Kavanoz Dipli Dünyanın ve Paranın İlginç Öyküsü-Dr.N.UMRUK

Kavanoz Dipli Dünyanın ve Paranın İlginç Öyküsü-Dr.N.UMRUK

İletigönderen Noyan Umruk » Prş Kas 12, 2009 17:24

PARANIN ve KAVANOZ DİPLİ DÜNYANIN İLGİNÇ ÖYKÜSÜ

Dr. Noyan UMRUK
(E) General
(E) M.S.B. Maliye D. Bşk
.


Ekim 2009’da, altının ons (28,3 gram) fiyatı 1.100 dolara kadar yaklaşınca, 100 yıl öncesine giderek, dünya siyasetinin ve ekonomisinin kilometre taşlarını anımsamak zamanı geldi.

İlk Amerikan merkez bankası, The Bank of the United States (1816-36), A.B.D. siyasal erkini denetimi altına almaya çalıştığı için Başkan Andrew Jackson tarafından lağvedilmişdi. ABD 1907’ye kadar merkez bankası olmadan yönetildiyse de, 1907 krizi bir Ulusal Para Komisyonu kurulmasını zorunlu kıldı. Federal Reserve (Merkez Bankası), FRB veya FED, ekonominin istikrarı ve krizleri önlemek amacıyla, 1913’te kuruldu. FED, istediği zaman enflasyon ve federal borç yarattı, ama o günlerden günümüze değin bir türlü uzun vadeli istikrar yaratamadı. Tam tersine, uluslararası bankerler ve sanayicilerin kontrolündeki bu süper güç, zamanla, tamamen ABD hükümetinin yerine geçti. Baron M. A. Rotschild’in "Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, kanunlarını kimin yaptığı umurumda değil" sözleri giderek gerçekleri ifade eder oldu.

FED üye bankaların özel mülkü, politikalarını kendisi yapıyor, Kongre'nin ve Başkan'ın denetimine tabi değil. Rezervlerinin denetçisi ve tedarikçisi. Parayı düzenliyor ve basıyor, devlet tahvili alıp satıyor ve bunları alabilmeleri için üye bankalara kredi veriyor. Büyük hissedarların çoğu musevi kökenli: Rothschild, Lazard Bros, Seiff, Kuhn-Loeb Company, Warburg, Lehman Bros, Goldman and Sachs, Rockefeller. Bank of England'in sahibi Rothschilds ailesi FED'in gerçek sahibi gibi. Paul Warburg, Paul Volker, Alan Greenspan gibi FED Başkanlarının çoğu CFR (Dış İlişkiler Konseyi) üyesi. ABD para politikası Rockefeller hanedanının egemen olduğu bu örgütün çıkarlarına göre belirleniyor. Örgüt, ABD yönetici eliti'nin tarikatı gibi. Etkili politikacılar, akademisyenler ve medya şahsiyetleri buna üye. CFR, etkisini Yeni Dünya Düzeni'ni Amerikan yaşam tarzına ve bu tarzı tüm küreselleşen dünyaya empoze etmekte kullanıyor. Uzmanları karar alma sürecini destekleyen bilimsel yazılar yazıyor; akademisyenleri kendi hegemonyaları altında birleşmiş, bütünleşik bir dünyanın hikmetini açıklıyor; erdemlerinden bahsediyor; medya da bu mesajı yayıyor.

ABD tarihindeki en ciddi ekonomik krizi, Büyük Bunalım'ı 1929-1940 arasında yaşadı. Pazar bulamayan serbest piyasa ekonomisi, aşırı üretim krizi ile çöktü. Ekonominin canlanmasında ve işsizliğin azalmasında kamu yatırımlarının önemini, talebin artırılmasını ve devletin piyasaya müdahalesini savunarak “Paranın,İstihdamın ve Faizin Genel Teorisi” başyapıtı ile John Maynard Keynes çağa damgasını vurdu.

Başkan Roosevelt (1933-1945) bu olağanüstü durumu aşmak amacıyla New Deal (Yeni Düzen)'i başlatmış. Yeni Düzen yasaları federal hükümetin yetkisini bankacılık, tarım ve sosyal politika ve güvenlik alanlarına yaymış; ücretlerin ve çalışma saatlerinin asgari standardları belirlenmiş ve çelik, otomobil ve kauçuk gibi sanayi alanlarında işçi sendikaları gelişmiş; elbette, New Deal, yüksek miktarda borçlanmayla finanse edilmiş; kısaca, bunalıma neden olanlar Amerika'ya borç para vermiş; ABD, sermaye fazlasını ve iş gücünü altyapı, eğitim ve sosyal harcamaları artırarak değerlendirmiş; 1941’de savaşa girince, askeri harcamaları aynı amaçla kullanmışdı.

Özetle, dünya Keynes`in reçeteleriyle düze çıkmış, kutsal Adam Smith ve Serbest Piyasa kuramı arşive gitmiş oluyordu.

1944’te imzalanan Bretton Woods anlaşmalarıyla inşa edilen dünya düzeninin baş mimarı da Keynes olmuştu. Bu dönemde sistem, Dünya Bankası (World Bank-WB), Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund-IMF) ve Ticaret ve Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması (General Agreement of Trade and Tariffs-GATT).kurumlaşmaları öngörüldü ve gerçekleştirildi. ABD dolarına uluslararası rezerv para statüsü kazandırılmış oldu. Dolar ve diğer rezerv paraların değeri altına sabit bir değer üzerinden bağlanarak, bir ons altının değeri 35 dolar olarak belirlendi. Yani bu günkü değerinin tam 30 katı .

Artık, İngiliz sterlininin egemenliği sona ermişti. Avrupa ülkeleri için, karşılığında belirli bir miktar altın ödemeyi vaat eden Amerikan doları kullanmak en güvenilir yoldu. Batı kurtulmuştu. Kardeşlik, eşitlik, özgürlük (!) yoluna devam edebilirdi.

