah'ın olacağını bildiği bir olay başka türlü olabilir miydi?
"Hayır" derseniz siz başka türlü olamayacak eylemleri yaptığınızı söylerken mi hür iradenizi savunuyorsunuz?

Allah olacak olayları önceden bilir mi? Bilirse, Allahın olacağını bildiği eylemin meydana gelmesi zorunlu mu değil mi? "Değil" derseniz, "Allah'ın ilmi yanlışa döndü" demiş olursunuz. "Zorunlu" derseniz, kul zorunlu olarak meydana gelecek eylemleri yaparken mi hür irade sahibidir?

Allah'a söven kişi de, Allah'a sövme düşüncesini yaratan Allah mıydı?
Şer Allah'tansa şerri Allah mı yaptırmış oluyor? Dua etmek kaderdense dua etmenin ne anlamı var?
Allah her varolanı görürse, kendi de var madem, öleyse kendini de görür mü?

Allah ahirette görülecek diyorsunuz, peşine "Allah cisim değil, şekli yok" diyorsunuz. Soruyorum şekli olmayan nasıl görülebilir? Madem peygamberimiz Allah'ın görüleceğini söyledi, öleyse Allah'ın şekli var demektir. (Bilgi için google'den "kursatotcu"yu aratın, forumlarda yazdım)

Kötülükler Allah'tan mı? "Evet" dersen, zina da mı Allah'tan?
Buna cevap olarak, "kul ister Allah yaratır" derseniz, derim ki: "Peki o isteği yaratan kim?"
Allah mı yoksa kulun kendisi mi? Yani "cüzi irade" yaratılmış mıdır? Sizin mezhebiniz olan Maturidilik, "yaratılmamıştır" der.

"İçki Allah'ın verdiği bir rızıktır" diyen var mı? Günah işlemek kader mi?
"Önceden alnımıza yazılan şeyleri yapıyoruz" diyen, "böyle 'hür irade' olur mu diyen var mı?

Hırsız rızkını mı yiyor?
Hareketlerimizi Allah mı yaratır yoksa biz mi?
Allah yaratırsa bizim özgür irademiz kalır mı?

Zina hareketinin yaratıcısı Allah mı? "Allah" derseniz zorla zina yaptırmış olmuyor mu?
Dua ediyosunuz... İstediniz şey kaderde varsa zaten meydana gelecek; kaderde yoksa zaten meydana gelmeyecek öleyse neden dua ediyorsunuz?

Allah hareket eder mi etmez mi?
Kulun neyi seçeceğini Allah ezelden mi seçti?
Kul zina etmek istese, bu düşünceyi Allah kulda yarattı diye mi düşündü?
Kulun Allah'a sövme düşüncesini Allah mı yarattı?

Allah ezelden bugüne sonsuz zamanı aşıp nasıl gelebildi?
Allah düşüncelerimizi yarattığı için mi öle düşünürüz?

Allah yalanı yaratan mıdır?
Allah ne yapacağımızı önceden biliyorsa böyle sınav olur mu?

Herşey Allah’ın dilemesiyle mi olur? Zina yapanlar var, Allah’a sövenler var. Bunlar da mı Allah’ın dilemesiyle oldu? Hani herşey Allah'ın dilemesiyle oluyordu ya...

Kadere hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanıyor musunuz?
Zina yapmak şer midir? Zina yapmak Allah’tan mıdır? Hani, hayır ve şer Allah’tandı ya...

İçki rızıksa, rızık da Allah'tansa, içkiyi içiren Allah mı oluyor?
Sizinle, Allah'a inandığını söyleyip, kaderi inkar eden kişi arasında ne fark var?
O da siz de özgür iradeyi savunuyonuz

"Allah’ım bizi kötü yola düşürme, yolumuzu saptırma" diye dua ediyor musunuz?
Demek ki bizi kötü yola düşüren ve yolumuzu saptıran kimmiş?

Bir insan çalıntı yiyeceklerle yaşarsa, bunlar ona Allah’ın verdiği rızık mıdır?
Rızık Allah’tan mı? İçki içmek rızık mı? İçki içmek Allah’tan mı? Ehli sünnet içki rızık der.

16/93: "Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir, yaptığınız işlerden sorumlu tutulacaksınız." (Kuran'da Nahl suresi 93'üncü ayet bu. Bak hem saptırıyor hem de sorumlu tutuyor)

7/179: "And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık." (Kuran'da Araf suresi 179'uncu ayet bu)

2/7: "Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve
büyük azap onlar içindir." (Kuran'da Bakara suresi 7'nci ayet bu. Bak onları hem mühürlüyor
hem de onlara iman etmeyi emrediyor)

17/46: "(Kuran'ı) anlarlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyduk." (Kuran'da İsra suresi 46'ncı ayet bu. Kuran'ı anlamasınlar diye kalplerinin mühürlendiği söyleniyor ya, hem de onlara Kuran'a inanmaları emrediliyor değil mi?)

