Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Oca 18, 2016 13:44

Küresel Örgüt Ağı -1 Askeri Örgütlenme

21 Şubat 1947 günü, Washington’daki İngiltere Elçiliği ABD Dışişleri Bakanlığına iki nota vererek, Yunanistan’daki askerlerini çekeceğini ve Türkiye’yle artık ilgilenmeyeceğini bildirdi. İngilizler, önceden belirlenmiş olduğu anlaşılan bu notalarla, ABD’yi dünya önderliğine çağırıyor ve Amerikalıların sorumluluk yüklenmesini istiyordu. İngiltere, Fransa, Hollanda ve Belçika; dünyanın değişik yerlerindeki askeri üslerini gönüllü olarak Amerikalılara devretti ve bu ülkeye çok yönlü stratejik kolaylıklar sağladı. Ordularını, ortak savunma örgütleri aracılığıyla ABD’nin emrine verdiler ve olanakları ölçüsünde askeri harcamalara katıldılar. Bunları yaparken, ulusçu kaygılarla herhangi bir rahatsızlık duymadılar. Yeni bir dünya kuruluyordu ve bu dünyada yerlerini almalıydılar.

Askeri Örgütlenme

ABD, 2.Dünya Savaşı süresince, ileri teknoloji içeren köklü bir silah uranına (sanayisine) ve büyük bir silahlı güce sahip olmuştu. Savaş sonrasında ordularını dağıtmadı. Avrupa ve Pasifik ağırlıklı olmak üzere, dünyanın hemen her yerine askeri birlikler yerleştirdi, üsler kurdu. Gerektiğinde sayısını hızla arttırma olanağına sahip, iki milyonluk büyük bir orduyu sürekli hazır tuttu. (1985’te 2 151 600, 2014 yılında yedeklerle birlikte 3 038 000 asker). 1  Bağlaşıklarının ordularını, ortak askeri örgütler ve ikili yardım anlaşmalarıyla etkisi altına aldı.

Batının Yeni Egemeni

Dünyanın tümünü kapsayacak askeri örgüt ağının kurulup yaşatılması için, gerekli olan akçalı güç ve teknolojik olanaklar ABD’nde vardı. Onun öncülüğü tartışmasız kabul görüyordu. Kapitalist dünyanın yeni önderi oydu. Yüklendiği sorumluluğa uygun yetkiyle donatılmalıydı.

ABD’nin kapitalist dünyanın önderliğini üstlenmesi; bağlaşıklarının sorunlarını çözmek, onlara yardımda bulunmak gibi bir kaygıya dayanmıyordu. Böyle bir özgörev (misyon) yüklenmesi; dev boyutlu uranını (sanayisini), büyük akçalı gücünü ve tarımsal ürünlerini dünya pazarlarına açma gereksiniminden kaynaklanıyordu. Dünya ticaretinin serbestleştirilmesi ve mali sermaye dolaşımı önündeki engellerin kaldırılması, en başta ona gerekliydi.

ABD dış yatırımları 1914 yılında sermaye dışsatımlayan (ihraç eden) ülkelerin toplam yatırımlarının ancak yüzde 6,3’ü iken, bu oran 1960 yılında yüzde 59,1’e çıkmıştı. Aynı dönemde İngiltere’nin dış yatırımları, yüzde 50,3’den yüzde 24,5’e, Fransa’nın ise yüzde 22,2’den yüzde 4,7’ye düşmüştü. 2  Bu nedenle, küresel ilişkileri geliştirecek düzenlemelerin öncülüğünü ABD’nin üstlenmesi yalnızca olağan değil aynı zamanda zorunluydu.

Silahlanma Yarışı

ABD, askeri harcamalara ve silahlanmaya bütçesinde büyük paylar ayırdı. Konvansiyonel silahlanmanın yanında, büyük bir nükleer güç oluşturdu. 1985 yılında, yalnızca Stratejik Kuvvetler buyruğunda; (ABD ordusunda Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri dışında örgütlenmiş olan dördüncü güç) 1000 adet kıtalar arası balistik füze (ICBM); herbiri on nükleer başlık taşıyan 48 adet MX Peacemaker füzesi; 241 adet uzun, 56 adet orta menzilli, nükleer bomba taşıyan uçak; 640 füze taşıyan 37 nükleer denizaltı; toplam 498 adet nükleer seyir füzesi taşıyan 4 denizaltı; Awacs erken uyarı sistemleri, 30 km. yükselebilen büyük hızlı füze uçakları ve alçak yörüngede dolaşan keşif uyduları vardı. 3 

ABD’nin oluşturduğu askeri güç; kimi ülke yöneticileri için güvence, kimileri için de savaşılması gereken düşmandı. 1950’lerin sonlarında Sovyetler Birliği’nin de nükleer silah üretmesi, bu konuda bir denge oluşturdu. Caydırıcılık çift taraflı işlemeye başladı.

Sovyetler Birliği dağılana dek bu denge sürdü ve bu süre içinde, dünyanın birçok yerinde, ulusal bağımsızlık savaşları ortaya çıktı. ABD, oluşturduğu büyük askeri güce karşın, caydırıcı olamadığı ulusal bağımsızlık savaşlarına, dolaylı ya da dolaysız karışmaktan çekinmedi. ABD Silahlı Kuvvetleri ve denetimi altındaki bağlaşık güçler, Yeni Dünya Düzeni’nin sigortası oldu.

Savaş Sonrası

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından düzenlenen Yalta ve Potsdam Antlaşmalarıyla, dünyanın sınırları yeniden belirlendi. Emperyalizmin etki alanında kalan ‘hür dünyanın’ örgütlenmesine hemen başlandı. Japonya’nın başeğmesiyle ABD Pasifik’te tek egemen güç durumuna gelmişti. Bölgeye yönelik kararlar içeren, Manila ve SEATI Antlaşmalarıyla, Avustralya, Yeni Zelanda, Pakistan, Filipinler ve Tayland gibi ülkeler, birinci sınıf ‘dost ülkeler’ durumuna getirildi. Koşulsuz teslim olan Japonya ile ‘Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Anlaşması’ yapıldı.

Güney Amerika’da, ABD açısından herhangi bir ciddi sorun yaşanmıyordu. Buralarda, savaş öncesinde ilişkiler geliştirilmiş, hemen tüm Orta ve Güney Amerika, ABD denetimine girmişti. Avrupa ve Ortadoğu’nun örgütlenmesi önemliydi. Bu bölge için ‘Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’, NATO kuruldu.

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü: NATO

Amaç


Batı ve Güney Avrupa ülkelerini kapsayan ve kuruluş amacı Kuzey Atlantik Bölgesinde barış ve güvenliği koruma, dengeyi (istikrarı) ve erinci (huzuru) geliştirme olarak ilan edilen NATO 1949 yılında kuruldu.

Sovyetler Birliği’nin etkinlik alanlarını genişletip güçlenmesinden duyulan kaygı, NATO’nun dile getirilmeyen gerçek kuruluş nedeniydi. Soğuk savaş sürecini başlatan bu dönem, Sovyet karşıtlığına dayanan etkili bir yaymacanın (propagandanın) sürdürüldüğü, düşüngüsel (ideolojik) ve politik gerilimlerin arttırıldığı bir dönemdi.

Yaymacanın etkili gücüne Sovyetler Birliği’nin siyasi yanlışlıkları da eklenince, birçok ülke istek ve kararlılıkla ABD çevresinde toplanmıştı. Dünya’yı, ‘Komünizm tehlikesinden’ ve ‘Rus saldırganlığından’ kurtarmak sürekli yinelenen söylemlerdi. Her şey bu amaca bağlanmıştı.

Yaymaca öylesine yoğundu ki, bundan belki de en çok, Amerikalı yöneticiler etkilendi. 1949 yılında Savunma Bakanı James V.Forresdal, bürosunda otururken ansızın yerinden fırlayıp avazı çıktığı kadar ‘Ruslar geliyor, Ruslar geliyor’ diye bağırmaya başlamış, sekreterinin korku dolu haykırışları arasında hastaneye kaldırılmıştı. Savunma Bakanı, Washington yakınlarındaki bir ruh hastalıkları kliniğinde, ‘Rusların eline düşmemek için’ intihar etmişti. 4 

Katılım ve Çelişkiler

NATO, 4 Nisan 1949 günü Washington’da, ABD, Belçika, İngiltere, Danimarka, Fransa, Hollanda, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz’in imzaladığı antlaşma ile kuruldu. 1952’de Türkiye (18 Şubat) ve Yunanistan, 1955’te Almanya, 1982’de de İspanya örgüte katıldı.

