Kavrayıcı ve Birleştirici Ulus Anlayışı / Sinan MEYDAN

Tarihçi - Yazar

Kavrayıcı ve Birleştirici Ulus Anlayışı / Sinan MEYDAN

İletigönderen Balasagun » Pzt Mar 07, 2016 17:55

Kavrayıcı ve Birleştirici Ulus Anlayışı

“Cumhuriyet’in Kuruluşunda Türklük ve Türkiyelilik Tartışmaları”


1913 Balkan Savaşları, 1914-1918 I. Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale’de düşmana karşı kenetlenme, kardeşlik, birliktelik, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı’yla taçlanmıştır.

Resim11 yıllık yorucu yıpratıcı savaşlar, Anadolu’da kol kola emperyalizme karşı mücadele eden insanları tüm farklılıklarına rağmen bir araya getirip kaynaştırmıştır.

1913-1922 yılları arasındaki 11 yıllık savaş süreci ve hemen sonrasındaki Lozan Antlaşması ve Mübadele ile Hristiyan etnik unsurların Anadolu’dan ayrılması, buna karşın özellikle Balkanların kaybedilmesinden sonra oradan ayrılan Türklerin Anadolu’ya gelmesi Anadolu’daki Türk nüfus oranını arttırmış, bu durum Türk ulus devletine giden yolu açmıştır. Ancak yine de Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Anadolu’da Türkler homojen değildir, hala Anadolu’da Hıristiyan, Müslüman başka etnik unsurlar vardır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ırka/soya veya dine, mezhebe dayalı değil, aidiyet duygusunu esas alan “vatandaşlık bağına” dayalı bir millet tanımı yapılmıştır, işte tam da bu nedenle 1924 Anayasası’nın 88. Maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur” denilmiştir.

Hiç şüphesiz çok uluslu bir imparatorluktan ulus devlete geçiş süreci çok kolay olmamıştır. Bu geçiş sürecinde büyük sancılar, çetin tartışmalar yaşanmıştır. Bu süreçte kimi çevrelerce çok abartılan bazı yanlışlar da yapılmıştır. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, bu değişimin ve dönüşümün (imparatorluktan ulus devlete geçişin) tarihin bir zorlaması olduğu gerçeğidir. Türk ulus devleti, 11 yıllık emperyalist paylaşım savaşlarıyla dağılıp parçalanan bir imparatorluktan geriye kalan Türklerin, (Osmanlıdaki diğer uluslar çoktan bağımsızlıklarını kazanıp kendi devletlerini kurmuştur) ana yurt Anadolu’da varlığını devam ettirme savaşının zorunlu bir sonucudur.

ResimTürk ulus devletinin kurucu metni 1924 Anayasası’dır.1924 Anayasası hazırlanırken Meclis’te “Türk milleti”nin nasıl tanımlanacağı bir hayli tartışılmıştır. Milleti tanımlayan 88. Madde görüşmelerinde öncelikle “milliyetin” mi yoksa “tabiiyetin” mi dikkate alınması gerektiği tartışılmış, daha sonra Bozok Mebusu Ahmet Hamdi Bey, “Türk ahalisinden olup Türkiye harsını kabul edenlere Türk ıtlak olur” denilmesini önermiş, Celal Nuri Bey, Lozan Antlaşması’nın 39. Maddesi nedeniyle böyle bir tanım yapılamayacağını belirtmiştir. Daha sonra söz alan Hamdullah Suphi Bey, sınırlarımız içinde yaşayan herkese Türk demek amacında olduğumuzu ancak, Mübadele ile gayrimüslim azınlıkların ülkeden çıkarılmakta olduklarını, bu süreçte bu unsurlara da Türk denilmesinin sorun yaratacağını, ülkemizde kalan Ermenilerin ve Rumların da bu durumu kabul etmeyeceklerini belirtmiştir. Hamdullah Suphi Bey devamla, eskiden, ayrı terbiyeleri, ayrı okulları, ayrı dilleri olmayan, Türk şiirleri yazan, Türk ninnileri söyleyen Ermenilerin araya giren propaganda, nifak sonunda edebiyat, müzik, kilise ve okullarla bizden ayrılmaya başladıklarını, kalplerinin artık farklı atmaya başladığını, bu nedenle bu insanlara Türk demekle Türk olmayacaklarını ifade etmiştir. Hamdullah Suphi Bey sözlerini şöyle sürdürmüştür:

“Başka ülkelerde başka azınlıkların yaptığını kabul ediniz. Fransa’da yaşayan Musevi nasıl Fransız gibi başka mektepten vazgeçmişse, nasıl başka lisan konuşmuyorsa, nasıl Fransa’yı benimsemiş ise, mekteplerinizi kapatınız, Ermeniliği terk ediniz, Türk harsını kabul ediniz, ondan sonra size Türk deriz. Fakat siz, dil ayrılığını, okul ayrılığını, devlet ayrılığını güdünüz, ondan sonra geliniz ve bana deyiniz ki, bizi Türk telakki et! Eğer böyle muhalif iseniz elimden gelmez. Çünkü ruhumun inanmasına imkân yoktur. O halde arkadaşlar madde bizim aleyhimizde kullanılabilir. İzahata muhtaçtır. Türk diye geçerse bizim aleyhimize kullanırlar buna emin olunuz.”

