Kaynaklarımızı Akıllıca Kullanmıyoruz
Halkımızın temel sorunları, gerçek sorunları vardır: Kalkınma, işsizlik, eğitim, yolsuzluk gibi… Kaynak kullanımı, açlık, yoksulluk, ekonomi, tarım, sanayi, konut sorunu, trafik kazaları, borçlanma, dış bağımlılık, kadın cinayetleri, çocuk kaçırmalar, din simsarlığı, toprak ağalığı gibi… Bunların çözümü büyük fedakârlıklar gerektirdiğinden, yurtseverlik, bilgi ve uzmanlık gerektirdiğinden, çirkin politikacılar, entel “aydın”lar onlardan uzak dururlar; halkımızı Batı çıkarlarına göre ayarlanmış sözde demokrasi, özgürlük, azınlık hakları, etnisite gibi soyut sorunlarla meşgul ederler. Oysa asıl “açılım” yapılması gerekenler bunlar değildir, yukarda örneklerini verdiğim gerçek sorunlarımızdır.
Bundan önceki bir yazımda gerçek sorunlarımızdan enerji, doğal kaynaklar ve etkinlik sorunu üzerinde durmuştum 1 . Bu yazımda ise kaynak kullanımı sorununa devam edecek, gözlemlerimi bina-konut-Toki, kirlenme ve tarih başlıkları altında sunacağım.
I) BİNALAR, KONUTLAR, TOKİ
Fakültelerde verilen iktisat derslerinin esaslı bir eksiği üç temel sorundan büyüme sorununa aşırı derecede odaklanmış olmasıdır. Diğer iki önemli sorun, özellikle de etkinlik sorunu hep gölgede kalır, genellikle genç iktisatçılar bu sorunun tam bilincinden yoksun olarak mezun olurlar. Bu yüzden olacak, kaynakların etkin kullanımı bir sorun olarak bütün yönleriyle ele alınmaz. Oysa dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de ekonomik kaynaklar çoğu zaman rasyonel şekilde kullanılmamakta, bu sebeple de geniş boyutlarda kaynak ve fayda kayıplarına uğramaktayız. Yazımın bu bölümünde binalar, konutlar ve TOKİ üzerine yaptığım, 2012 yılına ait bazı gözlemlerimi sınacağım.
• Ülkemizde devlete ait olan onbinlerce bina var (bir tahmine göre 119 300 adet). Bu kaynaklar ekonomik olarak kullanılabiliyor mu? Şu vereceğim örneğe göre hayır!... Merkezi Ankara’da olan Vilayetler Birliği’nin mülkiyetinde, Bursa ve Ankara İl Özel İdarelerinin kaynakları ile Uludağ’da inşa edilen bir misafirhane… Iç tefrişatı tamamlanamadığı için hizmete alınamamış. 150 kişinin rahatlıkla konaklayabileceği ve sağlam bir binaya sahip olan tesis için alınan yataklar, mutfak tüpleri ve bazı malzemeler zemin kattaki depoda çürümeye terk edilmiş. Yine Uludağ’da Başbakanlık MİT Müsteşarlığı’na ait girişteki misafirhane de zeminde toprak kayması olduğu gerekçesiyle 7 yıldır kullanılmıyor. İşte size kaynak israfı, işte size fayda kaybı!...
• Samsun’da bir sel felaketi yaşandı. 12 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bunun benzeri, ikinci bir facianın, Osmaniye’deki TOKİ konutlarında yaşanabileceği uyarısı yapılıyor. Neden? Çünkü konutlar dere yatağına inşa edilmiş. Devlet Su İşleri 6. Bölge Müdürü Nevzat Aksu, şu bilgiyi veriyor: Dere yatağı imara açılırken, bizim görüşümüz alınmadı. Konutların yapıldığı bölge Samsun’la aynı güzergâhda... Gerçekten içler acısı bir durum söz konusu. Oradaki derelerden 60 metreküp/saniye su geldiğini düşünürseniz, binaların değil bodrum katları, birinci katları bile suların içinde kalabilir. Bir yatırım enine boyuna, bütün yönleriyle düşünülmeden yapılmış. Çok önemli bir faktör hesaba katılmamış. Kaynak kaybına uğranılması büyük olasılıktır.
