Kaynaklarımızı Akıllıca Kullanıyor Muyuz?
Atatürk “hayatta en hakikî mürşit bilimdir” der. Bir toplumun idaresinin bilimsel gerçeklere dayanmasını ister; fikirler halkın ruhundan, yaşamından alınmalıdır. Halkın ruhuna, eğilimlerine, bilimsel gerçeklere ulaşmanın yolu ise bilimsel metottur, başka bir deyişle “gözlem ve muhakeme”dir. Bu sebepledir ki ben de kendi toplumumuza ait, onunla ilgili olan gözlemlerden hareket etmeye öncelik veriyorum. Bu yazımda gözlem alanım, kaynak kullanımı… Enerjiden ve doğal kaynaklardan örnekler veriyor, teorik çatı ile bağlantı kuruyorum.
I) Enerji
a) İşte ilk gözlemimiz: Elektrik üretilecek, doğalgaz çevrim santrali inşa ediliyor bunun için. Ne var ki santralde soğutma sırasında oluşan sıcak buharı havaya salıyorlar. Oysa gelişmiş ülkelerde sıcak buharla koca koca kentler, seralar, fabrikalar ısıtılıyor! Biz ne yapıyoruz, biz o buharla atmosferi ısıtıyoruz, işin daha da kötüsü 'doğalgaz üreticilerinin ceplerini ısıtıyoruz 1 . Evet değerli okur, bizim o bir türlü değişmeyen kusurumuz burada da karşımıza çıkıyor: Kaynaklarımızı akıllıca, yani etkin kullanmasını bilmiyoruz; elimizdeki ekonomik kaynaktan örneğin 100 verim alabilecekken, 50 ile yetiniyoruz. Bu eksikliğimizin çoğu zaman farkında da değiliz; haydi farkındayız diyelim, umursamıyoruz: çünkü aşırı bireyciyiz, sosyal ahlak zayıf, toplum çıkarı bilincimiz zayıf… Yıllar yıllar önce, gençliğimde “su akar Türk bakar” derlerdi de ne kadar üzülürdüm. Bugün değişti mi? Çok değişmediyse, müsebbibi kimdir? Bence halkımız değildir, onun başına bela olan kifayetsiz politikacılardır, kifayetsiz yöneticilerdir.
Gözlemime dönüyor ve diyorum ki hatamız bununla kalsa iyi, dahası var: O santrallerde oluşan sıcak buharı, yani yan ürünü, bir katma değer imkânını havaya gönderirken, santralin hemen yanı başındaki yerleşim merkezlerine doğalgaz borusu döşüyoruz, buhar borusu döşeme imkânımız varken... İşte size gereksiz bir masraf daha: Milyarlarca doları dışarı ödeyerek sıcak buhara eşdeğer ithalat yapıyoruz, doğalgaz ithalatı yapıyoruz.
Oylarımızla seçip iktidara getirdiğimiz politikacılara, asıl, bu hatalarının hesabını sormamız gerekmez mi değerli okur? Medyada, basında asıl bu konuları tartışmanız gerekmez mi? Okullarda, üniversitelerde genç kuşaklara öncelikle adam gibi kaynak kullanımı bilgisi ve bilincinin verilmesi gerekmez mi?
b) Peki biz hepimiz mi böyleyiz, değiliz; ne mutlu ki aramızda sayıları az da olsa iyi iş yapanlar var, akıllı ve yurtsever yöneticiler var. Bunlardan birini, örnek bir idareciyi Ferit B.Parlak’ın kaleminden tanıyalım: Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz… Bakın neler yapmış:
Çöpten, evet çöpten, elektrik üretimi gerçekleştirmiş. Dahası var: Değişik yerlerden gerekli teknik bilgiyi toplayarak enerji üretimine yönelik bir “cansız tavuk değerlendirme” projesi hazırlatmış. Şöyle anlatıyor projesini: “Bolu'da binlerce kümes var ve her kümeste minimum yüzde 5 oranında tavuk ölümü gerçekleşiyor. Cansız tavukları diğer atıklarla birlikte değerlendirdiğimizde, enerji elde ettiğimiz metan gazı yüksek oranlarda çoğalıyor. Buna paralel olarak enerji üretimi de yüksek oranlarda artıyor.”
