KURANDA İNSANIN YARATILIŞI VE EVRİMİ
Giriş: Kuran Nasıl Okunmalı ve Yorumlanmalıdır?
Konunun Kurandaki ele alınış şeklini tesbit etmeden önce, Kuranın nasıl anlaşılıp yorumlanması gerektiği üzerinde birkaç hususu belirtmeğe çalışalım.
Kuran kendi ifadesiyle, en doğruya götüren bir Kitaptır.(İsra, 17/9) Hedefi kişinin mutluluğu ve hidayetidir. Bu anlamda yol gösteren bir rehber durumundadır. Dolayısıyla bugünkü anlamda bir felsefe ve bir ilim kitabı olmaktan uzaktır. Bununla beraber, ilmî ve felsefî düşünce ve yoruma açık ayetlerin sayısı oldukça fazladır. Böyle ayetler, Kuranın asıl hedefi olan mutluluk ve hidayet için kişinin düşünüp araştırması, kendini ve kâinatını tanıması ve onları yöneten kanunları bulması, Tanrının yaratma ve ilminin sonsuzluğunu anlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Şu halde Kuran genel hatlarında insanın inandığı ile bildiği arasında bir irtibatın kurulması gerektiğini belirtmektedir. Bu husus bizi sonunda imana götürecek bir tefekkür ve düşünce sisteminin Kuranda var olduğu noktasına ulaştıracaktır. Biz buna tabiri caizse Kuran fikir yapısı veya Kuranî düşünce sistemi diyoruz.
Kuranın fikir yapısının iskeletini elde edebilmek için, ilk önce Kuranı herhangi bir peşin fikre sahip olmaksızın objektif bir biçimde okumalıyız. Yani Kuranı sonra çıkan İslâm düşünürlerinin kendi ekollerinin eğilimlerine uygun biçimdeki yorumlarının ve düşüncelerinin etkisi altında değil, bizzat Kuranın kendi düşünce sistemi içinde anlamaya çalışmalıyız. Yani Kuranı bizi götürmek istediği düşünce sisteminin atmosferi altında okumalıyız. Diğer bir tabirle, Hz. Peygamber ve sahabelerinin anladıkları şekilde anlamaya çalışmalı, sonra da kendi bilgi, fikir ve düşüncelerimizi bu temel üzerine oturtmalıyız.
Şurası muhakkaktır ki, Kuranı anlama insanın kendi düşünce ve kültürüne göre seyyaldir. Kendini okuyan ve araştıran insanla beraber anlamlar büyür ve gelişir. Yani insan kendi kültürü kadar Kuranı anlar ve yorumlar. Fahrettin el-Râzînin ifadesiyle: İnsan ne kadar alimse Kuranı o kadar fazla anlar.
Bir diğer husus, Kuranda neyi ararsak onu bir parça buluruz. Mesela düşünceleri birbirine zıt İslâm mezhepleri kendi görüşlerinin daha doğru olduğunu ispat için Kuran ayetlerini gösteriyorlardı. Bu nevi zıtlıklardan kurtulmak için, Kuran ayetleri arasında bir anlam zinciri kurmak gerekir. Yani, bir ayete verilen anlam ve onun yorumu, bir başka ayetle tevfik edilebilmelidir. Bu husus Kuranı bir bütün içinde ele alıp onun fikir sistemi doğrultusunda olmalıdır. Aksi takdirde onu okuyan ve araştıranlar, kendi inanç ve düşüncelerindeki çelişkileri nasslara atfedeceklerdir. Halbuki Kuran, yukarıdaki satırlarda belirttiğimiz gibi, kişinin bilgisi ve inancı arasında bir irtibatı vurgulamaktadır. Öte yandan Kuran, tefsir tarihi boyunca, müfessirlerin yaşadıkları asırların ilmî ve felsefî değerleri ve problemleri doğrultusunda yorumlana gelmiştir. Geçmişe nisbeten ondan anlaşılanla şimdi anladıklarımız arasında farklar vardır. Bu bize: 1) İnsan olgunlaştıkça, irfanı arttıkça Kuranın ona göre konuştuğu 2) Kuranın her asrın değer ve mantığına hitap edildiğini gösterir. Bu iki noktayı iyice müşahede edebilmek için Kurandaki kavramların etimolojik ve semantik analizlerini yapmak gerekir. Kısaca Kuran büyük bir medeniyet kuran kılavuzdur, ancak Kuranın hakikatlerini tefsir eden, onu anlayıp tatbik eden insandır. İnsan olgunlaştığı, ilim ve irfanı arttığı ölçüde, hattâ kendini ve kâinatı daha iyi tanıdığı ölçüde, Kuranı anlayacaktır. Netice olarak, Kuran, her insana kendi kültür düzeyine göre başka şeyler söyleyecektir.
