
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının başlamasıyla Usta(!) çıldırdı. 17 Aralık günü başlayan operasyonlar üzerine 2007 yılından bu yana kabul etmedikleri F tipi yapılanmayı birden kabul eder oldular.
Evet, F-CİA örgütü ülkeyi kanserli bir hücre gibi sardı. Emniyetten yargıya, eğitimden bilişime, sağlıktan ticarete hakim olmadıkları alan kalmadı. Orduya yapılan operasyonlardan anlıyoruz ki, ordu içine de belli oranda sızmışlar. Aldığımız duyumlara göre; askeri okullara girişlerde yapılan değişiklikten sonra okullara sızmaya başlamışlar. Kendilerinden olmayan öğrenciler üzerinde baskı kurarak okuldan ayrılmalarına neden oldukları söyleniyor. Anadolu’dan gelen fakir aile çocuklarının okula girerken imzaladığı borç senetleri aileleri sıkıntıya sokuyormuş.
Ayrıca ülkedeki orta ölçekli kobilerin %70’i bu çetenin elindedir.
Beyinleri programlanmış robot gibi, düğmelerine basıldığı an harekete geçiyorlar.
“Irak’ı Amerikan Askerlerine Teslim Eden Kesnizani Tarikatı” başlıklı yazımda bu yapının ülkemiz için ne kadar ölümcül bir tehlike olduğunu yazmıştım. http://www.zahideucar.com/index.php?option=com_content&view=article&id=179%3Airak-abd-askerlerine-teslim-eden-&catid=1%3Ayeni-makaleler&Itemid=5
2006 Yılında;
“Türkiye’nin Humeyni’si Fetullah mı?” diye bir yazı yazmıştım. Koza İpek Holding’in sahibi ve yöneticisi Akın İpek’in Ankara İncek’te bir saray yaptığı ortaya çıktı. Saray yapılan yerin Çankaya’dan bile yüksek olduğu yazılıyor.
Erdoğan’ın kaçınılmaz sona doğru gittiği malum. Gülen Erdoğan sonrası için Türkiye’ye gelmeye hazırlanıyor olabilir mi?
Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devletine olan kini, hücrelerine işleyen Atatürk düşmanlığı nedeniyle “paralel devleti” bizzat kendisi kurdu. Paralel devleti kurunca diğerini işlevsiz hale getirip lağvetmek kolay olacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti için yaktığı cehennem ateşi, ülkeyle beraber kendisini de yakıyor. Bütün Firavun ve Nemrutların değişmeyen, değişmeyecek olan kaderi Erdoğan’ın da kaderi olacak.
Erdoğan vuruşarak gidecek. O’nun hiçbir zaman ülke derdi olmadı. Devlet adına verilecek ölümcül kararların öncesinde ülkenin güvenlik kurumları yetkilileri ve konunun uzmanı olan bilim insanları ile istişare edip karar vermek yerine;
Milletle dalga geçercesine, kerameti kendinden menkul sanatçı bozmaları, kalem fahişesi sözde aydınlarla istişare etti. Paralel dediği, şimdi toplu toplu görevden aldığı polislerin okulunda toplantılar yaptırdı. Askerlikten muaf kıldığı polisleri gördüğünde;
“Askerlikten yırttınız değil mi” diyerek polisleri kutlamıştı.
Şimdi “yolsuzluk-rüşvet” bataklığında debeleniyor. Debelendikçe bataklığa daha da çok gömülüyor.
Savcılar sürülüyor. Polisler ülkenin dört bir yanına gönderiliyor. Polis polisle kavgalıdır. Yargıç yargıçla kavgalıdır. Polis savcılara itaat etmiyor. Duyumlarım doğruysa, istihbarat içinde de güven sorunu nedeniyle bilgi saklanıyormuş.
Ortadoğu cehenneminde, sınırlarımız terörist kaynarken, hatta ülkenin her tarafı ajan ve terörist kaynarken, zat-ı şahane banka hesaplarının derdine düşmüş. Emniyeti, yargıyı hallaç pamuğu gibi atıyor. Ve kimse ortaya çıkan korkunç güvenlik açığından bahsetmiyor.
