KAVRAMLAR GÖÇÜ (VIII)
Eşitlik ‘aile’de başlıyor
Diyorduk ki, embriyonun oluşumunda babanın özellikleri mi yoksa ananınki mi baskındır sorusu, biyolojistler kadar filozoflar arasında da tartışılıyordu.
Matematikçi ve fizikçi, ki o dönemin filozofları hemen hemen hep böyledir, Fransız Jean Louis Maupertuis (1698-1759) kalıtımda her ikisinin payı da eşittir diyerek en önemli bijolojik keşfini yaptı.
Hayvanların kökeni (Sur l’origine des animaux) ve İnsan soyundaki Çeşitlilikler (Vaiétés dans l’espece humaine) başlıklı çalışmaları, kalıtım (hérédité) konusunda tüm XIXncu yüzyıl boyunca etkin oldu ve o arada Spencer, Haeckel ve Darwin’i etkiledi.
Dahası günümüz kalıtbilim (génétique)in de kurucusu olarak bilinir.
Maupertuis’e göre, doğa öylesine çeşitli ve ayrışık (hétérogène)tır ki, bir Yüce Niyet’in bu kadar şeyi yaratmayı düşünmesi (dessein) kuşkuludur...
Evrende ilk kuşak canlıların kendiliğinden (spontané), rastlantısal bileşimlerle, ortaya çıkmış olmalarına karşın, dönüşümle (transformation) giderek çeşitlilikleri ortaya çıkmış olabilir.
Ancak İngiliz filozof ve sosyolog Herbert Spencer (1820-1903) ile birlikte, ‘evrim’ kavramı yeniden yorumlanacaktır.
Evrimde ‘zaman’ anlayışı, ister tarihsel isterse ambroyolojik olsun, özünde en türdeş (homgène) durumdan en ayrışık/karmaşık (hétérogène) konuma geçiş/değişim/dönüşüm durumudur.
Kuşkusuz burada ne genel olarak bilim tarihi ve ne de biyolojinin tarihini inceliyor değiliz.
Ve ne de biyolojinin diğer bilimlerin ‘ana’sıdır türü saçmalıkları yineliyor olabiliriz.
Olsa olsa, ambryonun oluşumunda erkek ve kadının eşitliği gibi bir göreli eşitlik katkısından sözedilebilir.
Kaldı ki, salt biyolojik ‘evrim kavramı’nın Darwin-öncesi, Darwin ve Darwin-sonrası ne denli farklı yorum ve katkılara sahne' olacağı da ayrı kuşkusuz.
Darwin’i ayrıntıları ile ele almadan önce, görülüyor ki, ampririk olarak ‘evrim kavramı’ enine boyuna tartışılmış ve apaçık olarak ortaya konulmuştur.
Ya peki ne olmamış?
Bunun bütünsel bir ‘kuramı’ kurulamamış.
İlkeleri saptanmamış.
Yasası belirlenmemiş.
Az yukarıda, Spencer’den sözettik.
İşte Spencer, Darwin’in ‘doğal ayıklanma’ tezini, İngilizce ‘survival of the fittest’ veya Fransızcasıyla ‘survie de plus apte’, yani ‘en yeteneklinin yaşamda kalması’ ve giderek kimi yazarlarca ‘güçlü olanın ayakta kalması’ biçiminde yorumlamasıyla tanınacaktır.
‘Doğal ayıklanma’ ile daha sonra sayılan ve sayılacak olanlar arasında bir fark var demek ki.
İşte, ‘bilimsel yaklaşım’, bu tür, ilk bakışta aynı şeymiş gibi görülen sözcük, terim, deyim, kavram ve kategorilerin, aynı şey olup olmadıklarını sorgulamakla başlıyor.
Kimi zaman ‘bilim ayrtıntıda gizlidir’ türü sözler de duyarız.
Özde, bu, ayrıntı falan değil ama ‘devrimsel’ nitelikteki bir ‘ayırım’ olabilir.
Nitekim Spencer, bugün kullanıldığı biçimiyle ‘evrim kavramı’nı bilimsel yazına yaygınlaştırandır.
Tüm yaşamını, ‘ilerleme’ (progrès)ye, onun neden ve yasalarını bulmaya hasretmiştir.
Dikkat edilirse, ‘evrim’den ‘ilerleme’ye ya da ‘gelişme’ye geçilmiş olmaktadır.
O’na göre ‘ayıklanma’ terimi etkisiz (inefficient) kalmaktadır.
Ve, ‘en yeteneklinin yaşamda kalması’ aynı zamanda ayrışıklıkların (hétérogénéité) sürgitmesini de önleyecektir.
Eğer biyolojiden topluma geçilecek olursa, bu da burjuvazinin en çok beklenen ‘istikrarlı denge’ politikaları için ‘bilimsel kuram’ı neden olmasın?
Sonra, sanayi faaliyetlerinden elde edilen ‘kalıt’(!)ların kalıtımcılara bırakılmasında 'doğal’ ne olabilir?
Kaldı ki, XIXncu yüzyıl ilerleme (progrès) düşüncesi, Auguste Comte’cu pozitivizm açısından düzensizlikten kurtulmaktan başka bir şey değildir.
Görüldüğü kadarıyla, hiçbir terim ya da kavram, öylesine, gelişigüzel kullanılmış değildir.
Önemli olan, ilk ağızda, bunun ayırdında olmaktır.
Yetmez.
Onu sorgulamaktır.
Kuşkusuz, o arada, sorgulamayı bilebiliyorsak...
(Sürecek)