Yakın zamana kadar etrafımdaki duygu davranış ve düşüncelere bakıyordum ve 'yapcak bişi yok', 'aman sakın öyle deme duyan olur', 'napalım böyle işte', 'türkler koyun yaaa' olarak ifade edilen korku, itaat, sessizlik, sıkkınlık hissi ve bu hissi geçiştirme/bastırma, eylemsizlik, tepkisizlik görüyordum... birilerinin 'yaaa bu böyle olmamalı! tepki göstermeliyiz bakın adamlar neler yapıyor ve siz katlanıyorsunuz!' diye yakındığını ya da bir şeyler yapmaya çabaladığını arada duysak da görsek de bizi çok fazla etkilemiyordu ve sosyal uyum gereği etrafımızda olaylar nasıl algılanıyorsa biz de öyle algılıyor ve etrafımızdaki herkes gibi 'yapcak bişi yok' deyip geçiyorduk....
ve birden, düğmeye basılmış gibi, herkes sokaklara döküldü... yüzbinlerce insan 29 Ekim'i kutladı (AKP yasak! demişti ve CHP yasaklayamazsın! demişti)... insanlar eskiden içinden söylediği ya da yakınlarıyla arada paylaştığı AKP'ye sessiz tepkisini yükses sesle dile getirdi (küfürle, öfke duygusu boşalımı olarak kendini rahatlatmak ve bu duygunun paylaşıldığını görmek için de olsa), o herkesin içindeki bugüne kadar bastırdığı yanardağ patladı... hakim duygu korku iken hakim duygu öfkeye dönüştü... tabi ki Atatürk'e, değerlerimize sahip çıkıp gidişattan kaygılanmamız öfkelenmemiz çok normal hepimiz çok haklıyız, evet gerçekten çok öfkeliyiz ve bu gidişe bir son vermek istiyoruz... ama beni kaygılandıran bir şey var....
korku ve eylemsizliğin öfke ve tepkiye dönüşmesini rastlantısal bulmuyorum (bir süredir Erdoğan'ı çok kışkırtıcı, insanın damarına basan söylemler savurmasını kendi duygusal tepkisinden çok, planlı olduğunu düşünüyorum), hepimiz bir günde birbirimizle konuşup 'hadi arkadaşlar yürüyelim!' deyip birbirimizi ikna etmedik.... 'Atatürk, Türkiye, Cumhuriyet elden gidiyor!' diye sokağa çıkıp basbas bağırdığınızı ve insanları toplayıp yürüyüşe gitmek değerlerinize sahip çıkmak istediğinizi ve herkesi UYANDIRMAYI istediğinizi düşünün... bunu yapabilir misiniz? .... sokağa çıkıp bağırmayın, ailenize söylediğinizi düşünün, arkadaşlarınıza... adam toplamayı başarabilir misiniz? ... ne kadar dil dökmeniz ne kadar SEBEP anlatmanız gerekir değil mi?... ki sonucun başarı olmayacağını görmemiz çok yüksek ihtimal...(burada BİRLİK sağlamak isteyip başarmış örgütlerin çabasını küçümsemek anlamını çıkarmayın lüften, kastettiğim bu değil)...
29 Ekim'le ilgili olarak bunca çaba, his, emek, istek, heyecanın yaygın medyaya yansıma şekli (akşam televizyonda birkaç kanaldan algıladıklarım) 'CHP'nin başını çektiği/desteklediği birkaç grup olay çıkardı, halbuki AKP daha önce de söylediği gibi düzenli, barışçıl, uygun bir kutlama yaptı'.... 'Atatürkçülük = AKP'ye karşı olmak, CHP'li olmak anlamına indirgeniyor, bayramlar AKP'ye tepki şeklinde yaşanıyor'