İkinci Dünya Savaşı 1945’te bitti. Almanya ve Japonya devre dışı bırakıldı ve ABD hegemonyası zirveye çıktı. Güçlenen Sovyetler Birliği de Demirperde ile yanıt verdi. Avrupa’da çift kutuplu yapı ve Soğuk Savaş başlamıştı.

Türk ekonomisi ve siyaseti de bu dünyanın içinde yer almaya başladı. 1946’da CHP Hükümeti Cumhuriyetin ilk devalüasyonunu yaptı, dolar 1,83’ten 2,83 TL’ye yükseldi.
Ağır ekonomik bunalım geçiren İngiltere 1947’de, Ortadoğu ve Türkiye’nin koruyuculuğunu ABD'ye devretti. Sovyetler Birliği’nin ve Komünizmin önlenmesini öngören Marshall Planı ve Truman Doktrini ile, Avrupa’yla beraber Türkiye ve Yunanistan’a ABD ekonomik yardımı başladı. Türkiye, görece çok küçük (100 milyon dolar) yardım alarak bu kervana katıldı; Dünya Bankası’na ve 47 milyon Dolar katılım payı ödeyerek IMF’ye üye oldu.

Komünist dünya Cominform’u kurarak Batıyı yanıtladı. Bu arada, İngiltere Filistin Mandası’nı Birleşmiş Milletler’e devretti. Filistin topraklarının yüzde 55'lik en verimli bölümü Yahudilere veriliyordu. Bir yıl sonra da İsrail devleti ilan edildi. Avrupa Ortadoğu'yu ABD liderliğine bırakıyordu.

NATO 1949’da kuruldu. Aynı yıl, Çin’de milliyetçiler yenildi ve Komünistler iktidarı ele geçirdi. Avrupa’nın Uzakdoğu’dan çekilmesi, Hollanda’nın Endonezya’ya bağımsızlık vermesiyle devam etti. Tükenen Fransızlar da Vietnam Savaşını 1954'te bitirdi, Vietnam kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölündü. ABD’nin Vietnam’a ilgisi başladı. Avrupa Uzakdoğu'yu ABD liderliğine bırakıyordu.

Bu arada, 1950’de 1 tugay gücünde bir kuvvet göndererek Kore Savaşına katılan Türkiye,1951’de NATO’ya davet edildi; 1952 de katıldı.

1955'te Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya, Romanya ve Sovyetler Birliği arasında Varşova Paktı kuruldu. Bağlantısızlık Hareketinin temelleri de, aynı yıl, Bandung konferansında atıldı. Buna karşılık Türkiye, İngiltere, Irak, İran ve Pakistan'ın dahil olduğu CENTO kurularak, Batı sözüm ona bir güvenlik çemberi oluşturdu. Ama, yeşil kuşağın temelleri atılmış oluyordu.

1956’da İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a askeri müdahalesine ABD engel oldu ve İngiltere’nin Orta Doğu’daki etkinliği son erdi. Ancak, askeri gücü azaltan Avrupa ekonomik güç olma stratejisini, insan hakları ve sosyal adalet kavramlarını vurgulayarak, kendisini evrensel uygarlığın merkezi görüntüsü ile öne çıkarmaya başladı.Tabii, bütün bu güzellikler, sistemi yeniden üretebilmek için kendi halklarına yönelikti. 1957 Roma Anlaşması ile 6 Avrupa Ülkesi, Fransa-Almanya-İtalya-Belçika-Hollanda-Lüksemburg, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurdu. İngiltere Malezya’dan çekildi ve sömürgelerin bağımsızlık hareketleri geniş çapta tamamlandı. İngiltere ve Fransa güdümlü küresel düzen tasfiye olurken, Amerikan yüzyılı yükseliyordu.

Çin 1960’ta Sovyetler Birliği’nden koptu. Uluslararası Komünizm zorlanırken, 18 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada'nın üye oldukları Avrupa İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kuruldu. Batı güvenliğini ekonomik alanda da perçinlemeye çalışıyordu.

ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki 1962 Küba Krizi çok önemli sonuçlara yol açtı. Türkiye İncirlik’teki Jüpiter nükleer füzeleri söküldü. NATO'nun Avrupalı ortakları büyük bir bunalımda görüşlerinin alınmayacağını gördü. Bu arada, İki yıl önce Kongo’yu terkeden Belçika gibi, Fransa da Cezayir’den çekildi. Avrupa Afrika’yı da ABD liderliğine bırakıyordu.
1963 ABD için unutulmaz bir olaya sahne oldu. Federal Reserve Bank (FRB-FED)’in dolar basma gücünü iptal etmek isteyen ABD Başkanı JF Kennedy 1963 Kasımında bir suikastte öldürüldü. Yaşasaydı, ABD Hazinesi, kasasındaki gümüş karşılığında basacağı banknotları piyasaya sürebilecek, FED’e faiz ödemeyecekti. Kennedy öldürüldükten 5 ay sonra Amerika FED'den aldığı kağıt dolarları piyasaya sürüp, FED’e faiz ödemeye devam etti. FED basılan her bir milyon dolar için Gravür ve Basım Bürosu'na 230 $ ödüyor, sonra da ABD hükümetinden nominal değerine eşit bir teminat alıyor. Paranın efendileri gücü kimseyle paylaşmayacaktı.

Yugoslavya, 1964 ve 1965’te kitlelerin katılımını öngören “özyönetim-autogestion “modeli ile sosyal piyasa ekonomisine “ barışçı geçiş” sürecine girdi. Uluslararası Komünizm çatlıyordu.

ABD’nin Vietnam Savaşı’nı başlattığı 1965’te, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle büyük miktarda dolarla Amerika`ya gitti ve karşılığını altın olarak istedi. ABD dolara karşı altın ödeyemeyeceğini ilan etti. Fransa ertesi yıl NATO'nun askeri kanadından çekildi. Avrupa, ABD liderliğine başkaldırıyordu, ama çok geç kalmıştı. De Gaulle’ün tarihsel kişiliğibu başkaldırı için yetersiz kalmış, karizması çizilmişti.