Resulullah dedi ki: “Hayrı (iyilik) ve şerri (kötülük) ile kadere iman etmeyen kimseyi Allah ateşte yakar." (Ahmed bin Hanbel)

Peygamberimiz dedi ki: "Biriniz kaderin hayrına da, şerrine de iman etmedikçe iman etmiş olmaz. Başına gelecek olanın mutlaka geleceğini, başına gelmemesi mukadder olanın da mutlaka gelmeyeceğini bilmedikçe (iman etmiş sayılmaz)." (Tirmizi)

Peygamberimiz dedi ki: “Allah gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce, arşı su üzerindeyken yaratıkların kaderlerini yazmıştır." (Tirmizi, Müslim)

Peygamberimiz dedi ki: ”Kul yetmiş sene cennetliğin ameli gibi amel eder. Hatta herkes onun cennetlik olduğunu söyler. Öyle ki aralarında manen bir karış mesafe kalmaz. Sonra mukadderatı galebe çalar da cehennem ehlinin işini yapar ve cehenneme girer." (Buhari, Müslim)

Peygamberimiz dedi ki: “Said (cennetlik) annesinin karnında said olandır, bedbaht (cehennemlik) da annesinin karnında bedbaht ve şaki olandır”. (Müslim)

Ömer: “Ya Resulullah buna göre şimdi biz olmuş bitmiş, hükmü verilmiş bir şeye göre mi amel ediyoruz (çabalıyoruz), yoksa henüz hükmü verilmemiş bir şeye göre mi amel ediyoruz? Bunun üzerine Hz. Peygamber de, '(Yazılıp) bitirilmiş bir şeye göre ey Ömer, kalemler (onu yazıp) kurumuş, kaderler onunla cereyan etmiş (ona göre meydana gelmiş). Fakat her insana yaratıldığı şey kolaylaştırılır.'" (Müslim)

Peygamberimiz dedi ki: “(Kader) kalemi, kıyamete kadar olacak şeyleri yazıp kurumuştur (bitirmiştir).“ (Buhari)

Peygamberimiz dedi ki: “Allah var iken hiçbir şey yoktu Daha sonra O, 'Levh'i yarattı ve kıyamete kadar gelecek olan bütün mahlukatın hallerini ona kaydetti.” (Buhari)

Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: “Ey Allah’ın Resulü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş -levh-i mahfuza kaydı geçmiş 351 bir işi mi yoksa henüz levh-i mahfuza geçmemiş 351 şu anda yeni başlanacak olan- bir işi mi? Resulullah: “Olup biten işi” dedi. Adam -veya cemaatten biri- yine sordu: “Öyleyse niye çalışılsın ki?”

Hz Peygamber şu açıklamada bulundu: ”Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser (kolaylaştırmak) kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır.” (Ebu Davud)

''Resulullah dedi ki: 'Allah’ın dilediği oldu, dilemediği olmadı.'” (Ebu Davud)

Peygamberimiz dedi ki: "Kul, hayrıyla (iyilik), şerriyle (kötülük) kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz." (Tirmizi)

Ayşe anlatıyor: "Bir çocuk ölmüştü. Ben: 'Ne mutlu ona! Cennet kuşlarından bir kuş oldu!' dedim. Peygamber, 'Sen Allah'ın cenneti de cehennemi de yarattığını, beriki için de öteki için de ahali yarattığını bilmiyor musun?' dedi." (Müslim)

Siz bu yazıları okumadan önce Allah bu yazıyı okuyacağınızı biliyor muydu, bilmiyor muydu?
“Biliyordu” derseniz, soruyorum: "Bildiği gibi olmasını mı diledi?"

Yoksa bildiğinin aksine olmasını mı diledi? "Bildiği gibi olmasını diledi" derseniz, sizin bu yazıyı okumanızı Allah’ın irade etmiş olduğunu kabul ettiniz demektir ve siz Allah’ın irade ettiği bir fiili, hareketi engelleyebilir misiniz? "Hayır engelleyemem" derseniz, demek ki siz bu yazıları Allah’ın zorlamasıyla, mecburen, tıpış tıpış okudunuz. Ne dersiniz bu işe?

