Kemal'in Kadın Askerleri: Kara Fatma
Fevziye Abdullah Tansel “Kurtuluş Savaşı’nda Kadın Askerlerimiz” adlı kitabının (Cumhuriyet yayını, İst., Şubat 2001, 105 s.) 59. sayfasında şöyle der: “İstiklal Harbi’nde silah kullanan, canla başla çalışan mücahit kadınlarımızın önde gelenlerinden olan, hayatının son yılları dayanılmaz maddî sıkıntılar içerisinde geçen Kara Fatma; kendisine vatanî hizmet tertibinden 17 Şubat 1954’de aylık bağlanmasının ertesi yılında, Erzurum’da vefat etmiştir. ”
İçimizden kaç kişi tanıyor, Kemal’in bu kadın askerini?
Başımız eğik, suskunuz değil mi?
Kara Fatma Erzurumludur. Asıl adı Fatma Seher’dir. Balkan Savaşı’nda asker olan kocasıyla Edirne’de Yanık Kışla’da, Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya Cephesi’nde bulunmuştur. İstanbul’un 20 Mart 1920’de işgal edilmesi üzerine, Bolu ve Ankara yoluyla Sivas ve Erzurum’a giderek, Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan kendisine görev vermesini ister. Yanına kardeşleri, Ermeniler tarafından şehit edilen 43 kadını silah arkadaşı alarak, “Şark vilayetlerinde Ermenistan için çalışan Ermeni ordularına karşı” savaşır, görevini yerine getirir.
Mustafa Kemal’in Sivas’da faaliyete geçtiğini öğrendiği gün duyduğu sevinç, sözcüklere sığmaz. Hemen Kemal’e ulaşmaya karar verir, Samsun yoluyla Sivas’a varır. Üç günlük bir uğraştan sonra, Mustafa Kemal’le görüşme olanağını bulur. Vatana hizmet aşkını dile getirir. Paşa ona “silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini, savaştan ve ateşten korkup korkmadığını” sorar. Aldığı yanıtlar hoşuna gider. Eline kendi eliyle yazdığı bir belge tutuşturur, “Kara Fatma” der, “Zor durumlarda işine yarar; haydi göreyim seni, verdiğim talimatı unutma, hemen İstanbul’a git ve işe başla!”
Kara Fatma, aldığı talimat üzerine, hemen İstanbul’a döner. Getirdiği kâğıdı göstererek diğer yurtseverlerle birlikte onbeş kişilik bir çete kurar. İzmit’e gelir; gizlice yaptığı propaganda ve yeni katılımlarla, sayılarını doksanaltıya çıkarır. Paşaköy’de karargâh kurar; cephe kumandanı Albay Kara Emin emrinde düşmanla çarpışır. Kaynarca, Bereket ve Alakaya’da Albay Neşet Bey komutasında savaşır. Askerî bakımdan önemli olan Fındıktepe’ye Türk bayrağını dikenler arasında yer alır.
Zamanın başka bir kesitinde onu Davulcular Ormanı’nda yüzelli kişilik çetesinin başında görürüz. Gülbahçe, Mecidiye, Orhaniye, Arpalık köylerinin imam ve muhtarlarını yanına çağırır; omzunda silahı, belinde fişekleri, ayağında çizmeler, elinde kamçısıyla onlara şöyle seslenir: “Ben Kara Fatma’yım. Ermeni jandarmalarının sizden her ay aldıkları ikiyüzer lirayı bundan sonra vermeyeceksiniz. Sizin ırzınızı, malınızı ben bekleyeceğim.” Birliğinin mevcudu kısa sürede 480 kişiye yükselir.
İzmit, Yunan işgali altındadır. Halk soluk almaktan korkuyor. Birgün düşman bir köylü kadını yakalar. Bu kadın pazara birkaç kez gelmiş, akşamları sandıklarla dönmüştür. Sonunda şüpheyi çeker. Sandıklar cephane doludur. Bir koğuşa atılarak günlerce dövülür. Bu kadın Kara Fatma Çetesi’nin reisinden başkası değildir!
Müfrezesine 750’ye yakın savaşçı yazılır. Bunlardan 43’ü kadındır, 28’i şehit düşmüştür. Geriye kalanlarla, Birinci İnönü ve İkinci İnönü savaşlarına (1921) katılır. 18 kadını daha, yaralı ya da şehit, İnönü’de bırakır. Kendisi de yaralanır. Düşmandan bütünüyle temizlenip kurtarılıncaya değin, İzmit’te kalır. Bereket ve Karaderin’deki taarruzlarda, Aleko-Karaderin hattında özveriler, kahramanlıklar gösterir. Hisarcık Kaynarca bölgesinde düşman saldırısı durdurulurken, cepheden gelen erler üzerindeki etkisi her türlü takdirin üstündedir. Kendisine çavuşluk rütbesi verilir. Ardından, Sakarya’da İznik, Kumlu, Alaşehir ve Sivrihisar cephelerinde savaşır.
