Kıbrıs’a son darbe

Kıbrıs’a son darbe

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Tem 30, 2008 11:30

Kıbrıs’a son darbe

KKTC Cumhurbaşkanı M. Ali Talat ve Rum yönetimi lideri Hritofyas’ın “tek egemenlik ve tek vatandaşlık” konusunda prensipte anlaştıklarını açıklamışlardı, devamında ki süreçte neler oldu ve neler olacak bunları tartışalım bu hafta.

Neden “Ergenekon iddianamesi ” değil de Kıbrıs’ı konuşuyoruz dersiniz ? Kıbrıs’ta M. Ali Talat yanlısı ve Kıbrıs’ın verilmesini isteyen medya yoğun bir komplo içinde, Ergenekon un Kıbrıs ayağı var iddiaları ile çözüme direnenler de gözaltına alınacak korkusu salınıyor, hatta Denktaş örgütün içinde haberleri ile korku imparatorluğuna destek veriliyor.

20.07.08 tarihinde Kıbrıs Barış Harekátı’nın 34. yıl kutlamalarına katılan Erdoğan, "Egemenlikten vazgeçmeyiz" diyen Kıbrıslı Türkler tarafından protesto edildi. Aynı grubun bir pankartından rahatsız olan Başbakan, korumalarına emir vererek pankartı kaldırttı. işte pankarttaki sesleniş “Türkiye’m, AB yolunda KKTC adağınız mı?“ Sözde demokratik Başbakan, kendisine yapılan eleştiri ve protestolara gelince demokratik davranmıyor. Ülkesine ve benliğine sahip çıkanların “demokratik talebine” karşı verilen sert tepki, türbana gelince temel hak ve hürriyete giriyor. Nasıl oluyor da demokrasi, temel hak ve hürriyetler unutulup emirle pankartlar toplatılıyor ?

Yoksa Kuzey Kıbrıs söyleminden vazgeçmeyen Başbakanın, gerçek niyetini mi anlatıyordu bu yazılanlar?

Başbakan Erdoğan “1974 Barış Harekátı, Kıbrıs Türkü’nün soykırıma uğramasını engellemiştir. Toplu mezarlarda ağıt yakan Kıbrıs Türkü’nün kaderini değiştirmiştir. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin uluslararası hukuk ve anlaşmalara dayanarak gerçekleştirdiği Barış Harekátı, Kıbrıs Türk Halkını özgürlük, güvenlik ve refaha kavuşturmuştur. Kıbrıs Türk halkının kendi yönetiminden, eşit statü ve eşit ortaklıktan vazgeçmesini ve azınlık olarak yaşamayı kabul etmesini beklemesin. Kapsamlı çözüm Kıbrıs Türk halkı ve KKTC’nin kurucu ve eşit olarak yer alacağı yeni bir ortaklıkla mümkün olacaktır” diyor. Ancak Talat-Hristofyas’ a destek veriyor...

Peki müzakereleri 3 Eylül’e bırakan Talat-Hristofyas, “Eşit statüdeki Türk ve Rum kurucu devletlerinin oluşturacağı Kıbrıs devletinin, tek uluslararası kimlikli, federal bir hükümeti olması” konusunda görüş birliğine neden varılmıştı haziran ayında ?

Ayrıca Hristofyas, Kıbrıs’ın uluslararası kimliğinin, "Kıbrıs Birleşik Federal Cumhuriyeti" (United Federal Republic of Cyprus) olması konusunda ortak pozisyonları olduğunu neden söylemişti ?

Bu doğrultuda yapılan 25 Temmuz görüşmesinde ki önemli gelişme şöyle; "Tam teşekküllü müzakerelerin amacı, Kıbrıs sorununa karşılıklı olarak kabul edilebilecek ve Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin temel ve meşru hak ve çıkarlarını koruyacak bir çözüm bulunmasıdır. Üzerinde anlaşmaya varılacak olan çözüm, ayrı ayrı ve eş zamanlı olarak referanduma sunulacaktır."

