
Aylardır Kıbrıs’la ilgili başlıklardan biri şu:
“2009 çözüm yılı olmalı.”
Bu başlığı gördükçe mırıldanmadan edemiyorum:
“Hangi yıl çözüm yılı olmadı ki?”
Özellikle 2000’lerden beri her yıl çözüm yılı ilan edildi.
2004 yılıydı 24 Nisan’daki referandumda her şeyin netleşeceği, işin sonuna gelindiği konuşuluyordu.
Bir televizyon programında buna inanan bir akademisyen yorumcuyla karşı karşıya geldik. Benim gördüğüm kadarıyla sonuç ne çıkarsa çıksın çözüm olasılığı düşüktü.
Akademisyen arkadaş programın sonuna doğru, hafif alaysı bir üslupla şöyle dedi:
“Bu iş artık tamam. Statükocular kaybetti. Göreceksiniz önümüzdeki yıl bu vakitler Kıbrıs’ta sorun anlamında konuşulacak bir şey kalmayacak.”
Aradan 5 yıl geçti. Hâlâ gördüğüm, kördüğüm!
Çünkü Kıbrıs’ta çözüm sadece adada yaşayanların iradesine bağlı değil. Çözümden neyin anlaşıldığı da çözülmesi gereken “sorunlardan” biri! Zira ana sorun kan dökülmemesi, gerilim olmaması ise bugünkü tablo da “çözüm” olarak görülebilir.
***
2004’te çözümün önündeki “engellerin” başında Denktaş gösteriliyordu. O gitse çözüm kapıdaydı. Hemen içeri girecekti. Denktaş gitti, çözüme en denk “adam” geldi. Şimdi o adam görev süresinin sonuna yaklaşırken hâlâ “Çözüme az kaldı ama” diyor!
Ergun Balcı okulundan Erdal Güven, Talat’la kitaplık bir söyleşi yaptı. Anlaşılan o ki, Talat’ın içi çok rahat değil. Belki kafasındaki tüm muhasebeyi tamamlamadı.
Bir yandan Kosova’nın 3 yılda bağımsızlık yolunda çok ileri adımlar atmayı başardığını söylüyor. Öte yandan KKTC’yi ilan etmenin ne kadar büyük bir yanlış olduğunu vurguluyor.
Cumhurbaşkanlığı koltuğundaki dört yılın ardından özellikle Rum kesimince “yeni Denktaş” olarak ad takılmasına bozuluyor. Kim bilir bakarsınız bu yakıştırma Talat’ın kurtuluşu bile olabilir!
Cumhurbaşkanlığının ilk yıllarında Türkiye’den “kuzey komşumuz” diye söz eden Talat, 2009’da, Türkiye ve Yunanistan’ın, iki toplumdan daha büyük düşünerek hareket etmesi gerektiğini söylüyor.
***
Sözü biraz dolaştırdık, yakın geçmişten bugüne birkaç tur attık, asıl gelmek istediğimiz nokta şu:
Kıbrıs, Silivri’deki malum davanın da parçası haline getirilmek isteniyor.
İddia o ki, “Ergenekoncular” Kıbrıs gibi ulusal çıkarlara ilişkin konuları da kullanmışlar. Ne yapmışlar? Çözümün olmaması için her şeyi yapmışlar.
Sonuç ortada!
Atılan iddialara en etkili yanıtı KKTC seçmeni verdi. Derviş Eroğlu seçim öncesinde nisan ayı boyunca çok ağır suçlamalar altında bırakıldı.
Sandıktan şu çıktı:
“Kes be annem!”
Gelinen nokta, Kıbrıs gibi ulusal bir davayı asıl kimlerin kullanmak istediğini de gösteriyor.
Ankara gazeteciliğinin güncel siyasi gelişmeler dışında 10 dosyası vardır. Bu 10 dosyaya ana hatlarıyla hâkim olmadan Ankara’da gazetecilik yapılmaz. O dosyalardan biri Kıbrıs’tır.
Ben de bu bağlamda, Cüneyt Arcayürek’ten de çok şey öğrenerek Kıbrıs’la ilgili gelişmeleri haberleştirdim, yorumladım. Bu konudaki kimi bilgiler de iddianame ve eklerinde “suç unsuru” olarak mevcut!
Kıbrıs dosyası ister istemez Yunanistan dosyasıyla da bağlantılı. Yunanistan’la gerilimli olduğumuz günlerde yazdığım bir yazıyı şöyle bağladığımı anımsıyorum:
Ege’nin iki yakası bir araya gelmeden Türkiye ile Yunanistan’ın iki yakası bir araya gelmez.
Hâlâ aynı görüşteyim.
Biri silahlanma yarışında dördüncü, öteki beşinci.
Ancak gelinen noktada önce Türkiye’nin iki yakasının bir araya gelmesi gerekiyor. Bu ayrı bir yazı konusu.
Noktayı Talat’la koymak gerekirse...
Yaşam ona da çok şey öğretmiş görünüyor. Ancak özünde tabii ki değişen fazla bir şey yok.
“Talat” aynı Talat...
Tersten okusan da düzden okusan da!
ankcum@cumhuriyet.com.tr
Mustafa BALBAY, Cumhuriyet, 11 Aralık 2009