Katılan ülkelerin eşit haklara sahip olmaları, stratejik kararların ve savunma dizgelerinin (sistemlerinin) birlikte oluşturulması gibi yazılı NATO ilkeleri hep kağıt üzerinde kaldı. Örgütün karar ve işleyişini her zaman ABD çıkarları belirledi. 1957 yılında, Sovyetler Birliği, kıtalararası nükleer başlıklı füzeler üretince ABD, ortaklarının görüşlerini dikkate almadan tek başına, ‘Barış içinde birlikte yaşama’ politikasını kabul etmiş ve soğuk savaşın bittiğini ilan etmişti.

Gelişmelerden rahatsız olan Fransa ve İngiltere, Washington’a başvurarak, NATO’nun nükleer stratejisinin anlaşma hükümleri gereği birlikte belirlenmesini istedi. Ancak, doyurucu bir yanıt alamadılar. Bunun üzerine Fransa kendi nükleer gücünü oluşturma çabasına girdi ve ABD’nin Fransa’da nükleer silah bulundurmasını yasakladı. Fransa’nın isteğini engellemek için IBM ve Control, Data’ya lisans vermeyi reddetti. Bu gelişme nedeniyle Fransa, nükleer silah izlencesini (programını) bir süre durdurmak zorunda kaldı.

ABD Savunma Bakanı Robert Mc. Namara, 1962 yılında konuyla ilgili Amerikan görüşlerini açıkladı ve düşman korkutmasının gelişmesini değerlendirebilecek tek ülkenin Birleşik Devletler olduğunu, yaşamsal bulmadığı konular için kendisini tehlikeye atamayacağını açık sözlülükle dile getirdi. Bunun üzerine Fransa, askeri gücünü Akdeniz ve Atlantik NATO Birleşik Deniz Komutanlığı’ndan çekti. 5  1966 yılında da askeri kanattan tam olarak ayrıldı.

Benzer bir davranışı, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs çıkartması sonrasında Yunanistan yaptı. Ancak, Yunanistan 1980 yılında geri döndü. 1975 Yılında, Kıbrıs çıkartması sırasında, Amerikan silahlarının kullanılmış olması gerekçe yapılarak Türkiye’ye silah ambargosu uygulandı. Türkiye buna, İncirlik dışındaki Amerikan üslerini kapatarak yanıt verdi.

ABD, NATO üyesi İngiltere ve Fransa’yı, 1956 Süveyş bunalımı sırasında desteklemedi. Tersine onları, Kanal bölgesindeki askeri güçlerini çekmeye zorladı ve verdiği petrolü kesmekle gözkorkuttu (tehdit etti). Tutumu kuşkusuz, bölgeye yönelik ABD stratejisine uygun bir tutumdu. Herkesin kendini düşündüğü bir dünyada yaşanıyordu. İngiltere ve Fransa’nın Kanal bölgesindeki eylemleri ABD çıkarlarına zarar veriyordu. Sovyetler Birliği’nin 3.Dünya ülkeleri üzerindeki etkisi giderek artıyordu ve ABD bu gelişmeyi durdurmak zorundaydı.

1991 Irak savaşı sırasında bu kez, NATO üyesi Almanya ve yakın bağdaşık Japonya, ABD’yi yeterince desteklemedi, yalnızca para yardımında bulundular. Bu davranış ABD’yi kızdırdı. Arizona senatörü Jonh Mc. Cain, Japonya ve Almanya’nın katkılarını “adi bir gösteri” olduğunu belirterek yapılan para yardımının “ABD’ye yapılmış bir hakaret” olduğunu açıkladı. 6 

Türkiye-Yunanistan

NATO’nun iç çelişkilerine bir örnek de Türkiye-Yunanistan gerginliğidir. Sovyet yayılmacılığına karşı ortak savunma amacıyla NATO üyesi olan bu iki ülke, Sovyetler Birliği’nin artık olmadığı bir dünyada hala NATO üyesi görünmektedir ancak birbirlerinin düşmanıdır. Yunanistan, Türkiye’nin de üye olduğu bir NATO ülkesi olarak; ‘baş düşman’ Rusya’dan, ‘müttefik’ Türkiye’ye karşı kullanmak üzere S300 füzeleri almaktadır. Bu karışık ilişki, NATO’nun, ABD dışındaki üyelerin haklarıyla fazla ilgilenmediğini gösteren bir örnektir.

NATO’nun Varlık Nedeni

Harp Akademileri Komutanlığı’nın yayınladığı, Bugünün ve Geleceğin Dünya Güç Merkezleri ve Dengeleri ile Türkiye’ye Etkileri isimli kitapta NATO’nun bugünkü konumu hakkında şöyle söyleniyor: “Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla NATO büyük ölçüde, varlık nedenini yitirmiş bulunuyor. Bugün NATO’nun tek varlık nedeni Avrupa’yı Amerikan güdümünde tutmaktır. Ancak bunda başarılı olup olamayacağı çok kuşkuludur. Çünkü ‘ortak düşman’ ortadan kalkınca Birleşik Amerika ile Avrupa’nın yolları ayrılmaya başlamış görünüyor”. 7 

Verilen örnekler NATO’nun, söylendiği gibi üye ülkelerin ortak savunma çıkarlarını koruyan bir işleyiş içinde olmadığını göstermektedir. Dünyaya yeni bir biçim verilirken, ekonomik ve siyasi ortamın denetlenmesi için tüm dünyayı kapsayan bir askeri örgüt ağına gereksinim duyulmuş ve bunun önemli bir parçası olarak NATO kurulmuştur. Başka askeri örgütlerde olduğu gibi NATO’da da, temel olan ABD’in çıkarıdır. Başka ülkelerin çıkarları bu temele uygun olmak zorundadır.

Yeni Yöneliş

NATO, bugün kuruluş amaçlarındaki gerekçeler ortadan kalkmış olmasına karşın varlığını sürdürmektedir. Daha da ilginç olan, ‘sosyalist’ düzenleri dağılan Doğu Avrupa ülkelerinin teker teker NATO’ya alınmasıdır. Kimleri neye karşı savunacağı belli olmayan bir savunma örgütü, varlığını genişleterek sürdürmektedir.

NATO, dün olduğu gibi bugün de, üyelerinin ortak savunmasını değil; Yeni Dünya Düzeni’ni, doğal olarak da başta ABD olmak üzere yazgısını onunla bütünleştirmiş birkaç gelişmiş ülkenin çıkarlarını savunan bir askeri örgüttür. Yeni Dünya Düzeni’nin askeri örgütlerinden birisidir.

20.Yüzyılın son on yılında varlık nedenini açıklamakta zorlanan NATO, gerçek niteliğini Mart 1999’da Sırbistan’a yaptığı askeri karışma ile eylemli olarak ortaya koymuş oldu. ABD NATO’yu, her yönüyle denetleyebildiği Birleşmiş Milletler’in bile üzerine çıkarıyor ve bu örgütün; “Üye devletlerin güvenliğine yönelik tehdidin olduğu her yerde kullanılacağını” açıklıyordu.

Karışmadan bir ay sonra askeri eylemce sürerken, kuruluşunun 50.yıldönümü nedeniyle Washington’da bir doruk düzenledi. NATO, bu dorukta; Soğuk Savaş döneminde Sovyet “yayılmasına” karşı kurulan bağlaşmanın Yeni Dünya Düzeni’nde üstleneceği yeni rol için bir “stratejik konsept” belirledi. Bu belirlemeyle, zaten yapılmakta olan işin adı kondu ve NATO’nun bundan böyle; “Üyelerini kapsayan ortak savunma ilkesini korumakla birlikte artık, üye devletlerin güvenliğine yönelik ‘yeni tür’ saldırılara karşı doğrudan müdahale edileceği” karar altına alındı.

“Yeni Stratejik Konsept” bildirgesi; NATO’nun bundan böyle BM’e danışmadan üye devletlerin topraklarının dışındaki sorunlara da karışacağını ve dünyanın her yerinde “barış operasyonları” düzenleyeceğini açıklıyordu. Kendi içinde çelişkiler taşımasına karşın NATO, bu kararla bütün dünya uluslarına; “Güç bende, bana sormadan hiçbir şey yapamazsınız” diyordu.