Şimdi, yaratılış ve evrim konusunu Kuran açısından ele alarak,, o nun fikir sistemi doğrultusunda ve günümüzün modern biyolojik bilgilerin ışığı altında ayetlerin yorumunu yapmaya çalışacağız.
Hayatın Menşei
Kuranda insanın yaratılışının, göklerin, yerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışından sonra olduğu görülmektedir. Dolayısıyla insan, yaratıklar zincirinin en son halkasını teşkil etmektedir. Orijini ise, diğer canlılarla birlikte ilk hayatın orijinine kadar uzanmaktadır.
Canlı dünyasına ilişkin olarak hayatın orijini meselesi, Kuranın muhtelif ayetlerine serpiştirilerek, Kuranın insanı sevk etmek istediği düşünce istikametinde, inorganik yaratma ve organik yaratma bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır.
اولم ير الذين كفروا ان السموات و الأرض كانتا رتقا ففتقناهما و جعلنا من الماء كل شئ حي أفلا يؤمنون
İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?(Enbiya, 21/30)
و الله خلق كل دابة من ماء فمنهم من يمشى على بطنه و منهم من يمشى على رجلين ومنهم من يمشى على اربع يخلق الله ما يشاء ان الله على كل شئ قدير.
Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye Kâdirdir(Nur, 24/45 )
الذى جعل لكم الأ رض مهدا وسلك لكم فيها سبلا وانزل من السماء ماء فاخرجنا به أزواجا من نبات شتّى
Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren Odur. Biz bu su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştiririz.(Taha, 20/53 )
Bu ayetler bize gösteriyor ki, her canlı varlığın mâhiyeti sudur ve sudan yaratılmıştır. Bu husus, canlıyı teşkil eden her hücrenin ilk elementinin su olduğunu belirler. Dolayısıyla susuz, yeryüzünde hayatın imkansız olduğu da açıktır.
Ayetlerde geçen minel-ma ( من الماء) veya min main (من ماء) ifadesi, gökten inen su, denizlerin suyu veya her hangi bir sıvı anlamlarına gelmektedir. Birinci anlamda, her nebatî hayatın zorunlu unsurudur. (20/53) İkinci anlamda, hayvanî hayatın teşekkülüne sebep olan her hangi bir su kastedilmektedir. (24/45 ) Üçüncü anlamda ise, dölleyici özelliği bulunan ve canlının üreme bezlerinden çıkan bir sıvı kastedilmektedir. Bu anlamda spermatozoidler söz konusudur. Dolayısıyla insanın hilkatini bu su tayin etmektedir.