Yugoslavya’dan sonra, Çin, Uluslararası Komünizmdeki yarığı genişletti, Mao’nun “insanı zorla değiştirmeyi” öngören Kültür Devrimi başladı. Üç yıl sonra, Sovyetler Birliği tarafından 1956 Macar ayaklanması gibi bastırılan Çekoslovak olayı ise Uluslararası Komünizmi derinden yaraladı.

1971 çok önemli. Başkan Nixon döneminde, sürekli finansal ve ticari açıkların ABD altın stoklarını eritmesi nedeniyle, Bretton Woods Anlaşmasının 27 yıllık ömrü sona erdi. Doların altına çevrilebilirliği ortadan kalktı. Dolar ve başlıca döviz fiyatları artık piyasa güçlerince belirlenecekti. ABD, doları karşılıksız basarak istediği gibi dünyaya dağıtmak imkanına sahip oluyordu. Dolar dünya merkez bankalarının rezerv parası olmuş, ulusal kalkınma ideali yerini liberalizme bırakmıştı.

Ancak, 1970'lerde, gelişen Alman ve Japon ekomomileri , ABD’nin reel sektördeki, üretim alanındaki egemenliği frenlemeye başlamıştı Yeni güçlü ekonomiler, ABD’nin sermaye fazlasına (karşılıksız dolarlarını) iltifat etmez olmuş, hatta sermaye ihracını hızlandırmışlardı. Yatırımları da üretim fazlası veriyordu. İsrail-Arap Savaşı sonrasında yaşanan 1973 dünya petrol krizi petrol fiyatlarını % 400 artırınca, emtia (mal) fiyatları da artmıştı. Bu aşamada, küresel ekonomik durgunluk başlayınca, karşılıksız dolarların gidecek yeri kalmadı.

ABD’için “küresel üretim hegemonyası” zayıflayınca, finansal piyasalara dayanan, sanal yanı ağır basan “küresel finansal hegemonya” tüm yoğunluğu ile gündeme geliyordu. ABD Hazinesi IMF ile yakın çalışmalara başlamıştı. Hedefteki azgelişmiş ülkeler, sermaye piyasalarını ve ekonomilerini borsa oyuncuları için liberalleştirmeliydi! Devalüasyonlar da kaçınılmaz idi.

ABD şirketlerinin, azgelişmiş ülkelerin çöken bankalarını, iflas eden şirketlerini düşük fiyatlarla ele geçirmesi kolay oldu. Artık ABD karşılıksız dolarları kullanacak yer bulmakta zorlanmayacaktı. Bunda ülkelerin kötü yönetimi veya işbirliği de önemli paya sahipti.
Türkiye’de piyasacı liberal ekonomik politika, 1978’de, Kemal Derviş ve Sherman Robinson’un hazırladığı Dünya Bankası raporuyla başlatıldı. 24 Ocak 1980 Kararlarıyla, 47 TL olan Dolar 70 TL’ye çıkarıldı, KİT ürünlerine % 300-400’e varan zamlar ve çay, şeker, et gibi ürünlere sübvansiyon kaldırıldı, ücretler donduruldu. Devletin ekonomideki payı küçülecek, kapılar yabancı sermayeye sonuna kadar açılacaktı. 12 Eylül 1980 askeri yönetimi ve mirasçısı "zenginsever" Turgut Özal döneminde liberal uygulamalar hızlandı. Hayali ihracata dayanan bir sermaye birikim modeli benimsendi. Daha sonraları, yurtdışında kendilerini kaybettiren işbirlikçi prensler suyun başını tutmuşlardı. Bireysel ve küçük sermaye, yerini büyük ve çokuluslu sermayeye bıraktı. Yüksek faiz ve sıcak para, Türkiye’yi yeniden derin bir borçlanma sarmalına sokacaktı.

1978’de Komünist Polonya’dan Katolik Kardinal Karol Wojtyla, İkinci John Paul adıyla Papa seçildi. 1520’den beri İtalyan olmayan ilk Papa idi. Hizmetleri 1983 yılı “Nobel Bariş Ödülü” ile ödüllendirilen Walesa önderliğindeki, batı destekli Polonya işçilerinin dayanışma! hareketi Komünist Blokun yaralarını azdırıyordu.

Batı'nın optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayarlar, internet ile kültürünü yaymayı hızlandırdığı Dünya İletişim Devrimi de 1980'lerde başlamıştı.

Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov 1985’te iktidara geldi ve yaralı Uluslararası Komünizme son darbeyi başlattı. Zaten Batı, birkaç yıldan beri, Sovyetlerin sonunu konuşmaya başlamıştı. Sovyet Komünist Partisi de Gorbaçov'un Perestroyka siyasetini 1988’de onayladı. Sovyetler yeniden yapılandırılırken ekonomi çökme noktasına gelmiş, büyük sorunlarla karşılaşılmıştı. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükleri temel alan Glastnost siyaseti de ABD'nin tetiklemesiyle kontrolden çıkmış ve patlama noktasına varmıştı. Ulusal güvenlik yok oluyordu. Nihayet, 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı, Varşova Paktı ve Soğuk Savaş son buldu. Sovyetler Birliği ve Uluslararası Komünizm savaş ve işgal olmadan çökertilmişti.
1990’larda Güç dengesi kalktı ve rakipsiz olan Batı’da, bu defa aşırı liberal bir ekonomik programla Siyonist-Evanjelik ideolojinin siyasi bileşkesi olan Yeni Muhafazakarlık (Neo Conservatism, Neo-Cons) yükseliyordu. Yeni Sömürgeciler, Batının Komünizme karşı geliştirdiği toplumsal ve uluslar üstü kazanımlara, hak ve özgürlüklere son vermeyi amaçlıyorlardı.

