30 Haziran 2010
Kılavuzu ABD Olanın, Burnu BOP’tan Çıkmaz
İrfan Tuna
Ülkemizde kılavuzu ABD olan malum koroyu bilirsiniz.
CIA ajanlarıyla kolkola etnik ayrımcılığı körükleyen ‘bilimsel’ toplantılar düzenleyen; ABD ile elele raporlar, projeler hazırlayan onlardır.
Kimi zaman kapalı kapılar ardında ABD görevlilerine Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve ulusal varlıklarımıza sahip çıkan güçleri şikayet eden; kimi zaman ABD görevlileriyle birlikte açık açık Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve ulusal varlıklarımıza sahip çıkan güçleri darbecilikle, çetecilikle şuçlayan, tehdit eden onlardır.
Bunlara göre, tarikatlar sivil toplum örgütü; etnik kimlikler, aşiretler demokrasinin vazgeçilmez unsurudur.
Bunlara göre, Barzani başımızın tacı, ABD her derdimizin ilacıdır.
Çok satılan renkli ve leke bırakmayan gazetelerin köşeleri, çok izlendiği söylenen televizyonların ekranları, günün 24 saatinde bunların hizmetindedir.
En etkili yerlerde onları görürsünüz, en yetkili koltuklarda onları bulursunuz…
ABD ne isterse onu yaparlar, ABD neye kızarsa ona kızarlar. ABD ’’Sat’’ derse satarlar, ’’Yat’’ derse yatarlar… Hizmetleri arttıkça mevkileri; kişilikleri alçaldıkça maaşları yükselir; yalanları sivrildikçe burunları uzar.
Beyinleri Vaşington’a, cüzdanları Soros’a bağlıdır.
Proje başı çalışırlar, hiç geçim sıkıntısı çekmezler…
***
’’Askeri vesayet’’, ’’Yargı vesayeti’’, ’’Vesayet rejimi’’, ’’Vesayetçi’’… Bu sözcükler, son zamanlarda ülkemizdeki bu çevrelerden en sık duyduğumuz sözcüklerdir.
Bu Amerikancılara göre; ülkemizde bir vesayet rejimi vardır. Üzerinde asker ve yargı ağırlığı olan bu vesayet rejimi, ülkemizin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engeldir. Bu engel aşıldığında ülkemiz demokratikleşecek, özgürleşecektir…
Koskoca bir yalandır bu elbette.
Yaklaşık 70 yıldır ABD’nin yörüngesine oturtulmuş olan ülkemizde, eğer bir vesayet söz konusuysa, bu vesayetin ABD vesayetinden başka bir vesayet olmadığını; ABD’nin her dediğini yerine getirmekle ve allayıp pullayarak ülkemize kabul ettirmekle görevlendirilmiş olan bu zatı muhteremler de herkesten çok daha iyi bilmektedirler oysa.
Yapmaya çalıştıkları şey, bu tür içi boş kavramlarla ve yalanlarla, hem ülkemizdeki gerçek ABD vesayetini gözlerden uzak tutmak, hem de bu gerçek dışı ’’vesayet’’ suçlamasıyla ülkemizde ABD’ye direnen güçleri demokrasinin önünde bir engel gibi göstermektir.
***
Vesayet sözcüğü, son olarak geçtiğimiz günlerde düzenlenen Abant Toplantısı’nın da konusu olmuş.
Fethullah Gülen Hareketi’ne yakınlığıyla bilinen Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın CIA ajanlarıyla kolkola her yıl düzenlediği Abant Toplantısı’nın bu yılki ana konusu: ’’Demokrasi ve Vesayet’’ olmuş
Toplantıya katılanlardan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin toplantıda şunları söylemiş:
“Halk, Demokrat Partiye büyük bir teveccüh göstererek iktidara taşımıştı. Köylü artık inzibat dipçiğinden ve tahsildar baskısından kurtulmuş, devletle barışmıştı. Ezan yasağı kalkmıştı. Ülkede tam bir bahar havası yaşanıyordu. 1954 seçimlerinde ise Demokrat Parii 541 milletvekilinden oluşan mecliste 502 milletvekili çıkarmıştı. Bu tablo vesayetçi seçkinleri ürkütmüştü. Seçim yoluyla Demokrat Parti’yi yenemeyeceklerini anlayınca da darbe planları yapmaya başladılar. İktidarı sabote etmek ve darbenin zeminini oluşturmak için içeriden ve dışarıdan derin mihraklar harekete geçti. Her zaman olduğu gibi provokasyonlar başladı. 27 Mayıs Türkiye’de sistemin değiştirildiği ve askeri vesayetin artık fiili bir durum olmaktan çıkıp yasal hale getirildiği bir darbedir. 27 Mayıs, bütün darbelerin hem anası hem de babası olarak nitelendirilmiştir. Çünkü 27 Mayıs darbesi daha sonra yapılan 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbelerinin ve 27 Nisan gibi daha birçok müdahalenin kaynağı olmuştur. Aslında bu harekete darbe demek bile hafif kalmaktadır. Bu yüzden 27 Mayıs hakkında “Vaka’yı Şerriye” - “Demokrasi tarihimizin Kerbelası” gibi isimlendirmeler yapılmıştır...”
