KRİZ : VAR MI YOK MU ?
Burhan Felek’in kulakları çınlasın!
Tabii bizi duyup görebiliyorsa hâlâ..
Pazar günleri ‘Recep’in Kahvesi’ diye yazılar yazardı.
Bizim Dr Recep’in kahvesi yani ‘kahvehanesi’ni göremeden gitti.
Bu kahvehane onun bıraktığı ‘Tüm Türkiye’ oldu şimdilerde.
Bütün gazete ve televizyonlar Dr Recep ‘Kriz var’ dedi mi demedi miyi haber yapıyorlar.
Koca koca adamlar da, ‘ha geldi ha gelecek’ ya da ‘ha geçti ha geçecek’ biçiminde yorumlar yapmıyorlar mı; güler misin ağlar mısın?
Kriz dedikleri de ‘ekonomik bunalım’.
Bir ara ‘Borsa indi, borsa çıktı’ edebiyatı vardı.
Sonra tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan sorusunun, tıp demiş burnundan düşmüş bir ‘faiz mi enflasyon mu’ edebiyatı sürdürülür oldu.
Hiç bir şey bilmiyorsanız, dünyanın diğer taraflarında kimler ne konuşup ne yazıyor ona bakın, değil mi ama?
Gittikleri yer Antep yedikleri üzüm pekmezi derler bizim oralarda.
O koca koca ekonomistler filan, şöyle yapılsaydı böyle olmazdı diye laflar etmiyorlar mı, cici gibi çatlayasım geliyor.
Efendim, başını gözünü oynatma, ne söyleyeceksen söyle biz de bilelim diyorsanız söyleyeyim.
Bu ‘Bunalım’, yani ‘ekonomik bunalım’, 2008’de başladı.
İkibinli yılların başı diyelim.
Kapitalizmin, 3/7, 7/15, 16/25 ve 47/60 yıllık süreçlerine ‘ekonomik çevrim’ deniyor.
Bu çevrimlerin ilkine kısa dönemli ya da ‘iş çevrimi’; ikincisine orta dönemli ya da ‘Juglar’, üçüncüsüne yatırım dönemi ya da Kuznets, sonuncusuna da uzun çevrim ya da ‘Kontradief’ çevrimi deniyor.
Elli kez yazmışımdır, ellibirincisi olsun.
Kapitalizmin, İkinci Dünya Savaşından sonra otuz yıllık bir gönenç dönemi (trente glorieuse)oldu.
1970’lerin başında bu dönem bitti.
Ardından o bizim ’24 Ocak Kararları’mız ve ‘Kenanizm’ler, 90’lı yılların bunalımları, neydi o ‘Yazar Kasa Bunalım’ları falan, hep şu ‘uzun dönemli çevrim’in ‘cilveleri’ idiler.
Salt Türkiye’ye özgü de değillerdi.
Hepsi de ‘Dünya Ekonomisi’nin Türkiye’deki yansımaları idiler.
Bir parantez açarak, Türkiye’de ‘Adam gibi hükûmetler’ olsa idi, bu yansımaların daha az ‘etkin’ olabileceğini belirtelim.
Ancak ve ne var ki, ‘Adam gibi hükûmetler’ olmayınca, hem dış etkiler fazlalaştı ve hem de içteki ‘virüs’ daha bir canlandı.
Bu virüs, Kubilay’ı katleden, Taylan Özgür’ü kurşunlayan, yetmişlerde ‘koca bir kuşağı’ kuşa çeviren ve bugün faşizmin dik âlâsını hem Türkiye’ye ve hem de komşularına yaşatan virüstür.
‘Ekonomi’ye dönersek, içinde bulunduğumuz bunalımın kapitalizmin ‘uzun dönemli çevrim’in dibe vurmakta olduğu bunalım olduğunu söyleyebiliriz.
Ve bugün, dünya genelinde, ekonomiden anlayan herkes, ‘Kapitalizmin onulmaz bunalım’a sürüklendiğini yazıp/çizmektedir.