Görevden alınan yargıç ve polisler hakkında soruşturma açılıp, suç sabit olmadan yapılan her operasyon şaibelidir. Gerçek bir hukuk devletinde “şucu yaftasıyla” kimse görevden alınamaz. Önce inceleme başlatılır. Suç işleyip işlemediği tespit edilir. Elde edilen delillere göre işlem yapılır. Hukuksal yol izlenmeden yapılan görevden alma işlemleri, rüşvet ve yolsuzluğun üzerini örtmek için yapılıyor diye anlaşılır. F tipi polis ve yargıçların yanında görevini yapan polis ve yargıçların da görevden alınmadığını kimse iddia edemez. Bu yol bir defa açıldığı takdirde, her devlet görevlisinin “şucu” suçlamasıyla görevinden alınmasının yolu da açılmış olur.
Bir de işin ekonomik boyutu var. Her tayin edilen kişiye yolluk ödeniyor.
Şu bok canlarını kurtarmak için koskoca bir ülkeyi, 75 milyon insanı ateşe atıyorlar.
F-CİA temizlenmeli, sonuna kadar katılıyorum. Bir ülkede ülkenin kanunlarına inanmayan, kanunları kendi inançları doğrultusunda kullanan hiçbir yapı kalmamalıdır. F-CİA gibi Menzilciler de, diğer tarikat mensupları da, yargıya uymak yerine yargıyı kendine uyduran AK Çete de temizlenmelidir. Bu karanlık yapı bu ülkenin Anayasasına inanmıyor. Siyasette, yargıda, eğitimde, emniyette ülkenin kanunlarını değil, şeyhlerinin talimatlarını yerine getirerek suç işliyorlar.
Tarikat ve cemaat önderlerinin %94’ünün gizli Ermeni, gizli Yahudi, gizli Rum olduğunu düşünürsek; Tarikat öğretilerinin içine sokuşturulan Kabala öğretilerini de göz önüne alırsak;
Bir şeyhle binlerce müridi bu ülke aleyhindeki faaliyetlerde kullanabilirsiniz. Şeyh tarafından yapılan toplu zikirlerin, müritlerin zihnini kontrol etmek amacıyla da kullandığını düşünmek için birçok nedenimiz var. İngiliz yazar Arnold Toynbee’nin 1960 yılında yazdığı bir kitabında yaptığı uyarıyı hatırlayalım;
- “Bizim için Güney Müslümanlığı Eşarilik tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır, bütün ülkeyi yönetirsiniz. Bizim için Kuzey Müslümanlığı Maturudilik tehlikelidir. Bunlar bilimle barışıktır. Her zaman Atatürk gibi bir asi çıkarma potansiyelleri vardır. Tedbiri şimdiden alınmalıdır.”
Tedbiri aldılar. Kuran’ın Türkçe okunmasını engellediler. Arapça dili Kuran’ın mesajından daha kutsal hâle getirildi. Türk Milletinin birçoğu dinini öğrenmek için Kazım Karabekir’in tabiriyle;
“Erdim diyenin, oldum diyenin” peşine takıldı. 12 Eylül 1980 Amerikan darbesinin bir “ılımlı İslam darbesi” olduğunu bugün daha açık görüyoruz. 12 Eylül darbe ürünü olan Özal bütün tarikatların önünü açtı. Ülke mantar gibi biten tarikatlar ile doldu. Her şeyh zamanın en büyüğü olduğunu iddia etti. Şeyh sayısı kadar din anlayışı doğdu. Tıpkı Osmanlı Devletinin son günlerinde olduğu gibi… Şeyh ve cemaat önderlerinin ezici çoğunluğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni “dinsiz-kafir devlet” olarak tanımlayıp, devletin parçalanması ve soyulmasına müritleri nazarında meşruiyet kazandırdı.