Sayın Alaattin Yılmaz durmuyor; verimliliği artırmak için başka alanlarda da, yerli ve yabancı bilim adamlarıyla el ele çalışmalarını sürdürüyor. Yoktan değer yaratıyor, Toplumun, hükümetlerin Türkiye’nin her yanında böyle insanların önünü açması lazım. Bu da toplum örgütlenmesinde liyakatın hâkim kriter olmasını gerektiriyor.
c) İstatistiklere göre toplam enerjinin üçte birini konutlarda kullanıyoruz. Konut ve işyerlerinde ısı kaybı var, bunun yüzde 30’u pencerelerden kaynaklanıyor. Bu israftır, bilimsel tutumla bağdaşmaz. Birçok diğerleri gibi söz konusu kayıp da bazı tekniklerle büyük ölçüde önlenebilir. İşte bir örnek: Şişecam Genel Müdürü Ahmet Kırman’a göre “ısı kaybını önleyen yeni ürünler” kullanılarak ısınma ve soğutma enerjisinden yüzde 50’ye varan tasarruf sağlanabiliyor. Halk enerji tasarrufu konusunda bilinçlendirildiği takdirde, ekonomiye ve ekolojiye önemli katkılar sağlanabilir. Binalarımızda tasarruf sağlayan ürünler kullanılırsa, her yıl 2.5 milyar dolar elimizde kalır. Az para mı bu? Unutmayalım ki Türkiye enerjide dışa bağımlı bir ülke… Tükettiği enerjinin yüzde 71’ini, milyarlarca dolar ödeyerek ithal etmek zorunda [Yeni Mesaj, 18.10.2012]. Sonra döviz de kıt bir kaynaktır, onun da ölçüp biçilerek, akıllıca kullanılması lazım. Yeri gelmişken belirteyim ki bütün bunlar, kararların, piyasa ekonomisine terk edildiği ekonomilerde gerçekleştirilemiyor.
II) Doğal Kaynaklar
Negatif bir yasa sanki: Ekonomik kaynaklarımızı etkin kullanamıyoruz. Hemen her alanda büyük kaynak kaybı var, israf var. Bununla ilgili olarak yaptığım, Türkiye’de doğal kaynak kullanımına ilişkin birkaç gözlemimi aşağıda sunuyorum.
a) Veri kaynağım Orman ve Su İşleri Bakanlığı… Türkiye’de 2002-2011 yılları arasında tam 19 739 orman yangını meydana gelmiş, 83 638 hektar orman alanımız yanmış. Yangın sebeplerinin başında cehalet geliyor, ikincisi ise cezaların hafif olması... İhmal, dikkatsizlik, kasıt, kaza, yıldırım da sebepler arasında sayılıyor. Sabotaj ve mafyanın çıkardığı yangınlar konusunda bilgi yok.
Bir hektar 10 000 m2, yani kenarları 100’er metre olan bir karenin alanı!... Ve bundan yaklaşık 80 000 adeti yan yana, üst üste koyacaksınız. Artık siz tasavvur edin, cehaletimiz, ihmalimiz ve kasıt yüzünden yitirdiğimiz orman alanlarının büyüklüğünü, cayır cayır yanan ağaçların, yok olan hayvanların sayısını… Değerli okur, söyle, siyasilerimizin, milletvekillerimizin, bakan ve müdürlerimizin asıl bu kayıplar üzerinde ince ince düşünmeleri, tartışmaları, seferber olmaları, daha etkili çözümler aramaya koyulmaları gerekmez mi?
b) Bu gözlemim de su kaynaklarımızla ilgili: Gediz Nehri… Yürütülen bütün çalışmalara rağmen, kirlenmeye devam ediyor. Cehalet ve kayıtsızlık Nehri bugün kilometrelerce uzunlukta bir açık kanalizasyon hattına dönüştürmüş durumda… Florası ile, faunası ile can çekişmekte ve kendisiyle birlikte içinden geçtiği ova da ölüme sürüklenmektedir. Kirlenme, Gediz Nehri’nden sulanan binlerce dekar araziyi de çoraklaşma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış 2 . Görüyorsunuz, bir hata olup bitmiyor; Doğa’da her şey birbirine bağlı: Nehirdeki bir bozulma flora ve faunaya, ovaya, ekili alanlara sıçrıyor, oradan insana, topluma yansıyor, büyük zararlar veriyor.