Tercihleriniz mahluk (yaratılmış) mu, değil mi onu söleyin. Mahluksa onu yaratan Allah mı?
"Allah" ise Allah'ın sizde yaratmış olduğu düşünceyi düşünmüş olmadınız mı? "Evet" derseniz, Allah'ın sizde yarattığı düşüncenin meydana gelmesini engellemeye kadir olabilir misiniz? "Olamam" derseniz, düşünmemeye kadir olamadığınız bir düşünceyi düşünürken. nasıl özgür oldunuzu iddia edersiniz?

Allah ezeli ilminde bir yere, bir zamanda yağacağını bildiği bir yağmuru; isteseydi yağdırmayabilir miydi? "Evet" derseniz, yağmurun yağacağına ilişkin ezeli ilimde, yanılma olmuş oluyor mu, olmuyor mu? "Oluyor" derseniz, derim ki: "Allah'ın ilmi yanlışa döner mi?"

"Dönmez" derseniz: Allah'ın olacağını bildiği bir olayı yaratmamazlık edemeyeceği ortaya çıkmış oluyor. Yani geleceği Allah da değiştiremiyor. "Sonradan karar değiştirir" denirse soru: "Son vereceği kararı ezelde biliyor muydu?

"Evet" derseniz gördüğünüz gibi hiçbir şey değişmiş olmuyor.

Yazdığım kitap budur.
Video konuşmalarıma buradan ulaşabilirsiniz.



[mod=Düzenleyici]İletiniz bir kezliğine düzenlenmiştir.
Lütfen sonraki iletilerinizde yazım kurallarına uyarak belirlenen biçimi kullanınız.
[/mod]
Kullanıcı küçük betizi
zxzx
Üye
Üye
 
İletiler: 3
Kayıt: Pzt Haz 07, 2010 17:20

Re: Kader

İletigönderen Deli Haydar » Pzt Haz 07, 2010 22:13

Derdiniz üzüm mü yemek, bağcıyı mı dövmek; üzümün suyunu sıkıp şarap mı içmek, şarap içip namaza mı durmak açıkçası tam anlayamadım. Karşınıza almışsınız bir sanal Maturidi'yi, bölük pörçük konuşuyorsunuz. Kimin için çalışırsınız bilemem ama amacınız belli ki kafa karıştırmak...

Kendi aranızdaki konuşmanız bitti ise, Semra Sander'e bir kulak verelim:

Hakk "âmâ makamı"nın dipsiz karanlığı içinde gizli bir hazine iken kendi içine döner.
Özünün ihtişamını seyreder. Bu özü sever ve "aşk" saçar.

Bu kusursuz hazinenin bilinmesini ister ve görünür olmak için ışır, "ışık" olur.
Varoluşun "anlaşılabilir" başlangıcı, bu yüce nurun gizemindedir.

Bu ışıktan önce "kavranılamaz" olan Hakk'ın gizeminden başka hiçbir şey yoktu.
Tıpkı beyazdan başka hiçbir rengin olmadığı karda, insanın bir süre sonra kör olması gibi...
Eğer karanlık gölge yoksa, ışık da görülemez, anlaşılamaz.

İşte Allah da anlaşılabilmek ve görünebilmek için, tıpkı cama ayna niteliğini kazandıran "sır" gibi,
kendi nuruyla karanlığa ayna imiş gibi yansıtma özelliği kazandırır. Ancak bir "nur" olan Allah, ayna ve aynanın üstüne düşen görüntü, gerçekte bir ve aynı olan ''tek nur''dur. İşte Hakk'ın bilinmesini istediği gizli hazinesi, isim ve sıfatları, yani evren: Allah'ın nuruyla aydınlanıp bir ayna niteliği kazanan karanlıkta görünür hale gelir. Bu karanlık tasavvufta "külli nefs", "levhi mahfuz" ve "ayanı sabite" gibi adlar alır.

Bu ilk meydana çıkış yani varlığın ilk iniş mertebesinde henüz bir farklılaşma yoktur. Bir çeşit "ilksel okyanus" ya da "kozmik su" gibi de düşünülebilecek olan bu ayna, bir döl yatağı gibidir. İçinde gizli hazinenin bütün içeriği, oluşmaya hazır tohum enerjiler halinde bulunur. Sonradan olacak hiçbir şey yoktur.

Özetleyecek olursak gerçek vücut tektir ve o da Hakk'tır. Yansıması da "külli nefs"tir. Bu yansıma ve yansıyan, yani gören ile görünen ilişkisinden de "bilgi" yani, "ilahi anlayış" ya da "ilahi bilinç" doğar. Buna "kelam" da denir. Bu "varlık kendini, kendisi vasıtası ile bilir" anlamına gelir.