ResimDaha sonra söz alan Celal Nuri Bey, eskiden bir Osmanlı sıfatının olduğunu, bu sıfatın herkesi kapsadığını, bu sıfatı ortadan kaldırıp yerine Türkiye Cumhuriyetini kurduğumuzu, ancak bu Türk cumhuriyetinin de tüm bireylerinin Türk ve Müslüman olmadığını belirterek “Bunları ne yapacağız? Ortada bir Rum var, bir Ermeni var, bir Yahudi var, türlü türlü anasır var. Çok şükür ki azınlıktır. Bunlara eğer Türklük sıfatını vermeye çeksek ne diyeceğiz?” diye sorunca “Türkiyeli!” sesleri yükselmiştir.

Bunun üzerine Celal Nuri Bey, “İstirham ederim Türkiyeli hiçbir manaya gelmemektedir. Ayrıca Lozan Antlaşmasının 39. Maddesi gereği hiçbir fark olmayacaktır.” demiştir.

Ahmet Hamdi Bey, “İsimce değil de hukukça” diye seslenmiştir. Buna Celal Nuri Bey şu karşılığı vermiştir:

“Müsaade buyurun fark olmayacaktır. Fark olmayınca şu Türk’tür, şu Türkiyelidir demek ikiye ayırmak mümkün değildir. (...) Lozan Antlaşması’nın 39. Maddesi gereğince Müslümanların yararlandıkları aynı medeni ve siyasi hukuktan istifade edecekler denildiği için hiçbir fark yoktur. Binaenaleyh Hamdullah Suphi Bey’e soruyorum, bunlara Türklük sıfatını vermeyelim de ne yapalım? Elimizde ikinci bir imkân var mıdır?”

Bunun üzerine Mazhar Müfit Bey, “Buraya, yalnız ‘din ve ırk farkı olmaksızın tabiiyet bakımdan’ desek nasıl olur?” diye sormuştur. Bu “tabiiyet” konusu bir süre tartışıldıktan sonra reddedilmiştir. Hamdullah Suphi Bey, maddenin “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” şeklinde düzeltilmesini istemiştir.

Madde bu şekliyle oya konulup kabul edilmiştir. (TBMM Zabıt Ceridesi, s. 908-911).

1924 Anayasası hazırlanırken “milliyet” tartışmaları sırasında “Türklük” ve “Türkiyelilik” kavramları da tartışılmıştır.


Görüldüğü gibi 1924 Anayasası hazırlanırken “milliyet” tartışmaları sırasında “Türklük” ve “Türkiyelilik” kavramları da tartışılmıştır. Sonuçta Celal Nuri Bey’in ifadesiyle “Türkiyelilik hiçbir anlama gelmiyor” denilerek “Türklük” kavramı kabul edilmiştir. 1924 Anayasası’nın 88. Maddesi gereğince “vatandaşlık bağı” durumundaki Türklük anayasada sıkça kullanılmıştır.

Örneğin, anayasanın 10. 11. maddeleri milletvekili seçme ve seçilme hakkının erkek Türklere ait olduğunu belirtmiş, 5. faslı “Türklerin Hukuku Ammesi” başlığını taşımış. 68. Maddede “Her Türk hür doğar, hür yaşar” denilmiş; 69. Maddede “Türklerin kanun nazarında eşit oldukları” belirtilmiştir. (Bkz. Karlıklı, s. 33-45)

Türk ulus devletine giden süreçte “Türkiye Devleti” ve “Türkiye Halkı” kavramları da kullanılmıştır.