Tarumar Doktrini

Çoğu kimse, Roosevelt’den sonra ABD başkanlığına getirilen Truman’ın adını taşıyan uygulamanın, Yunanistan ve Türkiye’ye yardımı öngören bir izlence olarak bilir. Oysa konunun gerçek boyutu, Sovyetler Birliği’nin Güneyindeki bu iki ülkeye, yardım etmenin ötesindedir.

İsim babası gazeteciler olan Truman Doktrini, ABD’nin savaştan sonra izleyeceği politikaların yönünü gösteren ilk örnektir. Bu “doktrin” güçlü bağlaşıklara olduğu kadar güçlü düşmanlara da yönelen bir göstergeydi.

ABD 1.Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi dünyayı başıboş bırakmayacak, ona yeni bir düzen verecek ve bu düzenin temelinde de, ulusal bağımsızlık savaşımlarıyla Sovyetler Birliği’ne karşıtlık yer alacaktı. Truman’ın önerileri Kongre’de ele alınırken senatör Vandenberg: “Asıl gerçek, bu sorunun temelinde Amerikan-Sovyet ilişkilerinin bulunmuş olmasıdır” diyordu. 8 

Anti-Sovyetizm

İngiltere, 1947’de, “Yunanistan çekileceği Türkiye’yle ilgilemeyeceğini” açıklarken, bu iki ülkeyi ABD denetimine bırakmış oluyordu. Onca ülke varken Türkiye ve Yunanistan’ın seçilmiş olması kuşkusuz nedensiz değildi. Yunanistan’da komünistlerin öncülüğünde ciddi bir iç savaş sürüyordu. Sovyetler Birliği Türkiye’den, boğazların denetiminde söz hakkı ve Doğuda toprak istemlerinde bulunmuştu. Bu istemin, Türkiye’ye karşı bir saldırıya varacağını düşünmek kolay değildi ancak Türk hükümeti gelişmeden rahatsız olmuştu.

Ayrıca, bu iki ülke Sovyetler Birliği’ne karşı stratejik konuma sahipti, savaş sonrası siyasi gelişmeler nedeniyle, kolay etki altına alınabilir konumdaydılar. İngiliz tarihçi Coral Bell, ABD’nin Türkiye ve Yunanistan’ı seçmiş olmasını, bu iki ülkenin konumunun, anti-Sovyet nitelikli yeni Amerikan politikasına son derece uygun olmasına bağlar: “Duruma genel olarak bakıldığında, Sovyetlerin Yunanistan ve Türkiye’nin bağımsızlığını zedeleyecek biçimde girişeceği bir saldırı, oldukça uzak bir ihtimal gibi görünüyordu. Bu ülkelerin durumları, yeni Amerikan politikasına bir kılıf uydurmaya yaramaktan öteye gitmiyordu”. 9 

“Yardım”

ABD, Truman Doktrini çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan’a 400 milyon dolar para ve hemen tümü savaş artığı kullanılmış askeri malzeme ‘yardımı’ yaptı. 10  ‘Yardım’ koşulları, özellikle Türkiye için, Kemalizmin tam bağımsızlık anlayışı açısından kabul edilebilir nitelikte değildi.

Ancak, o günlerde yönetimde bulunan hükümet, ‘yardım’ koşullarını hiç irdelemeden imzaladı ve yirmi beş yıl önce kazanılan ulusal bağımsızlıktan ödün verme sürecinde kabul edilmez yeni bir adımlar attı.

Soğuk Savaş İlanı

Truman Doktrini, Sovyetler Birliği ile Batı arasında, ‘genel savaşın dışında her türlü düşmanlığa’ kapılarını ardına kadar açan bir dönemi başlattı, Yeni Dünya Düzeni’nin temel anlayışını ortaya koydu. Doktrin, bir savaş ilanıydı ancak bu savaş soğuk savaştı.

Kore’den başlayıp Vietnam’a dek uzanan sıcak çatışmalar dönemini hazırlayan Truman Doktrini’ne, ABD içinden de eleştiriler gelmişti. Başkan yardımcılığına kadar yükselmiş olan politikacı Henry Wallace, 13 Mart 1947’de yaptığı bir konuşmada bu politikayı; “Tümüyle boşuna bir çaba ve askeri üs kurulmasından başka sonuç vermeyecek bir program” olarak nitelendirilmiş ve Truman’ı “Amerika’nın büyük geleneğine ihanet etmekle” ve “çağımızı korkuyla yaşanılan bir yüzyıl” haline getirmekle suçlamıştı. 11 

ABD açısından son derece yararlı bir girişim olan Truman Doktrini, başta NATO ve Marshall Planı olmak üzere hemen tüm uluslararası antlaşmaların öncüsü olmuştur. Daha sonra Truman’ın da belirttiği gibi “Truman Doktrini ile Marshall Planı her zaman için, bir cevizin iki yarısı” olmuştu. 12 

Güneydoğu Asya Anlaşması: SEATO

Anti-Sovyet Kuşak


Avrupa’da NATO aracılığıyla yürütülen politikanın benzeri, Uzakdoğu’da SEATO aracılığıyla uygulandı. Batıdan NATO, Güney’den Truman Doktrini ve daha sonra Bağdat Paktı’yla, Pakistan’a dek kuşatılan Sovyetler Birliği, Güneydoğu Asya’da da SEATO aracılığıyla denetlenmeğe çalışıldı. Güney’deki örgüt zincirinde Müslüman ülkelerin yer alması nedeniyle, bu bölüme Yeşil Kuşak adı da verilmiştir.

Gerek SEATO ve gerekse başka askeri antlaşmaların görev alanı, yalnızca Sovyetler Birliği’nin yalıtılmasıyla sınırlı değildir. Her örgüt, belirlenen amacına uygun olarak, bulunduğu bölgedeki ulusal bağımsızlık savaşımları ile dolaysız biçimde ilgilendi ve bu tür girişimlerin yok edilmesine etkin biçimde katıldı.

Manila Anlaşması

SEATO, 8 Eylül 1954 tarihinde, Filipinler’in başkenti Manila’da imzalanan Manila Antlaşması ile kuruldu. Merkezi Bankok’ta bulunan örgüte ABD’den başka, Fransa, Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda, Filipinler ve Pakistan katıldı.

Çin’e ve Vietnam’da yükselen bağımsızlık savaşımına karşı askeri güç oluşturma girişimi, örgütün ilk eylemiydi. Ancak, Çin’e ve Vietnam’a karşı başarılı olunamadı. ABD tarihindeki ilk askeri yenilgiyi Vietnam’da aldı. Bu yenilgi, SEATO’nun yaşamının NATO kadar uzun olamamasına neden oldu.

Askeri Anlaşmalar

ABD, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra tasarladığı askeri ereğini büyük oranda gerçekleştirmiştir. Burada ele alınan örgütlerden başka pek çok ikili ya da çoklu askeri antlaşma yapılmıştır.

Bu antlaşmaların bir bölümü şunlardır; Batı Yarım Küresinde: Amerika Kıtası Devletleri Karşılıklı Yardım Antlaşması (Rio Paktı) (1947), Danimarka’yla yapılan Grönland Antlaşması (1951), İzlanda ile yapılan Savunma Antlaşması (1951); Avrupa’da: İspanya ile yapılan Savunma Antlaşması (1963), Yakın Doğuda: ABD, İngiltere, Türkiye, İran, Irak, Pakistan arasında yapılan Karşılıklı İşbirliği Paktı-CENTO (1955), İran ile yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959), Türkiye ile yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959); Afrika’da: Libya ile yapılan İşbirliği Antlaşması (1959); Asya’da: Pakistan ile yapılan Karşılıklı İşbirliği Antlaşması (1959); Güneydoğu Asya’da: Toplu Savunma Antlaşması (1954), Avustralya ve Yeni Zelanda ile birlikte yapılan Güvenlik Antlaşması-ANZAK PAKTI (1951); Japonya ile Karşılıklı İşbirliği ve Savunma Antlaşması (1960), Milliyetçi Çin ile yapılan Karşılıklı Savunma Antlaşması (1954), Kore ile yapılan Karşılıklı Savunma Antlaşması (1953)...

