KERVAN YOLDA DÜZELECEK
Geçenlerde bir dost sohbetinde dillendirdim.
Çünkü, ancak yıllar sonra ayırdına varmış gibiydim.
Otuz yıldır Fransa’da olup, hem de üzerinde onca düşündüğüm halde, nasıl olur da ‘Anadil’in bunca ‘değersiz’ olduğunu görmeyebilirdim.
Şimdi hemen hoplamayın.
‘Değersiz’ diyorsam, bir ‘kimlik sorunu’, bir ‘onur sorunu’, anadili o olanlar için ‘paha biçilmez’ olduğunu söylemek istemiyorum.
‘Kıymeti harbiyesi’ yok mu deseydim acaba?
Şöyle ki, Paris sokaklarında, aşağı yukarı her sokakta bir ‘anadil’ konuşulur.
Birinde Çinliler, diğerinde Vietnamlılar, ötekinde Afrikalılar, Türkler, Kürtler, denildiği üzere yetmişikinuçuk dil bir arada.
Ne yemişikibuçuğu, yüzyetmişikibuçuk ve hatta binikiyüzyetmişikibuçuk mu ne?
Çünkü Paris’te hem yetmişikibuçuk ‘millet’ vardır ve hem de zaten Afrika denilince binlerce ‘anadil’den sözedilebilir.
Daha ikigün olmadı, Gana’dan yeni gelmiş birinin, Fransa’ya daha önce gelmiş olan Gana’lıyla anlaşamadığına tanık oldum.
Şimdi sokakta binlerce insan ve sizin için ‘gürültü’ sayılabilecek bir biçimde konuşmaktalar diyorum.
Ve siz hiç ‘rahatsız’ olmuyorsunuz.
İki Afrikalı’nın ‘nıgıdım’ diye başlayan selamlaşmalarını durup izleyin, Anadolu’da köyün davarına keçi-koyun, ya da sığırına inek salan iki komşu kadının konuşması gibi bitip tükenmez.
Ne ki, gözlerinin içindeki parıltıdan, kendi anadillerinde konuşmaktan ne kadar mutlu olduklarını görebilirsiniz.
Ancak ve ne var ki, eğer onlara bir şey sormak durumunda kalırsanız, ‘mükemmel’ Fransızcalarıyla yanıt alacağınız kesindir.
Çünkü, Fransa’da ‘resmî dil’ Fransızca’dır ve eğer orada yaşayacaksınız, Fransız’cayı öğrenmek zorundasınızdır.
Nitekim, Fransa’nın hiçbir okulunuda, Fransızca dışında ‘eğitim’ verilmez, verilmemiştir, verilmeyecektir, nokta.
Peki, bizler niye Türk Devleti’ni Avrupa’daki Türkler’e yeterince ‘öğretmen’ göndermedikleri ve Türkçe’mizin gurbetçilerimizce unutulmasına yol açtıkları için eleştiregeldik?
İşte canalıcı ‘ayırım’ burada.
Kuşkusuz her ‘millet’ diyelim, kendi ‘anadil’ini ‘gereğince’ öğrenmek durumundadır.
O nedenle, Avrupa’daki gurbetçilerimizin Türkçe’yi unutmalarına ya da bozup-güdükleştirmelerine izin verilmemedir diyoruz.
Bunun için, Türkçe kurslar, okullar ve giderek üniversitelerde Türkoloji bölümleri de olmalıdır diyoruz.
Ama resmi kurumlardaki işlemler ve yazışmalarda Türkçe de kullanılmalı demiyoruz, demeye hakkımız da yok.
Tam da bu nedenle, Türkiye’de ‘Anadilde Eğitim’ ya da ‘Kürtçe Eğitim’ diyen her kim olursa olsun, en azından ‘artniyetli’dir diyebiliriz.
Yazıya başlarken sözünü ettiğim ‘gözlem’ de buna ilişkindi.
Yani, diyelim Paris’te, bir yanda Magrepliler’in bozuk Arapçalarıyla ya da binbir ‘dil’de yapılan konuşmalardan kimse rahatsızlık duymaz.
Çünkü, arkasında bir ‘artniyet’ olmadığını bilir.
Kimse, o konuşan arapların ne sizin için bir ‘tuzak’ kurduklarını ve ne bir başkası için bir ‘komplo’ hazırladıklarını düşünmez bile.
Adamlar biribirlerine içlerini dökmektedirler, deyip geçersiniz.
Ancak Türkiye’de öyle midir?
Türkçe konuşulması gereken yerde ve hem de Türkçe biliyor olmalarına karşın eğer Kürtçe konuşuluyorsa, en azından bir güven eksikliğinden sözedilebilir.
Ki fazlasını beklemek de pekâlâ mümkündür.
Bu güvensizliği doğuran da, kimse kusura kalmasın ama, bizzat Kürtçü politikacılardır.
Demek ki, denildiği üzere, ‘Kürt Sorunu’nun çözümünde birincil görev Kürtçü politikacılara düşmektedir.
Önce ‘Anadilde eğitim’ denilerek, artık nereye gidilecekse, bir ‘mevzi kazanmak’ başka şey, samimi olarak anadile saygı istemek başka şeydir.
‘Anadil’ konusunda, benim ‘Dillerin Dili’ yazı dizime başvurulabilir.
Ancak, burada, CHP’nin ‘Seçim Bildirgesi’nden hareketle, bu konuyu bir ‘karşı-propaganda’ya çevirmeyi de doğru bulmadığımı belirtmek isterim.
Buna tam anlamıyla bir kaşık suda fırtına koparmak denir.
Ya da, dosdoğru ‘bozgunculuk’ denilebilir.
‘Millet Cephesi’nin seçim çalışmalarına çelme takmak.
Hem kendi ellerinizle ‘ittifak’ın dışında kalacaksınız, hem de öküzün altında buzağı arayacaksınız..
Bu, CHP’nin ‘Seçim Bildirgesi’nin dört-dörtlük olduğunu savunmak demek değildir.
Kuşkusuz bizim de bolca eleştireceğimiz yönler de var ve yeri ve zamanı geldiğinde, bugüne değin olduğu gibi, bundan sonra da çekinmeden yazıp-söyleyeceğiz.
Ancak, yine biz atasözümüze gönderme yaparak ‘kervan yolda düzelir’ diyelim.
Ki, ‘Kervan’ bir kez yola çıkmış bulunuyor.
Ve bu ‘Kervan’ menziline ulaşacak, Millet şu aşağılık iktidardan, her koşulda, kurtulacaktır.
Eleştiri ve önerilerimizi ise ‘iktidar’ alındıktan sonraya bırakıyoruz.
Çünkü amacımız bağcı dövmek değil üzüm yemektir.
Habip Hamza Erdem