Karanlığın Köleleri / Figen ÖZEN

Karanlığın Köleleri / Figen ÖZEN

İletigönderen Balasagun » Pzt Ara 22, 2014 16:19

Karanlığın Köleleri (1)

Resim
Yıl 1920…Aralık ayı… Soğuk ve puslu bir gece… Nemli soğuk ve ayaz insanın iliklerine işlemekte…

Acımasız gece ayazında, yeşil sarıklı, sakallı karanlık gölgeler duvarları kendilerine siper ederek, etrafa bir takım ilanlar yapıştıracaklardır.

Duvarlar, esnafın kepenkleri, aklınıza gelebilecek her yerde onların ilanları vardır. Kuvva-i Milliye’yi hain ilan eden şeriatı destekleyen ilanlar…

Bu ilanlarda Mustafa Kemal Paşa için “katli vaciptir” denmektedir.

Aynı gece… Ankara’daki Direksiyon binası… Mustafa Kemal Paşa gaz lambasının ışığında, masasına yaydığı, haritanın üzerinde eğilmiş çalışmaktadır.

Ülke işgal altındadır. Koltuk ve saltanat sevdasına biat etmiş bir İstanbul… Vahdettin ve Damat Ferit hükümeti bu rezil işgali hayâsızca seyretmekte, devrin emperyal patronu İngiliz efendilerinin eteğinin altına sığınmaktadırlar…

Direksiyon binasında ise bir ulusun kaderini değiştirecek, ülkeyi işgalden kurtaracak, bağımsız bir devlet haline getirecek bir harita çizilmektedir.


Ayakları sallanan tahta bir masa, sigara izmaritleriyle dolu bir küllük ve soğumuş bir fincan kahve… Gaz lambasının titreyen ışığında, milletine inanan o büyük insanın gözlerinde sadece bir kurtarıcının, devlet adamının, askerin değil aynı zamanda bir devrimcinin azim ve kararı vardır. Bu azim ve karar milletin iradesiyle birlikte tecelli edecektir. Şiar elbette “Ya İstiklâl- Ya Ölüm!”dür.


Zaman gece yarısını çoktan geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın çalıştığı masanın üzerine kara, simsiyah bir gölge düşecektir. Örümcek misali kara zihniyetli, kara cübbeli bir meczup, Direksiyon binasının tam karşısındaki direğe tırmanmış, elindeki yeşil bir bezi bağlamaya çalışacaktır.

Olayı fark eden askerler adama doğru koşacaklar, ancak direkteki meczup kendisi gibi karanlık gecenin içinde kaybolacaktır.

24 Aralık… Tüm Ankara’da özellikle Büyük Millet Meclisi’nin bulunduğu Taşhan’da (ULUS) “Şeriat isterük-Halife-i Ruy-i Zemin’e karşı gelen Mustafa Kemal ve Kuvvacılar kâfirdir, hepsinin katli vaciptir” yazılı bildiriler elden, ele dolaşacak ve kulaklara Şeyh Sukuti ve Esat Hoca’nın mübarek(!) selamları fısıldanacaktır.

Şeyh Sukuti ve Esat Hoca… Seneler sonra bu iki mürteci simsiyah yüzleriyle tekrar sahne alacaklardır.

Sonları? İhanet er veya geç mutlaka milletin divanında karşılığını bulacaktır.

Telgraf ve telefon telleri, düşmana kulluk eden zihniyetin işbirlikçileri tarafından kesilmiş, Ankar kısa bir süre olsa da sessiz bırakılmıştır.

Mustafa Kemal Paşa son derece kızgındır. “Bu işin şakaya tahammülü kalmadı. Cüretleri küstahlık mertebesine varıyor.” diyecektir.

Günümüzde bazılarının ne yazık ki “Rahman” diye adlandırdığı 1.Meclis’te el altından “şeriatı ve Halife”yi destekleyenler, İngiliz sevicileri, Amerikan mandacıları Ankara’daki olayları memnuniyetle izlemektedirler.

İngiliz işbirlikçisi Anzavur Ahmet ve hempaları Ege bölgesinde iki kez isyan etmiş ve bölge halkını Kuvva-i Milliye’ye Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kışkırtmıştır.

