Kendisine "Payitaht" Rolü Veren İmralı, Bu kez Erdoğan ve Fidan'ı Parmağına Doladı / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Kendisine "Payitaht" Rolü Veren İmralı, Bu kez Erdoğan ve Fidan'ı Parmağına Doladı / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Mar 02, 2013 11:12

Kendisine "Payitaht" Rolü Veren İmralı, Bu kez Erdoğan ve Fidan'ı Parmağına Doladı

Teröristbaşı Öcalan ile BDP heyeti arasında İmralı'da yapılan görüşmenin tutanak halinde basına sızması, son günlerde altı ayda bir yapar olduğumuz tartışmaları yeniden gündeme getirdi.

Artık komedi skeçlerinde kullanılmaya başlanan "Kimin işine yaradığına bakmak lazım" diye söze başlayıp da kendimize derin istihbarat analizcisi havası vermeye çalışmak gülünç olmaktan öteye gidemiyor..

Herkesin işine yarayabilir, farklı farklı odakların bir açıdan işine yarayabilir. Birinin işine yarıyor görünüp de hiç ummadığımız başka birinin işine yarayabilir. Amaç sırf kafa karıştırmak olabilir, odakların birbiriyle mesajlaşması olabilir...

Teröristbaşı ve kendisiyle pek kanka oldukları anlaşılan MİT'çiler, yaptıkları "büyük işin" kamuoyu tarafından bilinmesini istemiş olabilirler, takdir görmek istemiş olabilirler... Birilerine "Sızdırırız" mesajı göndermiş olabilirler...

Teröristbaşının devleti yularından tutup da nasıl parmağında çevirdiği ortaya çıksın ve böylelikle "Türkler" üzerinde bir "moral çöküntüsü-infial" meydana gelsin istenmiş olabilir. Veya PKK kesimine, "Bakın lideriniz böyle bir adam, Türk devleti ile içiçe geçmiş" mesajı verilmek istenmiş olabilir..

Her şey olabilir..

Affınıza sığınarak bu benzetmeyi yapmak zorundayım ki Karaköy Umumhanesi'ne dönmüş bir ortamda, ne at izini, ne de it izini yakalamak öyle kolay değil.

Bu tip durumlarda hep olduğu gibi "Kim sızdırdı?" sorusunun da peşine düşülüyor doğal olarak. Bir gazetecinin kaynağını sorgulamak kuşkusuz kimsenin haddi değil. Yasayla güvence altına alınmış olan bu ilişkiyi açığa çıkarmaya çalışmak, kamuoyu açısından daha az bilgi sahibi olmak riskini beraberinde getirebilir.

Yine de herkesin yaptığı gibi ben de kendi fikrimi söylemek isterim. Tutanakları ele geçiren, daha doğrusu tutanakların servis edildiği gazeteciyi az-çok tanıyorum. Burada "servis edildiği" sözünü bir hakaret olarak kullanmıyorum. Bu tür önemli bilgiler gazeteciye "servis edilir". Gazetecinin deri eldiven ve el lambasıyla gece binalara sızıp belge çalması söz konusu olamayacağına göre bu tip belgelerin, gazetecillerin deyimiyle "sarı zarfta" gelmesinden başka yol yoktur.

Ama şu vardır: Herkes "kendi gazetecisi" ile çalışır. Belge, en doğru ve en istenilen şekilde değerlendireceği düşünülen gazeteciye verilir, bu konuda riske girilmez. Arada biraz da 'vefa' vardır ve istenir ki o gazeteci de böyle bir haber üzerinden prim yapsın, kariyer yapsın.

Namık Durukan ile Ankara'da aynı çatı altında çalıştım. Şahsi bir yakınlığımız olmamakla birlikte Milliyet-Radikal binasının ortak alanlarında karşılaşmışlığımız var. Ankara'da gazetecilik ihtisaslaşma üzerindir, en azından benim dönemimde öyleydi. Yani her muhabirin hareket alanı kesin hatlarıyla bilinir, kimlerden ve nerelerden haber çıkardığı bilinir. İlişki haritası büyük ölçüde bilinir.