“Eş zamanlı referandum” bu cümleyi biraz açalım. Bahsi geçen eş zamanlı Referandumda, her iki halkın, kendi bölgelerinde, kendi devletlerinin gözetimi ve yönetimi altında oylamalarını yapabilecek olması. Ancak oylama sonucunda iki "Evet" çıkarsa ortak bir devlet kurulacak, taraflardan birisi "Hayır" derse aynı şekilde devam edecektir bana göre. Anlaşmanın ayrı ayrı ve eş zamanlı referandumlara sunulacağının belirtilmesi, adada iki halkın mevcudiyetinin ve iki ayrı egemenliğin varlığının ispatı olsa da Kıbrıs’ da yaşananlar göründüğü gibi değil.

Şu an Kıbrıs’ lı Türklerin devletlerinden soğuması için “CTP militanları” tarafından resmi dairelere giden vatandaşların işleri yapılmıyor, bugün git yarın gel mantığı ile halkı bezdirme politikası yapılıyor. Bu halk nasıl olsa bir çözüme evet demek zorunda yaklaşımı ile yıldırmak için planlar uygulanıyor. Öte yandan CTP radyosu "Sim FM" de” KKTC adı hiç kullanılmıyor. Onun yanında mücahidin sesi “BRT TV’de” , artık Rumlar’la ortak etkinliklerin düzenlendiği “barış” çığlıkları atan programlar yapılıyor. Amaç, Türk ve dış dünya ile içteki halka, psikolojik savaş kapsamında “Kıbrıs Türk’ü top yekun barışçı, onlar barış istiyor, artık Kıbrıs’ı verelim” çizgisine getirmektir.

Korku imparatorluğunu yaratanlar, memleketini şerefle, gururla mücadele ile koruyan şehitlere, gazilere ihanet ediyor. “Türk kardeşlerine” çağrıda bulunarak “Türkiye’ye (işgale) karşı birlikte savaşalım, ülkemizi birleştirelim” diyen, 1960 Antlaşmaları ve Anayasası altında birleştirilmiş olan Kıbrıs’ı Yunan yapmak için Makarios’ la birlikte Türklere kan kusturan bu “toplu mezar kazma uzmanları” ve “hududumuz Girne’de son bulur” diyenler ile işbirliği yapılıyor.

Var olan bir devletin bayrağından olması, kendi devletinin bayrağı yerine bir başka devletin bayrağının göndere çekilmesi, devletinden olması nasıl bir duygudur?

Kimin ne hakkı vardır ki oyunlarla bizden olan yavru vatanımızı, vermek için çaba sarf ediliyor ?

Uğruna binlerce şehit verdiğimiz, yıllarca emperyalistlerin AB yolunda engel gösterdikleri yavru vatanımızı, “AB” yalanı ile verilmesine destek olan AKP iktidarı umarım bu vatan için dökülen kanları, verilen mücadeleyi hatırlar.



30 Temmuz 2008, Nuray TALAY
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen tuba » Çrş Tem 30, 2008 12:08

Ellerin ismini ezberledin de...

Bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyemedin

Yıllardır Recep Tayip Erdoğan'ın söyleyemediği bir ülke adı var: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Bahsederken genelde Kuzey Kıbrıs ya da Kıbrıs Türk Kesimi tanımlamalarını kullanan Erdoğan, 1974 harekâtının 33. yıldönümü kutlamalarında, 20 Temmuz 2008 günü, yaptığı konuşmada ise "Kıbrıs Türk Devleti" kurulmasını ümit ettiğini söyledi. 25 yıl önce kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını kabul edemeyen bir başbakanımız var. "Kuzey Kıbrıs" veya "Kıbrıs Türk Kesimi" tanımını genelde Rumlar kullanıyor. Bunun yanı sıra adayı bir bütün olarak Rumların yönetiminde görmek isteyen ve Türkiye'yi işgalci olarak lanse edenler de aynı dili kullanılıyor.

Peki, Sayın Başbakan neden Rumların dilini kullanıyor? Yoksa 'Kıbrıs satılıyor' diyenler yanılmıyor mu? KKTC'yi resmen tanıyan tek ülke olan Türkiye'nin Başbakanı kullandığı üslubun sonuçlarını düşünmüyor mu? KKTC, Kıbrıs Cumhuriyeti şeklindeki devlet ismini işgal eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne teslim mi edildi?

