Kadınlar Günü Şenliğinin Öteki Yüzü
Kadınlar Günü Kutlama Şenliği'ne çağrıldım. 13 Mart Pazar günü gecikmeli olarak yapılacak olan, Atatürkçü Düşünce Derneği'nin düzenlediği bir şenliğe…
Adı şenlik olunca bir çağrının, şöyle bir düşünüyor insan…
Şenlik, şen gönüllerin işidir. Kutlamadır. Sevincini dışa vurmadır.
Bizim gibiler buna iki nedenle karşı çıkarlar:
Birincisi, siz hiç acı çekerken, bir yandan sevinebilir misiniz? Kalkıp gülüp oynayabilir misiniz? Gülüp oynayanlara eşlik edebilir misiniz?
Ülkeniz bu durumlardayken kendinizi düşünmek, eğlenmek aklınıza gelir mi?
İkincisi, kadın haklarının elinizden teker teker geri alındığı, ülkenizin kadınlarının her geçen gün siyasi iktidar tarafından ikinci plâna itildiği, ikinci sınıf insan sayıldığı, kazanılmış haklarının onlara belli ettirilmeden gözlerine bakılarak alenen geri alındığı bir dönemde böyle bir günü kutlamaya değer bulur musunuz?
Bu zihniyetin kadınları, bildiğiniz gibi süs diplomaları taşırlar. Evlenir evlerine çekilirler. Kocalarının yanında, gerektiği zamanlarda şöyle bir boy gösterirler, sımsıkı sarılı kafalarıyla, buna karşılık vücuda yapışan uzun örtülü giysileriyle…
Ama sadece üst yönetimin, iyi para kazanan kesimin kadınları böyledir. Diğerleri kimi neyi taklit ettiklerini bilmeden, son zamanların modasıyla, başlarını önden siyah bez çemberle kapatan, kafasının üstünü süngerden yapılmış topuzlu saç modeliyle şekillendiren, uzun pardösü giyen, elleri kolları çocuk dolu kadınlarımızdır…Çoğu cahil bırakılmış, ekonomik yönden bağımlı, sosyal yönden çaresiz olan ve baskıyla yönlendirilen kadınlarımız…
Zaten bu yüzden evde çalışmayı teşvik eden yasalar çıkardılar. Kadınları eğer çalışmak istiyorlarsa evlerine hapsederek çalıştırmak...Tabii dışarı çıkan kadın örtülü olacak, zamanla herkesi kapsayacak şekilde kadınları örtecekler, bu hedefleri saklanmayacak kadar orta yerde…
Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer gibi bir sözü bile, daha geçen gün, partilerinin adamları, bu çağda, günümüz Türkiyesi’nde söyleyebildiler…
Bir yandan kendi hedeflerine doğru, hiç çekinmeden, sıkılmadan giden, ülkemizi yöneten bu zihniyet, diğer yandan, böyle bir hedefe giderken ellerindeki basın ve yayınları aracılığıyla milletin bir kısmını iyice pespeyane şekilde soyup, çıplaklığı öne çıkarmayı teşvik ediyorlar…
Bu iki zıt kutbu, yandaş ve borazan televizyonlarda açıkça görebiliyoruz. Kadınlarımız hiç bir dönemde olmadığı kadar çıplaklığa ve ahlâksızlığa teşvik ediliyor, yarı çıplak ekranlara çıkarılıyor.
Bir taraf mumya kadın. Bir taraf hamamda.
Böyle iki zıt kutup milletin gözüne sokulacak ki, herkes gayritabii “Of….bu ne rezillik ! desin…Kapalılar puan toplasın! Herkesin kapanışına yol açılsın…
Hoca’ya sormuşlar ya, yazın sıcaktan, kışın soğuktan şikayet edilir, ne dersin Hocam bu işe? Hocamız cevabını vermiş:”Baharlara bir şey diyen var mı?"
Baharlar, Atatürk Cumhuriyeti’nin Cumhuriyet kadınlarının giyimi, Cumhuriyet kadınlarının durumudur…
Baharlarımıza el uzattılar. Haklarımıza el uzattılar..
Toplumun en önemli ikinci yarısına el uzattılar…
Dün öğlende, kutlanan bu “Kadınlar Şenliği’ne” katıldım.
Biraz, toplantıda sahneye çıkacak halk müziği sanatçımız İbrahim Can’ı dinleyebilmek, biraz da Türk Sanat Müziği çalacak yerel fasıl grubunu izleyebilmek amacıyla…
Toplantıyı bir avuç kadınımız hazırlamıştı. Dernek Başkanı Bülent Demiral’ın önderliğiyle…Gülay, Gülümser, Ahsen, Hanife…Günlerdir derneğe mali kaynak kazandırmak amacıyla el emeği göz nuruyla elişleri hazırlayan, işyerlerinden, işadamlarından, esnaftan yardım toplamak için koşuşturan, sonunda böyle önemli kişileri gönüllü programa çıkarmayı başaran, her yaştan ve eğitimden gelen bu kadınlarımız…
Güleryüzleriyle misafirlerini karşıladılar…Gelenlere hazırladıkları geniş bir yiyecek içecek bölümüyle ikramda bulundular.
