KILIÇ VE KALKAN
Suriye’nin kuzeyine yönelik askerî harekât yine bir dizi tartışmayı beraberinde getirdi.
Hem de, ya yanında veya karşısında olup olmamak gibi iki uç nokta var.
Gurvitch niye Toplumsal Bilimler Üst Araştırmalar Okulu’nun kapısına “bu kapıdan diyalektik bilmeyen giremez” diye yazdırmış?
Eğer, ‘diyalektik’ bilinmiyorsa ‘derin düşünme’ yapılamaz da ondan..
Oysa ‘derin incelemeler’ şöyle dursun, Henri Lefebvre’in ‘Günlük Yaşamın Eleştirisi’nde dediği gibi, ‘günlük yaşam’ın kendisi ‘diyalektik’ olmadan anlaşılamaz.
‘Eleştiri’ de denilebilir.
Eşelemek, neden, niçin ve nasılını anlamaya çalışmak.
Ne ki, güzel ülkemizin ‘saf’ insanlarının, en küçüğünden büyüğüne ve en alçağından en yükseğine değin, eleştiri denildiğinde saç telleri diken diken olur.
Az mürekkep yalamışları da ‘eleştiriye açık’ olmayı uluorta dillendirmekten çekinmezler ama kesinlikle eleştirilmeye de dayanmazlar.
Bu ‘açış’tan sonra, şu ‘Fırat Kalkanı’ harekâtına bakabiliriz.
‘İyi mi kötü mü olduğu’, ‘Zamanlaması’, ‘Kurgusu’, ‘amacı’ eleştirilmeyip de ‘hakkımıza hayırlısı’ denilemeyeceğine göre, bir ucundan tutatrak konuyu ele alabiliriz.
Adı bile ‘yanlış’
‘Fırat Kalkanı’ adı bile yanlış.
Eğer bir ‘kalkan’, bir ‘koruma’ sözkonusu ise, niye Fırat nehrimizle sınırlı.
Oysa güney sınırlarımıza bir ‘kalkan’ konulacaksa Asi Nehri’nden Zap suyuna kadar tam 1300 km’lik bir sınırımız var.
Fırat’ın doğusu ve batısı ne demek?
Dicle’nin doğusu ve batısı çok mu güvenli?
Demek ki, ‘Fırat Kalkanı’ adı, çok yanlış değilse bile eksik ve o nedenle de ‘doyurucu değil’..
Zamanlaması
Zamanlaması da, onca uzmanın dediği üzere, ‘geç kalınmış’ olduğu için ‘tam yerinde’ değil.
‘Hangi koşullar’ın olgunlaşması için beklenilmiş bugüne değin?
Bilen varsa beri gelsin.
Tersine hep koşulların bozulması için uğraşılmış; Türkiye yıllarca, en azından 5-6 yıl boyunca ‘aptalca’ davranmış; ülkeye saymakla bitmeyen zararlar açıldıktan sonra, nasıl ‘tam zamanında’ herekete geçilmiş olunabilir?
Demek ki, ‘zamanlama’ konusu da ‘beğenilecek’ bir konumdan uzaktır.
Biçimi iğrenç
Şimdi bu ‘harekât’ Türk Ordusu’nun bir harekâtı mıdır?
Eğer öyleyse Türk subayları nasıl olur da ‘çapulcu takımı’yla birlikte olurlar?
Yok o ‘çapulcular’ Türk subaylarının ‘Eğitip donattıkları’ askerler iseler, o nasıl ‘eğitim’ ve ‘donatım’?
Herifin ayağında bir ‘postal’ bile yok.
Kararı bozuk
Bu ‘harekât kararı’nı kim aldı?
‘Meclis kararı’ olmadan nasıl bir başka ülkeye girilebilmiştir?
Önceki ‘tezkere’lerde böyle bir ‘harekât kapsamı’ var mı yok mu?
Suriye’ye ‘bilgi vermek’ yeterli midir?
Haydi bilgi verildi diyelim, bundan sonraki aşamalarda ‘Suriye Ordusu’yla işbirliği yapılacak mı yapılmayacak mı?
Görülduğü gibi, neresinden bakılsa ‘elimizde kalacak’ bir ‘kalkan operasyonu’ yapılmaktadır.
Ancak ve ne var ki, bütün bu olumsuzluklarına karşın, bu ‘harekât’tan çok olumlu sonuçlar da alınabilir.
Dünya dengesi
Her şey bir yana, eğer bu harekât ‘doğru’ ya da ‘yanlış’, şu ya da bu biçimde sürdürülecek olursa ‘dünya dengesi’ni altüst edebilecek bir nitelik alabilir.
Ne var ki, bunun için Türkiye’nin öncelikle ‘zıvanadan çıkmış’ Devlet’ini tez elden düzene sokması da gerekmektedir.
Oysa yürürlükteki yönetim ‘tam tersi’ bir yol izlemektedir.
Nasıl ‘püskürtülmüş darbe’, Devlet’in bilinen ‘dava’ doğrultusunda ‘yeniden yapılandırılması’ için kullanılıyorsa, ‘Fırat Kalkanı’nın da, bu uğurda yeni bir ‘kalkan’ olarak kullanılmaması için hiçbir neden yoktur.
Dünya ise ‘yeniden biçimlenmekte’.
Ve Türkiye’nin bu yeniden biçimlenişte, stratejik, jeostratejik, ekonomik, toplumsal, filozofik, psikolojik, teknik ve ne kadar ‘cek-cik’ ile ‘nik’ varsa o kadar ‘nik’ yapma gizilgücü (potansiyel) var.