Bu şekilde kaba taslak baktığımızda, Namık Durukan'ın BDP'liler ile içiçe bir muhabir olduğu sır değildir. Oldukça eski ve deneyimli bir muhabirdir Sadece yasal yapıları değil, bütün "Kürt hareketini" iyi bilir. Kendisi de güneydoğu kökenlidir ve bir ayağı sürekli kuzey Irak'tadır.

BDP'liler Durukan'ı "kendilerinden" sayarlar. En kozmik toplantılarına katılmışlığı vardır, istenildiği kadarını haber yapar. Ahmet Türk, Leyla Zana, Sırrı Sakık, Sırrı Süreyya Önder ile evlerine girip çıkacak kadar yakındır. Ve de Ankara'da en güvendikleri gazetecidir.

O bakımdan, BDP'lileri üzecek bir şey yapması beklenemez. Tabii, BDP-PKK içindeki çatışmalardan kaynaklanan bir "sızdırma" sözkonusu ise onu bilemeyiz.

Bu noktada, tutanağın son bölümlerinde yer alan (Heyette bulunan 3 kişi odadan çıktık. 15 dakika sonra tekrar çağırdı bizi) cümlesine dikkatinizi çekerim. Özne birden bire heyetteki BDP'liler olmuş her nedense?!

Netice itibarıyla ortada "gazetecilik" manasında başarılı bir iş vardır.

Belgenin, tape edilmiş ve altı mühürlenmiş tutanaklar halinde servis edildiğini görüyoruz. Steno veya benzeri bir yöntemle alınmış kayıtlara benzemiyor. Not tutularak akılda kalanların aktarılması hiç değil. Yani, sesli ve görüntülü bir kayıt, deşifre edilerek tutanağa dökülmüş.

Belli ki "devlet usûlü" bir sızdırma ile karşı karşıyayız...

Tutanakların içeriğine baktığımızda, Öcalan bile "devlet usulüne" o kadar titizlikle riayet ediyor ki, Sırrı Süreyya'nın el altından kendisine vermeye çalıştığı yazılı bir notu, "yetkiliye verelim, istismar etmeyelim" diyerek geri çeviriyor...

Öyle "yalanlanması" kolay bir belge de değil bu. Üsluplar, konular, yaklaşımlar bire bir oturuyor. "İmalat" izlenimi edinmek çok zor.

Tutanaklar, teröristbaşının başat kişilik özelliği olan megalomaninin hangi boyutlara ulaştığından, BDP'lilerin nasıl kul tabiyatlı insanlar olduklarına kadar pek çok konuda fikir veriyor.

Tabi devletin nasıl liğme liğme döküldüğü konusunda da..

Kontrol tamamen Öcalan'ın elinde. BDP'liler kendisine büyük bir saygı duyuyorlar ve de çekiniyorlar. Toplantının nasıl bir düzen içinde yapılacağından, ne zaman çay molası verileceğine kadar her şey Öcalan tarafından belirleniyor. BDP'lilerde inisiyatif ve müstakil kişilik sıfır. Sadece Öcalan'ın sorduğu sorulara cevap veriyor ve dağıttığı görevleri paylaşıyorlar.

Öcalan'ın konuşmalarında en çok öne çıkan özellik, Kürtler buna ne der bilmiyorum ama MİT'le çok bütünleşmiş olması. (Ya da, biz mi MİT'in Öcalan'ın kontrolüne geçtiğini düşünmeliyiz?)

Netice itibarıyla bir içiçe geçmişlik var. Belli ki Öcalan ile bir MİT ekibi arasında yıllardır süren ilişki, "kankalığa", bir çeşit kader arkadaşlığına dönüşmüş.

Açık İstihbarat'ın yazısında dikkat çekildiği gibi, sürekli "biz" diyor Öcalan. "Siz gelmeden önce biz bunu konuştuk" gibi ifadeler kullanıyor. Belli ki İmralı'da yatıp kalkan bir ekip var. Yıllardır Öcalan'la birlikteler; birlikte yiyip içiyor, birlikte tavla oynuyorlar.