Tahmin ettiğiniz gibi bu toplantıda bile insanımız kabak gibi ikiye bölünmüştü. Tüm salonu dolduran kadınlar arasında bir iki kişinin başı örtülüydü…
Çoğunluk, modern giyimli, çağdaş görünümlü kadınlardı…Ve konuştuğunuzda nasıl bir tesadüftür ki hepsi de başımızdaki bizi yöneten zihniyete karşı olan, yapılanları ve yapılacakları gören kadınlar…
Toplantının en önemli kişisi beklenmeyen bir misafirimizdi. Eski Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğamiral Türker Ertürk.
Tuğamiral Türker Ertürk donanma subayıdır. 15 yıl çeşitli gemilerde komutanlık etmiştir.
Bu arada eğitimine yurt içinde ve yurtdışında devam ederek mesleğinde yükselmiş, üstlendiği pek çok görevden sonra 2006 yılında Tuğamiral rütbesiyle Karadeniz Bölge Komutanlığına atanmıştır. Daha sonra da Deniz Harp Okulu Komutanlığına atanan Tuğamiral Ertürk bu görevindeyken terfisi bekletilince, istifa etmiştir.(Ağustos 2010) Komutanımızın “Şerefim ve onurum için istifa ettim“ sözleri ise eminiz hiç unutulmayacaktır.
Böyle bir değeri yakından görebilmek, tanıyabilmek, elini sıkabilmek, tebrik edebilmek ne büyük bir mutluluktu bilseniz…
Bir konuşma yapıp dışarı çıktı Amiralimiz. Uzun boylu, tığ gibi, yakışıklı, gencecik bir komutan…Ses tonu, konuşmadaki üstün hitap gücü, sıcacık yüz ifadesi, vakur asker duruşu ve alçakgönüllülüğü hepimizi meshetti…Çoğu kişi de onunla konuşabilmek adına kapı önünü doldurdu tabii…
Konuşması kısaca şöyleydi:
“Dünya kadınları bu haklarını alabilmek için çok büyük mücadele verdiler. Ama ülkemizde, Gazi’nin, ebedî Başkomutanımız Yüce Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin hanımları, bu hakları, hakları için mücadele vermeden kazandılar!
Belki bu yüzden kıymetini bilemediler. Bu yüzden hakları geriye gidiyor.
Dünya kadınları açısından, 134 ülke arasında kadın hakları açısından 126. sıradayız.
Önümüzde Mısır, gerimizde Fas var!
Bu size bir şey veriyor mu, bir şey söylüyor mu bu sayılar?
Düşününüz:
İki pervaneli, iki makinalı bir gemi. Geminin;
Bir pervanesi kadın, bir pervanesi erkektir.
Bir makinası kadın, bir makinası erkektir.
Bu pervanenin biri düşük takatta seyir yaparsa, gemi çanoz çanoz, yengeç yengeç gider…
Düz seyir yapamaz!
Türkiye işte böyle düşük çanozla gidiyor.
Kadınlarımız bizim “baştacımız” derler.”Başımızın tacı” derler.
Size bir şey söyliyeyim mi, bu sözün kendisi bile kadını aşağılamaktır!
Bu taç nesnedir. Bu gün kafanıza takar, yarın atarsınız!
Bizim hizmetçi, çocuk bakıcısı, aşçı üçgenine sıkışmayan, erkeğiyle uygarlık yolunda ilerleyen Türk kadınına ihtiyacımız var!”
Bu konuşmasının ardından uzun uzun alkışlandı komutanımız.
Günün sonunda gözler, memleket havalarıyla hasret gidermenin verdiği hüzünle karışık bir mutlulukla dolu duluydu…
Yürekler buruk, gönüller geleceğimize karşı kaygılı ve endişeliydi…
Toplantıda okunan, Büyük Önderimiz’in şu unutulmaz sözleri ise kulaklarımızda çınlıyordu evlerimize dönerken… Bu sözleri Atatürk, kurtuluştan sonra çıktığı bir yurt gezisinde yoldan geçen kadınların birden bulundukları duvarın dibine çökmeleri ve yüzlerini suçluymuşlar gibi gizlemeleri üzerine söylemiş:
“ İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kâbil midir ki bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?
“Ey kahraman Türk kadını!
Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın!“
Feza Tiryaki, 14 Mart 2011