Eylemceler (Operasyonlar)

Bu antlaşmaların da yardımıyla, birlikte ya da tek tek birçok askeri eylem gerçekleştirilmiştir. Dünyanın değişik yerlerinde düzenlenen askeri eylemler sayılırsa ortaya uzun bir liste çıkar.

Bir bölümü şunlardır: 1948 Berlin (Askeri Müdahale-ABD), 1946-1949 Yunanistan İç Savaşı (Askeri Müdahale, İngiltere-ABD Birlikte), 1950 Formoza Boğazı Krizi (Askeri Müdahale-ABD), 1950-1953 Kore Savaşı (Askeri Müdahale-ABD, İngiltere, Fransa, Belçika ve Türkiye dahil 15 ülke), 1956 Mısır-Süveyş Krizi (Askeri Müdahale- İngiltere, Fransa), 1955 Fas Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Fransa), 1954-1956 Tunus Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Fransa), 1961 Küba Domuzlar Körfezi Çıkartması (Askeri Operasyon-ABD), 1961 ve 1989 Panama (Askeri Müdahale-ABD), 1964 Kongo Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-Belçika, ABD), 1965 Dominik İç Savaşı (Askeri Müdahale-ABD), 1968-1975 Vietnam Ulusal Kurtuluş Savaşı (Askeri Müdahale-ABD), 1967 Yunanistan Faşist Askeri Darbesi (Destek ve Örgütleme-ABD), 1964 Kamboçya Sınır İhlali (Askeri Müdahale-ABD), 1973 Şili Faşist Askeri Darbesi (Destek ve Örgütleme-ABD), 1982 Folkland Krizi (Askeri Müdahale-İngiltere), 1983 Grenada Çıkarması (Askeri Müdahale-ABD), 1986 Libya (Askeri Müdahale-ABD), 1994 Haiti (Askeri Müdahale-ABD), 1991 Körfez Krizi (Askeri Müdahale-ABD, İngiltere, Fransa)...

Askeri eylemlerin birçoğu; yürürlükteki uluslararası antlaşmalar, ülkelerin hükümranlık hakları ve evrensel değerler çiğnenerek gerçekleştirilmiştir. Kore Savaşı, Sovyetler Birliği’nin BM Güvenlik Konseyi’ne katılmadığı bir oturumda; ABD, İngiltere ve Fransa’nın oylarıyla başlatılmıştır. 1958 Lübnan karışması, NATO üyelerine bile duyurulmadan yapılmıştır. Şili’de, demokratik kurallarla yönetime gelen seçilmiş Devlet Başkanı, dışardan örgütlenen askeri darbeyle öldürülerek yönetimden uzaklaştırılmıştır. Askeri eylemlerin birçoğu, Birleşmiş Milletler’in onay ve bilgisi dışında gerçekleştirilmiştir.


 1  “Amerika Birleşik Devletleri - Savunma” Büyük Larousse, sf.525 ve tr.m.wikipedia.org
 2  “Impact Of Western Man”, New York, 1966, sf.150 ak. Harry Magdoff, “Emperyalizm Çağı” Odak Yay., 1974, sf.75
 3  “Amerika Birleşik Devletleri-Savunma” Büyük Larousse Gelişim Yay., sf.525
 4  “Bir Hürriyet Havarisinin Sabıka Dosyası” Yağmur Atsız, Boyut Kit., 1.Basım 1998, sf. 38
 5  “NATO” “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf. 8554
 6  “Bonn and Tokyo Are Criticized for Not Bearing More of Gulf Cost” The New York Times, 13.09.1980, S.A., ak. Jaffry E. Garten, “Soğuk Barış” Sarmal Yay., 1994, sf. 181
 7  “Bugünün ve Geleceğin Dünya Güç Merkezleri ve Dengeleri ile Türkiye’ye Etkileri” Harp Akademileri Komutanlığı Yay., sf. 4
 8  “Truman Doktrini: Soğuk Savaş İlan Ediliyor” Coral Bell, “20.Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., Sayı 43, sf. 845
 9  a.g.e. sf. 844
 10  “Truman Doktrini” Büyük Laorusse, Gelişim Yay., sf. 11, 723
 11  “Truman Doktrini: Soğuk Savaş İlan ediliyor” Coral Bell, “20.Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., Sayı 43, sf. 845
 12  a.g.e. sf. 846


Metin AYDOĞAN, 16 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Oca 18, 2016 14:04

Küresel Örgüt Ağı -2 Siyasi Örgütler

‘Serbest’ ticaretin yayılması yani ülkelerin ‘Pazar’ durumuna getirilmesi, bir dizi uluslararası anlaşmayı ve bu anlaşmalar yönünde geliştirilecek küresel boyutlu uygulamaları gerekli kılar. Askeri antlaşmalar bu tür girişimlerin ön adımı, siyasi ve akçalı bağlantılar ise temelidir. Ülkelerin yönetimine karışma; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaştırma ve enerji alanında yönlendirme; tarım ve uranda (sanayide) ‘kalkınma planları’ belirleme ile borçlandırma ve akçalı kurumlarda etkinlik sağlama, küresel etkinliği tamamlayan halkalardır.

Küresel Siyaset

Dünya’nın ekonomik değer taşıyan her yöresinin gelişmiş ülke pazarlarına bağlanması için, düzenli işleyen uluslararası ilişkilere ve bu ilişkileri düzenleyecek siyasi örgütlere gereksinim vardır. Askeri güç, siyasi ve ekonomik işleyişin güvencesidir. Yatırılan sermayeyi koruma amaçlıdır. Küresel işleyişi gerçekleştirmek için, askeri örgütlenmeler yanında, tüm dünyayı kapsayan siyasi ve ekonomik örgütler gereklidir.

Siyasi alanda gerçekleştirilen küresel örgütlerin ve bunlarla ilgili olarak yapılan anlaşmaların tümünü elde edip incelemek çok güç, belki de olanaksız bir iştir. Gelişmiş ülkelerin, yalnızca azgelişmiş ülkelerle yapmış olduğu ikili anlaşma sayısı, 21.yüzyıla girerken 1600’dü. 1 

Bunları tek tek incelemek gerekli değildir. Hemen tümünde aynı anlayış egemendir. Küresel ekonominin gelişmiş ülkelere sağladığı ayrıcalıklarla dolu olan bu anlaşmalar neredeyse, ülke ismi değiştirilerek çoğaltılmış kopyalar gibidir.

Ülkeleri Sınıflandırmak

2.Dünya Savaşı’ndan sonra Dünya ülkeleri; toplumsal ve tarihsel özelliklerine, jeopolitik konumlarına, doğal kaynaklarına, yetişmiş insan gücüne, alt yapı olanaklarına, ulusal pazarlarının niteliğine ve gizilgücüne (potansiyeline) göre sınıflandırıldı. Hiçbir ülke ilgi alanı dışında bırakılmadı ancak alım gücü yüksek pazara sahip ülkeler öncelikle ele alındı, bunlarla ilk elden ilişkiye geçildi. Mal ve sermaye gönderilecek ülkeler içinde, Türkiye ya da Yunanistan ile Uganda’nın aynı değerde olmayacağı açıktı.

Savaş Yılgınlığı

2.Dünya Savaşının kanlı ortamından; ulusal kaygılar, yaygın yoksunluklar, açlık ve büyük insan yitikleriyle çıkan ülkeler, böyle bir yıkımı bir daha yaşamak istemiyordu. Barış ve denge çabalarına son derece duyarlıydılar. Bu yöndeki çağrılar ilgilerini çekiyor ve bu çağrılara içtenlikle katılıyorlardı.

ABD; Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, çok partili düzen, demokrasi, dayanışma ve işbirliği söylemleriyle uluslararası politik örgütler kurdu. Bunlara, ‘savaş karşıtı ortak savunma örgütleri yaratma’, ‘komünist yayılmacılığa karşı silahlanma’, ‘caydırıcı silahlı güç’ oluşturma gibi askeri öneriler ekledi.

Önerilerini; ‘serbest piyasa ekonomisinin önündeki engellerin kaldırma’, ‘dünya sermaye dolaşımını hızlandırma’, ‘büyük pazar birlikleri oluşturma’ gibi ekonomik önermelerle tamamladı. ‘Savaşsız bir dünya için yeni düzen kurmanın’ bunları gerçekleştirmekle mümkün olacağını açıkladı ve ‘hür dünyanın’ bütün ulusları bu uğurda çaba harcamaya çağırdı. Çağrı doğal olarak, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere birçok ülkeden olumlu yanıt aldı ve ABD gücünün en yüksek olduğu bir dönemde, dünyaya yeni bir düzen verme işine girişti.