İnsan, kendini çevreleyen varlıklar arasında yaratılmıştır. İnsanın tabiata ve diğer yaratıklara hakimiyeti, kendisine ilahî ruh verilip akıl ve idrâkını elde etmesinden sonradır. Bununla beraber insan, bedenî yönüyle kendinden önce yaratılmış diğer varlıklarla irtibat halindedir. Nitekim İslam düşüncesinde de insan, bedenî ve ruhî yönüyle ikilik arzeden bir varlık olarak düşünülmüştür. Aslında, insanı, bedenî ve ruhî yönüyle ikiye ayıran bizzat Kurandır. Şu halde, insan maddi varlığı cihetiyle toprağa ve suya, ruhî varlığı yönüyle de bir üst âleme bağlıdır. Toprağa bağlılığı bize, insanın fizikî ve hayvanî görünümünü, âlem-i Emre bağlılığı da onun üstünlük ve halifelik yönünü verecektir.(Yakıt, lAttitude.,, s . 139-140)
Gerçekten, . fert olarak insan, insan ırkının bir cüzüdür. İnsan ırkı da daha geniş bir bütünün yani hayvanlar âleminin bir cüzüdür. Hayvanlar âlemi de daha geniş bir bütünün nebatat hayatını içine alan organik âlemin bir cüzüdür. Organik âlem de daha geniş bir âlemin yani hayvanat ve nebatat âlemini içine alan Arzın bir cüzüdür. Arz da daha geniş bir bütünün yani bizim güneş sistemimizde doğrudan doğruya sayısı bilinmeyen bir güneş sistemlerinin ve samanyollarının bir cüzüdür ve nihayet onlar da bütün kâinatın bir cüzüdür. Bu itibarla fert olarak insan, metamatik ve lojik prensiplerle kavrayamadığımız kâinatın doğrudan doğruya bir cüzü olmaktadır. Yani orijini, yaratılışı ve gayesinde tıpkı kâinat gibi- bir bütün olarak ve derinliğine anlayamayacağımız bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır.(Ensarî, s. 25 ) Bir diğer ifadeyle, fert olarak insanı idare eden kanun, daha geniş bir bütünün yani insanlığı idare eden kanunlar sisteminin bir cüzüdür. Bu zincirleme bizi, kâinatı yöneten genel bir kanunun cüzü olmaya kadar götürecektir. Dolayısıyla kâinatı yaratan ve yöneten kanunla insanı yaratan ve yöneten kanunda bir aynilik olacaktır. Bu husus Kuranda açıkça belirtilmektedir.
ما خلقكم ولا بعثكم الاّ كنفس واحدة انّ الله سميع بصير
Ey insanlar: Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah İşitendir ve Görendir.(Lokman, 31/28 )
Evrim: İlahî Bir Kanun
Kuranî ifadeler boyunca, insanın ister toprak ister nutfeden gelen maddî varlığının inorganik ve organik şartlara tamamen bağlı olarak tedricen gelişip tekamül ettiği ayrıca kültürü, eğitimi ve irfanı arttıkça ruhî bir tekamüle de uğradığını görmekteyiz. Genel olarak baktığımızda Kurânda insan için inorganik, organik ve ruhi olmak üzere üç nevi evrim olduğu göze çarpmaktadır.(Ateş, Kur. Gör. Ev. T eo., s. 1 27 vd. Yakıt, lAttitude., s. 140) Biz burada insanın inorganik ve ruhî evrimini bir yana bırakarak, organik veya biyolojik evrim üzerinde ilgili ayetlere dikkatimizi teksif edeceğiz.
Biyolojik anlamda yani inorganik evrimde insan 1) topraktan gelerek tedricen gelişen 2) nutfeden itibaren tedricen gelişen varlık olarak iki görünüm arzetmektedir. Birincisi her ne kadar inorganik safhaları muhtevi olsa da belirli bir merhaleden sonra organik safhaya dönüşmekte ve bunun etaplarını izlemektedir.(Yakıt, lAttitude.,, s . 140 vd.)
Şurasını önce belirtmek gerekir ki, insanın evrimi Kuranda ilahî bir kanun olarak karşımıza çıkmaktadır.