Yıllardır devam eden bu ilişkinin, kendi vehimleriyle besleniyor olsa da yeni bir "güç odağı" yaratmış olduğu ihtimali üzerinde durmak lazım.

Yani, Öcalan ile İmralı'da yatıp kalkan ekip kendilerini herşeyin merkezinde görmeye başlamış, aralarında bir "hücre psikolojisi" geliştirmiş olabilirler.

Muhteşem Yüzyıl dizisinde Şehzâde Mustafa ile anası Mahidevran, Manisa sancağında nasıl kendi kendilerine "Payitaht" evciliği oynuyorlarsa, İmralı'dakiler de kendi içlerinde bir "merkez devlet" oyunu oynuyor..

Önemli görevlerde kilit işlevi gören devlet memurlarına özgü bir sendromdur bu. Zamanla, "Ben olmazsam sen de olmazsın" demeye başlarlar..

"Ben olmazsam, Tayip Erdoğan bir hiçtir.."

"Ben olmazsam, Hakan Fidan bir hiçtir.."

"Ben olmazsam, hükümet de olmaz"

"Ben olmazsam, MİT de olmaz..."


O bakımdan, Öcalan'ın "Ben olmazsam AKP olmazdı" şeklindeki kısmen doğru hezeyanlarını biraz da bu açıdan okumak gerekir.

Ve emin olalım ki aynı psikolojinin yansıması yıllardır kendisiyle birlikte İmralı'da yatıp kalkan devlet memurlarında da mevcuttur. "Ben olmazsam MİT olmazdı" diyen kamu görevlileridir onlar ve egoları tatmin edilmediği zaman tehlikeli olabilirler.

Bu değerlendirmeler göz önüne alındığında, birisi bana kalkıp dese ki, "Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan, tutanakları sabah gazetede görünce küçük dillerini yuttular; neye uğradıklarını şaşırdılar..."

ben bunun doğruluğuna ihtimal veririm..

Artık şunu biliyoruz:

O tutanaklar oradan Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan'a rağmen sızabilir ama Öcalan, MİT görevlileri cezaevi yönetimi ve BDP'nin bir kanadına rağmen sı-za-maz!

Gelelim içeriğe.

Normal şartlarda teröristbaşının orada ağzından çıkan her kelimeden ötürü ayrı ayrı yargılanması gerekir. "Benim dediğim olmazsa kan dökerim, Şimdiye kadar yaşadıklarımız devede kulak kalır" diyerek devleti ve milleti tehdit ediyor.

AKP ile bir dargın bir barışık. Aralarında aşkla nefret arası bir ilişki var. Seviyor, okşuyor, takdir ediyor...Sonra aniden sinirlenip dövmeye, tehditler savurmaya başlıyor: "Benimle oynanmayacağını AKP'ye anlatmalısınız"

Dönüp tekrar aşkı depreşiyor, "Tayyip Bey'in başkanlığını destekleriz" diyor.

Bütün psikopat lider bozntularında olduğu gibi, sadece kendi alanını değil bütün dünyayı yönettiğini düşünmeye başlıyor. Yerküreye bir masa üstü oyuncağı muamelesi yapıyor.

"Başarılı olursak, yepyeni bir Cumhuriyete... Radikal demokrasi, tam demokrasi, Anadolu ve Mezopotamya’nın tam demokratikleşmesi, hazırlığım bu yönde. Şimdiye kadar olanlar ısınma hareketi idi. Bütün felsefi ve örgütsel birikimimi bu yönde kullanıyorum..."

Ve önemli bir deşifrasyon daha yaparak, "Ecevit döneminde anlamlı bir uzlaşmaya gidilseydi ne Ergenekon ne AKP olmazdı" diyor. Demek ki "devletimizin" teröristle el ense temasları Tayyip Bey hükümetleri ile başlamamış. Demek ki Ecevit hükümeti döneminde bile teröristbaşına böyle bir beklenti zerkedilmiş!

Ve sürekli bir "darbeden" söz ediyor Öcalan. Darbe girişimine maruz kalmış olanlar Tayyip Erdoğan, Hakan Fidan (MİT-Hükümet) ve kendisi... ("Kontrgerilla ABD merkezlidir. Yargı ve emniyeti ele geçirdiler. MİT askerlerden güçlü çıktı, savcı çağırdı gitmediler. Bana göre bir direniştir. Erdoğan bunların burnundan fitil fitil çıkarır. İnşallah diyelim.")