1922’de Bahar Bayramı dolayısiyle ünlü nişancılar arasında düzenlenen silah atma yarışmasına, Atatürk’ün buyruğuyla katılır. Çünkü Atatürk onun çok iyi silah kullandığını işitmiştir. Yarışmada birinciliği kazanır. Atatürk son derecede sevinerek, kendisini bir gümüş tabaka ile ödüllendirir; teğmenlik rütbesiyle taltif eder.
26-30 Ağustos 1922’de, Başkumandanlık Meydan Muharebesi adı verilen Afyon harbine müfrezesiyle katılır. Bir ara düşmana tutsak düşer. Pek çok sıkıntılar çektikten sonra, kaçmayı başarır. Sürmeli Köyü’ndeki ovada, kıtasının başına geçer. Başarısından dolayı, üsteğmenliğe yükseltilir. Artık içinde, düşmanı sevgili yurdundan sürüp çıkarmak için, daha yaman bir ateş yanmaktadır. Müfrezesini yeniden oluşturarak, Bursa Cephesi’ne koşar. Bursa’nın kurtuluşu savaşına da katılır.
Büyük Aydınlanmacı’nın önderliğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık eder; o kutlu yapıya tuğla taşır, harç koyar.
Kara Fatma bir görüşmede kendisine yöneltilen “hayata, her alanda bir erkek gibi karışmasının mümkün olup olmadığı” sorusunu şöyle yanıtlamıştır: “Bundan sonra erkek ve kadın, hep birlikte çalışacağız. Kadın, peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini yitirmez. Zaten ülke bizden öyle çok hizmet bekliyor ki... Ben ne okuma, ne yazma bilirim. Bilseydim, zarar mı ederdim? Çocuklarımız kesinlikle okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okutulursa, [ülkenin] durumu değişecek; Türk’ün yüzü gülecektir. Bütün boş inançlar kalkacak, Türkler [gerçekten] yaşamaya başlayacaktır . ”
Kara Fatma’nın 1923-1944 arasındaki yaşamı hakkında hiçbir bilgimiz yok. Ona yeniden, 1944’de yayınladığı anıları sayesinde kavuşuruz. Anılarının son satırlarında, her ne yaptıysa hiçbir çıkar beklemeden yaptığını yazar, “ödüllendirildiği üsteğmenlik rütbesi karşılığında verilen aylığı Kızılay’a bırakmayı son yurt görevi” sayar.
Kemal’in kadın askeri, Kara Fatma; 1954 yılı başlarında İstanbul’da, yaşı epey ilerlemiş, yardıma çok muhtaç bir halde bir kulübede yaşıyordu. Bakacak kimsesi yoktu. Unutulmuştu. Neden sonra fark edilir: Kendisine “vatani hizmet tertibinden” aylık bağlanır. Bir yıl geçmeden, 1955 yılında Erzurum’da vefat eder. Hangi ayın, hangi gününde?... Bilinmiyor.
Diyeceksiniz ki “Türkiye’nin sorunu enflasyon değil mi? Borçlar, IMF, uyum paketi, müzkere tarihi, AB değil mi? Öyleyse, bu yazı da neyin nesi?” Söyledim ya, Fatma Seher’in ölüm tarihi bilinmiyor. Kim bilir..., belki de bugündür!Görev bildim kendime, bir anma yazısı sunayım, dedim.
1920 Şubatı’nda Hasanbeyli’de işgalci Fransızlarla savaşırken alnından vurulup şehit düşen Tayyar Rahmiye’yi, 9 Eylül 1922’de düşmanı denize döken birlikler arasında bulunan Ayşe Hanım’ı, Afyon’un kurtuluşunda adı “unutulmazlar” arasına giren Adile Onbaşı’yı, Batı Anadolu’nun düşmandan temizlenmesi için yapılan savaşlarda şehit düşen Nazife Kadın’la Gördesli Makbule’yi, ta İstanbul’dan cephelere koşan, yaralanan, Büyük Utku’dan sonra ulusuna öğretmen olarak hizmet eden Asker Saime Hanım’ı; erzak, cephane, top mermileri yüklü kağnı kollarını cepheye sevkederken, “kar sepeliyor, millet malıdır; nem kapmasın, evladım” deyip arabasını yorganıyla korumaya çalışan adsız annelerimizi ve daha nicelerini de sonsuz saygılarla anarak, mânevî huzurlarında gözyaşlarıyla eğilerek, o kutlu ellerinden öperek...
Ve düşünüyorum : Bütün bu ağır sorunlarımız, bütün bu çektiklerimiz ve zilletlerimiz; Atatürk’ün ve onun kutlu bağımsızlık savaşçılarının, o kan ve ateş cehennemlerinden, hangi yüce değerler uğrunda yanıp geçtiklerini bütünüyle ve nankörce unutmuş olmamızdan değil mi?
KAYNAK: C. Dura , Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst.,2005, ss. 105-107
Prof. Dr. Cihan DURA, 14 Ocak 2016