ما لكم لا ترجون لله وقارا وقد خلقكم أطوارا
Ne diye Allaha gereği gibi bir davranışta bulunmuyorsunuz?Halbuki O sizi evrim merhalelerinden geçirerek yaratmıştır.(Nuh, 71/13-14)
Atvâran kelimesi, tekili bir halden diğer bir hale geçmek veya bir merhaleden diğerine geçmek anlamına gelen tavr kelimesinden gelmedir. Mastarı olan tatavvur, günümüzdeki (evolution) kelimesine tekabül eder. Sinonimi olan tahavvul de dönüşümcülük (istihale) yani transformismein karşılığıdır. Söz konusu ayette etvâran kelimesi insan evriminin biyolojisindeki (etapes consecutives) denilen art arda gelen evrim merhalelerinin tümünü içermektedir. Şu halde bu kelimeyi evrim merhaleleri şeklinde yorumlamak gerekir.(Yakıt, lAttitude.,, s . 141 vd.) Bazı müfessirlerce bu ayet, bir halden diğerine gibi spiral, farklı şekiller altında, merhaleler halinde gibi vertikal bir diyalektik şeklinde düşünülerek yorumlanmaktadır. Her halükârda bu ayet bize, evrimin tabiata bahşedilmiş ilâhi bir kanun olduğu gösterir.
İnsanın yaratılışı ve evrim etaplarıyla ilgili ayetleri sıralamadan önce, bu hususta Kuranın Adem yerine insan kelimesini kullandığını belirtmek gerekir. Zira insan kelimesi cins isim olarak bütün her insanı kapsamakta ve Adem de bu kapsama girmektedir. Kuran Ademi, bir yandan insanı temsil eden ve onu temel ve beşeri karakterleri açısından sembolize ederken, öte yandan beşeriyetin ilk peygamberi olarak göstermektedir. Şu halde, insanlığın yeryüzüne çıkışı ve evrimi konusunun, Peygamber Hz. Ademle hiçbir ilişiği yoktur. Zaten evrime karşı çıkanların en büyük yanılgısı Ademi ilk insan olarak telakki etmelerinden sudûr etmiştir. Muharref kitapların ve israiliyatın etkisinde kalan bazı müslümanlar bu konuda Kuranın hakikatlerini maalesef anlayamamaktadırlar. Kaldı ki Kuran vahiy öncesi beşeriyetin varlığını imâ ederken ayrıca bize bir Vahiy tarihini vermektedir. Günümüz insanının tarihini ilk Vahiy alan diyebileceğimiz Ademden başlatmakta ise de, Ademin ilk insan olduğunu ve bütün insanların biyolojik babası olduğunu belirtmez. Şu halde Kuranda insanın yaratılışı ve tekamülü ile, Peygamber Hz. Ademin şahsında insanlığın halife oluşu ayrı ayrı şeylerdir. Şimdi konuya ilişkin ayetlerin yorumlarına geçelim.
إن مثل عيسى عند الله كمثل آدم خلقه من تراب ثم قال له كن فيكون
Allahın indinde İsanın durumu, Ademin durumu gibidir. Onu da topraktan yarattı Sonra ona ol dedi o da olur. (Al-i İmran, 3/59)
يا ايها الناس ان كنتم في ريب من البعث فإنا خلقناكم من تراب ثمّ من نطفة ثمّ من علقة
Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekte şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, sizi önce topraktan sonra nutfeden sonra da alaqa (embryon)dan yarattık.
والله خلقكم من تراب ثمّ من نطفة ثمّ جعلكم أزواجا.
Allah sizi topraktan sonra nutfeden yaratmış ve sizi çiftler halinde varetmiştir. (Fatır, 35/11)
Bu ayetlerde dikkatimizi çeken, Ademin ve bütün insanların orijinlerinin toprak olduğudur. Hayatın orijini su, insanın orijinini toprak olarak belirten Kuran, canlı varlık insanı, toprak ve su karışımı olarak görüyor. Şu halde insan, bugünkü haline gelmeden önce, ilk canlı hücrenin orijini kadar eski bir maziye sahiptir. Zaten Kuran bize her ne zaman insanın orijininden bahsetse, onun ilk ve ana maddesini söylüyor ve geçirdiği evrim merhalelerini konteksi olmadıkça tek tek zikretmiyor, ilk yaratılışın Allahın ol (kun) emrine müteakiben olduğunu belirtiyor.
