Kılıçdaroğlu’nun Çizdiği Resim
Kemal Kılıçdaroğlu için 3 Nisan 2009’da Bıçak Sırtı köşemde, “Gandi Kemal’e Selam” başlıklı bir yazı yazmışım. Yazıda şöyle bir cümle var: “Hatırlayalım, Kemal Kılıçdaroğlu hangi görüşleri savundu? Sosyal devleti, kamusal yararı ve makro (bütüncül) iktisadi ve sosyal politikaları. Solcu, toplumcu, halkçı öğeleri çağrıştıran gerçekleri vurguladı. Ona Gandi Kemal adı bunun için takıldı…”
Kılıçdaroğlu genel başkan seçildiği 22 Mayıs 2010 tarihli kurultay konuşmasında benzer görüşlere yer verdi. Konuşmasının bazı bölümleri CHP için oldukça farklı bir kimlik tanımladı. Bu tanımlama bazı özellikler taşımakta ve CHP’de yenilikleri içermekle birlikte, kuşkusuz “bütünleşmiş” (entegre) bir program değildi.
Kendi penceresinden CHP’yi yeniden yorumlamaya çalışan bazı nitelikler taşıyordu. Bütüncül olabilmesi için partinin yetkili organlarının hazırlayıp onayladığı kapsamlı bir program olması gerekirdi.
Kılıçdaroğlu’nun yaptığı sadece, genel başkanlığın tek adayı olarak kurultay üyelerine, kendi kimliğini ve bakış açısını yansıtan düşüncelerini sunmaktan ibaretti. Ama yine de geniş kapsamlı (ve felsefi) bir sosyo-ekonomik bakış açısını içeriyordu. Ayrıca oldukça cesur ve iddialıydı. “Acaba fincancı katırlarını ürkütür müyüm” korkularını içermeyen medeni cesarete sahipti ve aynı zamanda fazlasıyla içten bir konuşmaydı.
Toplumsal terazide, “kendi tarafını açıkça ortaya koyma iradesini içeriyordu”.
Göze çarpanlar
Bazı göze çarpan özellikler şunlar oldu:
1) Çalışandan ve yoksuldan yana net bir tavır ortaya koydu. Onun önceliği işçi, köylü, memur ve esnafın sorunlarını çözmekti. Pastanın paylaşımı ve işsizlik bu konuda iki odak noktasını oluşturdu.
2) Sosyal devletin gerekliliğini öne çıkardı. Devletin azgelişmiş yörelerde yatırımları arttırmasını istiyordu. Ayrıca çalışanların sosyal haklarının genişletilmesi gerektiğini ısrarla savundu. Bir anlamda, sosyal piyasa ekonomisi üzerinde egzersizler yaptı.
3) Demokrasi alanında ise adını koymadan, “katılımcı demokratik gelişmeyi ısrarla savunduğunu gördük”. Parti içi demokrasiden barajın yüzde 10’un altına çekilmesine; örgütlü demokrasiden çağdaş hukuk devletine kadar geniş bir yelpazede ısrarlı gözüktü.
4) Uluslararası ilişkilerde fazla bir değerlendirme yapmamasına karşın Avrupa Birliği konusunda, “AB’nin çifte standardına karşı çıktı”. “Başka adaylara yaptığı gibi bize kesin bir üyelik tarihi versin, oyalayarak bizi istismar etmesin” diyordu.
Yeni genel başkan ana hatları ile şunu söylüyor:
- Türkiye’de büyük bölüşüm ve işsizlik sorunları var. Her şeyden önce bunları halletmek gerekir.
- Demokrasinin gelişmesi için tabana yayılmak ve örgütlü demokrasinin yollarını açmak zorundayız.
- Ülkede hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmeliyiz.
Öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu işe CHP’den başlamak zorunda; kadroların gençleşmesi, gençliğin ve kadınların yeniden devreye sokulması, faaliyetlerin tabana yayılması ve tabii parti içi demokrasinin işletilmesi.
Parti içi demokrasi sağlanamazsa ülkede katılımcı demokrasi nasıl elde edilebilir ki? Kemal Kılıçdaroğlu meseleyi kavramış, şimdi iş bunun uygulamaya sokulmasında, yani en zor yanında…
Erol MANİSALI, 24 Mayıs 2010
Bizden Birinin Karizması…
Karizma, özellikle bizde “erişilmez, sorgulanmaz, büyüleyici, sürükleyici etki” anlamını taşır.