Dikkat edin, politikacılarımız bu konulara hemen hiç kafa yormaz, medyamız da... Varsa, yoksa soyut konular: Demokrasi, özgürlük, azınlık hakları, etnisite … İyi, güzel de başka sorunları yok mu bu ülkenin, hem de çok daha belirleyici, çok daha temel sorunları?
c) Kars Kuyucuk… Türkiye'nin kuş türü bakımından en zengin bölgelerinden biri… Ne var ki gölün çevresinde kuş sayısı daha önceki yıllarda 40 bine yaklaşırken, bu yılki sayım 18 bine bile ulaşamıyor.
Önemli bir tehlike sulak alanlarla ilgili olarak yaşanıyor. Utah Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kuzey Doğa Derneği Başkanı Doç. Dr. Çağan Hakkı Şekercioğlu olayı şöyle özetliyor: “Kuyucuk Gölü, şu an, son 10 yılın en düşük düzeyinde. Gölün su kaybı, kuş sayısını da etkiledi. Endişeliyiz. Gölde yaptığımız Türkiye’nin ilk kuş üreme adası, anakarayla birleşmiş; üzerindeki bitkilerle kuş yuvalarını inekler yok etmiş. Doğu Anadolu’nun tek Ramsar alanı ve Avrupa Seçkin Turizm Cenneti olan Kuyucuk Gölü, taban suyunun pompalarla çekilmesi ve kaynak suyunun çevre köylerde kullanılmasından dolayı yeterince su almıyor. Göle Kars Çayı’ndan su aktarmak ise mümkün değil, çünkü çaya kanalizasyon ve atıklar karışıyor. Bu suyu Kuyucuk Gölü’ne vermek, gölü öldürmek demektir. Doğu Anadolu’nun en zengin sulak alanı Aras Nehri Yukarı Çıyrıklı Sulak Alanı da korunmuyor, dahası Tuzluca Barajı’nın altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya” [Radikal, 10.10.2012].
Gediz Nehri, Kuyucuk Gölü, Yukarı Çıyrıklı Sulak Alanı ve daha niceleri… Cehalet ve ilgisizlik yüzünden yok olup gidiyorlar. Çevreye zincirleme ve ağır zararlar vererek, topluma büyük maliyetler yükleyerek… Peki siyasetçilerimiz ne yapıyor, hükümet, muhalefet ne yapıyor? Asıl “açılım”ları bu sorunlarımıza yapmaları gerekmez mi?
d) Yaklaşık 300 milyon liraya yaptırılması planlanan yeni Başbakanlık ‘Sarayı’ için 1. derece sit alanı olan Gazi Tesisleri, sadece 10 gün içinde 3. derece sit alanına dönüştürüldü. Bunun için de arazide yer alan 60 yaşındaki sedir ağaçları, 20 yaşında gösterildi 3 . TMMOB Orman Mühendisleri Odası Başkanı Ali Küçükaydın bu kararı verenlere soruyor: “İçerisinde 133 bitki türü bulunan bir alanı herhangi bir Batı ülkesinde 10 günde imara açabilir misiniz?” [Mustafa Mutlu, Vatan, 3.6.2012]
Bu ülkede uyarılması gerekenler yalnız liderler değildir, ona yaranmak için yasaları, bilimsel gerçekleri bir anda ayaklar altına alan âmirler, memurlardır. Birilerini memnun etmek için bilim katlediliyor, gerçeğin üzeri örtülüyor… İşte bu yüzdendir ki bilim “mürşit” kılınmadığı içindir ki böyle yüz karası kararlar alınabiliyor ülkemizde. Ancak her şeyin bir bedeli vardır, ödenecektir. Bizler ödeyeceğiz, gelecek kuşaklar ödeyecektir.