1990’da, Saddam , aşırı petrol üreterek fiyatları düşürdüğü ve sınır sorunları gerekçesiyle, Kuveyt`e girerek dünya dengelerini altüst etti. 1nci körfez müdahalesi… Ama, Turgut Özal’ın tüm ısrarlarına rağmen, iş bir seferde bitirilmedi.

1992’de Maastricht’te Avrupa Birliği Antlaşması ile Avrupa bütünleşmesi ekonomik boyutun yanı sıra siyasal bir nitelik kazandı. Doların karşıtı olarak, Euro dünya finans alemine sürülecekti. Ekonomik küresel çatlama hızlanıyor, ABD’nin keyfi kaçıyordu.

Aynı dönemde, biraz toparlanan Rusya, 1996’da Çin, Kazakistan, Kırgızistan, ve Tacikistan ile Şanghay Beşlisi’nin temelini attı. Ancak, 1998’de petrol fiyatları varili 10,5 dolara gerileyince, dış borç ödemelerini 90 gün süreyle durduran Rusya’nın ekonomik krizi dünyayı sarstı.

Neoliberalizmin borsalarda patlayan krizi, Türkiye’ye 2000 ve 2001’de cari açık- ödemeler dengesindeki ciddi zaafiyetten doğan krizler olarak yansıdı. Türkiye duvara çarptı ya da çarptırıldı. Kriz sırasında gecelik faizler %3000-4000’lere çıktı. Devalüsyon ise doların 70 liradan 600 liraya yükselmesine yol açtı. Ve de dünya 11 Eylül operasyonu ile,Türkiye ise bu krizle, daha sonra doğru olmadığı anlaşılacak nedenlerle Irak’a yapılacak müdahale için diz çöktürüldü.

2003’teki İkinci Körfez Savaşında petrolü Euro ile satmaya niyetlenen Saddam herşeyini kaybetti.

Mao sonrası Çin’de ilginç gelişmeler oluyordu. Çin, Batılıların isteğiyle Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu. Fiyatlar üzerindeki devlet kontrolü aşamalı olarak kaldırıldı. Komünizm ve liberal ekonomi, karma-kontollü bir ekonomik yapıda birleşiyor ve tüm dünyada şaşkınlık,gıpta ve ilgiyle izlenen büyüme hızlarına ulaşıyordu.. İnanılması güçtü, ama gerçekti!..Tabii, burada, bu tür kalkınma ve büyüme modellerinin bir tür öncülüğünü, Atatürk dönemi “karma ekonomi modelinin” yaptığını anımsamamak mümkün değil…

PARANIN ve KAVANOZ DİPLİ DÜNYANIN İLGİNÇ ÖYKÜSÜ... *Yayımlanması ricası ve iyi dileklerimle.

Dr. Noyan UMRUK
(E) General
(E) M.S.B. Maliye D. Bşk.



Ekim 2009’da, altının ons (28,3 gram) fiyatı 1.100 dolara kadar yaklaşınca, 100 yıl öncesine giderek, dünya siyasetinin ve ekonomisinin kilometre taşlarını anımsamak zamanı geldi.

İlk Amerikan merkez bankası, The Bank of the United States (1816-36), A.B.D. siyasal erkini denetimi altına almaya çalıştığı için Başkan Andrew Jackson tarafından lağvedilmişdi. ABD 1907’ye kadar merkez bankası olmadan yönetildiyse de, 1907 krizi bir Ulusal Para Komisyonu kurulmasını zorunlu kıldı. Federal Reserve (Merkez Bankası), FRB veya FED, ekonominin istikrarı ve krizleri önlemek amacıyla, 1913’te kuruldu. FED, istediği zaman enflasyon ve federal borç yarattı, ama o günlerden günümüze değin bir türlü uzun vadeli istikrar yaratamadı. Tam tersine, uluslararası bankerler ve sanayicilerin kontrolündeki bu süper güç, zamanla, tamamen ABD hükümetinin yerine geçti. Baron M. A. Rotschild’in "Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, kanunlarını kimin yaptığı umurumda değil" sözleri giderek gerçekleri ifade eder oldu.

FED üye bankaların özel mülkü, politikalarını kendisi yapıyor, Kongre'nin ve Başkan'ın denetimine tabi değil. Rezervlerinin denetçisi ve tedarikçisi. Parayı düzenliyor ve basıyor, devlet tahvili alıp satıyor ve bunları alabilmeleri için üye bankalara kredi veriyor. Büyük hissedarların çoğu musevi kökenli: Rothschild, Lazard Bros, Seiff, Kuhn-Loeb Company, Warburg, Lehman Bros, Goldman and Sachs, Rockefeller. Bank of England'in sahibi Rothschilds ailesi FED'in gerçek sahibi gibi. Paul Warburg, Paul Volker, Alan Greenspan gibi FED Başkanlarının çoğu CFR (Dış İlişkiler Konseyi) üyesi. ABD para politikası Rockefeller hanedanının egemen olduğu bu örgütün çıkarlarına göre belirleniyor. Örgüt, ABD yönetici eliti'nin tarikatı gibi. Etkili politikacılar, akademisyenler ve medya şahsiyetleri buna üye. CFR, etkisini Yeni Dünya Düzeni'ni Amerikan yaşam tarzına ve bu tarzı tüm küreselleşen dünyaya empoze etmekte kullanıyor. Uzmanları karar alma sürecini destekleyen bilimsel yazılar yazıyor; akademisyenleri kendi hegemonyaları altında birleşmiş, bütünleşik bir dünyanın hikmetini açıklıyor; erdemlerinden bahsediyor; medya da bu mesajı yayıyor.