Ol Emri
Ol emri Kuranda sekiz yerde geçer. Bunlardan dördü Hz. İsa hakkındadır. Diğer dördü de yaratma ve yeniden dirilme hususundadır. Kuranda insanların yaratılışı, yeniden dirilmeye bir delil olarak getirilmektedir. (metaforik bir ifâde ile)
Allah insanı topraktan yarattı ayeti, topraktan hayata doğru giden bir seleksiyonu (ıstıfa) belirler. Ol emri bu seleksiyonun bir insan varlık olması cihetinde verilmiştir. Tanrıın ilmindeki mahiyet ile bu var oluş oluş bir aynilik arzetmektedir. Buna Din Felsefesinde (coexistence) denir. Mâhiyet ol emrine müteâkiben evrim etaplarını izliyerek varlığa gelmektedir. Kurana göre her evrim etabı yeni bir yaratmadır. Kuranda bu oluşun keyfiyetini, önce insanı meydana getiren maddenin yaratılması sonra da ona şekil verilmesi şeklinde olduğunu aşağıdaki ayetten anlamaktayız.
الذى خلقك فسوّاك فعدلك فى اىّ صورة ما شاء ر كّبك
O, seni yaratan şekil veren ve mütenasib kılan ve dilediği şekilde seni terkib edendir.(İnfitar, 82/6-8 )
Allah, eğer insanı bir heykel varlık gibi yaratmış olsaydı tıpkı Adem kıssasının halk inanışındaki şeklinde olduğu gibi ona şekil verişi, onu canlı olarak yaratmasından önce olurdu. Halbuki ayet, insanın önce canlı olarak yaratıldığını sonra da ona şekil verildiğini söylüyor. Yani hominisation (insanlaşma) ol emri doğrultusunda, canlı bir varlık olarak yaratılmasından sonradır.
Hayatın ve insanın ilk maddesi ol emrini alıyor ve bu oluş devam ediyor. Zira ayetin devamında feyekun (olur, olmaya devam eder) deniyor. Şimdiki ve geniş zaman kipi olan muzari sigası kullanılmış. Eğer geçmiş zaman kipi olan fikane (oldu) şeklinde bu fiil ifade edilseydi, o zaman insanın yaratılışında bir evrimin ve seleksiyonun varlığı ve bu oluşun uzun bir zamanı gerektirdiği söz konusu edilemezdi. Öte yandan yaratmanın devamlılığını da gösteren bu ifadeler ünlü kelamcı Eşarîyi Allahın her an yaratmakta olduğu ve yaratmanın durmadığı fikrine götürmüştür. Şu halde âlem bir halden diğerine geçen bir oluş ve akış içindedir.
أنبتكم من الأرض نباتا
Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi.(Nuh, 71/17)
Nuh Suresindeki bu ayetten insanın yerden bir bitki olarak çıktığını, dolayısıyla bir nebatî hayata sahip bir dönem geçirdiğini, ve bitkiler âlemiyle bir akrabalığının söz konusu olduğunu anlamamız da mümkündür. Şu halde ilâhi irade ol emriyle insanı, nebati ve hayvani etaplardan geçirerek sonunda ona bir insan şekli vermiştir.
أكفرت بالذى خلقك من تراب ثمّ من نطفة ثمّ سوّاك رجلا.
Seni önce topraktan sonra nutfeden yaratan sonra da seni insan şekline koyanı mı inkar ediyorsun?(Kehf, 18/37) ayeti bu gerçeği belirler.