Zile-Yenihan’nın Karaman köyünde Postacı Nazım ve Çerkez Kara Mustafa, Anzavur ayaklanmasının bastırılmasında; bir çok Çerkez köyünün yakıldığı yalan haberini yayarak, bir isyan başlatmışlardır.

İstanbul’daki mütarekeci basın iş başındadır.

O tarihte bir bavul dolusu sahte belge, yalancı gizli tanıklar, bilgisayar oyunları yoktur. Ancak vicdanını cüzdanına teslim etmiş, İngiliz efendilerinin köleliğine soyunmuş satılık gazeteci ve yazarlar manşetlere ve köşelerine Kuvva-i Milliye aleyhinde yalan ve uydurulmuş haberleri taşımakla birbirleriyle yarış etmiştir.


Onların sadece kalemleri değil, beyinleri ve ruhları da satılıktır. Molla Mustafalar, Ali Kemaller İngiliz altınlarına teslim olmuşlar, işret sofralarında kadehlerini “şerefsiz”liğe kaldırmışlardır.


Günümüzün basını ise ağa babalarının izinden gitmekte, holding patronlarının, dost, damat ve akrabaların sahibi oldukları gazeteler, işgal günlerindeki ağa babalarının ayak izlerini takip etmektedirler.

Milli ordu yalnız işgalcilerle değil, aynı zamanda küresel çetelerin işbirlikçileri ile de savaşmak zorundadır.

* *

Vatanseverler Ege Bölgesi’nde yurt savunması için bir akıncı müfrezesi kurmak için var güçleri ile çalışmaktadır.

Ali Osman Efe ve Parti Pehlivan’ın komutasındaki bu müfrezenin görevi; Menemen Boğazı’nı tutmak, İngilizlerin paralı askeri Yunanlılara karşı vatanı savunmaktır.

Manisa Valisi işbirlikçi Hüsnü(yadis)tir.

Akıncıların yiyeceği bitmiştir. Köylülerden ekmek istemek zorunda kalacaklardır.

“Biz bir şey yapamayız. Sümbüller Köyü’ne varın, Şeyhimiz ne derse odur.” Köylülerin akıncılara verdiği cevap, akılara ziyan bir söylemdir.

Akıncılar, Sümbüller köyüne varırlar. Şeyh dedikleri saçı, sakalı birbirine karışmış bir meczuptur. Şeyh Giritli Derviş Mehmet’tir. Milislere tepeden bakarak, şunları söyleyecektir.

“Ben Nakşî tarikatının şeyhiyim. Biz Yunan’a kurşun atmayız. Size de ekmek vermeyiz. Mehdi gelmeden caiz değildir.” 21Mayıs 1919

Milisler Derviş Mehmet denilen meczubun üzerine yürümek isterler, ancak Parti Pehlivan “yeri ve zamanı değildir” diyerek milisleri yatıştıracaktır.

Müfreze lanetler okuyarak köyü terk edecektir. Derviş’e olan öfkeleri onlara açlıklarını unutturmuştur.

Parti Pehlivan bu hainin 23 Aralık 1930’da bir yiğidin, Kubilay’ın canına kıyacağını ve onun soyundan gelenlerin; Türk milletinin kanına ekmek doğrayacağını bilseydi, Derviş’i kendi elleriyle öldürürdü.

Hasan Fehmi Kubilay… Eğitim ordusunun neferi… Devrimci bir öğretmen ve yurtsever, namuslu bir asteğmen… Bu meczup tarafından katledilmiştir.


Yazık ki karanlığa hizmet eden köleler, her devirde kan dökmeye devam edeceklerdir.

Devam edeceğiz.

Figen ÖZEN, 21 Aralık 2014
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Re: Karanlığın Köleleri / Figen ÖZEN

İletigönderen Balasagun » Sal Oca 06, 2015 10:47

Karanlığın Köleleri (2)

Resim
“Yunan’a Kurşun Atmayız!”