Bu ekibe, "Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. Genelkurmay Başkanının (İlker Başbuğ’u kastetti) tutuklanması da budur. O güce Cevat Öneş ‘darbe’ dedi. Bu yüzden ben devreye girdim, yardımcı olayım dedim" sözleriyle İlker Başbuğ'u da dahil ediyor..

Tayyip Erdoğan, İlker Başbuğ'un tutuklanmasından sonra, Öcalan'ın da "uyarıları" ile uyanıp Hakan Fidan'ı koruma altına almış, öyle mi?

İlginç ki ne ilginç...

Peki, darbe girişimine maruz kalan bu "ekibin" karşısındaki güç, yani darbeyi yapacak olanlar kim?

İşte orada net bir adres göstermiyor teröristbaşı. Üstü kapalı olarak cemaat-PKK içi muhalefet-Kandil-Ergenekon-eski derin devlet-CİA-MOSSAD vesaireden müteşekkil ortaya karışık bir şey çıkarıyor. Bu ortaya karışık menü üzerinden kendi istediklerine mesajlar gönderiyor.

MİT'i, "MİT düşseydi, Türkiye'de tüm kaleler düşmüş olacaktı" diyecek kadar aşırı sahiplenmesi dikkat çekici...Doğduğu yere olan vefa ve sadakatını takdir etmemek doğrusu mümkün değil(!)

Hakan Fidan'a ayrı bir ihtimam gösteriyor. Tutanakların sızması Hakan Fidan'ın da başını ağrıtacağına göre, buna "severken öldürmek" mi diyelim, ne diyelim bilemiyoruz..

Ortadaki bütün iğrenç "barış" çığırtkanlığına rağmen adam, terörü elinde bir koz olarak her zaman tutacağını açıkça ilan ediyor. Şu sözleri iyi okuyun; "Silahlar susacak" diyenleri nasıl da kendi ağzıyla yalanlıyor teröristbaşı:

"Başbakan PKK’ya vurarak yerini sağlamlaştırıyor. Kendime kızıyorum, 2001-2004’te biz eylemi ‘tak’ diye kestik. Hükümet anlamadı, ‘terör bitti’ dediler."

"Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin var."


Görüldüğü gibi yarın, "barış sürecinde" dağdan bir grup teröristi indirip kamuoyuna "PKK silahı bıraktı" diyecekler. Oysa adam ne diyor?

"Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz..."

Şu da ortaya çıkıyor ki adamın genel af, ev hapsi gibi "formüllere" burun kıvıracak kadar biti kanlanmış:

"Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası.."

Şu açıklaması da Odatv'ye gelsin:

"Ertuğrul’a söyle ben hala Dev-Genç’in çizgisindeyim. (gülerek) O anlar... 40 yıldır Türk solunu taşıyorum..."

Bu sözleri de "Öcalan solun doğal lideridir" manşetine imza atmıış olan Odatv, "Öcalan Odatv'yi nasıl doğruladı" diye bir haber yapar artık...

Ne güzel "devlet adamlığı" dersleri alıyoruz Öcalan'dan, insan yüz kez okusa doyamıyor!

"Yeni anayasada Kürtler açıkça yer almalı" diyenlere verdiği cevaba bakınız:

"Anayasada devlet öyle tanımlanamaz. Devletin etnisitesi ve dini olmaz. Hukuki bir realitedir anayasa. Bu konuda Habermas’ın görüşlerine ihtiyacımız var. (Sırrı'ya dönerek) Vatandaşlık maddesini sana yazdırıyorum: 'Özgür iradesiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığını ifade eden her birey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır’"


Ortalık körle yatıp şaşı kalkandan, Çinli ile yatıp zenci doğurandan geçilmiyor..

Ve böyle bir genetik sakatlığı bize "barış" diye yutturmaya çalışıyorlar...



Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN), 1 Mart 2013
Açık İstihbarat
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x