Kadınsız Demokrasi
Kuveyt seçimleri ile ilgili en anlamlı başlık Cumhuriyet'te idi: "Kadınsız Seçimler"
2500 yıl önceki Yunanistan'da, kölelerin, yabancıların ve kadınların oy hakkı yoktu. Batı'nın kanı canı pahasına koruduğu, 21. yüzyılın eşiğindeki Kuveyt'te de, ikinci sınıf yurttaşların, yabancıların ve kadınların oy hakkı yok.
Zaten Türkiye dışındaki Müslüman ülkelerde demokrasi de yok.
Demokratik sürecin zaman içinde gelişebileceği umudunu veren İslam ülkelerinin başında ise laikliği benimsemiş, bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan Türk Cumhuriyetleri geliyor.
Öyleyse demokrasiyi İslam dini mi engelliyor?
Sorunun yanıtını tarihte aramakta yarar var.
* * *
Orta Asya koşullarının zorunlu kıldığı göçebe yaşam, eski Türklerde bir tür "ilkel demokrasi" geliştirmişti. Yaşamın zor koşulları, bir kenarda durup emirler yağdıran bir soylular sınıfının var olmasına izin vermiyordu. Yargılamalar topluluk önünde yapılıyor, kararların alınmasına herkes katılıyordu.
Boylar, savaş ya da sürek avı nedeniyle bir araya geldiklerinde, kendilerine "geçici" bir önder seçiyorlardı.
Türklerin o zamanki dini Şamanizm ise kadındaki "kutsal" güce dayanmaktaydı. Hukuksal açıdan kadın ile erkek tamamen eşitti. Erkek ancak tek bir kadınla evlenebilirdi. Ev ve çocuklar üzerinde, erkek ile kadın aynı hakka sahiptiler.
Yasa niteliğindeki "emirname"ler, hakan ve "hatun" tarafından, birlikte imzalanmadan uygulanamazdı. Delhi Türk Devleti'nde Raziye Sultan, Kirman'daki Kutluk Devleti'nde Türkân Hatun, tarihteki ilk kadın devlet başkanlarıydı.
Timurlenk'in 1404'te Semerkant'ta verdiği resmi bir ziyafete, erkeklerin yanı sıra kadınların da katıldıklarını, Kastilya Elçisi Klaviya anılarında yazıyor.
* * *
Müslümanlık öncesi Arap ve İranlı kadınların konumu ise tamamen tersine idi. Arap toplumunda kadın, toplumun en aşağılanan öğesini oluşturuyordu. Örneğin deve bile, kadından daha değerli sayılmaktaydı.
Kız çocuk doğuran analar cezalandırılabiliyordu. Kadın mal gibi satılabiliyor, kocanın ölümünden sonra miras olarak devrediliyordu. Erkek istediği kadar kadınla evlenmekte ve kadını dilediği zaman terk edebilmekteydi.
İranlılar ise, eski dinleri Zerdüşt'ün etkisiyle, Şamanizmin tam tersine, kadını kirliliğin ve kötülüğün simgesi sayılıyorlardı.
İslam dini, İranlı ve özellikle de Arap kadınını, bir mal ya da hayvan konumundan kurtarıp, "ikinci sınıf" da olsa "insan" konumuna getirdi. Erkeğin yarısı kadar da olsa, bazı haklara kavuşturdu.
Kızların öldürülmesi yasaklandı. Evlenme dört kadınla sınırlandırıldı. Boşanma erkeğin keyfine göre "sınırsız" bir hak olmaktan çıktı. Erkeğin karısına "iyi muamele" etmesi, çocuğun anasına da "saygı" göstermesi yükümlülüğü kondu.
Müslümanlığın getirdiği kurallar, öncelikle Arap toplumundaki bozuklukların düzeltilmesine yönelikti. Ama Arap kadını, bu sayade erkeğin yarı değerindeki bir insan konumuna yükselirken, Türk kadını, erkekle eşit düzeydeki haklarını yitirdi.
* * *
Kadınların, yani toplumun yarısını oluşturan bireylerin yaratıcı gücünü, toplumsal ve siyasal yaşamın dışında tutan bir toplum çağdaşlaşabilir mi?
Mustafa Kemal, Türk kadınına çağdaş bir konum kazandırma düşüncesini uygulamaya, hem de Kurtuluş Savaşı'nın en umutsuz günlerinde başlamıştı!
Düşman Ankara'ya doğru ilerliyor, hükümet merkezinin Kayseri'ye taşınması önerileri yapılıyordu. Milletvekillerinin önemli bir kesimi, kadının "vatandaş" sayılmasına bile karşı idi.
Atatürk, "kadın ve erkek" Türk insanına verilecek eğitim ilkelerinin saptanması amacıyla, ilk öğretmenler kurultayını işte bu ortamda topladı!...
21. yüzyıla hazırlanırken, Atatürk'ün yeniden güncelleştiğini, yaptıklarının daha da anlam kazandığını düşünüyorum.
Eğer Atatürk olmasaydı, Kemalizme bugün burun kıvıran, cumhuriyeti numaralama sevdasına kapılan, "referandumla devrim" yapılabileceğini sanan bazı büyük üstatlar acaba ne ile uğraşıyor olacaklardı?
Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI, 11 Ekim 1992, Cumhuriyet