“Ben Nakşi tarikatının şeyhiyim. Biz Yunan’a kurşun atmayız, size de ekmek vermeyiz”

Yunan’a kurşun atmayan, kendi vatanını, kızın, kızanın namusunu koruyan, bağımsızlık için can veren, kanını akıtan Türk milis kuvvetlerine ekmek vermeyen bir mahlûkattır Derviş Mehmet…

Beyni kefenlidir. Yüreği? Onun ve onun gibilerin yüreği yoktur. Onlar insan bedenine bürünmüş ucubelerdir.

* *

Bağımsızlık Savaşı kazanılmış, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edilmiştir.

Anadolu ümmetlikten, kulluktan kurtulmuş ulus olmanın heyecanını yaşamaktadır.

Devrimlerin coşkusu tüm ülkeyi sarmıştır.

Türkiye bağımsız bir ülke olmanın onuruyla dimdik ayaktadır. Hilafet kaldırılmış, tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.

Ancak yurttaş olmanın onurundan habersiz meczuplar, beyinlerini saran örümcek ağlarının esiridirler. Köhnemiş ve kokuşmuş hurafelerden yola çıkarak sözde İslam adına hareket ettiklerini sanırlar.

İngiliz efendileri sırtlarını sıvazlamaktadır.

Cumhuriyet’in ilanından beş-altı sene sonra Derviş Mehmet ve müritleri teşkilatlanmaya başlayacaklardır. Bir yılan örneği Balıkesir, Bursa, Manisa ve Menemen’de çöreklenecekler ve bölgeyi etkileri altına alacaklardır.

22/Aralık/1930’da Manisa’dan hareketle; Derviş Mehmet ve hempaları 10 saatlik bir yürüyüşten sonra Sümbüller ve Bozalan köyüne geleceklerdir.

İşin garip tarafı bu Cumhuriyet düşmanları ne teşkilatlanırken ne de Sümbüller köyüne giderken hiçbir zorlukla karşılaşmayacaklardır.

Neden?

Bu sorunun yanıtı son derece basittir. İngiliz İstihbarat teşkilatı bu isyancılar için gereken mıntıka temizliğini yapmıştır.

Sümbüller köyü… Derviş Mehmet denilen meczubun bu köyde bir ikinci karısı ve bu kadından olma çocukları vardır.

Söylentiye göre; Derviş Mehmet’in bu köydeki soyu türemiş ve torunlarından biri hukuk okumuş, büyük adam (!) olmuş, siyasete atılarak dedesinin ayak izlerini takip etmiştir.


Söylenti? Hiç yalanlanmamıştır. O zaman söylenecek tek söz vardır. Derviş Mehmet hortlamış ve hâlâ onun, karanlık zihniyetinin gölgesi, bazen gözyaşlarıyla bazen de sahte bir gülümsemeyle Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine dinamit koymaktadır.

Derviş Mehmet “Nakşi”dir. Ve bu tarikatın iktidarı ülkeye hakimdir.

Meczup derviş yanında sadece beş kişi ile evet yanlış okumadınız beş kişi ile 23 Aralık sabahı, daha gün ağarmadan Menemen’i basacaktır. Alana diktikleri yeşil bir bezin etrafında tekbir getirecekler, “Şeriat isteriz” çığlıkları ayyuka çıkacaktır.

Halkı “Yetmiş bin kişilik Halife ordusu geliyor” yalanı ile korkutacak ve kendilerine yandaş toplayacaklardır.

24 yaşında yiğit bir asteğmen… Mustafa Fehmi Kubilay devrimci bir öğretmen, ettiği yemine sadık şerefli ve namuslu bir yedek subay…

Alandaki bu densizliğe, hıyanete sessiz kalamayan Kubilay, bir manga askerle olaya müdahale edecektir. Askerlerin tüfeklerinde kurşun yoktur.

Kubilay, askerlerini geride bırakarak tek başına konuşmak amacıyla Derviş Mehmet denilen meczuba doğru yürüyecektir.

“Yunan’a kurşun atmak caiz değildir” diyen satılmış beyin bir Türk subayını, Kubilay’ı kurşunlamakta sakınca görmeyecekdir.