Bu nedenle de “içimizden biri” tipi, çoğu zaman “ama karizmatik değil” diye nitelenir.
Futbolda Fatih Terim-Şenol Güneş kıyaslaması böyle yapılmıştı.
Politikada da bu kıyaslamalar yapılır.
Ancak CHP’de Bülent Ecevit “Karaoğlan” yakıştırması ile değişik bir siyasal portre olmuştu.
Erdal İnönü de kişiliği ile alçakgönüllü, sakin, ılımlı bir etkileme gücü göstermişti.
Deniz Baykal ile CHP gene klasik karizmatik liderle yönetildi.
Yetkin, enerjik, güçlü, ulaşılmaz, erişilmez, eleştirilmez lider.
Ama Deniz Baykal toplumu sürükleyemedi.
Etkileme gücü de kendi grubuyla sınırlı kaldı.
Bu durumu fark etti mi, fark etti ise kabul etti mi, bilemiyoruz.
Aslında AKP için kolay bir muhalefet lideri oldu.
Halka ulaşamadığı için de sınırlı etkisiyle AKP rahat hareket edebildi.
Şimdi “bizden biri”nin karizmasını görüyoruz.
Sakin, biraz mahcup, sıcak gülüşlü, içtenlikli, dosya adamı görünümlü bir lider.
Ama Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’yi en can alıcı noktadan vuruyor: Yolsuzluklar.
Yolsuzluklar, akrabaları zengin etme, yakınları kollayıp servet sahibi yapma, cemaati kollama, geri kalanları horlama, aşağılama, azarlama, küçümseme.
Toplum bunları görüyor hem de çok iyi görüyor.
Ama “dindarlık, Müslümanlık, iman, ibadet” ekseninde bütün bunlar örtülüyor.
Zonguldak’ta, kömür ocağında otuz kişinin can vermesi, Başbakan’a göre “kader”.
“Kader”, bu iktidarın cankurtaranı.
Grizu felaketi kader.
Sel basması “kader.”
Deprem “kader.”
Hızlı tren kazası “kader.”
İşsizlik “kader.”
Trafik kazaları “kader.”
Bu iktidarın başımıza gelmesi “kader.”
Oysa hiçbiri kader değil.
Görevi ihmal, aymazlık, körlük, bilimi tekniği inkâr, cehalet, adam kayırma, işi ehline vermeme.
Hepsi de suç olan etkenlerin sonucunda doğan felaketler elbette “kader değil”.
Günün görevi budur: Bunların kader olmadığını halka anlatmak.
Bağırmak, çağırmak, mimiklerle, jestlerle konuşmak değil.
Usul usul, sakin sakin anlatmak.
Halk anlar mı?
Halk, hem de çok iyi anlar.
Hak verir mi?
Elbette hak verir.
Oturur düşünür mü?
Hem de çok iyi düşünür.
Hem düşünür hem konuşur.
Birbiriyle konuşur.
Kahvelerde, yollarda, şurda burda konuşur.
Konuşurken de düşünür.
Doğrusu nedir, yanlışı nedir diye düşünür.
Bütün sorun, halkı düşündürtmekten geçer.
Bütün sorun halkın korkularını yenmekten geçer.
Bütün sorun halka anlatabilmekten geçer.
Bütün sorun halkı adam yerine koymaktan geçer.
O zaman halk kimin ne oyunlar çevirdiğini, kimin onu düşündüğünü anlar.
“Bu halk anlamaz” diyenler yanılıyorlar, hep de yanılmışlardır.
Bu halk çok iyi anlar.
Yeter ki sen anlatmasını bilesin.
Şimdi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun nasıl anlattığı görülecektir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu büyük bir gönül rahatlığı ile destekliyorum.
“Bizden biri”nin karizmasının ne olduğu çok iyi görülecektir.
Bağırmadan, çağırmadan, aldatmadan, kandırmadan halka nasıl ulaşılırmış, görülecektir.
Yeter ki biz akıllıca, sakince doğru yapılanları desteklemeyi bilelim.
Artık görev hepimizindir.
Erdal ATABEK, 24 Mayıs 2010
Burası Türkiye Recep Bey! Burada Kemaller Asla Tükenmez!