III) Etkinlik Sorunu
Ekonomik sorunlar yalnızca günlük borsa, faiz, döviz, bütçe açığı veya dış açık sorunlarından ibaret değildir. Ülke sorunları Batı çıkarlarına göre ayarlanmış, demokrasi, özgürlük, azınlık hakları, etnisite gibi soyut sorunlardan da ibaret değildir. Halkımızın temel sorunları vardır, gerçek sorunları vardır: Sanayileşme, kalkınma, işsizlik, eğitim, yolsuzluk gibi… Bunların çözümü büyük fedakârlıklar gerektirdiğinden, vatanseverlik, bilgi ve uzmanlık gerektirdiğinden, çirkin politikacılar, entel “aydın”lar onlardan uzak dururlar. İşte bu gerçek sorunlardan biri de “kaynakların etkin kullanılması”dır.
Kısaca açıklayayım ne olduğunu:
Bilindiği gibi –iktisat bilimine göre- her ekonominin bir “ana sorun”u vardır, o da şudur: İnsan ihtiyaçları sonsuz, kaynaklar ise kıttır. Öyleyse kaynakları kullanırken, en rasyonel (akıllıca) kararları almak gerekir. Rasyonel karar ekonomik kaynakların ihtiyaçlara tahsisi durumunda, en yüksek tatmini (faydayı, kârı, geliri,…) sağlamamızı mümkün kılan, dolayısıyla herhangi bir israfa meydan vermeyen karardır. Karar alacak olanlar bireyler, firma sahipleri, kurum yöneticileridir; belediyeler, âmirler, müdürler, rektörler, başbakanlar, bakanlardır.
Ana sorun üç ayrı şekilde karşımıza çıkar: Kaynakların tam kullanılması, kaynakların etkin kullanılması, kaynakların artırılması (büyüme).
“Kaynakların etkin kullanılması”na kısaca “etkinlik sorunu” da denir ki anlamı şudur: Ekonomik özne, yani karar alıcılar kıt kaynakları mümkün olan en yüksek tatmini sağlayacak şekilde kullanmalıdır. Örneğin ülkenin kaynakları mümkün olan en iyi amaçlara yönlendirilmeli, hiçbir şekilde israf edilmemelidir. En gerekli (yararlı) mallar üretilmelidir. Önemsiz mallara kaynak ayrılmamalıdır. Kaynaklar dikkatle ve en tasarruflu şekilde kullanılmalıdır. Üretim en uygun tekniklerle gerçekleştirilmeli, gelir o ülke insanları arasında âdil bir şekilde paylaşılmalıdır; öyle ki bir tek bile aç, çıplak, yurtsuz insan olmasın.
Öyle ise, karar alıcılara, “akıllıca kaynak kullanımı” bilinci aşılanmış mıdır veya alacakları kararlarda kendilerine doğru yolu gösterecek bilgi (uzmanlık bilgisi) desteği sağlanmış mıdır? Bu koşul toplumun kaynaklarının akıllıca kullanılması, israf edilmemesi açısından son derecede önemlidir. Ne yazık ki yukarda yaptığımız gözlemler Türkiye’de, ekonomi biliminin bu en temel esaslarına uyulmadığı, karar alıcıların bu açıdan gerekli donanıma genellikle sahip olmadığı tezini kuvvetle desteklemektedir.
1 Ferit Barış Parlak, “Enerjide İsraf”, Dünya, 3.11.2012
2 Emre Döker, “Gediz Göz Göre Göre”, Cumhuriyet, 5.11.2012.
3 Atatürk Orman Çiftliği’ne reva görülen zulüm hakkında bakınız: Cihan Dura, “Atatürk Orman Çiftliğine Son Balyoz”, http://cihandura.com/ataturk-yazilari/108-atatuerk-orman-cftlne-son-balyoz.html
Prof. Dr. Cihan DURA, 20 Aralık 2012