ABD tarihindeki en ciddi ekonomik krizi, Büyük Bunalım'ı 1929-1940 arasında yaşadı. Pazar bulamayan serbest piyasa ekonomisi, aşırı üretim krizi ile çöktü. Ekonominin canlanmasında ve işsizliğin azalmasında kamu yatırımlarının önemini, talebin artırılmasını ve devletin piyasaya müdahalesini savunarak “Paranın,İstihdamın ve Faizin Genel Teorisi” başyapıtı ile John Maynard Keynes çağa damgasını vurdu.

Başkan Roosevelt (1933-1945) bu olağanüstü durumu aşmak amacıyla New Deal (Yeni Düzen)'i başlatmış. Yeni Düzen yasaları federal hükümetin yetkisini bankacılık, tarım ve sosyal politika ve güvenlik alanlarına yaymış; ücretlerin ve çalışma saatlerinin asgari standardları belirlenmiş ve çelik, otomobil ve kauçuk gibi sanayi alanlarında işçi sendikaları gelişmiş; elbette, New Deal, yüksek miktarda borçlanmayla finanse edilmiş; kısaca, bunalıma neden olanlar Amerika'ya borç para vermiş; ABD, sermaye fazlasını ve iş gücünü altyapı, eğitim ve sosyal harcamaları artırarak değerlendirmiş; 1941’de savaşa girince, askeri harcamaları aynı amaçla kullanmışdı.

Özetle, dünya Keynes`in reçeteleriyle düze çıkmış, kutsal Adam Smith ve Serbest Piyasa kuramı arşive gitmiş oluyordu.

1944’te imzalanan Bretton Woods anlaşmalarıyla inşa edilen dünya düzeninin baş mimarı da Keynes olmuştu. Bu dönemde sistem, Dünya Bankası (World Bank-WB), Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund-IMF) ve Ticaret ve Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması (General Agreement of Trade and Tariffs-GATT).kurumlaşmaları öngörüldü ve gerçekleştirildi. ABD dolarına uluslararası rezerv para statüsü kazandırılmış oldu. Dolar ve diğer rezerv paraların değeri altına sabit bir değer üzerinden bağlanarak, bir ons altının değeri 35 dolar olarak belirlendi. Yani bu günkü değerinin tam 30 katı .

Artık, İngiliz sterlininin egemenliği sona ermişti. Avrupa ülkeleri için, karşılığında belirli bir miktar altın ödemeyi vaat eden Amerikan doları kullanmak en güvenilir yoldu. Batı kurtulmuştu. Kardeşlik, eşitlik, özgürlük (!) yoluna devam edebilirdi.

İkinci Dünya Savaşı 1945’te bitti. Almanya ve Japonya devre dışı bırakıldı ve ABD hegemonyası zirveye çıktı. Güçlenen Sovyetler Birliği de Demirperde ile yanıt verdi. Avrupa’da çift kutuplu yapı ve Soğuk Savaş başlamıştı.

Türk ekonomisi ve siyaseti de bu dünyanın içinde yer almaya başladı. 1946’da CHP Hükümeti Cumhuriyetin ilk devalüasyonunu yaptı, dolar 1,83’ten 2,83 TL’ye yükseldi.
Ağır ekonomik bunalım geçiren İngiltere 1947’de, Ortadoğu ve Türkiye’nin koruyuculuğunu ABD'ye devretti. Sovyetler Birliği’nin ve Komünizmin önlenmesini öngören Marshall Planı ve Truman Doktrini ile, Avrupa’yla beraber Türkiye ve Yunanistan’a ABD ekonomik yardımı başladı. Türkiye, görece çok küçük (100 milyon dolar) yardım alarak bu kervana katıldı; Dünya Bankası’na ve 47 milyon Dolar katılım payı ödeyerek IMF’ye üye oldu.

Komünist dünya Cominform’u kurarak Batıyı yanıtladı. Bu arada, İngiltere Filistin Mandası’nı Birleşmiş Milletler’e devretti. Filistin topraklarının yüzde 55'lik en verimli bölümü Yahudilere veriliyordu. Bir yıl sonra da İsrail devleti ilan edildi. Avrupa Ortadoğu'yu ABD liderliğine bırakıyordu.

NATO 1949’da kuruldu. Aynı yıl, Çin’de milliyetçiler yenildi ve Komünistler iktidarı ele geçirdi. Avrupa’nın Uzakdoğu’dan çekilmesi, Hollanda’nın Endonezya’ya bağımsızlık vermesiyle devam etti. Tükenen Fransızlar da Vietnam Savaşını 1954'te bitirdi, Vietnam kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölündü. ABD’nin Vietnam’a ilgisi başladı. Avrupa Uzakdoğu'yu ABD liderliğine bırakıyordu.

Bu arada, 1950’de 1 tugay gücünde bir kuvvet göndererek Kore Savaşına katılan Türkiye,1951’de NATO’ya davet edildi; 1952 de katıldı.

1955'te Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya, Romanya ve Sovyetler Birliği arasında Varşova Paktı kuruldu. Bağlantısızlık Hareketinin temelleri de, aynı yıl, Bandung konferansında atıldı. Buna karşılık Türkiye, İngiltere, Irak, İran ve Pakistan'ın dahil olduğu CENTO kurularak, Batı sözüm ona bir güvenlik çemberi oluşturdu. Ama, yeşil kuşağın temelleri atılmış oluyordu.

1956’da İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a askeri müdahalesine ABD engel oldu ve İngiltere’nin Orta Doğu’daki etkinliği son erdi. Ancak, askeri gücü azaltan Avrupa ekonomik güç olma stratejisini, insan hakları ve sosyal adalet kavramlarını vurgulayarak, kendisini evrensel uygarlığın merkezi görüntüsü ile öne çıkarmaya başladı.Tabii, bütün bu güzellikler, sistemi yeniden üretebilmek için kendi halklarına yönelikti. 1957 Roma Anlaşması ile 6 Avrupa Ülkesi, Fransa-Almanya-İtalya-Belçika-Hollanda-Lüksemburg, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurdu. İngiltere Malezya’dan çekildi ve sömürgelerin bağımsızlık hareketleri geniş çapta tamamlandı. İngiltere ve Fransa güdümlü küresel düzen tasfiye olurken, Amerikan yüzyılı yükseliyordu.