• Öyle görülüyor ki TOKİ’nin “dere yatağı” merakı tek bir örnekle geçiştirilecek gibi görünmüyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi de Mamak'taki TOKİ konutlarının dere yatağında bulunduğuna dikkat çekti. Şube başkanının açıklaması şöyle: "Mamak'ta bulunan konutlar, Hatip Çayı'nın tam üzerinde…, yer seçimi çok yanlış, Binalar su içinde duruyor; bu, giderek sorunlara yol açacak, büyük sıkıntılarla karşılaşılabilir.” Yetkililer defalarca uyarılmış, ancak sonuç alınamıyor, inşaatlar devam ediyor.
II) KİRLİLİK
Türkiye’nin “gerçek sorunları”na, hükümetin Batı dayatması “açılımlar”ından sıra gelmiyor. Bu sorunlardan biri de hava kirliliği… Hava kirliliği başıboş, plansız yatırımlardan ve ısınmadan kaynaklanıyor. Eğer kirlenme makul düzeyleri aşarsa sağlık sorunları yaratıyor, hayat kalitesini düşürüyor; harcamaları artırıyor, maliyetleri yükseltiyor. Aşağıdaki konuyla ilgili iki gözlemim termik santrallerle ilgili.
• Kaynağımız Muğla İl Sağlık Müdürlüğü tarafından hazırlanan bir rapor… Bu dokümana göre Yatağan’da son iki yılda 35 kişi akciğer kanserinden yaşamını yitirdi, 60 kişi tedavi görüyor. Muğla Tabip Odası Başkanı, rakamların rapordakinin çok daha üzerinde olduğunu ileri sürüyor. Yatağan Belediye Başkanı’na göre “kanserle ilgili gerçek rakamlar saklanıyor”. Santral yıllarca baca gazı arıtılmadan çalıştırılmış. 2000’de yapılan bir araştırma 240 çocuktan 228’inin vücudunda yüksek oranda kurşun bulunduğunu ortaya koyuyor. Termik santralin yarattığı kirlilikten dolayı Türkiye’de ilk defa Yatağan’da sokağa çıkma yasağı uygulanmış. Bölgede kanserin yanı sıra bronşit ve astım hastalıkları da yaygın.
Bu gözlemden anlıyoruz ki kaynak kullanımındaki bilimsel eksiklik, insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açıyor. Sosyal maliyetleri kabartıyor.
• İkinci gözlem: Sinop Gerze’de de bir termik santral inşaatı planlanıyor. Ancak yapılan bir açıklamada Santral’in, “Gerze’yi cehenneme çevireceği” ileri sürüldü. Bölge sit alanı… Günde ortalama 560 kamyon kömür yakılacak ve yaklaşık 56 kamyon kül çıkarılacak. Açıkta depolanacak olan bu kül rüzgârla havaya karışıp onlarca kilometrelik bir alanı etkileyecek. Bu yatırımın da ne büyük sağlık sorunlarına sebep olacağı gün gibi aşikârdır.
III) TARİH
Biz yalnız doğayı tahrip etmiyoruz, tarihimize karşı da aynı barbarlığı sergiliyoruz. Üç beş şahıs zengin olacak diye, tarihimize ait ne varsa imha ediyoruz, yerle bir ediyoruz. Bunu yaparken de, birilerine sus payı vermeyi ihmal etmiyoruz.
“Oysa, Doğuda ve Batıda, dünyanın uygar ülkelerinde ulusuna ve insanlığa hizmeti geçmiş olanların bıraktığı anılar özenle korunur, üzerinde titrenir. Yaşadıkları yerler -aslına uygun olarak- onarılır, pırıl pırıl plaketlerle tanıtılır, müzeye dönüştürülür; geriye bıraktıkları belgeler, eşyalar gururla sergilenir. O ülke bundan yalnız manevî değil, maddî kazanç da sağlanır. Doğal olarak asıl önemli olan, manevî kazançtır. O yadigârlar sayesindedir ki tarih bilincini sürekli kılacak nesnel algılamalar kuşaktan kuşağa aktarılır. O hatıralar ki ülkenin o ulusun vatanı olduğunu kanıtlayan birer tapudur” 2 . Ne yazık ki bu bilinç çok zayıf insanlarımızda, hele şu halka örnek olması gereken okumuşlarımızda… Tarih talanı çok yaygındır Türkiye’de. Aşağıdaki bu trajediye iki taze örnek veriyorum.
a) Bekir Coşkun’un enfes bir köşe yazısından 3 özetliyorum.
“Kentsel dönüşüm kapsamına” giren alanlarda önce bir kâğıt geliyor mahalleliye, “Yapınızın yıkılması gerekmektedir, kentsel dönüşüm kapsamında...” diyor kâğıt. Mahalleli koşuyor. Sonra kimi adamlar gelip sudan paralar veriyorlar eski evlere... Ev sahipleri yok pahasına satıyorlar. Satmayıp da direnseler tehdit, taciz, baskı...