Küresel Siyasi Örgütler

Küresel ölçekli siyasi örgütler, savaştan sonraki beş yıl içinde kuruldu. Sonraki dönemde sağlanan gelişmeler, yapılan değişiklikler, bu örgütleri yetkinleştirip güçlendirdi. Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna 51 ülke katılmıştı, şimdi üye sayısı 200’e yaklaşıyor. Alt organları, bütçesi, ilgi alanları katlanarak artmış durumda ancak işleyişinde niteliksel bir ayrım yok. ABD’nin örgüt üzerindeki ağırlığı bugün daha çok ve örgütsel ilişkilerde belirleyici olanlar hep güçlüler.

Uluslararası anlaşmaların tümünde insanların eşitliğine, barışa, dostluğa ve yardımlaşmaya dair erdemli söylemler yer alıyor. Pek çok hükümet yetkilisi, ülkesini bu örgütlere sokarken, çağa uygun ve ilerlemeye açık bir eylemi gerçekleştirmenin iç erinci içindeydi. Yeni bir dünya kuruluyordu ve bu yeni dünyada yerlerini almalıydılar... Politik bilinçten yoksun olanların buna inanmaları için pek çok neden vardı.

Oysa gerçekler bu pembe tabloya hiç uymuyordu. Bunu çok kısa sürede gördüler ancak artık yapacakları birşey kalmamıştı. Savaş sonrasında barış ve kardeşliği dilinden düşürmeyen Amerikalılar 15-20 yıl sonra çok başka şeyler söylüyordu. ABD Dışişleri Bakanı Mc. Namara 1968 yılında Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada gerçek amaçlarını şu sözlerle ortaya koyuyordu: “Yakın ve Ortadoğu, Birleşik Devletler açısından taşıdığı stratejik önemi devam ettirmektedir, çünkü bu bölge siyasi, askeri ve ekonomik çıkarların birleştiği kavşaktır ve Ortadoğu petrolü Batı için yaşamsal önem taşımaktadır. Yunanistan, Türkiye ve İran ile olan ittifak ilişkilerimizi devam ettirmekte de büyük çıkarlarımız vardır, zira bu üç ülke, Sovyetler Birliği, sıcak deniz limanları ve petrol yatakları arasında yer almaktadır”. 2 

Birleşmiş Milletler-BM

2.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan en büyük uluslararası siyasi örgüt Birleşmiş Milletler’dir. Kökleri, 1.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan Milletler Cemiyeti’ne dek uzanan örgüt, Almanya ve Japonya’yla savaşan büyük devletlerin, özellikle ABD’nin öncülüğünde kurulmuştur.

Birleşmiş Milletler’e esin kaynağı olan Milletler Cemiyeti, barış anlaşmalarına galip devlet olarak imza koyan 32 ülkenin 1920 yılında bir araya gelmeleriyle kuruldu. Daha sonra savaşta yansız kalan ya da yenilen ülkeler de örgüte alındı.
Güçlülerin belirleyici olduğu bir örgüt olarak Milletler Cemiyeti; yazılı amaçlarına uygun düşmeyen eylemler, değişmeyen anlayışlar ve saygı duyulmayan, etkisiz ve güçsüz bir kalıtla (mirasla), görevini 1946 yılında Birleşmiş Milletler’e devretti, 31 Temmuz 1947’de de yasal varlığına son verdi.

Kuruluş

BM, 25 Nisan-26 Haziran 1945 tarihleri arasında, San Francisco’da toplanan uluslararası konferans ile kuruldu ve 24 Ekim 1945’de yürürlüğe girdi. Kuruluşun dayanakları, Milletler Cemiyeti deneyimi ile savaş sürerken gerçekleştirilen bir dizi ortak girişimden oluşuyordu. Bunlar sırayla, 14 Ağustos 1941’de ABD ve İngiltere’nin imzaladığı Atlantik Bildirisi, 1 Ocak 1942’de ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin imzaladığı Birleşmiş Milletler Bildirgesi, 30 Ekim 1943’de ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği ve Çin’in imzaladığı Moskova Bildirgesi, yine bu dört devletin Dumbarton Oaks (ABD) toplantısı ile Şubat 1945 tarihindeki Yalta Konferansı idi.

Ayrıcalıklı Üyeler

BM’in kuruluşuna öncülük eden beş büyük ülke (ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Çin) ve sonradan Fransa, örgütün işleyiş biçimini saptadı ve bu işleyişte kendilerine kalıcı ayrıcalıklar tanıdılar. Kuruluşun kararlaştırıldığı San Francisco toplantısına yalnızca Almanya ve müttefiklerine (Mihver Devletleri) savaş ilan eden ülkeleri çağırdılar. Türkiye’nin uzun süre bekledikten sonra ivedi olarak Almanya’ya savaş ilan etmesinin nedeni de budur. Türkiye, yalnızca BM’e değil, o dönemde kurulan tüm uluslararası örgütlere üye olmaya olağanüstü istek göstermiş ve girdiği her örgütte ‘en sözdinler’ üye olmuştur.

Aynı Sözler

Birleşmiş Milletlerin yazılı amaçları, kalıtını devraldığı Milletler Cemiyeti’nde olduğu gibi, ‘yüksek ideallerden’ oluşuyordu. Hatta daha da geliştirilmişti. Örneğin Antlaşmanın giriş bölümünde ‘Ulusların ve Dünya Halklarının Birliği’nden’ söz ediliyordu. Oysa, bu sözleri sözleşmelere yerleştiren gelişmiş ülkeler, değil ulusların birliğini sağlamak, sürekli bir biçimde her ulusun ulusal birliğini bozan bir çaba içinde oldu.

Almanya, Kore, Vietnam, Yemen ikiye bölündü, Fransa; Cezayir ve Tunus’a, İngiltere; Mısır’a, ABD; Vietnam’a, Lübnan’a ve Irak’a; NATO; Sırbistan’a Sovyetler Birliği; Macaristan’a, Çekoslavakya’ya, Afganistan’a, Çin; Vietnam’a asker gönderirken hiç kimseye bir şey sormadı, BM’e haber bile vermediler.

Bunlar üstelik BM Güvenlik Konseyi üyesiydi. Hindistan, BM’in kurucu üyesiydi ancak İngiltere’nin sömürgeci yönetiminden henüz kurtulabilmiş değildi. Ve İngiltere, sömürgeciliği yoketme görevi verilen, BM Vesayet Konseyi üyesiydi.

İç Örgütlenme

BM, birçok alt organ, uzmanlık kuruluşu ve özerk örgütten oluşur. Yılda bir kez olağan olarak toplanan ve her ülkenin tek oyla katıldığı Genel Kurul tartışma ve karar organıdır. Bu organ, Güvenlik Konseyi’nin sürekli olmayan üyelerinin, Vesayet Konseyi ve Sosyal Konsey üyelerinin, üyeliğinin kabulüne, askıya alınmasına ve çıkarılmasına karar verir. Genel Kurulun altında uzmanlaşmış altı komisyon vardır. Tam üyeyle toplanmak zorunda olan, bu nedenle verimli bir çalışma içine giremeyen bu komisyonlar, Genel Kurul çalışmalarının ön hazırlığını yapar, alınan kararları izler.

Birleşmiş Milletler’in başka bir organı, Güvenlik Konseyi’dir. Güvenlik Konseyi beşi sürekli olan (ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve Çin) on beş üyeden oluşur. Sürekli üyelerin bir tanesinin bile olumsuz oy kullanmasıyla karar alınamaz. Buna yanlış olarak veto hakkı da denilmektedir. Dünya Barışı’nın korunmasında sorumluluğu üstlenen Güvenlik Konseyi işte böyle ‘demokratik’ bir işleyişle çalışır.

