Yıllar önce köyün birinde yalancı bir çoban varmış. Sabah topladığı koyunları akşama kadar güder, sonra sürüyü köye getirip sahiplerine teslim edermiş. Bir gün can sıkıntısından köylülere şaka yapmak istemiş. Ne yapsam da bu köylüleri kandırırken eğlensem diye düşünmüş. Aklına gelen fikirle arsızca gülmüş. Dağın yamaçlarından köye doğru koşup:
-Yetişin sürüye kurtlar saldırdı. Koyunları parçalıyor! diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamış.
*
Çobanı duyan tüfeğini, baltasını kapıp, sürüyü kurtların saldırısından kurtarmak için dağa koşturmuş. Çoban da onların peşinde... Sürünün otladığı yere gelenler görmüşler ki, ortada ne kurt var ne de parçalanmış koyun. Çoban da bir ağacın altında uzanmış onları izliyor. Çobana kızmışlar, yaptığının eşek şakası olduğunu söyleyip geri dönmüşler.
*
Aradan bir süre geçince "Dur yine şu köylülere bir oyun yapayım" demiş çoban. Tekrar:
-İmdat! İmdat koşun, kurt geldi kurt, koyunlara saldırıyor. Koşun! diye var gücüyle bağırmaya başlamış.
Köylüler geçen yalan söyledi ama bu kez doğru olabilir diyerek yine çobana yardıma koşmuşlar. Sürünün yanına varınca yine kandırıldıklarını anlamışlar. Çobana bir güzel kızıp köye dönmüşler.
*
Yine bir gün bizim çobanın canı sıkılmış. Tekrar koyunları olduğu yerde bırakarak köye doğru koşmaya başlamış. Bir taraftan koşuyor, bir taraftan da bağırıyormuş:
-İmdat! İmdat!.. Koşun, kurtlar geldi, koyunlara saldırıyor!
Bu sefer köylüler oralı olmamışlar.
Çoban bağıra bağıra köye girince başına toplanmışlar.
Çoban:
-Neden gelmiyorsunuz? diye sorunca köylüler:
-Hayır, biz inanmıyoruz sana. Yine yalan söylüyorsun, demişler.
Çoban yeminler etmiş:
-Gelin kendi gözlerinizle görün. Kurt geldi, eğer yetişmezseniz bütün koyunları parçalayacak, demiş.
"Eh" demiş köylüler, sonuçta mal canın yongası. Ya doğrusuysa diye "Tamam, bir kere daha bakalım" demişler.
Varmışlar sürünün yanına. Birde ne görsünler ortada yine kurt yok. Çoban yine hepsini kandırmış.
Bu sefer bir temiz dövmüşler bizim çobanı.
*
Aradan epey bir zaman geçmiş. Bizim çoban dağda bayırda yine her zamanki gibi koyunlarını otlatmaya devam ediyormuş.
Nihayet gerçekten sürüye kurtlar saldırmış. Çoban bağırmaya başlamış, kurtların sürüyü mahvettiğini anlatmaya çalışmış ama köyden kimse çobanın bu çağrısına aldırmamış.
Son pişmanlık neye yarar... Kurtlar sürüyü telef etmiş.
Köylü koyunlarından, çoban işinden ve köyünden olmuş.
*
Hepiniz bilirsiniz bu ibretlik hikâyeyi.
6. yüzyılda yaşamış Ezop tarafından derlenmiştir.
*
Peki bu hikâyeyi neden anlattım?
Malûmunuz Marmara Denizi müsilaj problemiyle boğuşuyor. Mart ayından bu yana giderek yayılan, balıkçılık faaliyetlerini durduran ve halkta tedirginliğe yol açan deniz salyası ile ilgili tartışmalar bana yukarıdaki hikâyeyi hatırlattı da ondan.
*
Bakın izah edeyim.
Artarak devam eden bu problemle ilgili yetkililer çeşitli açıklamalar yaptı. Kimi yerinde konuşuyordu, kimi de konuyla alâkasızdı. Tartışmayı başlatan Ulaştırma Bakanı'nın "Kanal İstanbul, deniz salyasını bitirecek." sözleri oldu. Hiçbir ilmî dayanağı olmayan bu açıklamaya Gökhan Özoğuz, twitter hesabından "Hayatımızda ilk defa 'Denizsalyası diye birşey duyduk. Bu salya noldu da bir anda çıktı ortaya da ' Kanalİstanbul bunun ilacı denmeye başlandı?
Bu boğazda yalandan gemiyi karaya çarptırıp, gördün mü bak boğazdan gemi kaza yapıyo filmiyle aynı gibi bir şey mi yine?
Yalanınız batsın." ifadesiyle cevap verdi.
*
Dananın kuyruğu da burada koptu işte!
Akabinde Özoğuz eleştiri bombardımanına tutuldu. Tartışmalar halen sürerken Özoğuz kendini "Sevgili dostlar, sevgili lağım medya ve mensupları, sevgili bir takım gazeteci ve Sayın Bakanlar. Gidip mantık dışı açıklamalarla 'Denizsalyasının şifasını 'Kanalİstanbul'a bağlarsanız böyle yorum yapılır. Bilimsel bir kanıtı var mı?
Sarfetmiş olduğunuz nahoş sözler iadedir." sözleriyle savundu. (Özoğuz'un twitlerini aynen aldım imlalara dokunmadım.)
*
Şimdi doğruya doğru dersek, AKP'li yetkililerin millet nezdinde inandırıcılığı hızla eriyor. Zira bilimsel olmayan açıklamaları, hemen her şeyden alâkasız bir şekilde muhalefeti sorumlu tutmaları, söyledikleri her sözün doğruluğunu sorgulatıyor.
Yerli otomobil yapıyoruz, yerli uçağımız göklerde diye seçim afişleri bastırdılar henüz gören yok!
*
Aşı tartışmalarında da yaşandı bu durum. Defalarca yerli aşı için takvim verildi, verdikleri zaman geldiğinde de yine başka bir tarih verildi.
Yerlisini üretemedik... Hadi bunu geçelim, gelişmiş ülkeler nüfusunun yarısına ilk dozu yapmışken biz parasını verip var olan aşıyı getiremedik.
*
Bütün ülkeler, çeşitlilik yaratıp farklı firmalarla aşı antlaşmaları yaparken, bizimkiler toptancı kafasıyla gittiler bir tek Sinovac'ın peşine düştüler.
E muhtemelen tüm vatandaşlarımız için sizden alıyoruz diye de fiyat kırdırdılar.
Çinli firma tutup bize indirimli sattığı aşıları, parasını peşin ve yüksek fiyata sattığı ülkelere gönderince boşa düştük.
Hatırlayın, defalarca tarih verip aşı geliyor dediler.
Sonuç hep hüsran olmadı mı?
*
İnandırıcılıklarını kaybettiklerini kendileri de biliyor artık.
Zira Alman aşısı aldık şu tarihte geliyor, dediler.
Millet kuşkuyla acaba falan derken, Biontech'in kurucusunu ekrana çıkardılar. Uğur Şahin, Türkiye'ye toplamda 120 milyon doz aşı gönderileceğini duyurunca millet ikna oldu.
Ne kadar acı değil mi?
Uzatmayayım AK Partili yöneticilerin inandırıcılıkları konusunda öz eleştirilerini yapıp neden bu duruma düştük diye ciddi ciddi düşünmeleri gerek. Akılla, bilimle bağdaşmayan, uçuk kaçık beyanlardan kaçınmaları şart.
Keza artık yiyen yok!..