Yıllarca üzerine güldürüp, güldürdüğü tiplemelerle özdeşleştirilen, aynı zamanda yıllar içinde kendine saygın bir yer edinen insana ne isim verilebilir ki... Gençti, 56 yaşındaydı... Sinemada kendine ikinci bir bahar yaratma çabasına girmişti ki, 3 Temmuz'da hiç beklenmedik bir anda aramızdan ayrıldı.
Ölümü üzerine yedi yıl geçtiğine inanmak zor. Acı bir film gibiydi olanlar; sanatçıları hiç ölmeyecekmişcesine bir yerlere koyduğumuz için midir bilinmez ama onun öldüğüne inanamadık, inanmak istemedik. Gençti, 56 yaşındaydı.
Sinemada kendine ikinci bir bahar yaratma çabasına girmişti ki, hiç beklenmedik bir anda aramızdan ayrıldı. Beyazperdenin de dışında Türkiye'nin bir sosyal fenomeni haline gelen Kemal Sunal'ın gidişi her ölüm gibi erkendi. "Kemal Sunal filmi"nin başlangıcı hafızalarımızda pek net değil. Malesef ölümünden sonra öğrendik bir çok şeyi.
Büyüyüp adam olayım, macerası tiyatroda başladı. Beyazperdeye düşen yolu açıktı. Fernandele benzetilen kocaman yüzü kuşkusuz geleneksel estetize değerlere hiç uymuyordu lakin zaten tüm bu özellikleriyle çoğunluğun içinden sıyrılmayı başardı. Resmi literatüre "eşşşoleşek" kelimesini soktu. Politikacılara artık bu kelimeyi birbirlerine karşı elalem içinde rahatça kullanma cesareti verdi, kimbilir. Ama tam da bu nedenle de yıllarca otoritelerin, entellektüellerin ahını aldı. İki yüzlü bir durumdu. Ama zaten o tam da bu çelişkiler deryasının kahramanıydı. Yarattığı tiplemelerdeki çelişkili durumlardı onun sinemasını ve sinemasındaki kara mizahı oluşturan. Kuşkusuz bu başarısında, kara mizahın, gülümseten eleştirinin arka perde kahramanları senaristlerin rolü esastı. O, bu senaryoları beyazperdede "kanlı canlı" hale getiren figür oldu.
Sosyal bir olgu
O halkın kahramanıydı, demek yeterli olur mu? Olmaz kuşkusuz. Sosyal bir fenomendi. Aslında Kemal Sunal gerçeği bir sosyal olguydu. Onu masa üzerine yatırmak ise tek yönlü bir işlem değil, Türkiye gerçeğinin derya deniz açılımlarında gizli.
Hababam Sınıfının öğrencileri örneği, emekleyerek okuduğu lise yıllarından epey sonra eline aldığı üniversite diplomasının töreninde gördüğü hürmet onu şaşırttı mı bilinmez ama üniversitede "Kemal Sunal gerçeği" konulu bir tez çalışması için artık zamanın geldiğini biliyordu. Bunu ona düşündüren 90lı yıllardaki özel televizyon furyasında eski filmlerinin gördüğü büyük ilgiydi. Bu ilgi sadece onu değil, herkesi şaşırtmıştı. Çünkü o, 70li yıllardan 80lere uzanan sinema kariyerinde sadece popüler olmakla yetinmemiş, ilginç bir şekilde 90lı yılların TV ekranıyla üçüncü kuşağa kadar uzanmayı başarmıştı. Onun tırmanışa geçtiği dönem tam da Özal dönemine denk düştü. Hiç de tesadüfi olmayan bu denklik, Türkiye gerçeğinin paralelinde akan bir halk kahramanı yarattı.
İşi çok ciddiydi
O dönem adeta bir film gibiydi. Durum, o güne kadar bilindiklerin unutulup, yeni dünya düzeni içinde kendine yer arayan, bu çağ atlama girişiminde de aşağı takıp tökezleyen memleketin içinde yaşanan ekonomik ve kültürel açmazlardan kaynaklanıyordu. Köyden kente göç, kentte varolma çabaları, kendine ters düşen değerlerle dalga geçerek bu zoraki ve yapay değişimi dalgaya almak, dalgaya alarak rahatlamak ve bir "vatandaş" olarak o da sistemin tüm avantajlarından mutlu azınlığın faydalandığı gibi pay almak... Onun işi bunları güldürerek canlandırmak oldu. Evet, üstlendiği misyonu bu kadar ciddiydi. Beyazperdede görülen kaba hatlı, çarpık dişleri görülen geniş gülümsemeli bu tipleme her dönemin, her yaştan insanına hitap edebildi.
"Salaktır ne yapsa yeridir!"