BM’in öbür organları; Çin hariç Güvenlik Konseyinin dört üyesinden oluşan Vesayet Konseyi, 54 üyeden oluşan Ekonomik ve Sosyal Konsey, Uluslararası Adalet Divanı, Genel Sekreter, Yardımcı Organlar’dır (UNİCEF, Mülteciler Yüksek Komiserliği, BM İdare Mahkemesi vb.). Bu organlardan başka çok sayıda uzmanlık kuruluşu ve özerk örgüt vardır. Bunlar; Uluslararası Para Fonu (IMF), Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD), Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA), Uluslararası Finans Kuruluşu (IFC)-bu son üç kuruluş birlikte Dünya Bankasını oluşturur-, Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT), (GATT’ın statüsü diğerlerinden farklıdır), Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (CAO), Dünya Posta Birliği (UPO), Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO), Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WPO), Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (FAD)’undan oluşur. Bu örgütler Ekonomik ve Sosyal Konsey’e bağlı olarak çalışırlar. Bunlardan başka Genel Kurula dolaysız bağlı olarak çalışan, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Dünya Gıda Programı (WFP), BM Eğitim ve Araştırma Enstitüsü (UNITAR), BM Kalkınma Programı (UNDP), BM Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO), BM Çevre Sorunları Programı (UNEP), BM Üniversitesi (UNU), BM Özel Fonu, Dünya Gıda Konseyi, BM İnsan Yerleşimleri Merkezi (HABITAT), BM Nüfus Etkinlikleri Fonu (UNFPA), Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), (farklı bir statüyle çalışır) ve BM Filistin Mültecilerine Yardım Fonu (UNRWA) adlı kuruluşlardır. Bunlardan başka, genellikle askeri alanda çalışma yapan ve Güvenlik Konseyi’ne bağlı olarak çalışan, geçici ve kalıcı kimi örgütler, BM adına çalışmalarını sürdürür.

ABD’nin Gücü

ABD’nin BM üzerindeki etkinliği bugün, Güvenlik Konseyi’nin sürekli üyelerinin tümünün etkisinden daha çoktur. ABD, Genel Kurul’da her önerisine oy verecek çok sayıda ülke desteğine sahiptir. Devletlerarası ikili ilişkiler, kredi notları, silah satışları, kotalar, ticari ayrıcalıklar vb., BM Genel Kurulu’nda verilecek oylar için birer koz olarak kullanılabilmektedir. Önemli konularda Genel Kurul’da verilen oylar, ‘ABD dostluğunu kazanmanın’ göstergesi olarak ele alınır. ABD önerisine karşı oy verenler, ‘bir kenara’ yazılır. Bu tutumu herkes bilir ama kimse sözünü etmez.

ABD, Genel Kurul’da oy çoğunluğunu sağlamayacak gibi görünen önerilerini gündeme sokmaz. Konunun kendisi için önemine göre, BM onayına başvurmadan tek başına eyleme girişebilir. Bu konuda, ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) 1992 yılında yayınladığı bir yazanak, BM’in kuruluşundan beri süren ABD tutumunun özeti gibidir.

New York Times’ın yayınladığı bu yazanakta Pentagon; “Dünya barış ve güvenliğini korumak için hiçbir devlet ya da kuruluşla YETKİ VE GÜÇ paylaşımına gitmeden, Birleşik Devletler’in kollarını sıvayacağını” söylüyordu. 3  Kongo (1960), Lübnan (1978), Küba (Domuzlar Körfezi Çıkartması-1961), Vietnam (1967), Irak (1990-1998), Sırbistan (1999) askeri eylemlerinde ABD “kollar sıvamıştı”.

Engellenen Birimler

Ağırlıklı olarak azgelişmiş ülkelerin kalkınma sorunlarıyla ilgili çalışmalar yapan ve BM Genel Kurulu yardımcı organı olan ‘Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) çalışmaları, büyük devletlerce bilinçli bir biçimde engellenmektedir. Bu organ adeta ABD’ne rağmen çalışmaktadır.

ABD, BM’de alınan kararları beğenmediğinde, örgütün çalışmaları önüne engeller çıkarmakta, örgüt içi işleyişten gelen tıkanıklıkları da kullanarak birçok organı çalışamaz duruma getirmektedir. Örgütün çalışmalarını sürdürebilmesi için gerekli olan akçalı kaynaklar içinde önemli bir paya sahip olan ABD, ödeme yapmayı zaman zaman koz olarak kullanır.

Kuralları Çiğneme

BM antlaşmasının 2.başlamının (maddesinin) 7.paragrafı; “iş bu antlaşmanın hiçbir maddesi, bir devletin ulusal yetkisi içinde bulunan işlere Birleşmiş Milletler’in karışmasına izin vermez” der. Bu başlam en başta, BM’in kurulmasına öncülük etmiş ve anlaşma koşullarını hazırlamış olan büyük devletler tarafından çiğnenmektedir. Kimi zaman BM’den karar çıkartarak, kimi zaman tek başına, devletlerin ulusal yetkilerine, herkesin gözü önünde karışılır.

BM örgütlerinin çalışmaları bir karşıtlıklar ve çelişkiler yumağıdır. Başlangıçta ‘demokrasi’ üyelik koşuluydu ancak şimdi örgüt, demokrasi ve insan haklarını yok eden ülkelerle doludur. Güvenlik Konseyi’nin değişmez üyeleri içinde, demokratik gelişmeyi ve ulusal kurtuluş savaşımlarını düşman gören ülkeler vardır. BM uzmanlık kuruluşu olan UNICEF dünya çocuklarına yardım etmeğe çalışırken, BM Ekonomik ve Sosyal Konsey üyesi olan IMF, dünya uluslarına çocukların geleceğini karartacak reçeteler dayatır. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) açlığa çare bulmağa çalışır ancak BM’in, etkili üyeleri büyük devletler, tarım ülkelerine yönelttiği uygulamalarla bu ülkeleri açlığa tutsak eder.

Yalan Politikası

Çelişki örnekleri çoktur. Ancak 1998 ‘Irak Krizi’ denilen olaylar, gizlenmeye çalışılan kimi gerçeklerin görülmesi açısından önemlidir. ABD 1998’de BM gözlemcilerinin çalışmaları engelleniyor gerekçesiyle Irak’a askeri karışma kararı verdi. Durumu yerinde görmek ve bir uzlaşma olanağı aramak için Irak’a gitmek isteyen BM Genel Sekreteri Kofi Annan, bu ülkeye ABD’nin izin vermesiyle gidebildi.

1998 Yılında özelleştirme ve küreselleşmeyi eleştiren BM eski Genel Sekreteri Butros Gali’nin raporu, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e bağlı bir BM kuruluşu olan UNESCO tarafından sansür edilerek yayınlandı. UNESCO yetkilileri eski sekreterlerinin yazısından, Yeni Dünya Düzeni’ni eleştiren bölümleri çıkardı. 4  Başkan Clinton’un yemin töreninde söylediği şu sözler, ABD’nin BM kararlarına ne denli ‘önem’ verdiğinin açık göstergesidir: “Çıkarımız olan her yere her şeye karışırız”. 5 


 1  “Küreselleşmenin Sınırsızlığı Sorgulanıyor” 10 Temmuz 1998 Cum.
 2  “Hearings on the Foreing Assistance Act of 1967”, Washıngton D.C. 1967, sf.114, ak. Harry Magdoff, “Emperyalizm Çağı” Odak Yay., 1974, sf.153-154
 3  The New York Times 08.03.1992, ak. “Bugünün ve Geleceğin Güç Merkezleri ve Dengeleri ile Türkiye’ye Etkileri” Harp Akademileri Komutanlığı Yay., 1994, sf.10
 4  “Kafkaslar, Ortadoğu ve Avrasya Perspektifinde Türkiye’nin Önemi” E. Orgeneral Kemal Yavuz, Aydınlık, 10 Mayıs 1998, Sayı 564, sf.11
 5  “Oltadaki Balık Türkiye” Emin Değer, Çınar Yay., sf.32


Metin AYDOĞAN, 17 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Oca 20, 2016 16:19

Küresel Örgüt Ağı -3 Akçalı (Mali) Örgütler

IMF’nin kuruluş temelleri, küçük bir ABD kasabası olan Bretton Woods’da yapılan ve 44 ülkenin katıldığı konferans kararlarına dayanır. Dünya egemenliğine hazırlanan ABD, daha savaş bitmeden, mali-siyasi örgütlenme girişimlerine başlamıştı. Konferansın gerçek amacı, doların uluslararası akçalı işlemlerde egemen para durumuna getirilmesiydi. Bunun için ikinci bir uluslararası kambiyo (yabancı paraların alım satım işlemi) düzeni kabul edildi ve dolar, değeri altına oranla tanımlanan (bir ons karşılığı) bir para oldu.