Bu yaklaşım, aday olabilmek için bile taviz üstüne taviz verdiğimiz ve nereye gittiği belli olmayan Avrupa Birliği süreci için deniliyorsa AB ile ilişkilerin de bir daha incelenmesi gerekmez mi?

Rumlara ve tam üyesi olduğu AB'ye göre Kıbrıs'ta tek bir devlet, tek bir bayrak var; Rum yönetimi tarafından yönetilen bu devletin kuzey kesimi ise Türk askerleri tarafından işgal altında. Türk askerinin Ada'dan çekilmesinin ise anlamı açık. Tek egemenlik, tek vatandaşlık safsatasıyla KKTC yok edilecek, Türkler azınlık statüsüne indirgenecek ve Türklerin asimilasyonuna devam edilebilmesi için tarihler 40 yıl öncesine döndürülmüş olacak.

Ortadoğu'ya yakınlığı ile ABD ve Avrupa açısından, çok önemli bir durak olarak görülen Kıbrıs'ta Türk askerinin ve hatta Türk varlığının dahi istenmemesi kadar doğal bir şey yok. Dünyanın merkezinde yer alan Kıbrıs Adası, her yöne düzenlenecek harekât için doğal bir üs konumunda ve Türk askerinin varlığı bu üssü anılan güçlerin tam kapasitede kullanılabilmesinin önündeki en büyük engel. Stratejik açıdan bu kadar önemli olan Kıbrıs'ta Türkiye'nin etkinliğini günbegün kaybediyor olmasının tek sorumlusu yabancı devletler değil. Türkiye'nin Başbakanı Erdoğan Kıbrıs'ın kuzeyinde ayrı bir devlet, ayrı bir Türk Cumhuriyeti olduğunu kabul etmemekle Rumların ekmeğine yağ sürüyor. Tıpkı İngiltere'nin Rumlara "adada ayrı bir siyasi varlığın tanınmasını ya da statüsünün yükseltilmesini desteklemeyeceği" sözü vermesi gibi KKTC'nin politik varlığının ve Türkiye'ye göre "devlet" olduğu gerçeğini reddetme tutumu söz konusu. Sormak lazım; bu, Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı olmanın gereği midir?

Erdoğan, Kıbrıs'ı bir "yük" olarak görüyorsa ve bu nedenle binlerce yıl önce Anadolu topraklarından kopan Kıbrıs Adası'nı ve oradaki Türkleri bir pazarlık unsuru haline getiriyorsa, büyük yanlış içerisinde demektir. Hiç değilse, İngiltere'nin askeri üslerinin hiçbir dönemde ve hiçbir çözüm planında tartışmaya dahi açılmaması üzerinde düşünmek lazım. Hristofyas'ın Türkiye'nin garantörlüğüne gerek kalmadığı açıklaması yaptığı gün İngiltere'nin garantörlüğünü bir imza ile yeniden, bir kez daha kabul etmesinin nedenlerini düşünmek lazım.

Rumların yaptığı katliamlar, toplu mezarlar, diri diri gömülen, yatakları ile birlikte yakılan Türkler unutulabilir mi? Türk Mukavemet Teşkilatı ve Barış Harekâtı sırasında verdiğimiz şehitler unutulabilir mi?

AKP hükümetinin iktidara gelmesinden bu yana Kıbrıs devlet politikasında ciddi bir kırılma yaşandı. Avrupa Birliği sürecinde sık sık karşımıza çıkan Kıbrıs meselesinde, taviz vermekten kaçınılmıyor. Verilen tavizler ve izlenilen politikalar ise sorunu Rumların istediği türden bir çözüme doğru götürüyor. Ve "kalıcı ve adil barış" ihtimalinden günbegün uzaklaşılıyor.