Sayın Recep Bey…
2002-2010: Tam 8 senedir AKP iktidarda ve siz başbakansınız…
Yüzde 47 gibi rekor bir oyla iktidara gelmişsiniz…
Tarikat desteklisiniz..
Sermaye desteklisiniz….
Yandaş basın desteklisiniz…
ABD desteklisiniz…
Din sömürüsü desteklisiniz…
“One Minute” desteklisiniz…
AB desteklisiniz… Kısacası iktidarda kalmak için “desteklisiniz”…
Değiştim dediniz!. Ama hepimiz biliyoruz ki aslında hiç de değişmediiniz!
Eskiden demokrasi sizin için araçtı, şimdi de öyle!
Eskiden “hem laik hem Müslüman olunmaz derdiniz, şimdi de bu düşüncedesiniz!”
Eskiden şeriat devleti özlemi içindeydiniz, çağdaş cumhuriyetle ve Atatürk’le kavgalaydınız, şimdi de öylesiniz!
Eskiden, yüzünüzü hep doğuya dönmekten yanaydınız, görüyoruz şimdi de öylesiniz!
Eskiden Arap severdiniz, şimdi de öylesiniz!
Eskiden “Türk” sözünü kullanmazdınız, şimdi de öylesiniz!
İtiraf edin… Siz aslında hiç değişmediniz…
Bir taraftan halkçı görünürken, gece kondu da iftar açarken, seçim önceleri varoş ziyaretleri yaparken, konuşmalarınızda “hamdolsun” derken, kıldığınız namazları halkın gözünün içine sokarken halkçı görünüdünüz, ama diğer taraftan öfkelendiğinizde aslında hiç de halkçı olmadığınızı gözler önüne serdiniz:
Halka: “Ananı da al git” dediniz…
Şehitlere “Kelle”, Bölücübaşına “Sayın” dediniz….
Hızınızı alamadınız, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediniz…
Yetmedi, ölen maden işçilerinin acılı yakınlarının gözlerinin içine bakarak, “Kader” dediniz….
Dahası, oğlunuza gemicik, karınıza hastane, yakınlarınza villalar kazandırdınız…. Yetmedi kişisel servetinize servet kattınız….
Kürsüye çıktığınızda, bağıra, çağıra, haklı olduğunuzu anlatmaya çalıştınız….
Bu ceval tavrınız size oy da getirdi…. Ama ölçüyü kaçırdınız….
İtiraf edin! Gelecek seçimlerdeki hedefiniz, hayatınızın amacı olan KARŞI DEVRİMİ gerçekleştirecek son hamleyi yapmaktı:
Şimdiye kadar:
Babalar gibi sattınız!
Üretimi bitirdiniz!
Çiftçiyi, esnafı tükettiniz…
Yüzde 47′ye güvenerek sizin gibi düşünmeyen çoğunluğu ezdiniz!
TRT’yi ele geçirdiniz…
Basını ele geçirdiniz…
Üniversiteleri ele geçirdiniz…
Cumhurbaşkanlığını ele geçirdiniz…
Sivil toplum kuruluşlarına darebe vurdunuz…
İşçileri perişan ettiniz…
Size direnen iki temel kurum; CHP ve Anayasa Mahkemesi’ni de ele geçirmek için ANAYASA’yı değiştirmeye kalktınız…. İtiraf edin, amacınız “daha demokratik bir anayasa” değil, daha AKP’ci bir anayasa yapmaktı….
Bu son hamlenizdi… Anayasa değişkliğiyle bilinç altınızdaki KARŞI DEVRİM projesinin önünedeki en önemli iki engeli de ortadan kaldırarak hedefinize ulaşmayı umuyordunuz….
Ama KADER işte….
Nasıl da değişti herşey bir haftada…
Bir kaset…
Bir istifa…
ve bir KEMAL….
BURASI TÜRKİYE…. İMKANSIZ ZAFERLERİN ÜLKESİ TÜRKİYE….
Tam “İşte oldu!” dediğiniz sırada nasıl da tepetaklak oldunuz Sayın Recep Bey….
Kadere bakın ki aylardan yine MAYIS, günlerden yine 19…
Kadere bakın ki, uykularınız kaçıran adamın adı yine KEMAL…
NE diyelim KADER işte!…
Burası Türkiye Recep Bey…. Burada KEMALLER asla tükenmez!…
Sinan MEYDAN, 24 Mayıs 2010