KAVRAMLAR GÖÇÜ (VII)
Biyoloji ve Bilimler
Bugün bir televizyon kanalında, bir bayan profesör, ‘bilimlerin anası biyolojidir’ dedi.
Bir ‘dil sürçmesi’ midir diyelim? Hayır, öyle öğrenmiş zavallı.
Bilimlerin ‘babası’ da var mı acaba?
Büyük olasılıkla ‘babası’nı tanınmamakta...
‘Felsefe’ ve ya da ‘Tarih’i ‘baba’ olarak görenler de var oysa.
Ancak, bizim bu yazı dizimizde daha çok ‘biyoloji’den ve ‘sosyo-biyoloji’den sözettiğimiz de ortada.
Ne var ki, biyolojinin diğer bilimleri etkilemesinde, eğer ölçü iyi tutturulamazsa, nasıl bir ‘kavram dejenerasyonu’na yol açtığı da ortada.
Kaldı ki yazı dizisinin başlağının ‘kavimler göçü’ benzeri nasıl bir ‘kavramlar göçü’ne dönüştüğü ise, tam da bu bu nedenle koyulmuş bulunmakta.
Şimdi geçen yazıda sözünü ettiğimiz ‘ampirizm’in, ister Viyana Okulu gibi ‘tümevarımcı bilimler’i gibi olsun, isterse bir başka biçimde olsun, ‘bilimlerarası birlik’i, ‘yöntem’ bazında yani ‘kavramların yaratılması’ bazında kimi kurallara bağlamak istediği söylenebilir.
‘Kavram yaratma’ yerine ‘kavram kurma’ da denilebilir, ki ‘kuram kurma’ ile bir ve aynıdır dense abartı olmaz.
Örneğin, bağlılaşım (corrélation) terimi, herşeyden önce ‘felsefî’ bir terimdir: iki felsefî terim (notion) arasındaki bağlılaşım anlamında.
‘Baba’ terimi ile ‘oğul’ terimi arasındaki ‘bağlılaşım’. Öyle ki, baba yoksa, oğul da olmayacaktır!
İşte ‘biyoloji’ bu felsefî terimi, doğabilimin (naturalizm) gelişmesiyle birlikte önce kendinde olgunlaştırmış ve sonra diğer ‘bilim’lere yaygınlaştırmıştır.
Biyolojinin ele aldığı organik bağlılaşım (corrélation organique), Fransız anatomist George Cuvier (1769-1832)nin 1815 yılında yazdığı Yeryüzü Devrimleri Üzerine (Discours sur les révolutions de la surface du globe) başlıklı çalışmasında sözünü ettiği ‘bağlılaşım’dır: « Her varlık, her kesiminin biribiriyle ilişkili ve karşılıklı etkileşimle ortak bir eyleme yönelik bir yarışım içinde, kapalı ve biricik bir sistem ve bir bütünsellik oluşturur. Birinde bir değişiklik olmadan öbüründe değişiklik olmaz. Dolayısıyla onlardan herhangi birini ayrı olarak ele alarak diğerleriyle ilgili bilgi edibilebilir ».
Bu tümceden kalkarak, karşılıklı etkileşim, karşılıklı bağımlılık, birlikte gelişim, yapı, sistem ve bütünsellik gibi kimi ‘kavramlar’ geliştirilmiş; yapısalcılık, sistemcilik gibi ‘kuram’lar ve ‘ekoller’ kurulmuştur.
‘Evrim’ (évolution) sözcüğünün sözlük karşılığı da ‘gelişme’ ve ‘açılma’ demek aslında. Ancak, bu gelişme ve açılma boyunca, ilk özelliklerin ‘zaman içinde’ kimi aşamalar kaydetmesi demek.
Yine ‘felsede’deki ‘süreç’ terimine benzer biçimde.
Ve yine, bu sözcük, XVIInci yy’dan sonra dogabilimci ve tıpçıların başlangıçta bir ‘hastalık’ın ilerlemesine ilişkin olarak kullanılmakta idi.
Ancak asıl ‘keşif’, embryonun oluşumuna yol açan sperm ve yumurtanın keşfiyle başlıyor.
Ne var ki, bu kez, aralarında Leibniz, Diderot ve Maupertius gibi Aydınlanma filozofları da bulunan bir dizi bilimci, acaba gelecek kuşakların ‘özü’ (essence) sperm de mi yoksa yumurtada mı diye tartışmadılar değil.
Sonuçta, sanıyorum, sperm ve yumurtanın oluşturduğu mikroskopik hayvanda (animalcule) anlaştılar.
İşte bu ‘animalcule’ün gelişmesi, yani ‘evrim’i, böylece bilim dünyasına ‘evrim kavramı’ olarak girdi.
Ancak ondan sonra, her bilim dalında bir ‘evrim kuramı’, o arada bir ‘toplumsal evrim’, ve ekonomi politikte ise bir ‘gelişme’ (kalkınma) kuramı geliştirildi.
Ve bugün gelişmiş ülkeler/azgelişmiş ülkeler diye çok ‘bilinen’ bir kavramamız vardır, değil mi?
Fakat ne hikmetse, radyo, gazete, televizyon, üniversite ve bilmem nerede sabah/akşam ‘büyüme’ rakamları tartışılır ama, ‘gelişme göstergeleri’nden hiç mi hiç sözedilmez.
Yoksa, bütün bunları söyleyenler henüz ‘evrim’ geçirmemiş koca koca ‘animalcule’ler midirler acaba diye sormadan edemiyor insan.
Yoksa felsefeden, tarihten ve bilimden haberleri mi yok?
Yoksa, bunlar sadece ve yalnızca ‘biyolojik yaratıklar’ mıdırlar?
Bakacağız..
(Sürecek)