Kubilay yaralanmıştır, zorla da olsa Kazez Camii’nin avlusuna sığınacaktır. Kendini “Mehdi” ilan eden Derviş Mehmet ve hempaları, din adına bir Türk subayının kafasını bir bağ bıçağı ile gövdesinden ayıracaklardır.[/i]

Ve Menemenliler bu olayı seyredecek, seyretmekle yetinmeyip adeta “tekbir” getirerek teşvik edeceklerdir.

Mahkeme Tutanaklarından;

Derviş Mehmet ve grubu yeşil bayrağı belediye meydanına dikerek etrafında dönmeye ve tekbir getirmeye başladı. Olayın tanığı bir kişi ise yaşananları daha sonra gazetelere şu şekilde anlatıyordu:

“Ben ve camiden çıkanlar bu hal karşısında donduk kaldık. Biraz sonra kendisine Mehdi süsü veren Derviş Mehmet elindeki bayrağı meydana dikti ve iyice tutturmak içinde ahaliden bir ip istedi. İçimizden biri, kuşağını çıkardı verdi. Nasıl oldu bilmiyorum, meydanı dolduran kalabalığın arasında bayrak dikilirken el çırpanlar oldu. Mehdi, sürekli elindeki saate bakarak etrafa okuyup üflediği toprağı savurarak söyleniyordu.

Süngü taktılar

- Bayrağın altından geçmeyen gavurdur! Namazdan çıkan halk meydana yığılıyordu. Tam o sırada jandarma yüzbaşısını gördüm. Çekine çekine ortaya ilerledi.
– Ne var? Ne oluyor ağalar? diye sordu.

Mehdi, “Bugün hükümet açılmayacak, dükkanlar açılmayacak, camiye gireceğiz, dua edeceğiz, her şey düzelecek, her şey yoluna girecek” diye cevap verdi. Jandarma Kumandanı ‘pekala’ dedi. Yürüdü gitti.

Telgraf Memuru Nail anlatıyor

Belgelere göre, olayın görgü tanıklarından, Menemen’deki telgraf memuru Nail Bey, Kubilay’ın nasıl öldürüldüğünü şöyle anlatıyor:

“Kubilay Bey’in kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze komutanı evkaf kahvesi önünde askeri durdurup ‘süngü tak’ emrini vererek, kendisi şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam ediyorlardı.

Kubilay Bey’i arkasından bir silahla vurdu. O anda yere düştü. Onbeş saniye kadar yerde kaldıktan sonra, kalkıp cami tarafına koştu. Bir kısım halk bunu görünce dağıldı. Bu sırada adamlardan ikisi kayboldu. Biz kaçtıklarını zannettik. Biraz sonra saçından tutulu olduğu halde, zavallı Kubilay Bey’in kesik kafasını getirdiklerini gördük.”

Olayın tanıklarından biri mahkeme kayıtlarına geçen ifadeleriyle yaşananları şöyle anlatıyor:

“Ahali gittikçe büyüyordu. Yirmi dakika geçti. Birdenbire meydanı otuz kırk nefer silahlarına süngü takarak abluka etti. İçlerinden genç bir zabit ileri atıldı. Mehdinin yakasını tuttu ve şiddetle sarstı. Mehdi, genç zabiti silkeleyip yere attı ve elindeki silahı çevirerek zabite ateşledi.

(Bu kurşun, Kubilay’ın omzundan girip arkasından çıkmıştı)

Yaralı zabit, yarasının ağırlığına rağmen ayağa kalktı ve meydandan çekildi. Halktan bir kısım bu esnada uzun uzun el çırparak alkışlıyor ve Allah Allah! diye bağırıyordu. Aradan on beş dakika geçti. Asilerden biri, Mehdi’nin yanına gelerek, zabitin cami avlusunda yattığını haber verdi. Bunun üzerine Mehdi yanındaki birinden bıçağı alarak bir arkadaşıyla cami avlusuna girdi. Biz uzaktan duyduk, Yaralı gencin sesi yalvarıyordu.

- Kesmeyin beni!