Çin 1960’ta Sovyetler Birliği’nden koptu. Uluslararası Komünizm zorlanırken, 18 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada'nın üye oldukları Avrupa İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kuruldu. Batı güvenliğini ekonomik alanda da perçinlemeye çalışıyordu.

ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki 1962 Küba Krizi çok önemli sonuçlara yol açtı. Türkiye İncirlik’teki Jüpiter nükleer füzeleri söküldü. NATO'nun Avrupalı ortakları büyük bir bunalımda görüşlerinin alınmayacağını gördü. Bu arada, İki yıl önce Kongo’yu terkeden Belçika gibi, Fransa da Cezayir’den çekildi. Avrupa Afrika’yı da ABD liderliğine bırakıyordu.
1963 ABD için unutulmaz bir olaya sahne oldu. Federal Reserve Bank (FRB-FED)’in dolar basma gücünü iptal etmek isteyen ABD Başkanı JF Kennedy 1963 Kasımında bir suikastte öldürüldü. Yaşasaydı, ABD Hazinesi, kasasındaki gümüş karşılığında basacağı banknotları piyasaya sürebilecek, FED’e faiz ödemeyecekti. Kennedy öldürüldükten 5 ay sonra Amerika FED'den aldığı kağıt dolarları piyasaya sürüp, FED’e faiz ödemeye devam etti. FED basılan her bir milyon dolar için Gravür ve Basım Bürosu'na 230 $ ödüyor, sonra da ABD hükümetinden nominal değerine eşit bir teminat alıyor. Paranın efendileri gücü kimseyle paylaşmayacaktı.

Yugoslavya, 1964 ve 1965’te kitlelerin katılımını öngören “özyönetim-autogestion “modeli ile sosyal piyasa ekonomisine “ barışçı geçiş” sürecine girdi. Uluslararası Komünizm çatlıyordu.

ABD’nin Vietnam Savaşı’nı başlattığı 1965’te, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle büyük miktarda dolarla Amerika`ya gitti ve karşılığını altın olarak istedi. ABD dolara karşı altın ödeyemeyeceğini ilan etti. Fransa ertesi yıl NATO'nun askeri kanadından çekildi. Avrupa, ABD liderliğine başkaldırıyordu, ama çok geç kalmıştı. De Gaulle’ün tarihsel kişiliğibu başkaldırı için yetersiz kalmış, karizması çizilmişti.

Yugoslavya’dan sonra, Çin, Uluslararası Komünizmdeki yarığı genişletti, Mao’nun “insanı zorla değiştirmeyi” öngören Kültür Devrimi başladı. Üç yıl sonra, Sovyetler Birliği tarafından 1956 Macar ayaklanması gibi bastırılan Çekoslovak olayı ise Uluslararası Komünizmi derinden yaraladı.

1971 çok önemli. Başkan Nixon döneminde, sürekli finansal ve ticari açıkların ABD altın stoklarını eritmesi nedeniyle, Bretton Woods Anlaşmasının 27 yıllık ömrü sona erdi. Doların altına çevrilebilirliği ortadan kalktı. Dolar ve başlıca döviz fiyatları artık piyasa güçlerince belirlenecekti. ABD, doları karşılıksız basarak istediği gibi dünyaya dağıtmak imkanına sahip oluyordu. Dolar dünya merkez bankalarının rezerv parası olmuş, ulusal kalkınma ideali yerini liberalizme bırakmıştı.

Ancak, 1970'lerde, gelişen Alman ve Japon ekomomileri , ABD’nin reel sektördeki, üretim alanındaki egemenliği frenlemeye başlamıştı Yeni güçlü ekonomiler, ABD’nin sermaye fazlasına (karşılıksız dolarlarını) iltifat etmez olmuş, hatta sermaye ihracını hızlandırmışlardı. Yatırımları da üretim fazlası veriyordu. İsrail-Arap Savaşı sonrasında yaşanan 1973 dünya petrol krizi petrol fiyatlarını % 400 artırınca, emtia (mal) fiyatları da artmıştı. Bu aşamada, küresel ekonomik durgunluk başlayınca, karşılıksız dolarların gidecek yeri kalmadı.

ABD’için “küresel üretim hegemonyası” zayıflayınca, finansal piyasalara dayanan, sanal yanı ağır basan “küresel finansal hegemonya” tüm yoğunluğu ile gündeme geliyordu. ABD Hazinesi IMF ile yakın çalışmalara başlamıştı. Hedefteki azgelişmiş ülkeler, sermaye piyasalarını ve ekonomilerini borsa oyuncuları için liberalleştirmeliydi! Devalüasyonlar da kaçınılmaz idi.

ABD şirketlerinin, azgelişmiş ülkelerin çöken bankalarını, iflas eden şirketlerini düşük fiyatlarla ele geçirmesi kolay oldu. Artık ABD karşılıksız dolarları kullanacak yer bulmakta zorlanmayacaktı. Bunda ülkelerin kötü yönetimi veya işbirliği de önemli paya sahipti.
Türkiye’de piyasacı liberal ekonomik politika, 1978’de, Kemal Derviş ve Sherman Robinson’un hazırladığı Dünya Bankası raporuyla başlatıldı. 24 Ocak 1980 Kararlarıyla, 47 TL olan Dolar 70 TL’ye çıkarıldı, KİT ürünlerine % 300-400’e varan zamlar ve çay, şeker, et gibi ürünlere sübvansiyon kaldırıldı, ücretler donduruldu. Devletin ekonomideki payı küçülecek, kapılar yabancı sermayeye sonuna kadar açılacaktı. 12 Eylül 1980 askeri yönetimi ve mirasçısı "zenginsever" Turgut Özal döneminde liberal uygulamalar hızlandı. Hayali ihracata dayanan bir sermaye birikim modeli benimsendi. Daha sonraları, yurtdışında kendilerini kaybettiren işbirlikçi prensler suyun başını tutmuşlardı. Bireysel ve küçük sermaye, yerini büyük ve çokuluslu sermayeye bıraktı. Yüksek faiz ve sıcak para, Türkiye’yi yeniden derin bir borçlanma sarmalına sokacaktı.