Uluslararası Para Fonu-IMF

Gelişmiş ülkelerin dışsatımı, 1950’de dünya dışsatımının, yüzde 67,1’ini oluştururken bu oran 1965’te yüzde 78,4’e, 1995’te ise yüzde 82,3’e çıktı. 1  Bu niceliklerden çıkan herkesin anlayacağı kesin sonuç; dünya tecimindeki (ticaretindeki) egemenlerin gelişmiş ülkeler olmasıdır.

Serbest piyasa ekonomisi tanımlanmasıyla dünya tecimini serbestleştirmek, asal olarak bir gelişmiş ülke sorunudur. Bu sorunu çözmek için, azgelişmiş ülkelerdeki korumacı önlemlerin kaldırılması ve gümrük uygulamalarının küresel düzeyde uyumlu duruma getirmesi gerekir. Gelişmiş ülkeler bunu yapmak zorundadır. Dünya ticaretinin beşte dördünden çoğunu gerçekleştiren gelişmiş ülkelerin varlığı, dünya teciminin serbestleştirilmesine bağlıdır.

Serbest Tecim

Azgelişmiş ülke yöneticilerine, korumacı yasaları kaldırtarak kendi ülkesinin zararına yol açacak bu tür bir karar nasıl alınır? Yerel yöneticiler, ulusal üretimi yok edecek bu tür gelişmelere onay verebilir mi?

Görünüşte bu soruya kolayca olumsuz yanıt verilebilir. Doğru olan budur. Ancak, kolaylık, uygulamaya geçilince ortadan kalkar. Görünür ya da görünmez güçlükler, somut ve canalıcı engeller halinde, azgelişmiş ülke yöneticilerinin karşısına dikilir.

Gelişmiş ülkeler, dünyayı serbestçe kullanabilecekleri bir pazar durumuna getirmek için, özellikle 2.Dünya Savaşı’ndan sonra, tarih kadar eski olan bir yöntemi kullandılar. Paranın gücünü kullanmak ve satın almak. Onlara göre, dünyada paranın satın alamayacağı insan dahil hiçbir şey yoktur ve parası olan sonucu belirler. Kapitalizmin temel anlayışı buydu ve emperyalist dizgenin bu anlayışa uygun davranması son derece olağandı.

Kendine Yabancılaşmak

Önce dünyaya yayılan uluslararası finans örgütleri kuruldu. Daha sonra savaş sonrasının güç koşullarında ülkesinin sorunlarına çözüm bulmaya çalışan ülke yöneticilerine ‘kısa sürede sonuç verecek kalkınma yöntemleri’ ve bunun için gerekli olan krediler önerildi.

Kaynak sıkıntısı içinde döviz arayan ülkelere bu tür öneriler çekici geldi. Büyük bir istekle ulusal politikalardan vazgeçtiler ve ekonomilerini, ‘uzmanlardan’ oluşan uluslararası örgütlerin yönetimine bıraktılar. Bu yola girince de, kolay satın alınır duruma geldiler. Bu işleyişi gerçekleştiren ana güç, Batılı büyük devletlerin denetiminde çalışan uluslararası finans örgütleri ve bunların en başında yer alan IMF oldu.

Küresel Akçalı Örgüt

Dış ticaret önündeki engellerin kaldırılması ve eldeki akçalı gücün etkinlik aracı olarak kullanılması, iyi işleyen uluslararası bir para dizgesinin gerçekleştirilmesini gerektirir. Özellikle sağlam bir uluslararası kambiyo işleyişinin sağlanması koşuludur ve IMF’nin temel ereği budur.

Ancak, IMF bu işleyişi yalnızca kendi akçalı kaynaklarıyla sağlayamazdı. Amerikan bankacılığı devreye sokuldu ve ABD bankaları uluslararası akçalı dizgenin parçası durumuna getirildi. Bugün ABD bankacılığının en geniş büyüme alanı ABD değil dış ülkelerdir.

Dış ülkelere yayılma aynı zamanda ve ilk kez olarak tam anlamıyla uluslararası bankacılık ağını yaratmıştır. 2  Amerikan bankacılık topluluğu, üzerine aldığı görevin bilincindedir ve durumun önemini açıkça dile getirmektedir. Brown Brothers Harriman And Co’ın yayınladığı bir yazanakta (raporda) şöyle denmektedir: “Birleşik Devletlerin dünyanın her köşesinde yaşamsal önemde siyasi çıkarları vardır. Bunu ticari çıkarların izlemesi gayet doğaldır ve nitekim öyle de olmaktadır”. 3 

Tecimsel çıkarların korunması ve akçalı işlemlerin kolaylaştırılması için, Amerikan bankaları tüm dünyaya yayılmıştır. Dış ülkelerde 1918 yılında 61 olan banka şube sayısı 1955’te 111, 1967’de ise 298’e çıkmıştı. 4 

Ulusal Yasaları Aşmak

Akçalı yayılmanın önündeki engellerin kaldırılması eğilimiyle, korumacı ulusal yasalar arasındaki çelişki, Yeni Dünya Düzeni’nin kısa tarihi gibidir. Gümrük duvarları, ulusal para politikaları, milli kambiyo gibi ‘sıkıcı’ engellerden kurtulunmalıydı.

Bu iş için, IMF, Dünya Bankası ve ABD bankaları kullanıldı ve büyük başarı sağlandı. IMF kısa süre içinde öyle bir güç oldu ki, bir zamanlar borç vermek için çırpınan bu örgüt bugün, kredi geri ödemelerini ertelemek, ya da yeni krediler almak için kapısında kuyruğa girilen akçalı bir imparatorluk durumuna geldi. Oysa; başlangıç dönemlerinde, ülkeleri borçlanma batağına çekmek için, en etkin görevlilerini aylar süren yolculuklara gönderiyor, devlet kurumlarının kapısını çalıyor, yalnızca devlete değil, politik şeflerin dost ve akrabalarına da ‘kredi’(!) veriyordu.

Maliye Bakanları, Dünya Bankası ve IMF’nin yıllık toplantıları için Washington’da toplandıklarında bunların önleri kredi vermek için, yüksek ücretli kredi pazarlamacıları tarafından kesiliyordu. Yoksul bir Güney Amerika ülkesinin başkanının önü Shoreha ve Sheraton otelleri arasındaki kısa yürüyüş sırasında tam beş değişik görevli tarafından kesilmişti. 5  Güney Amerikalı bir maliye bakanı, bankacıların kendisini konferanslarda köşeye sıkıştırmaya çalıştıklarını, kredi önerdiklerini anlatmaktadır: “Beni hiç rahat bırakmıyorlardı... Vergileri yükseltmek yerine kredi almak, yani acıyı ertelemek, çok cazip bir iştir diyorlardı”. 6 

Borç Tuzağı

Azgelişmiş ülke yöneticileri hazır paranın çekiciliğinden kendilerini kurtaramadı ve borç alarak faiz ödenmeye başlandı. Örneğin yalnızca Citibank’ın 1972-1974 arasında Güney Amerika’dan elde ettiği net faiz kazancı 8 milyon dolardan 29 milyon dolara, Ortadoğu ve Asya gelirleri 11 milyon dolardan 26 milyon dolara yükseldi. “Kalkınmakta olan ülkeler Citi’nin altın yumurtlayan tavuğu olmuştu”. 7 

IMF’nin azgelişmiş ülkelere kendi kaynaklarından verdiği borç miktarı 1970 yılında 0,7 milyar dolarken bu miktar 1990 yılında 34,5 milyar dolara çıkmıştı.
Oysa IMF’nin kuruluş sözleşmesi, tüm dünya ülkelerinde ticaretin gelişeceğini ve bu ülkelerde toplumsal ilerleme sağlanacağını belirten bilimsel görünümlü söylemlerle doluydu. Varsıl ülkeler yoksullara yardım edecek, bu yardım onların kalkınmasını sağlayacaktı. Kalkınan ülkelerin alım gücü artacak, dünya ticaretle küçülecek, bilgi çağının yarattığı değerlerden tüm dünya yararlanacaktı.