Ol emriyle, inorganik bir maddeden organik maddeye, organik maddeden insan şeklini alışa kadar geçen bir periyot ile, ilâhî ruhun verilişiyle insanda bir psişik hayatı başlatan periyot arasında geçen zamanı Kuran uzun bir zaman olarak açıklıyor.
هل أتى على الإنسان حين من الدهر لم يكن شئا مذكورا.
İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş midir?(İnsan, 76/1)
Nefs Vâhide
يا ايها الناس اتقوا ربكم الذى خلقكم من نفس واحدة وخلق منها زوجها وبث منهما رجالاً كثيرا ونساء.
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten ve ondan da eşini yaratan ve her ikisinden de çok sayıda erkek ve kadınlar çıkaran Rabbinizden çekinin. (Nisa, 4/1)
Bu ayette insanların tek bir nefisten yaratıldığı söz konusudur. Şurası muhakkaktır ki, müfessirlerin bir çoğu, hattâ hepsi, nefs vahideden gayenin Adem, eşi tabirinden de Havva olduğu üzerinde bir icmanın varlığından bahsederler. Buradan hareketle Ademe ebul-beşer lakabının verildiğini ve bunun da biyolojik baba anlamına geldiğini söylerler. Bu ayette bir icmanın söz konusu olmaması gerekir. Çünkü icma, ahbar değil ahkâm ayetlerinde olur.
Her ne kadar bu ayet bize insanın bir nefsi vahideden yaratıldığını söylese d ebunun Hz. Adem olduğunu belirtmiyor. Zaten nefs vahide Ademin müradifi de değildir. Adem özel isim olarak marife, nefs vahide ise nekiredir. Adem müzekker, bu tabir ise müennestir. Abduh ve Akseki gibi bilginler, bu anlamın ayetin kendinden çıkarılan bir anlam olmadığını bilakis, israiliyyat tesirinde olan müfessirlerin, nefs vahideyi Adem olarak yorumladıklarını belirtirler. Menar Tefsiri ayrıca, nefs vahideyi Kureyşin ataları diye yorumlayanların varlığından da bahseder.(Akseki,, s . 82 vd. Tefsir el- Menar,, I V, 327) Öte yandan Araf Suresi 189-190 ayetlerde nefs vâhideden yaratılan kişinin Allaha şirk koştuğundan bahsediliyor. Şu halde nefs vahideyi Hz. Adem olarak yorumlamak hiç mümkün değildir.
Fahrettin el-Razî, nefs vahidenin Allahın İlminin ve Hikmetinin kemalini açıklamakta olduğunu söyler ve bir mutezilî olan Ebu Müslim el-İsfehaninin ayette geçen zevc kelimesini tür olarak yorumladığını da kaydeder.(Razi, Tefsir,, I X, 161)
R. el-İsfehanî nefs vahidenin kainat anlamına gelebileceğini söylerken H. Yusuf Alî de onu aynı türden şeklinde anlamıştır. Menâr Tefsiri de bu hususta: insanı meydana getiren mahiyet veya hakikattır ki, insan bununla diğer varlıklardan ayrılır. Diyor. Şu halde, nefs vahide kelimesini Ademle yorumlamaktan ziyade, onu M. Abduh ve A. H. Aksekinin anladığı gibi: el-hakikatul-insaniyye (insanî gerçek) ve hayatın nutfesi veya insanı meydana getiren su veya prensip şeklinde anlamalıdır ki, bu anlam diğer ayetlerle tevfik edilebilsin.(Akseki, s. 8 2 vd; Menar, IV, 327) Öte yandan, Allah sizi topraktan (tın) yarattı. ayetindeki kum (sizi) zamiri bütün insanları ve Ademi de kapsamaktadır. Diğer bir ayette de:
يا ايها الناس انّا خلقنا كم من ذكر وانثى.
Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. (Hucurat, 49/13) diyor.