Artık dünyanın önde gelen ‘sermayedar’ları bile, 1929 Bunalım’ından daha ‘derin’ bir bunalıma sürüklenildiğini görüyor ve dillendiriyorlar.
Ne ki yapacakları bir şey de yok.
İstedikleri ülkede istedikleri ‘kukla’yı, bakan, başbakan ve başkan yapabiliyorlar ama ‘bunalım’a çare üretemiyorlar.
Çünkü ‘ekonominin yasaları’ insan istencinin dışında çalışıyor.
O nedenle ancak ve sadece ‘yandım Allah’ ya da ne yapalım ‘battık’ denilebiliyor.
Şimdi, burada, kalkıp, ‘ekonomik yasaları’ insan ‘istenci’ne bağlamak üzerine yorum yapmanın gereği yok.
Zaten anlayanın olabileceğini sanmam.
Ancak, aptal aptal yorumlar getirebilirler.
Gereği yok diyelim ve yine dönelim ‘bunalım’a.
Bu ‘bunalım’, salt ekonomik de değildir, ‘toplumsal’dır.
Yani şu ‘politik’, ‘psikolojik’, ‘sosyolojik’, ‘etnolojik’, ‘antropolojik’ falan diye giden tüm ‘lojik’leri kapsamaktadır.
Bu son sayılanlarda, ‘ekonomi politik’ten daha az ‘lojik’ eksikliği yaşanıyor olması başka.
Yani son sayılanları bir kalem geçsek bile, ‘ekonomi politik’ diye okutulup öğretilen disiplinin ‘alet kutusu’sundaki aletler ‘paslanmış’tır.
Zaten çoğu ‘uydurma’dır.
Endis, matris gibi kavramlar dahil Credit Default Swap, subprimes, titrisation, dolarisation gibi ‘terim’lerle bir ‘sanal ekonomi politik’ yaratılmıştır.
Örneğin, enflasyon, faiz-maiz’den önce, ‘piyasa’ya, üretilen mal ve hizmetlerden fazla ‘para’ sürülmesinden doğar deniliyordu.
Dünya genelinde ‘faiz’ler sıfır dolayında iken, piyasaya aklın alamayacağı kadar ‘para’ sürüldü ama enflasyon yerlerde sürünüp durdu.
Kimsenin aklına, yahu bu ‘enflasyon tanımı’ doğru değilmiş demek gelmedi ama.
Gerçekte ise, enflasyon, emek-gücü dahil, üretilen mal ve hizmetler ile onların değişim aracı olan paranın değerinin düşmesidir.
Yani enflasyon sonucunda, aynı oranda mal ve hizmet alımı için daha fazla para ödemek gerekiyor ama özde mal ve hizmetlerin değerinin değişmesi için herhangi bir neden bulunmuyor. Sadece onların ‘sözde’ değişim aracı olan ‘para’nın değeri düşmüş bulunuyor.
Paranın değerinin, çok daha doğrusu ‘fiyat’ının düşmesi sonucunda, emek-gücünün ‘alım-gücü’ (gelir) de düştüğü için, durup dururken kendi ‘değer’i de düşmüş oluyor.
Demek ki, faiz-maiz o arada vaizlerden önce şu ‘değer sorunu’na doğru bir yanıt bulmak gerekiyor.
Ekonomi politiğin ise ‘değer’e hiçbir değer vermediği ortada.
O hâlâ ‘alet kutusu’na yeni ‘uydurma aletler’ doldurmakla meşgul.
Dr Recep’in kahvehanesinde ise herkesin gözü Dr Recep’in ağzında..
Dedi mi demedi mi ya da ne dedi?
Canı cehenneme, biz işimize bakalım diyen bir Allahın Kulu ise yok.
İşte bu bunalım, yapılacak ilk ‘iş’in ne olduğunu herkese öğretecek.
İstencimizin dışında oraya doğru gidiyoruz.