1978’de Komünist Polonya’dan Katolik Kardinal Karol Wojtyla, İkinci John Paul adıyla Papa seçildi. 1520’den beri İtalyan olmayan ilk Papa idi. Hizmetleri 1983 yılı “Nobel Bariş Ödülü” ile ödüllendirilen Walesa önderliğindeki, batı destekli Polonya işçilerinin dayanışma! hareketi Komünist Blokun yaralarını azdırıyordu.

Batı'nın optik kablo, haberleşme uyduları, bilgisayarlar, internet ile kültürünü yaymayı hızlandırdığı Dünya İletişim Devrimi de 1980'lerde başlamıştı.

Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov 1985’te iktidara geldi ve yaralı Uluslararası Komünizme son darbeyi başlattı. Zaten Batı, birkaç yıldan beri, Sovyetlerin sonunu konuşmaya başlamıştı. Sovyet Komünist Partisi de Gorbaçov'un Perestroyka siyasetini 1988’de onayladı. Sovyetler yeniden yapılandırılırken ekonomi çökme noktasına gelmiş, büyük sorunlarla karşılaşılmıştı. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükleri temel alan Glastnost siyaseti de ABD'nin tetiklemesiyle kontrolden çıkmış ve patlama noktasına varmıştı. Ulusal güvenlik yok oluyordu. Nihayet, 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı, Varşova Paktı ve Soğuk Savaş son buldu. Sovyetler Birliği ve Uluslararası Komünizm savaş ve işgal olmadan çökertilmişti.
1990’larda Güç dengesi kalktı ve rakipsiz olan Batı’da, bu defa aşırı liberal bir ekonomik programla Siyonist-Evanjelik ideolojinin siyasi bileşkesi olan Yeni Muhafazakarlık (Neo Conservatism, Neo-Cons) yükseliyordu. Yeni Sömürgeciler, Batının Komünizme karşı geliştirdiği toplumsal ve uluslar üstü kazanımlara, hak ve özgürlüklere son vermeyi amaçlıyorlardı.

1990’da, Saddam , aşırı petrol üreterek fiyatları düşürdüğü ve sınır sorunları gerekçesiyle, Kuveyt`e girerek dünya dengelerini altüst etti. 1nci körfez müdahalesi… Ama, Turgut Özal’ın tüm ısrarlarına rağmen, iş bir seferde bitirilmedi.

1992’de Maastricht’te Avrupa Birliği Antlaşması ile Avrupa bütünleşmesi ekonomik boyutun yanı sıra siyasal bir nitelik kazandı. Doların karşıtı olarak, Euro dünya finans alemine sürülecekti. Ekonomik küresel çatlama hızlanıyor, ABD’nin keyfi kaçıyordu.

Aynı dönemde, biraz toparlanan Rusya, 1996’da Çin, Kazakistan, Kırgızistan, ve Tacikistan ile Şanghay Beşlisi’nin temelini attı. Ancak, 1998’de petrol fiyatları varili 10,5 dolara gerileyince, dış borç ödemelerini 90 gün süreyle durduran Rusya’nın ekonomik krizi dünyayı sarstı.

Neoliberalizmin borsalarda patlayan krizi, Türkiye’ye 2000 ve 2001’de cari açık- ödemeler dengesindeki ciddi zaafiyetten doğan krizler olarak yansıdı. Türkiye duvara çarptı ya da çarptırıldı. Kriz sırasında gecelik faizler %3000-4000’lere çıktı. Devalüsyon ise doların 70 liradan 600 liraya yükselmesine yol açtı. Ve de dünya 11 Eylül operasyonu ile,Türkiye ise bu krizle, daha sonra doğru olmadığı anlaşılacak nedenlerle Irak’a yapılacak müdahale için diz çöktürüldü.

2003’teki İkinci Körfez Savaşında petrolü Euro ile satmaya niyetlenen Saddam herşeyini kaybetti.

Mao sonrası Çin’de ilginç gelişmeler oluyordu. Çin, Batılıların isteğiyle Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu. Fiyatlar üzerindeki devlet kontrolü aşamalı olarak kaldırıldı. Komünizm ve liberal ekonomi, karma-kontollü bir ekonomik yapıda birleşiyor ve tüm dünyada şaşkınlık,gıpta ve ilgiyle izlenen büyüme hızlarına ulaşıyordu.. İnanılması güçtü, ama gerçekti!..Tabii, burada, bu tür kalkınma ve büyüme modellerinin bir tür öncülüğünü, Atatürk dönemi “karma ekonomi modelinin” yaptığını anımsamamak mümkün değil…
2004’te Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovenya, Letonya, Litvanya, Estonya ve Kıbrıs RY, 10 yeni üye ülke AB’ye katıldı. 25 üyeli AB’nin refah düzeyi ABD’ye yaklaşacaktı. Ancak, Fransa ve Hollanda’nın 2005 referandumunda, Avrupa Anayasası taslağını reddi Avrupa’yı çatlattı.

2007’de, merkezden tüm yerküreye üflenen sanal köpüklerin sönmesiyle patlayan finansal kriz şimdilerde hızla, bulaşıcı bir hastalık gibi reel sektörü de sararak “Dünya Ekonomik Bunalımına” doğru gidiyor. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve neoliberalizmin gücü zayıflıyordu. Devletlerin denetimindeki fonların önemi bayağı arttı. ABD, neoliberalizmin önemli ilkelerini terk etti. Dünya ekonomik sistemine çekidüzen amacıyla, G-20 ülkeleri 2008’de Washington’da toplanmış, Keynes’in, Adam Smith’in takipçisi Milton Friedman’e zaferi ve denetimsiz liberalizm can çekişmeye başlamıştı.