Verilen ödünlerin başında AB üyesi olan "Kıbrıs Cumhuriyeti'ni" Gümrük Birliği çerçevesinde tanıdık, AİHM'in açıkladığı Loizudu kararını kabul ederek Türk askerinin "işgalci" olarak tanımlanmasını kabul ettik. Ama bunu yaparken Güney Kıbrıs'ta Türklere ait on binlerce gayri menkulün Türklere iadesi yolunda hiçbir adım atmadık. Karşı saldırıya geçmedik. 35-40 yıldır işgal edilen toprakların, gayri menkullerin Rumlar tarafından yağmalanmasına, işletilmesine seyirci kaldık. AB'nin belgelerinde KKTC'nin "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin "etkin kontrolünün sağlanamayan" bölgesi olarak yer almasına ses çıkarmadık. Dahası referandumda "evet" demeleri için baskı yaptığımız Türklere verdiğimiz "Rumlar hayır diyecek olursa, ülke ülke dolaşıp KKTC'nin tanınmasını sağlayacağız" sözünü yerine getirmek için en ufak bir gişimde dahi bulunmadık.

Bu tavizler verilirken, Türkiye içinde Kıbrıs'tan "milli dava" olarak bahseden Erdoğan, dış dünyaya ise 40 yıllık politikalarla bu işin çözülemeyeceğini, çözüm için Rumlarla Türklerin ortak bir çatı altında birleşmeleri gerektiğini söylüyor. Talat ve Erdoğan, KKTC'nin Rum egemenliğindeki "Kıbrıs Cumhuriyeti" içinde eriyip yok olacağını inatla görmeyerek kimin ya da kimlerin ekmeğine yağ sürdüklerinin farkında olmayacak politikacılar mı gerçekten?

Rum Yönetimi zaten tüm dünyaya Kıbrıs'taki tek devletin kendilerininki olduğunu kabul ettirdi. Türkiye'ye de kabul ettirip, Türk askerinin adadan çekilmesini ve 1974 öncesi koşullara geri dönülmesini sağlamaya çalışıyor. Böylece Ada'nın tamamen Rumlaştırılması planı açısından önlerinde hiçbir engel kalmayacak. Böyle bir dış politika ile de bu gelecek çok uzağımızda değil.

Bugüne kadar sahip çıktığımız Kıbrıs meselesinde hangi noktadan buralara geldiğimizi görmek için 1979 yılındaki BM Kongresine bakmak yeterli.

Rahmetli Büyükelçimiz Orhan Eralp'in GKRY tanımlamasına Rum temsilcisi Mavromatis çok kızar ve itiraz eder: "50 Birleşmiş Milletler üyesi ülke de bizi Kıbrıs cumhuriyeti olarak tanıyor. Sizin tanımamanız önemli değil" der. Orhan Eralp ise, bugünün liderlerinde mumla aradığımız bir kararlılık ve özgüvenle cevap verir:

"Kıbrıs sorunu bir aritmetik toplama işlemi değildir. Bir cebir denklemidir. Bu denklemin 'x' i de Türkiye'dir. Tüm dünya sizi tanısa bile, Türkiye sizi tanımadıkça bu denklem çözülemez. Şimdi kendinize isterseniz 'Kıbrıs Rum İmparatorluğu' bile diyebilirsiniz."

Bugün ise Rum yönetimi lideri Hristofyas Başbakan Erdoğan'ın ve KKTC Cumhurbaşkanı Talat'ın çözümünü, şu şekilde tanımlıyor: "Talat'la birlikte işgale ve anavatana bağımlılıktan kurtulma yönünde mücadele veriyoruz".

Söylenecek fazla bir şey yok. Geri dönülemeyecek bir yola doğru ilerliyoruz.

Böyle olunca da Başbakan Erdoğan'ın, emperyalizme ve ılımlı İslam'a tapan, bayrağı ve bağımsızlığı bir teferruat olarak gören liboşların da içinde bulunduğu çevreleri memnun ve mutlu edercesine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan bugüne saygın duruşunu koruyan Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile neden görüşmediği kolaylıkla anlaşılıyor.

Mustafa ÖZBEK - Türkiyem Topluluğu Sözcüsü
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

x