"İnsanı kamil", "hakikat nuru" ya da "külli akıl" gibi adlar da alan bu "ilahi bilinç", "külli nefs"te tasarı halinde bulunan bütün yaratılmış ve yaratılacak olan şeyleri görünür kılıp, ona biçim verecek bir güç olduğu gibi, bu gizli hazineyi anlayıp idrak edebilecek bir bilinçtir.

Özetle "külli akıl" ya da "insanı kamil" denen bu "ilahi bilinç", bütün ruhların; insanın ve maddi eşyanın temel maddesi olan "evrensel ruh", yani "ilahi bilinç"tir.

Bu "evrensel" ya da "kozmik ruh", Allah'ın "kün" (ol) emri ile görünür; bilinir olabilmek için, yani maddi evreni belirtebilmek için, görünmez alemden varlık dünyasına inince, önce cansız varlık yani mineral; sonra bitki, sonra hayvan, sonra da insan biçiminde görünür.

Görüldüğü gibi bu ruh, canlı-cansız herşeyin içinde vardır ve her varlık ilahi bir ismin belirmesi olup, hepsinin aslı "bir"dir. Ancak Allah yalnızca insanın kalbine kendinden bir parçayı da gizlemiştir.

İşte böylece "insan mertebesi"ne yükselen "evrensel ruh", geldiği yere dönebilmek için kendi çabası ve Allah'ın lütfu ile derece derece yükselerek, yeniden "külli akıl" ya da "insanı kamil" olur: Allah'a, aslına kavuşur.

Bu iniş ve çıkışa; Allah'tan inip Allah'a yükselmeye, "devir" denir. İniş Allah'ın emri iken, yükseliş insanın da çabasını gerektirir. Çünkü insan artık hayvan değildir ama, henüz olabileceğini de olmamıştır. Yani "devir-evrim" tamamlanmamıştır.

İnsana kadar evrim mekanik ve doğaldır, kendi kendine oluşur. Ancak insanla birlikte bilinç doğar. Bilinç bireyselliği yaratır. Bilinçten önce bireysellik yoktu, yalnızca türler vardı. Bilinçle birlikte bireyselliğinin, yani kendinin farkına varan insan kendini ayrı bir bütün olarak görmeye başlar ki, bu da bir bakıma "yalnız olmak" demektir. Yani artık insan gelişme ya da gelişmeme, daha yüksek bir bilinç düzeyine doğru evrim geçirme ya da "gerileme özgürlüğü" ve "seçim"ine sahiptir.

Kısacası bilinçli evrim insanla başlamıştır. Ancak bu evrim, insan onu başlatmayı seçtiği zaman gerçekleşir.

Bir ağacın ağaç olabilmesinin bütün sırrı, tohumunda gizlidir.
Bu tohumun ağaç olma ile ilgili tüm bilgiyi taşıması gibi, toprağa benzeyen bedenimizin içindeki, Allah'ın kalbimize sakladığı o küçücük tohum da "insanı kamil" olma bilgisini taşır.

Ancak nasıl bir çiçek tohumu, henüz bir çiçek değilse ve çiçek olabilmesi için tohumun toprağa ekilip su verilmesi gerekiyorsa, içimizdeki o ilahi tohumun gelişebilmesi için de bedenin ve toplumsal kişiliğin gereksinim duyduğundan tamamen farklı bir gıdaya gereksinimi vardır.

İşte insanın özgürlüğü burada devreye girmektedir.
Ya bu tohumu ekip besleyecek, ya da olduğu gibi eksik insan olarak kalacaktır...

Ya işte böyle! Siz bunları yazacakmışsınız ki güzel kardeşim, bu satırlar da burada yer bulacakmış. Bu kusursuz varoluşta rastlantıya yer var mıdır, Allah'ınızı severseniz! Bakın "Allah'tan korkun" demiyorum... Hepsi bizim seçimlerimiz, Allah'ın izni ile...

Sözünü ettiğiniz simgelerin ardına baktığımızda, "benden içerideki ben"in Allah; Allah'ın ruhuna şirk koşup dünyevi zevklerin peşinde dolananın da "şeytan" ya da "nefs" olduğu görebiliriz. Hani şu Allah'ın ruhuna topraktan testilik eden Adam'a secde etmeyen şeytan!

Bakın Feylesof Rıza ne demiş konumuz ile ilgili:

Gel derviş gel hele, yabana gitme,
Her ne arar isen, inan sendedir.
Beyhude nefsine eziyet etme,
Kabeyse maksudun, rahman sendedir.

Çöllerde dolaşıp seraba bakma.
"Allah Allah" deyü havaya bakma.
Talibi hak isen, kitaba bakma;
Okumak bilirsen Kuran sendedir.