nasıl?... yaygın medya etkisi ve sosyal uyum.... bir şekilde yaygın medyadan his kapıp (mesela biri yasak diyor öteki de ona itaat etmeyeceğini ve öfkelendiğini gösteriyor... hangi tarafa yakınsak onun hissini içselleştiriyoruz, ki zaten kendi içimizde de bu hissin temeli var, haklı gerekçelerimiz var, o yüzden rahat içselleştirebiliyoruz), bizim gibi bu hissi kapan etrafımızdaki insanların hisleriyle bu hissimiz pekişiyor... kitle psikolojisine dönüşüyor... sosyal medyada sağda solda bu durum paylaşılıyor, herkesin kendi gibi düşündüğünü görüyor ve herkes sokağa çıkıyor.... (yanlış anlaşılmayayım, 29 Ekim'de insanların sokağa çıkmasını yanlış bulmuyorum, başka bir şeyden bahsediyorum).... sokağa dökülen herkesin aklında 'AKP'ye karşı tepkimi gösteriyorum ve değerlerime sahip çıkıyorum' olduğunu görüyorum (haksız bulmuyorum, başka bir şeyden bahsediyorum), yürüyüşlerde ve paylaşımlarda AKP'ye öfke ve AKP'ye tepki olarak bu yürüyüşe çıkıldığını görüyorum (hak veriyorum, tabi ki öfke hissedebiliriz).... ve sonra düşünüyorum... Yugoslavya'nın bölünmesinin sağlanma yolları, bizdeki sağcı-solcu olayları ve insanların birbirine kıydırılması, bu yürüyüşün yaygın medyaya AKP-CHP savaşı olarak yansıtılması, hepimizin kendi düşüncelerimize benzer olan kişileri 'biz', benzemeyenleri 'onlar' olarak algılayıp potansiyel bir 'taraf/grup' olmaya hazırlık oluşturmamız ya da varolan yaygın 'taraf/grup' algısını pekiştirmemiz, Irak'ta Libya'da Suriye'de diktatör yöneticilere karşı AB-D sponsorlu 'how to bring down a dictator', 'democracy', 'freedom' eylemleri ve bunların bu ülkeleri bölmek için içeriye güçler yerleştirilmesine ve insanların birbirine kıydırılmasına vesile olması.... belli partilerin iktidar gayesi ile durumdan fayda sağlamak istemesi ve biz sokaklara dökülürken kapalı kapılar ardında başka işlerle uğraşan politikacılar...
Tabi ki milli bayramlarımızı kutlayalım, tabi ki Atatürk'e sahip çıkalım, bize bugüne kadar dayatılan haksızlıklar karşısında tabi ki öfkeleniriz.... Fakat bu, 'öfke-küfredip öfke sönümleme, ertesi gün eski rutine dönme, birilerinin işine yaraması için gerektiğinde komut verilip gene öfke-öfke sönümleme' şeklinde bir döngüye dönüşmesi yerine daha verimli bir durum yaratılabilir....
'duygu edin- ->duygunu eyleme dök' yerine 'duygu edin-->duyguyu gözlemle sorgula düşün araştır merak et geliştir sorun-çözüm odaklı bakarak zihnine gönder--> duyguyu dönüştür ya da çözüm için en sağlıklı duyguysa pekiştir --> eyleme geç' odaklı olabilirsek, bu bayram Atatürk'ü ve onu yaşatmaya çalışanları okumamıza, anlamamıza, izlememize BİLGİ edinmemize vesile olursa, birbirimizle BİLGİ paylaşmaya ve birlikte bir şeyler yapabilmeye sevk ederse, bugüne kadar yaygın medyadan, etrafımızdan, eğitim sistemimizden dayatıldığı şekliyle zihnimizde dolanan içi boş kavramların içlerini BİLGİYLE doldurabilirsek bizi öfkelendiren durumlardan kalıcı olarak kurtulmaya doğru yol alabiliriz... yoksa birileri bizde belli bir duyguya karşılık gelecek olan 'simge'yi (kelimeler, resimler, görüntüler, semboller, vs) harekete geçirdiğinde, o duygunun eyleme dönüşmesinden başka hiç bir işe yaramaz zihnimizdeki kavramlar (sağcı solcu kemalist ateist satanist müslüman kürt alevi sunni pagan liberal kapitalizim demokrasi anarşi Atatürk AKP kadın erkek...vs)...