Emperyalistler İngiliz yazar Toynbee’nin 1960 yılında yaptığı uyarıyı dikkate almış ve gerekli çalışmayı yapmış görünüyor. 2006 Yılı sonunda basına yansıyan ABD raporlarında; “Türkiye’de din tehlike olmaktan çıkmıştır” diye yazıyordu. Bu demektir ki, Türk Müslümanlığı Eşariliğe, yani Vahhabiliğe evrilmiştir. “Bir şeyh satın alır hedef ülkeyi yönetiriz” diyenler, Türkiye’de mantar gibi çoğalan şeyhlerin acaba kaçını satın aldı? “Türkiye’de din tehlike olmaktan çıkmıştır” diye rapor yazdıklarına göre, Türkiye’de din önemli ölçüde emperyalizmin emrine girmiş demektir. Diyanet İşleri Başkanlığının içinde bulunduğu durum, Diyanet İşleri Başkanlığının da bu operasyonlardan nasibini aldığını gösteriyor. Erdoğan gezi protestolarında gezicilerin sığındığı Dolmabahçe camisinde 'içki içildiğini' iddia etmişti. İçki içildiğini görmediğini söyleyen müezzin Fuat Yıldırım, Terörle Mücadele tarafından altı saat sorgulandı. Diyanet İşleri Başkanlığı müfettiş gönderdi. Müezzin sözünün arkasında durdu, “yalan söyleyemem” dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı müezzini “yalan söylemediği için sürdü.” İyi mi?
Ben bu Diyanet İşleri Başkanı’nın arkasında asla namaz kılmam. Bu anlayış tam da Yezidi bir anlayıştır. Öyle olduğu içindir ki camilere siyaset girdi. Öyle olduğu içindir ki camilerde ÖSO katillerine dua edildi, yardım toplandı. Eşari(Emevi) Müslümanlığı... Karanlık, zalim, bilimi reddeden, halkı Hint kaderciliği ile teslim alan İslam dışı bir anlayış...
Bugün net bir şekilde ortaya çıkan sonuç şudur;
Ülkemize saldıran emperyalist devletler yenilip giderken; arkalarında bıraktığı uyuyan ajanlarının bir kısmını Kuvva-i İnzibatiye artıkları ve kapatılan tarikatların yer altına çekilen uzantılarının içine gömmüştür. Ve bugün gördüğümüz;
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurucusuna düşman” , emperyalizmle uyumlu Amerikan Müslümanları,” İngiliz, Amerikan, Yahudi ve diğer ajanların eğitiminden geçmiş” kozalardır. O nedenle ABD raporlarında; “Türkiye’de din tehlike olmaktan çıkmıştır” diye yazıyor. Evet, emperyalistler için tehlike olmaktan çıkan Amerikan Müslümanları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığı ve bekası için büyük tehlike hâline gelmiştir.
Artık bu ihanet apaçık ortaya çıkmıştır.
80 yıldır Atatürk’e sövenler, iftira edenler, kendilerini layık oldukları yerde, kanalizasyon çukurunda bulmuştur.
İlahi adalet.
Atatürk’ün ne kadar haklı olduğunu gene kendileri ispat etmiştir. Savundukları fikirlerin bataklığında debelenerek ispat etmişlerdir.
Atatürk ve silah arkadaşlarının bu ülkeyi kurarken aldıkları kararların ne kadar isabetli olduğu düşmanlarınca inkar edilemeyecek bir biçimde ispat edilmiştir.
Aydınlığın karanlığa galibiyeti gibi… Aklın hurafeye galibiyeti gibi… Merdin namerde galibiyeti gibi…
Musa’nın Firavun’a, İbrahim’in Nemrut’a, Muhammet Mustafa’nın Ebucehil’e galip geldiği gibi…
Kuvva-i Milliye’nin Kuva-i İnzabatiye’ye galip geldiği gibi…
Nemrut’un, Firavun’un, Hitler’in yolunu kim seçerse; Nemrut’un, Firavun’un, Hitler’in kaderini de seçmiş olur.
Zahide UÇAR, 26 Ocak 2014
http://www.zahideucar.com
zahide@zahideucar.com