Yıllarca “Devletin elinde bir şey kalmasın, tüm Kamu İktisadi Teşekküllerini, KİT’leri özelleştirin” diyen Batı, kendi stratejik kuruluşlarını satmamış, üstelik gelişmekte olan ülkelerininkileri bedavaya kapatmıştı.(1) Dahası, batan iki bankaya el koyan ABD dünya tarihinin 12 trilyon dolarlık en büyük devletleştirmesini yapmıştı.

ABD 100 yıldır dünyanın en büyük ekonomisiydi. Bütçesi 3 trilyon dolara, açığı 2007'de 163 milyar dolardan, 2009'da 400 milyar dolara yükselmişti. Ekonomik krizde, 5 trilyon dolar sanal para yaratmıştı. Cari açıkları kümülatif olarak 7 trilyon doları aşmıştı. Mart 2009’da dünya piyasasında dolaşan, ABD gayri safi milli hâsılasının sekiz katı, 120 trilyon dolar para basmıştı. Tüm ülkelerin toplam gayri safi milli hâsılası 60 trilyon dolar iken, ABD bu tutarın iki katı para basmıştı. Bitmedi, bunun da %70’i sanaldı! CFR ve FED gerçekten dahice hareket etmişti!..

Ama deniz bitiyor gibi...

Yüzyıllar süren Roma İmparatorluğu’nun çöküşü de bozulan ekonomiyle başlamıştı. Üç kıtaya 600 yıl egemen olan Osmanlının sonunu da, fütuhatçı bir imparatorluk ölarak silah teknolojisindeki üstünlügünü kaybetmesi kadar, parasının değer kaybetmesi, dünya ticaret ve doğal kaynakları üzerindeki egemenliğinin kalkması, yani ağırlıkla ekonomik nedenler getirmişti. Donanmasıyla dünyaya hükmeden İngiltere de ekonomik üstünlüğünü 30-40 yıl sürdürebilmişti.

ABD’nin 2000'den beri süren nisbi çöküşü, devam ediyor.. Şimdi ekonomik krizle boğuşuyor, Irak bataklığının finansmanını dahi zorla sağlıyor, dünyanın finans piyasası merkezi olma özelliğini kaybediyor. Yeni rezerv para birimleri, yuan’ın rezerv para birimi olması tartışılıyor.(2)

Doların sürekli değer yitirmesi Avrupa Birliği'nin bütünlüğüne de bir tehdit. Değerlenen euro, rekabet gücü zayıf üyeleri durgunluğa sürüklerken, rekabetçi ülkelere yarar sağlayacak. Ekonomik bütünleşme olmadığı sürece Avrupa’nın siyasal bütünleşmesi çok zor.

Soğuk Savaş sonrası dünya düzeni şiddetle sarsılıyor, dünyanın ekonomik ve siyasi merkezi Batı zor durumda.(3)

Altının ons fiyatı 1.070 dolardan, 2010'da, veya en geç 2012'de 2.000 dolara yükselecekmiş. 2012'de petrolün 236 dolara, 1 Euro'nun 5 dolara yükseleceği hesaplanıyormuş.

Dünyanın gelişmişlik düzeyine göre, sosyal politika normları açısından en geri ülkelerinden birinde Obama’nın toplumsal sağlık reformuna karşı Neo-Con’lar 2 milyon kişiyi Beyazsaray önünde toplayabiliyorsa, artık oralarda Keynes dahi bir daha öldürülüyor demektir. Radikal çözümler getirmeden, yüksek maliyetli pansuman önlemleri ile trilyonlarca doları sanal finansal piyasalara akıtmakla krizin atlatılacağına, Batının ve dünyanın sistemi yeniden üretebileceğine inanmak zor, Tam tersine bu yolla yeni sanal köpükler, yeni krizler oluşturuluyor. Kriz süreci bitmiyor…(4)

2020'lerde ABD’nin süper güç olma özelliğini yitireceği kehaneti gerçekleşecek mi?
Sırtını ABD’ye ve Dolara dayayanlar daha ne güzellikler (!) görecek? Kim bilir?..
Doğu Sorunu henüz bitmedi... Giderek yeniden başladı…Doğu eşsiz ve engin cazibesi ile, her zaman, Makedonyalı İskender’den beri dev güçleri derinliklerine çekerek mahvediyor…Kore, Vietnam, Irak, Afganistan, Pakistan ve acaba önemli jeopolitik konumları ve de el koyulacak doğal zenginlikleri ile sırada daha kimler var? Güneşin doğudan doğduğu, sistemin yeniden üretilmesi, düzenlerinin bozulmaması için şimdilerde bir daha ve daha büyük bir “iştaha” ile anımsanıyor. Ne var ki; doğu da gizemli cazibesine kapılanları derinliklerine çekerek eritmeye devam ediyor…


(1)Krizde gelişmekte olan ülkelerin ve emekçilerin durumu için bknz.:UMRUK, Noyan; ”BOLERO:Bir Krizin Anatomisi ve Emekçiler,listweb. bilkent.edu.tr/bsb/2008 Dec.
(2)UMRUK, Noyan; ”Dolardaki Hızlı Düşüş,Yeni Rezerv Para Liderliği”www.turkcelil.com,8 Ekim. 2009
(3)a.g.y.,”Dünya Yeni Bir Dönemin Eşiğinde”,www.turkcelil.com,26 Eylül 2009
(4)ROUBİNİ, Nouriel;”Mother of all carry trades an inevitable bust”, Financial Times, Nov. 1,2009
Kullanıcı küçük betizi
Noyan Umruk
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1061
Kayıt: Pzr Mar 08, 2009 13:39

Şu dizine dön: Dr. Noyan UMRUK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x