İstanbul’da Tarlabaşı, Ankara’da Hamamönü misal... Buralar kentlerin en eski hali, Tarih... Şehrin hatıra defterleri... İçinde oturan dar gelirli insanları, gelenekleri, sokak kültürleri, pencerelerin önündeki çiçekleri, balkondan balkona asılı çamaşırları ile güzel... Ama şehrin göbeğinde kalmış rant alanları... Sonunda bu alanlar güçsüz eski sahiplerinin elinden alınıyor, gücü olanların eline geçiyor bir gün, “Kentsel Dönüşüm” kapsamında...
AKP’nin Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç gidip Ankara’nın en eski mahallesi Hamamönü’nde oturmaya karar verdi demek ki... “Burası mezbelelik, yıkılması lazım kentsel dönüşüm kapsamında” diye yıkım kâğıdı giden, taciz edilen, oradan gönderilen insanların mahallesinden iki güzel arsa almış... Kaça? Birisi 23 500 lira, öbürü 2 000 lira... 2 bin liraya arsa var demek ki... O arsaların üzerinde yüzyıllık eski ahşap evler vardı, yıktılar... Villa yaptılar Bakan’a...
Eski evleri, Bakan’ın adına satın alan, satış senetlerinde vekâleten imzası bulunan şu Alpaslan Bey kim? Belediye’nin “Kentsel Dönüşüm” Proje Müdürü... Güzel bir işbirliği hafız... Peki, o bölgede “Aynı bağın gülüyüz biz” diye diye AKP’ye yüzde kaç oy vermişler? Ben size söyleyeyim: Yüzde 62...
b) Bir Avrupalının ifadesiyle “İstanbul, Allah’ın dünya üzerinde yarattığı en güzel şehir”dir. Ne var ki değeri bilinmiyor. Şehri talan etmekte üzerimize yok. Özellikle tarihi yok ediliyor.
Yabancıların da dikkatini çekmiş bu vandallık. İstanbul’daki kentsel dönüşüm projelerini konu alan bir haberinde İngiliz Guardian gazetesi soruna şöyle parmak basmış: Şehrin tarihi yerle bir edilmekte… eski yapılar yıkılıp yerine ev, işyeri, otel ve alışveriş merkezi yapılacak. Hükümet yeterince şeffaf davranmıyor, projeler konusunda halkın, uzmanların görüşüne başvurmuyor. Boş binalar yağmalanıyor. Birkaç kuruş kazanabilmek için pencereleri, kapıları, kablolarını söküyorlar. Belediye 19. yüzyıldan kalma tarihî binaları korumak için hiçbir şey yapmıyor 4 .
***
Yukardaki ve benzeri gözlemler Türkiye’de, ekonomi biliminin en temel esaslarından olan “kaynakların etkin kullanılması” ilkesine uyulmadığı tezini kuvvetle desteklemektedir. Bu ilkeyi kısaca hatırlatayım: Bir ekonomide, karar alıcılar kıt ekonomik kaynakları mümkün olan en yüksek tatmini sağlayacak şekilde kullanmalıdır. Ülkenin kaynakları mümkün olan en iyi amaçlara yönlendirilmeli, hiçbir şekilde israf edilmemelidir. En gerekli (yararlı) mallar üretilmeli, önemsiz mallara kaynak ayrılmamalıdır. Kaynaklar dikkatle ve en tasarruflu şekilde kullanılmalıdır. Üretim en uygun tekniklerle gerçekleştirilmeli, o ülke insanları arasında âdil bir şekilde paylaşılmalıdır.
1 Cihan Dura, “Kaynaklarımızı akıllıca kullanıyor muyuz?” http://www.kayseri.net.tr/yazar.asp?yaziID=11825 veya http://cihandura.com/ekonomi-yazilari/160-kaynaklarimizi-akillica-kullaniyor-muyuz.html
2 Cihan Dura, “Atatürk’e Saygısızlık Neyin Habercisi?” http://www.cihandura.com/eski/index.php?option=com_content&task=view&id=39&Itemid=61
3 Bekir Coşkun, Kim O Bakan?” Cumhuriyet, 17.3.2012.
4 Recep Bahar, “Istanbul Talan Ediliyor”, Yeni Mesaj, 2.3.2012.
Prof. Dr. Cihan DURA, 27 Şubat 2013