Burada kullanılan kelimeler, erkeklik ve dişilik anlamına gelen zeker ve unsadır. Adam ve kadın anlamına gelen racul ve imree kelimeleri kullanılmamıştır. Bugün zeker ve unsadan sperm hayvancığı ile dişilik yumurtasını anlamak mümkündür.(Yakıt,, l Attitude.,, s . 1 48 ) Ayrıca (x) ve (y) kromozomlarını da düşündürebilir. Sonuç olarak nefs vahideden; insanı meydana getiren ve ona hayat bahşeden sıvıyı veya prensibi anlamak gerekiyor.
Evrim Merhaleleri
الذى احسن كل شئ خلقه وبدأ خلق الانسان من طين ثمّ جعل نسله من سلالة من ماء مهين. ثمّ سوّاه ونفخ فيه من روحه وجعل لكم السمع والأبصار والأفئدة قليلا ما تشكرون.
Her şeyin hilkatini en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayan Odur. İnsanın neslini hakîr bir sudan yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan üfüren, ve sizin için kulak, gözler ve kalpler vareden Odur. Doğrusu şükrünüz pek az.(Secde, 7-9) Ayetinde insanı yaratmaya çamurdan başladı ifadesi, yaratmanın aniden olmadığını merhalelerle meydana geldiğini belirtmektedir.
Bu ayette dikkatimizi çeken bir diğer nokta da; kendisine ruh verilene kadar insandan üçüncü şahıs olarak bahsedilmis, ruh ve idrak verildikten sonra muhatab sıgasının kullanılmış olmasıdır.
İnsanın insan şekline gelişi de muhtelif merhalelerden sonra olmuştur. İnsanın inorganik maddesinin evrimi yedi merhale ile gerçekleşmiştir. Bunlar sırasıyla: toprak (turâb), çamur (tîn), değişken cıvık ve kokulu çamur (hamain mesnûn), yapışkan çamur (tîn lâzib), pişmemiş kuru çamur (salsâl)ı pişmiş çamur (şalşal kel-fahhâr), çamurdan süzülen bir öz (sulâle min tin).
Sulâle, insanın organik evrim döneminin ilk etabı olarak kabul edilebilir. Daha önceki merhalelerden süzülerek gelen bir öz unsuru belirler. Sulâle kelimesi aynı zamanda meni (sperme) ve nutfe (spermatozoide) kelimelerinin sinonimidir. Ayrıca buna protoplazma da denmektedir.(Menar, III, 320)
İnorganik etaplardan sonra ilk canlı hücre, Ol emri doğrultusunda, yeni bir yaratılmaya geçmiş, ilâhî iradenin kontrolü altında çeşitli ayıklama ve değişmeler geçirerek insan olmak üzere oluşa devam etmiştir. Hayatın bu yönelişinde insan, organik âlemin bütün türleriyle bir beraberlik arzetmektedir. Önce ilkel bitkileri, sonra tohumlu yüksek bitkileri meydana getiren hayat, daha sonra da hayvanlar alemini basitten mürekkebe doğru ortaya çıkarmıştır. Biyolojik Nesil Ağacının ana gövdesi ve uzantısı olan dal diyebileceğimiz insan, daha sonra akıl ve idrakına kavuşarak, organik dünyanın en mütekâmil varlığı olmuştur.
a) Ruhun Verilişi: Balçıktan süzülerek gelen sulâle, insanın ilk organik maddesi olmuş, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra da insan şeklini almış sonra da kendisine akli melekeler anlamında Ruh verilmiştir.
و اذ قال ربك للملائكة إنّى خالق بشراً من صلصال من حمأ مسنون فإذا سوّيته ونفخت فيه من روحي فقعوا له ساجدين.
Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde balçıktan bir insan türü (beşer) yaratmaktayım, ona insan şekli verip ruhumdan üfürdüğümde ona secdeye kapanın demişti(Hicr, 28 ) ayetinde ruhun verilişinin insan şeklini aldıktan sonra olduğunu belirtiyor. Yani bu canlı varlığa, aklî melekeler kazandırılmıştır. Bu meleklerin insana ilk secdesidir. İkinci secdeleri ise Esma (isimler)in öğretilmesi ve bu isimleri Ademin tek tek bildirmesinden sonra olmuştur. Melekler dolayısıyla insana iki defa secde etmişlerdir.
b) Seleksiyon Konusu:
İsmail Yakıt
(Yazının devamını Prof. Dr. İsmail YAKIT'ın Ötüken Neşriyat yayınları arasında çıkan KUR'AN'I ANLAMAK adlı kitabından okuyabilirsiniz)
Açıkçasını söylemek gerekirse İslamyiet ve bilim ilişkisi konusunda fazla bilgiye sahip değilim ancak bu yazının yazarı İsmail Yakıt bey İlahiyat bilgisinin yanında biyoloji bilgisinede sahiptir.
Özgeçmişi şu şekilkdedir;
ÖZGEÇMİŞ
1950'de Denizli'nin Tavas İlçesi Kızılcabölük Bucağı'nda dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu memleketinde, liseyi Denizli'de bitirdi. Yüksek tahsilini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde (1970-1974) tamamladı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın burslusu olarak Fransa'ya gönderildi. "Paris-IV Sorbonne Üniversitesi'nde" Doktora yaptı (1974-1979). Doktora tez çalışmaları esnasında, Sorbonne Üniversitesi'nde Mukayeseli Felsefeler Dalı'nda İhtisas Diploması aldı (1976). Kahire (Mısır) Üniversitelerinde araştırmalarda bulundu (1976-1977). Paris Tıp Fakültesi'nin Juvisy Dökümantasyon Merkezinde araştırmalar yaparak "Anthropologie biologique" sertifikası aldı (1978). 1979'da İslam Felsefesi ve Mukayeseli Felsefeler dalında Paris-IV Sorbonne Üniversitesi'nde hazırladığı evrim teorileri üzerindeki Doktora tezini "Pekiyi" dereceyle savunarak yurda döndü. Erzurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler (İlahiyat) Fakültesi'ne Dr. Asistan olarak girdi (1980). KKTC'nde Yedek Subay olarak askerlik yaptı (1980-1981). Yardımcı Doçent oldu (1982). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Türk-İslam Düşüncesi Tarihi Anabilim Dalı'na naklen tayin oldu(1984). Doçent oldu(1986). İslam Felsefesi Profesörlüğü'ne yükseltildi ve akabinde S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Kurucu Dekanlığı'na tayin edildi(1993). Üç dönem arka arkaya dekanlık yaptı(1993-2003). Bu arada Sosyal Bilimler Enstitüsü Kurucu Müdürlüğü görevini de yürüttü (1993-1999). Halen İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Çok iyi derecede Fransızca ve Arapça bilen Prof. Dr. İsmail Yakıtın bir çok yayını bulunmaktadır. Çalışmalarının bir kısmı İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Arapça, Almanca ve Japonca'ya çevrilmiştir.
30 yıla yakın akademik hayatında bir çok başarılara imza atmış bulunan Prof. Dr. İsmail Yakıtın; yayınlanmış kitaplarının sayısı 15den;
Yerel ve Ulusal TV. lerde katıldığı sohbet ve tartışma proğramlarının sayısı30dan;
Atatürk, Din, Laiklik ve Cumhuriyet konularında asker ve sivillere verdiği konferansların sayısı 50den;
Ulusal ve Uluslararası sempozyum, kongre ve panel gibi katıldığı bilimsel toplantıların sayısı 100den;
Yurtiçi ve Yurtdışında bilimsel ve kültürel konularda verdiği konferansların sayısı 500den fazladır
Ayrıca 13 Mart'taki Ceviz Kabuğu Programının konuklarındandır. Yazının doğruluğunu test edecek seviyede bu konuda bilgi sahibi değilim tek amacım farklı bakış açıları kazandırabilmek.