Sadullah Ergin’in toplantıda yaptığı konuşmanın bu bölümünü Belma Akçura’nın 26 Haziran 2010 tarihli Milliyet gazetesindeki haberinden öğreniyoruz.
http://www.milliyet.com.tr/bakan-dan-ot ... efault.htm
Bugün Adalet Bakanlığı koltuğunda oturan Sadullah Bey’in ’’ülkede tam bir bahar havası yaşanıyordu’’ dediği Demokrat Parti dönemine bir bakalım, acaba gerçekten öyle mi?
Bu dönemde; Nazım Hikmet yurttaşlıktan atıldı; ABD çıkarları için Mehmetçiğimiz Kore’ye gönderildi; komünist tevkifatlarıyla ülkemizin bağımsızlığını savunan insanlara kan kusturuldu; Demokrat Parti tarafından Vatan Cephesi kuruldu, millet cephelere bölündü, Vatan Cephesi’ne kaydını yaptıranlar devlet radyosu tarafından isim isim her gün anons edildi, kayıt yaptıranlar iş buldu, yaptırmayanlar işini kaybetti; ülkemiz NATO’ya, ülkemize Amerikan üsleri ve Amerikan derin devletinin unsurları sokuldu; Demokrat Parti, bir yandan devlet imkanlarıyla kendi ’’besleme basınını’’ alabildiğine destekledi, öte yandan muhalif gazete ve dergileri basan matbaalar üzerinde bile ağır baskılar uyguladı; dönemin başbakanı Adnan Menderes’in talimatıyla 6-7 Eylül 1955’te ülkemizdeki azınlıklara karşı provokasyonlar düzenlendi; üniversiteler ve yargı baskı altına alınmaya çalışıldı; artan öğrenci eylemlerine karşı silah kullanıldı, öğrenciler katledildi; Tahkikat Komisyonları kuruldu ülke açık bir faşizme sürüklenmek istendi…
Evet, Amerikancı Demokrat Parti, işte böyle bir ‘Bahar Havası’ estirdi ülkemizde…
Peki Sadullah Bey’in “Demokrasi tarihimizin Kerbelası” olarak değerlendirdiği ve Sadullah Bey’le benzer değerlendirmeler yapan çevrelerin Amerikancı 12 Mart Muhtırası’yla ve 12 Eylül faşist darbesiyle aynı kefeye koyduğu, ordu-millet işbirliğiyle gerçekleşen 27 Mayıs Devrimi’nde ne olmuştur?
Demokrat Parti’nin ülkeyi açık biçimde sürüklediği faşist gidişe ’’dur’’ dendi; ülkemize örgütlenme ve ifade özgürlüğünün önünü açan, yargı bağımsızlığını güvence altına alan ileri demokratik bir anayasa kazandırıldı.
27 Mayıs’ın ülkemize kazandırdığı ifade ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırmak için yapılan 12 Mart ve 12 Eylül’ü, 27 Mayıs’la aynı kefeye koymak bilgisizliğin de ötesinde bir kasıt taşıyor elbette…
Aynı toplantıda konuşan Kırıkkale Valisi Cengiz Aydoğdu ise, harf devrimini işaret ederek ’’Türkiye 1920’li yıllarda hafızasını kaybetti’’ demiş ve ’’DP’nin 1950’de iktidara geldiğinde CHP’yi kapatıp, İnönü’yü de tarihteki huzurlu yere göndermemiş olması en büyük talihsizliktir’’ diye buyurmuş.
***
Yaşadığı dönemde ’’Bu ülkede namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalı’’ sözleriyle tarihe geçen İsmet İnönü, günümüzde ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne büyük bir cesaretle hizmet eden insanları görseydi, ’’Kılavuzu ABD olanın burnu BOP’tan çıkmaz!’’ derdi her halde.