Bu gizilgüç var olmasına var ama, günyüzüne çıkması için de tam kendi ağırlığı kadar bir ‘karşıgücü’ var.
Türkiye’de en belirgin biçimde son onbeş yılda uygulamaya konulan ‘karşı-devrim’e ara mı verilecek?
Yoksa aktörleri mi değişecek?
Aktörlerin amaç ve hedefleri mi değişecek?
Evet çok şey değişecek..
Türkiye eylemi ‘doğru’ koymamıştır ama, ‘eylemin öğreticiliği’ de var..
Bir ‘musibet’ bin ‘nasihat’tan etkin olacak.
Ve Türkiye, ‘Fırat Kalkanı’ndan çok şey öğrenecek, velev ki harekâtın içinde ve dışında olanlar ayırdında olmadan içine dalmış olsunlar.
‘Orijinalliğin âlâsı’
Bir yazımı ‘orijinal olma’ hevesine bağlayanlar için, orijinalliğimin âlâsı konusunda bir örnek vermenin tam yeridir.
Bendeniz, ‘püskürtülmüş darbe’ olsa da olmasa da, Rusya’yla küsüp barışma olsa da olmasa da, Amerika’ya kızılıp kızılmasa da, Suriye’nin kuzeyinde bir ‘koridor girişimi’ olsa da olmasa da, Akçakale’ye top mermisi düşse de düşmese de Türkiye’nin güney sınırlarını aşan bir ‘operasyon’a gireceğini, sekiz yıldan buyana gören ve bu görüşü çeşitli yazılarında dillendiren biriyim.
Bu bakımdan ‘orijinal’imdir.
Değil yetmiş milyon, yedi milyarda bir olarak kalsam da, böylesi bir ‘harekât’ın olabileceğini yazılarımda dillendirmekten çekinmedim.
Bunun için ‘istiareye yatmak’ yerine, ‘dünya ekonomisi’ni okumaya çalıştığımı söylemeliyim.
Eğer Türkiye büyüklüğünde bir ‘ekonomi’, triliyona yakın borca batmış ve kısa dönemde 250 milyar dolar gibi vadesi gelmiş bir ‘dış borç’ yükü altında ise ve kasasında 25 kuruşu yoksa, Suriye olmazsa Irak’a, Irak olmazsa İran’a, o da olmazsa başka bir komşusuna ‘savaş açmak zorunda’ kalacak demektir.
Komşu bulamazsa Uganda’ya ya da Tanzanya da olabilir...
Benzetmek gibi olmasın ama, ABD de dünyanın en ‘borçlu’ ülkesi olup en saldırgan ülkesidir.
Bu savı, ekonomi profesörlerinin üzerinde düşünmeleri için onlara bırakarak, dünyanın ‘yeni dengesi’ne dönecek olursak, denilebilir ki;
Türkiye’nin Suriye’de Amerikanın ‘plan’larını bozacak biçimde ‘harekât’a başlaması ve kısa dönemde Amerikan ‘dümen suyu’na geri dönmemesi çok daha büyük bir ‘Savaş’a yol açacaktır.
İşte, Türkiye’de ‘Devlet’in bilinen ‘dava’ yolunda değil ama, 80 milyon ve hatta bütün insanlığın iyiliği doğrultusunda ‘yeniden yapılandırılması’ bu nedenle ivedi ve zorunludur.
Yazıyı uzatmamak için, bu ‘yeniden yapılandırma’nın ‘çok yeni’ olmasına gerek olmadığını belirterek bitirmek isterim:
O ‘eski ve köhne’ KİT’lere yeniden dönülmelidir; az imam ve imam hatip lisesi ama ‘kara önlüklü’ çok okul yapılmalıdır; üniversite diye dikilen binaların ‘meslekî yüksek okullara’ dönüştürülmesi ve beş altı büyük il dışında ‘üniversite’ diye bir kurumun kalmaması sağlanmalıdır; proje bazında artık herhangi bir ‘büyük proje’ye girişilmemeli ve Sivas’ın batısında ‘yatırım yapmak yasaklanmalıdır’; bankaların tümü devletleştirilmeli ve direnenlerin Türkiye’deki tüm faaliyetleri yasaklanmalıdır; 1000 €’nun dışında nakit döviz ile 10 bin TL’den büyük nakit taşınması yasaklanmalıdır; özelleştirilen tüm kurum ve kuruluşlar amaçları doğrultusunda kullanılmıyor ya da öncekinden daha verimli çalıştırılamıyorsa satış bedeli üzerinden geri alınmalıdır; 100 binden fazla nufüsu olan tüm yerleşim birimlerinde ‘yeni konut’ yasaklanmalı sadece onarımlara izin verilmelidir; kent kahvelerine sığınmış köylü ya da değil tüm genç ve orta yaşlıların köylere yerleşmesi için gerekli teşvikler verilmelidir vb vb.
Peki bunlar AKP hükûmetlerinin yapabileceği işlerden midir?
Eşyanın doğasına aykırı olur, değil mi ama?
İşte bu eleştirdiğimiz ve yanlışlıklarına dikkat çektiğimiz ‘Fırat Kalkanı Harekâtı’ ele avuca gelen bir ‘başarı’ göstermese bile AKP’nin ‘doğası’nda derin bir değişime yol açacaktır.
Yani artık hiçbirşey ‘Fırat Kalkanı’ndan önceki gibi olmayacak.
Habip Hamza Erdem