Gayrıdan derdine, arayıp çare,
Ne varlık verirsin, nar ile mare?
Cennetten çıktınsa be hey avare!
Havva'yı aldatan "yılan" sendedir.

Ey Rıza takat yok, Hakk'ı inkara.
Sen mahrum imişsin, didarı yare.
Şimdi agah oldun, sırrı esrara:
Alemi yaratan vicdan sendedir.


Feylesof Rıza kim midir?
Kendisi, 1918-1919 yılları arasında "Büyük Üstad"lık da yapmış bir Bektaşi'dir; bir büyük devlet adamıdır... 1920'de Sevr Antlaşması'na Osmanlı İmparatorluğu adına imza koyan Rıza Tevfik Bölükbaşı'dır!

Neyse... Siz bizim kafamızı karıştırmaya çalıştınız ama biz sizi yormayalım.
Bizleri "zina-içki ekseni"nde döndürdüğünüz "kader" tartışmanız ile ortaokul yıllarımıza götürdünüz için sağolun...

Yalnız şunu unutmayın:
Bugün bu ulus, "şeytan maşalarının 'bireysellik ve nefs' üzerine kurdukları" düzeni yıkma kudretine, "Gençliğe Sesleniş"te belirtildiği gibi iye olduğunun ayırdındadır.

Hiç kuşkunuz olmasın.
Feragat-ı nefs.
İstihkar-ı hayat.
Kullanıcı küçük betizi
Deli Haydar
Meydan Delisi
Meydan Delisi
 
İletiler: 714
Kayıt: Çrş Eki 14, 2009 11:21

Re: Kader

İletigönderen recepkuyubasi » Sal Haz 08, 2010 20:11

Çok korktuğum bir insan tiplemesi vardır: ne aptal, ne akıllı, kelimenin tam anlamıyla yarımakıllı.
Aptal insan aptaldır söylediğine güler geçersin. Akıllı insan akıllıdır, söylediğini dinlersin. Yarımakıllının söylediğine ne gülüp geçmek mümkündür ne de dinlemek. İşin kötüsü yarımakıllı her şeyi de bilir.
Ama istersin ki yarımakıllı her şeyden önce yarımakıllı olduğunu bilsin.

ZAMAN kavramı üzerine uzun uzun, derin derin düşünmelidir.
Bugün, yarın, ikiyi çeyrek geçe, cumartesi, 1997, Haziran, 19. yüzyıl, sabah, akşam kelimeleri seni, beni, insanları bağlar. Allah için bu sabah diye bir şey yoktur. Allah için 23 Mart diye bir şey yoktur. Allah için senin girdiğin sınavın öncesi, sonrası birdir.
ZAMAN'ın ne olduğunu anlamadan gelecekten, geçmişten, sebepten, sonuçtan bahsedilemez.

Küçük bir örnek:
20. yüzyılın başlarında fizik bilimiyle uğraşanlar fena bir tokat yedi.
Yaklaşık üç yüzyıldır anladıklarını sandıkları şeyi anlamadıklarını fark ettiler.
Çok küçük boyutlarda (ya da çok düşük enerjilerde) doğa onların kafalarında oluşturdukları modele uygun davranmıyordu.
Üstelik kafalardaki model öyle bir modeldi ki neredeyse sabah uyanınca neden karnımız acıkır sorusunu bile açıklamaya muktedir görünüyordu.
İşte bu noktada yere bir çizgi çekildi ve fizikçiler bir karar vermek zorunda kaldı: çizginin hangi tarafındayım.
Çizginin "yanlış" tarafında kalan fizikçiler (ki Einstein'da bunlardan biridir) yıllar sonra yenik olarak mezarlarına girdiler.
Çok basit bir sorunun bile cevabının o kadar basit olmadığını ortaya koydu bu yeni fizik.
Örneğin, "bir elektron, bir A noktasından bir B noktasına giderken hangi yolu takip eder?" sorusunun cevabı, "elektronun takip ettiği yol diye bir şey yoktur" (en azından bir A şehrinden bir B şehrine giden arabanın izlediği yol tarzında) şeklinde cevaplanmaya başlandı.
Bu aynı yeni fizik bize sebep sonuç ilişkilerini bile yeniden düşünmemiz gerektiğini salık verdi.

Sözün özü: Allah kendisinin kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi? şeklinde yumurta-tavuk sorularıyla ancak yarımakıllılar uğraşır.
Bizimkisi sadece eğlence.
BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR
Kullanıcı küçük betizi
recepkuyubasi
Üye
Üye
 
İletiler: 37
Kayıt: Cum May 22, 2009 22:26


Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x