Hani o saf, beceriksiz, sakar hallerinde bile gözlerinde parlayan hin ışıltılarla filmin sonunda kazanan bir halk kahramanı portresi çizebildi. Tüm cinliklerini ve hinliklerini adeta "salak, inek" gibi adının önüne konularak vurgulanan sıfatlara sığınarak gerçekleştiriyordu. "Delidir ne yapsa yeridir" misali, onun düştüğü biçare durumlar seyirciye hiç de abuk sabuk gelmiyordu. O kendi yarattığı bu "anormallik" şemsiyesi altında tüm istediklerini rahatça yapma olanağı bulabiliyordu. Üstelik her seferinde işin içinden çıkmayı başarıyordu. Halkın onunla özdeşleşebilmesinin en önemli noktası da buydu, kasap, manav, patron, eş, çocuk, ya da sistemin doğrudan yarattığı baskılardan bunalmış bir "vatandaş" olarak paçayı sıyırabilen, en güçsüz ve çaresiz hallerinde bile karşısındakini yenmeye çalışan mücadeleci haliyle dileklerimizi gerçekleştirdi.
Bu başarısının ve popülerliğin altında yatan gerçek belki de sistemi hiç karşısına almamasıydı. Sosyo ekonomik koşullardan bunalmış bir vatandaşın çıkış noktası ararken mecburen "makbul olmayan" yollara başvurmasıydı belki yarattığı tiplemelerin hülasası. Ama filmin sonunda her nasılsa "insanlık sevgisi" ağır basıyor, sistem ihmal ettiği bu vatandaşına sahip çıkıyor ve mutlu sona ulaşılıyordu.
Propoganda dönemi
Film burada bitmedi. Kuşkusuz. Yaşanacak çok şey vardı daha. Uzun yıllar ona güldük. Aslında özel yaşamında onun yüzü gülmezdi, "ciddi" bilinirdi. Oysa kameranın karşısında yıllarca güldürmeyi başardı. İnek Şaban tiplemesiyle belleklere kazınan, yıllarca halkın sevdiği, eski filmlerine gösterilen yoğun ve kesintisiz ilgi nedeniyle entelektüellerin sosyal bir fenomen olarak ele alma gereği duyduğu bir oyuncu olması ona 90lı yılların TV ekranını açtı. Ve belki de hayatının hatasını yaptı. Üniforma giydi. Bu kez üniformayı giymesi Politzeide olduğu gibi doğrudan kara mizah için değil, dosdoğru kahramanı temsil etmek içindi. Ve eskiden yerden yere vurduğu otoriteyi bu kez bir başka yolla temsil etti. Üzerine uymadı bu üniforma, adeta kaydı. Halk yıllar sonraki bu Kemal Sunalı çok sevmedi.
O, 90ların trendi içinde eski filmleriyle varolmuştu ama varolan trend içinde yeni bir rüzgar estirememişti. Bir konuşmasında, "Bana otorite yakışmıyor, otoriteyi ne kadar tiye alsanız da halk bunu sevmiyor. Yanlış hareket ettim diyerek TV macerasının hayalkırıklığını özetleyecekti. Yıllar sonra gelen Propoganda ile giydiği üniforma da filmin sonunda üzerinden kaymak zorunda kalmıştı. O otoritenin değil, halkın bir yansıması olamak zorundaydı.
Ve filmin sonu
Son filminin senaryosunu nasıl yazıldı bilinmez ama kendisinin böyle olmasını istemediği kesin. Acı bir film gibiydi olanlar; sanatçıları hiç ölmeyecekmişcesine bir yerlere koyduğumuz için midir bilinmez ama Kemal Sunalın öldüğüne inanamadık, inanmak istemedik. Gençti, 56 yaşındaydı. Sinemada kendine ikinci bir bahar yaratmaya çabalamıştı ki, hiç umulmadık, beklenmedik bir anda aramızdan ayrıldı. Sunal'ın önünde gerçekleştirmeyi plandığı bir kaç sinema projesi daha vardı. Oyunculuk kariyerine tiyatro sahnesinde başlayan ve sadece Türk sinemasının değil Türkiye'nin bir sosyal fenomeni haline gelen Kemal Sunal'ın gidişi her ölüm gibi erken oldu. Yedi yıl önce miydi, tüm bu olanlar...Hala alışamadık...
DOSTLARI VEFASIZ ÇIKTI..
Dün Kemal Sunal'ın ölümünün 7. yılıydı. Anma törenine 3 sanatçı gitti.
Kemal Sunal'ı 7. ölüm yıldönümünde sanatçı dostlarının büyük bölümü yalnız bıraktı. Sunal'ı, ailesinin dışında 14 kişi ve 30 basın mensubu andı.
Türk sinemasına yıllarca emek veren ve milyonları güldüren ünlü sanatçı Kemal Sunal, ölümünün 7. yıldönümünde Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki kabrinin başında anıldı. Sunal'ı anmaya eşi Gül Sunal, oğlu Ali ile kızı Ezo Sunal'ın dışında Perihan Savaş ve Ulvi Alacakaptan'ın aralarında bulunduğu toplam 14 kişi gelirken, töreni 30 basın mensubu takip etti.
ÇİÇEK BAR'DAKİLER GELMEDİ
Ali Sunal, kendilerini yalnız bırakmayan basın mensuplarına teşekkür etti. Sunal, "Herkes işi nedeniyle şehir dışında. Ben dizi setinden izin alıp geldim. Kimseye kızmamak lazım. Babamı her geçen gün daha çok özlüyorum. Bugün aramızda, Çiçek Bar'da babamın etrafından ayrılmayanlar yok" diye konuştu.
Kaynak
Allah rahmet eylesin Kemal Sunal. Sen bizi güldürdün, Allah da seni güldürsün, seni de cennete alarak.