Örneğin, 1924 Anayasası’nın 1. ve 2. Maddelerinde “Türkiye Devleti” ifadesi kullanılmıştır. Daha önce 1921 Anayasası’nın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) 3. Maddesinde de “Türkiye Devleti” ifadesi yer almıştır. Prof. Bülent Tanör’ün ifade ettiği gibi burada geçen “Türkiye Devleti ibaresi, etnik kökeni, dini ve kültürü ne olursa olsun belli bir siyasal coğrafya içinde yaşayan insanların siyasal birleşmesinin en üst noktası olan yeni bir devleti bütün kucaklayıcılığıyla ifade ediyordu” (Tanör, s. 244)

Ayrıca bu anayasanın birçok maddesinde (m.l, m.2, m.4, m.12, m. 18,) kullanılan “millet” ve “halk” kavramlarının önünde herhangi bir etnik kimlik ifadesi yoktur. (Bkz. Karlıklı, s. 15-18).

Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü koşullarında anayasa koyucu, “Türk milleti”, “Türk halkı” gibi tanımlamalar yapmamış, sadece “millet” ve “halk” ifadelerini kullanmıştır. Ayrıca 23 maddelik 1921 Anayasası’nın 14 maddesi yerel yönetimlerle ilgilidir. 11. Maddede vilayetlerin “muhtariyetinden” söz edilmektedir. Kurtuluş Savaşı’nın en zor zamanında hazırlanan bu olağanüstü anayasada ısrarla “Türklük” ve “merkezi yönetim” vurgusundan uzak durulmasının nedeni tamamen stratejiktir.

Atatürk, işgale karşı oluşturduğu etnik bağlaşmaya, birlik ve bütünlüğe zarar vermemek için çok dikkatli bir kurtuluş stratejisi izlemiştir.


Atatürk, işgale karşı oluşturduğu etnik bağlaşmaya, birlik ve bütünlüğe zarar vermemek için çok dikkatli bir kurtuluş stratejisi izlemiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında sürekli bu stratejiyi güçlendirmeye çalışmıştır.

Örneğin, 1 Kasım 1920’de Meclis’te yaptığı konuşmada “Burada ifade edilmeye çalışılan Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden mürekkep bir İslam topluluğudur, samimi bir bütündür.” diyerek bu etnik bağlaşmaya dikkat çekmiştir. Kurtuluş Savaşı kazanılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra hazırlanan 1924 Anayasası’nda ise Türk ulus devlet inşasının bir gereği olarak “Türklük” ve “merkezi yönetim” vurgusu yapılmıştır.

1921 Anayasası, Atatürk’ün 13 Eylül 1920’de Meclis’e verdiği, 18 Eylül 1920’de Meclis’te okunan ve 18 Kasım 1920’de Meclis’te bir komisyonda görüşülmeye başlanan Halkçılık Programı’na dayanmaktadır. İşte bu Halkçılık Programı’na göre hazırlanan Halkçılık Beyannamesi’nin metninde halk “Türkiye halkı” olarak tanımlanmıştır:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi, (...) hayat ve bağımsızlığını yegâne ve mukaddes emel bildiği Türkiye halkını emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmakla gayesine ulaşacağı kanaatindedir:” (ABE, C. 10, s. 102).

Atatürk sadece 1921 Anayasası’na temel oluşturan Halkçılık Beyannamesi’nde değil, 1930 yılında hazırladığı “Vatandaş için Medeni Bilgiler” kitabında da Türk milletini tanımlarken “Türkiye halkı” ifadesini kullanmıştır. Atatürk burada Türk milletini, 1924 Anayasası’nın 88. Maddesine benzer şekilde “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı” olarak tanımlamıştır.

Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulurken imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde “millet” konusu enine boyuna tartışılmıştır. Bu gün Türkiye Cumhuriyetiyle kavgalı çevrelerin dillerine pelesenk ettikleri “Türkiyeli” kavramı 90 yıl önce bu ülkenin kurucu meclislerinde, anayasa görüşmelerinde tartışılmış ve “Hiçbir anlama gelmediği” sonucuna varılarak reddedilmiştir. Sonuçta Türkiye’deki hiçbir etnik unsuru dışlamayan, ırka ve dine dayanmayan “vatandaşlık bağını” esas alan son derece demokratik bir Türk milleti tanımı yapılmıştır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti, 1924 Anayasası’ndaki şekliyle “Türkiye ahalisini”, Atatürk’ün Medeni Bilgiler’deki ifadesiyle “Türkiye halkını” tüm unsurlarıyla “Türk milleti” olarak adlandıran çok kavrayıcı ve birleştirici bir ulus anlayışı üzerinde yükselmiştir.

Kaynaklar:
Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE), C.10, İstanbul, 2003. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, içtima Senesi II, C. 8/1, 20.4 1340 Yücel Karlıklı, Türk Devriminin Temel Belgeleri, İstanbul. 2010 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul. 2007

Sinan MEYDAN, “Bütün Dünya”, Mart 2016
sinanmeydan@butundunya.com.tr
PDF
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Sinan MEYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

cron

x