KAVRAMLAR GÖÇÜ (IX)
Darwin’in D’si
Şimdi hangi kitabı açsanız, hangi ansiklopediyi incelerseniz inceleyin, Darwin deyince ya da ‘Evrim Kuramı’ deyince, ‘en yetenekli olan/en güçlü olanın yaşayabileceği’ bir ‘ideolojik anlayış’la karşılaşırsınız.
Öylesine bir ‘ideolojik’ anlayış ki, ikiyüzyıldan fazla bir süredir ‘baskın ideoloji’ olarak süregelmektedir.
Bilim tarihi bakımından, bu ‘evrimcilik’ ideolojisini, ‘işlevselcilik’ gibi başka ideolojiler de izlemiştir.
O arada, ‘yapısalcılık’ vb ‘ideoloji’ler de olmadı değil.
Bilim tarihinde, amerikalı bilim tarihçisi ve felsefecisi Thomas Samuel Khun’un, 1962 yılında yayımlanan Bilimsel Devrimlerin Yapısı başlıklı ‘deneme’siyle birlikte, bilim yazınına ‘paradigma’ gibi bir ‘deyim’ (notion) girmiş oldu.
Yeri geldiğinde, Fransız düşünür Louis Althusser’in ‘sorunsal’ (problématique)ını da ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.
Ki, ileri-geri ‘benim sorunsalım, senin sorunsalın’ türü ‘bilimsel çokbilmişlikler’ yapılmaya.
Demek ki, Khun’cu yaklaşımla, Darwin’in ‘doğal ayıklanma’ tezi, bir paradigma olarak o gün bugündür ‘evrim kuramı’ olarak anılmaktadır.
Oysa, bu tez, geçen yazıda sözünü ettiğimiz Spencer’le birlikte ‘En yetenekli olan/en güçlü olananın yaşaması’ biçiminde yorumlanmış; dolayısıyla deyim yerinde ise ‘paradigma içinde’ bir değişiklik yaşanmıştır.
Ancak, değil sıradan insanlar, ama ‘çokbilmiş bilim adamları’ bile bu ‘değişiklik’in ayırdında olmamışlardır.
Özellikle ekonomi politik alanında, bu ‘rekabet’le ‘gelişim’, ya da bir başka deyişle, ‘rekabet olmadan gelişme olmayacağı’ biçiminde, diğer bilimlere oranla çok daha ‘katı bir ideojolojik tutum’un yerleşmesine yolaçmış bulunmaktadır.
Denilebilir ki, bu ‘rekabet’ anlayışı, Smith, Ricardo ve Malthus gibi ‘antik klasik ekonomistler’ce de savunulmakta idi.
Kaldı ki, Darwin, Malthus’un ‘nüfus ilkesi’nden çok etkilenmişti.
O zaman ‘olgu’lara daha yakından bakmamız gerekmektedir.
Aslında, Darwin Türlerin Kökeni adlı başyapıtını 1859 yılında yayımlamadan önce, bilimsel kariyerini tamamlamış ve saygın bir bilimadamı (savant) olarak yeterince ünlenmiş idi.
Krallık İnstitüsü (Royal Society) üyesi olarak, artık kenara çekilmek ve deyim yerinde ise artık bir ‘köy yaşamı’ surdürmek istiyordu.
Kuşkusuz salt domates/biber yetiştirmek ve tavuk ve horozlarla birlikte olmak değil, ama notlarını gözden geçirmek ve çok daha önemlisi sakin bir kafa ile ‘düşünmek’ amacında idi.
İşte, o arada, tam 22 yıl önce okuduğu ve yeniden göz gezdirdiği Thomas Malthus’un ‘Nüfus Üzerine’ başlıklı çalışmasını okurken, kendi deyimiyle, “apansız, benim daha önce dikkatimi çeken, hayvanlar ve bitkiler dünyasında, uygun koşulların kendi kendisini sürdürebilme ve uygun olmayan koşulların da yokolmaya yolaçtığına ilişkin bir kesinlik gördüm. Ki, böylece yeni türler oluşmakta idi.”
Oysa, o güne değin, bir köylünün ekeceği tohumu ayıklarken ‘sağlam ve verimli’ olacaklarını düşündüklerini nasıl özenle seçiyor idiyse, ‘doğa’nın da benzer bir ‘ayıklama’ yaptığını saptamış ama henüz tam bir ‘kuram’a dönüştürmemiş idi.
Bu arada, Alfred Russel Wallace (1823-1913) adlı bir başka İngiliz araştırmacı, ki Darwin’le aynı konuda yazıştıkları ve benzer sonuçlara ulaştıklarına ilişkin görüş birliği oluşturduklarını anımsatalım.
Wallace’ın John Stuart Mille’le tanıştıkları ve kimi görüşlerinin Irwing Ficher’i etkilediği ayrıca belirtelim.
Özellikle ‘ekonomik düşünce’ alanında çalışanlar için, Wallace’ın ‘serbest ticaret’e karşı olduğu, toprakların devletleştirilmesi gerektiği ve para konusunda ilginç görüşleri olduğunu anımsatalım.
Bu görüşleriyle, Wallace, hem sosyal darwinizme ve hem de öjenizmle ters düşecektir.
Ölmeden önce yazdığı son kitabı da, zaten Demokratik Devrim (The Revolt of Democracy) olacaktır.
Konumuz açısından, ‘doğal ayıklanma’ kuramının, insanın maymundan türediği teziyle doğrudan bir ilişkisinin olmadığınının, ve buna Darwin ve Wallace’ın kendi yazdıklarının kanıt oluşturduğunun altını çizelim.
Asıl, bu savı ileri sürenlerin, yani insanın maymundan türediğine ama kendilerinin buna karşı olduklarını söyleyenlerin, evrimlerini tamamlamamış oldukları söylenebilir.
Çünkü bunlar, nasıl doğada bir ‘yaşam mücadelesi’ var ve orada ‘güçlü olan yaşama hakkını elde ediyor’ ise, toplumda da benzeri olup, hep ‘güçlü olanların ayakta kaldıklarını’, hatta Tanrı’nın böyle istediği için öyle olduğunu ileri süregelmektedirler.
Oysa Darwin’in ve o arada Wallace’ın ‘doğal ayıklanma kuramı’ndan, insanın insanca yaşamasının kural ve kuramlarını bulmaya yardımcı olabilecek ‘bilimsel’ kuramlar kurmada, pekâla, yararlanılabileceği görülecektir.
(Sürecek)