Mehdi ise; “Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni yüzükoyun yatırayım da görmeyesin…”

İp getirin

Bundan sonrasını ise bu olayı daha iyi gören bir başka tanık anlatıyor: Mehdi, genç ve yaralı zabiti yüzükoyun yatırdıktan sonra bir ayağını yaralı omzuna koydu, bir eliyle saçlarından tutup Kubilay’ın diri diri boğazını kesti. Sonra da elindeki başı caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak

“Gördünüz mü? Kafirlerin akıbeti işte budur” diye bağırmaya başladı.”


Yunan işgalindeyken, kasabanın ırzını, namusunu koruyan Türk ordusunun bir subayını katledilirken seyretmek;

Sadece iki bekçi, Kubilay’ın kesik kafasını bir sopanın ucuna bağlayıp dolaştıran, adeta yamyam dansı yapan bu güruha müdahale edecek, Hasan ve Şevki adındaki iki bekçi de şehit edilecektir.

Naralar atarak Türk askerini katleden bu vahşilerin kestiği baş, Kubilay’ın mıdır, yoksa kafası koparılmak istenen Cumhuriyet midir?

Menemen’e gelen askeri birlikler isyanı bastıracak ve Derviş Mehmet ve hempalarını öldürecektir.

Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa son derece öfkelidir. Ancak O’nun öfkesinin ana nedeni Menemen halkının olaya olan duyarsızlığı ve hatta katkısıdır.

Menemen artık Gazi Paşa için “cezalı şehir”dir. Şehir tamamen boşaltılmalı ve yakılıp, yıkılmalıdır.

Ama Menemen; boşaltılmamış ve yıkılmamıştır. Olaya karışanlar elbette tutuklanmıştır.

Yukarıda okuduğunuz satırlar bir korku romanından veya bir tiyatro eserinden esinlenerek yazılmamıştır. Hele hayal mahsulü hiç değildir.

Size aktarılan tüm olaylar gerçek belgelere dayanılarak yazılmıştır.

Bu olayın basit bir irtica olayı olmadığı gerçeğinden yola çıkarak, bu isyanı tarihsel ve siyasal süreçte incelememiz gerekmektedir.

Menemen Olayının Tarihsel Süreci…

1923-1938 yılları Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu ve Güneydoğu’da çıkan isyanlarla uğraştığı bir süreçtir. Dikkati çeken çok önemli bir nokta da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 10/Kasım/1938’deHAKK’a yürümesiyle bu isyanların keskin bir bıçak tarafından kesildiğidir.

Ancak Menemen isyanının Batı Anadolu’da çıkması onu farklı kılmaktadır. Bu dikkat çekici ve üzerinde durulması gereken bir özelliktir.

Doğu’da çıkarılan 17 isyanla Menemen’in çok önemli ortak bir noktası vardır. Dış istihbarat güçleri…

Dünün bugünden hiç farkı yoktur. Aynanın sırlı tarafında gizlenen ve üzeri örtülen gerçekler; küresel çetelerin iş başında olduğunu göstermektedir.

Menemen İsyanı; yaygın biçimde kabul edildiği üzere bir dinsel ayaklanma mıdır?

Deli, esrarkeş, cahil altı kişinin başlattığı ve birden ortaya çıkan “korsan” bir olay mıdır?

Bu iki soruya verilecek tek cevap vardır. Kesinlikle HAYIR!

Ayrıca “Menemen halkının bu isyandaki sorumluğu nedir?” sorusu da tartışmaya açıktır.

Bu nedenle Menemen İsyanı’nın, tarihsel ve siyasal sürecini bu serinin devamında birlikte inceleyeceğiz.

“Ecnebilerle dini alet ederek, işbirliği yapan YOBAZLARA MÜRTECİ DENİR.” Gazi Mustafa Kemal Paşa… 1930-Adana Türk Ocağı

Tüm devrim şehitlerimizin önünde saygı ve minnetle eğiliyorum. Mekanları cennet, yol arkadaşları Mustafa Kemal Atatürk olsun…

Devam edeceğiz.

Figen ÖZEN, 23 Aralık 2014
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18


Şu dizine dön: Figen ÖZEN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x