önce kendimize bir bakalım, zihinlerimizin içine... yolda yürürken bir 'türbanlı' gördüğümüzde ne hissediyoruz, 'mini etek giyen kadın' gördüğümüzde ne hissediyoruz, 'hacı hoca kılıklı adam' gördüğümüzde, 'arap' gördüğümüzde, 'fenerli', 'galatasaraylı', 'alevi', 'kürt' gördüğümüzde (ya da görünüşüne bakıp öyle olduğunu sandığımızda) ne hissettiğimize bakalım ve bu his öfke ise eyleme geçme ihtimali olan potansiyel bir robot olduğumuz konusunda bizi şüphelendirmeli.... bu robot gün geldiğinde duyguyu eyleme döker ve birilerinin amaçları gerçekleşir... hayatımızdaki sorunları bu 'simge'lere yansıtıp söylenip öfkemizi dışa vurup yürüyüp geçip (belki de bu kişilere ters bakıp, onlardan hoşlanmadığımızı hissettirip 'biz' ve 'onlar' gruplaşmasını pekiştirip) bir duygu boşalımı aracı olarak mı kullanıyoruz? (öfke hissimizin dayanaklarında gerçekçi, hak verilebilir bir pay olabilir, öfke hissimiz sebepsiz kaynaksız haksız demiyorum, sadece sorunun kökenine değil de birbirimize, algıladığımız 'simge'lere karşı yöneltip 'grup'laşmanın nasıl olabildiğini anlatmaya çalışıyorum)
korku ve öfke... insanlara bu hisler aşılandı mı (ya da varolan hissi açığa çıkarıldı mı), bunlar körüklenildiği ve yaygınlaştırıldığı zaman, işte o zaman çok tehlikeli... belli bir dönem birilerinin çıkarları için korku duygusu hakim olması gerekti, kendi içimize kapanmamız, bizi sıkan meselelerle ilgilenmememiz, sessiz kalmamız, katlanmamız, bizden istenen buydu... şimdi de acaba sıra öfke duygusuna mı geldi?
birbirimizi algılama şeklimiz 'biz ve onlar' değil, BİZ olmalı ki potansiyel 'gruplaşmalar' olmasın... günlük eylemlerimizi yönlendiren duygu da korku ya da öfke değil, sevgi birlik anlayış olmalı, sorun-çözüm odaklı olmamız gerekir... duygu ve tepki paylaşmak yerine BİLGİ paylaşmalıyız... ancak aynı BİLGİ kaynaklarından beslenebilirsek birbirimizi anlayabiliriz...bir şeye iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış denilip şu iğrenç bu aşağılık esas hain şudur denildiğinde kimse neyin neden iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış olduğunu 'anlamlandıramaz', birbirini anlayamaz, ancak tipimize ve konumumuza bakıp, anlık duruşumuza mimiğimize bakıp tahmin yürütür ve 'bir his' kapar, 'bilgi'lenmez, kafasında neyin neden iyi ya da kötü olduğu şekillenmez, birilerinin robotu konumunda duygusal tepki veren biri olmaya devam eder, bu durum ancak gruplaşmaya vesile olur... hepimiz mağduruz, hepimiz şekillendirildik yaygın medya, eğitim sistemimiz ve iş hayatlarımızın üzerimizdeki etkisi sayesinde....
Tabi ki yürüyelim, tabi ki sessiz kalmayalım, tabi ki değerlerimize sahip çıkalım... Bu yürüyüşe katkısı olan örgütlere ve aydınlara da BİRLİK için vesile olduklarından dolayı teşekkürler...
not: bir kaygım daha var... aydınlarımıza iletmek istiyorum... kimseye işini öğretmek asla haddime değil, lütfen o şekilde algılanmasın... kısıtlı bir zamanda yazıyorum bu yazıyı, o yüzden cümlelerimi kastettiğim şekliyle kuramıyor olabilirim (sadece kişisel gözlem, duygu ve düşüncelerimi aktarmak, 'bilirkişi' edasında bir ton kullanıyor hissi yaratmamak)... eğer sandığım gibi körüklenmeye çalışılan bir 'öfke' durumu söz konusu olduğunu siz de düşünüyorsanız; yazı, haber ve söyleşilerinizdeki dili kullanırken okuyucunun bundan 'öfke' hissetmesine vesile olacak bir dil yerine daha çok 'bilgi' aktarmaya dikkat etmenizi (doğru-yanlış, iyi-kötü gibi değer yargıları sebepleriyle birlikte belirtilebilir, değer yargıları hiç aktarılmasın demiyorum) ve hepimizin BİR olduğunu hissettirmenizi arz ederim... kırılamayan bir tepkisizlik durumu zaten çözülmeye başladı...bu hem sizin başarınız hem de birilerinin ekmeğine yağ sürebilecek bir ortam... öfke duygusunu BİRLİK hissi yanında 29 Ekim yürüyüşünde ve yürüyüş yorumlarında oldukça hissettim... hepimiz çok öfkeliyiz, bir şeyler iyi yönde değişecek şeklinde bir algımız, ümidimiz ve ülkemizdeki bir uyanışın da heyecanı var, belki başarı coşkusuyla okurlarınız, dinleyicileriniz tarafından nasıl algılandığınızı göz ardı edilebilirsiniz diye kaygılanıyorum... çünkü hepimiz içeriklerdeki bilgiden çok okuduklarımızdan edindiğimiz 'duygu' ile eyleme geçmeye meyilliyiz diye düşünüyorum)
Saygılar...