2.Dünya Savaşı’ndan sonra geliştirilen yeni düzenin bu yöndeki yaymacasına kapılanların sayısı umulandan çok oldu ve birçok azgelişmiş ülke, Amerikalılar’ın deyimiyle, bu oltaya takıldı. Yakalandıkları olta onları her geçen gün yaşadıkları ortamdan kopardı ve bulanık sulara sürükledi.

IMF Kuruluyor

Savaş sonrası dönem, ağır yitiklere uğramış ülkelerin özellikle de Avrupalıların güç koşullar nedeniyle, ABD’ye en yakın olduğu dönemdi. Bu nedenle ekonomik anlaşmaların koşulları, tartışmalarla değil, bu işe öncülük etme olanağına sahip ABD tarafından belirleniyordu. Amerikalılar dünya önderliğine o denli hazırdı ki, çalışmalara daha savaş bitmeden başlamış ve Bretton Woods konferansını 1944 yılında gerçekleştirmişti.

Breton Woods, doların işlerliğini uluslararası boyuta taşımanın ve biriki (rezerv) para niteliğine kavuşturarak altına benzer bir rol üslenmesinin ilk adımını oluşturur. Ulusal paraların konvertibilitesi (serbestçe dövize çevrilebilirlik), kabul edildi. Altın, üye ülkelerin paralarının paritesinin (ülke paralarının karşılıklı değeri) ortak paydası olmayı sürdürdü.

Bretton Woods Anlaşması

Anlaşmanın 6.başlamı şöyle diyordu: “1 Temmuz 1944 tarihinden itibaren, her üye ülke parasının itibari değeri, altın cinsinden ya da belirli bir altın kalitesinin ağırlığı esas alınarak ABD doları cinsinden ifade edilecektir.” Altına çevrilebilir tek para durumuna gelen dolar, artık, ticaret ve finans dünyasının yeni kralıydı.

ABD, Bretton Woods Konferansı’nda kabul ettirdiği anlaşmayı o çerçevede bırakmadı ve kapsamını genişleterek BM’e taşıdı. Uluslararası Para Fonu (IMF), 27 Aralık 1945 tarihinde Washington’da imzalanan ana sözleşme ile bir BM örgütü olarak kuruldu. Örgütün yazılı olmayan amacı; dünya mali sermaye piyasalarını yönetilebilir kılmak, gelişmekte olan ülkelerin kambiyo politikalarını denetlemek, dolar bağımlılığı yaratacak biçimde borç ilişkileri yaratmak ve uluslararası para akışının IMF kararlarına uygun olarak işlemesine gözcülük etmekti.

Kur Ayarlaması

Uluslararası Para Fonu’na üye ülkeler, ulusal paraların değerini döviz kurlarına göre düzenli olarak ayarlamaya, onay verdi. Uluslararası parasal işlemlerde altının işlevini azaltarak yerini ABD dolarının alması ve bu amaç için örgütün güçlendirilmesi kabul edildi.

Ancak, güçlenme öyle bir noktaya vardı ki, başlangıçta akçalı sorunlarla ilgileneceği belirtilen IMF, borçlu ülkelerin toplumsal sorunlarının tümüne karışan, yön veren ve giderek karar veren duruma geldi. Ülkeler, bugün; kalkınma yöntemi, ödeme dengesi, bütçe politikası, vergi dizgesi, yatırım önceliği, ücret politikası vb. hemen her alandaki uygulamayı IMF’nin gösterdiği biçimde yapmak zorundadır.

Hiçbir üye ülke IMF’den izin almadan parasının değerini düşüremez, ekonomik ve akçalı politikalarda ulusal çıkarları yönünde uygulama yapamaz. Azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülke yöneticileri, IMF yetkililerine güven vermekten ve onların her dediğini yapacağını kanıtlamaktan başka çıkar yollarının olmadığını bilir. Bu yönde son derece ‘sözdinler’ davranır. Aykırı davranışta bulunanların, koltuğunu yitirmesi kaçınılmazdır. Bu gerçeği bilen azgelişmiş ülke yöneticileri siyasi seçeneği ne olursa olsun IMF kararlarına karşı çıkamaz, onun desteğini almağa çalışır.

Güçlüler

IMF, en varsıl beş ülke tarafından yönetilmektedir. Bu ülkeler, belirleyici ABD olmak koşuluyla Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa’dır. İşin ilginç yanı, yönetimde hemen hiç bir etkisi olmayan azgelişmiş ya da gelişmekte olan üye ülkeler, kendilerini her yönden bağlayacak olan IMF bütçesine, yatırdıkları fonlarla katkıda bulunur. Ülkelerin ekonomik gücüne uygun olarak yatırılan bu fonların kullanımı, örgütün politikasını belirleyen bu beş ülke tarafından belirlenir.

Gelişmekte olan ülkeler kendilerine karşı kullanılan akçalı gücü, bir anlamda kendi olanaklarıyla yaratmıştır. 1995 yılına dek IMF’den uyum kredileri için borç alan 137 ülkeden 81’inin (yüzde 60), IMF’ye bağımlılığı ileri düzeyde artmış, 89 azgelişmiş ülkeden 48’inin (yüzde 54) durumu kötüleşmiş, 32’si (yüzde 36) ise tümüyle yoksullaşmıştır. 8 

Bilgiyi Kullananlar

IMF’nin uluslararası akçalı ve tecimsel işleyişinin en ince ayrıntılarına dek ulaşabilen; araştırma, sayıbilim (istatistik) ve bilgi merkezleri vardır. IMF, tümünü açıklamadığı bilgilerle, hangi ülkeye ne zaman ve ne biçimde karışacağına karar verme olanağına sahiptir. Kredi kullanan müşterisinin kişisel yaşamını bile inceleyen bankalar gibi IMF de, üye ülkelerin gizli olması gereken tüm bilgilerine kolayca ulaşabilmektedir. Bu durum o hale gelmiştir ki, birçok ülkenin ekonomik ve toplumsal sorununu, o ülkenin yöneticilerinden daha iyi bilmektedir.

IMF yöneticilerini en çok kızdıran davranış, kendilerinden bilgi saklanmasıdır. Bunu sık sık dile getirirler. IMF Genel Sekreteri Michel Camdessus’un BM Sosyal ve Ekonomik Konseyi’ne üye devletlerin ekonomi ve finans bakanlarının katıldığı toplantıda azarlar biçimde söyledikleri, bu tutuma iyi bir örnektir; “...Küreselleşen dünyada defterlerini saklayamazsın. Ülkelerin ekonomileri IMF-Dünya Bankası ile uluslararası finans kurumlarına açık olmalı. IMF’nin ulusal ekonomileri gözetim altında bulundurması gerekir. Sağlıklı ekonominin altın şartı şeffaflık. Krizler ancak böyle önlenir”. 9 

Koşullu Borçlanma

IMF anlaşmalarına göre, üye ülkelerin örgütten alabileceği borç toplamı (fondaki kota payı); ülkelerin uluslararası tecim oylumuna (hacmine), ulusal gelirlerine ve döviz birikilerine göre belirlenecektir.

Başlangıçta gelişmekte olan ülkelere koşula bağlı olmayan krediler kolayca verildi. Daha sonra yükselen borçla artan bağımlılık, kredi almayı, dayatılan koşulların kabulüne bağlı kıldı. Borç arttıkça borç faizleri de arttı.

Azgelişmiş ülkelere uygulanan borç faizleri 1978’de yüzde 9,7 iken 1979’da yüzde 13, 1980’de yüzde 15,4 ve 1981’de yüzde 17,5 oldu. Kredidatörler ister al ister alma deme gücüne gelmişti. 10 

Amerikan araştırmacı Harry Magdoff, IMF kredileri ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Yoksul uluslara varsıl uluslar tarafından empoze edilen disiplin, IMF’nin verdiği stabilizasyon kredileri (parasını dengelemek için alınan kısa vadeli kredi) ile sağlanmaktadır. Burada artık kalkınma projeleri ve uzun vadeli kalkınma planları üzerinde durmuyoruz. Kredi için, IMF’ye başvuran ülke müthiş bir darboğazın içinde değilse bile, böyle bir darboğazın eşiğinde demektir”. 11 

İngiliz ekonomisti Thomas Balogh’un görüşleri ise daha köktenci ve net: “ABD’nin bugünkü ekonomik ilişkileri, özünde, İngiltere’nin Afrika’daki eski sömürgeleri ile olan ilişkilerden farklı olmamaktadır. IMF oyunun kurallarının zorla kabul ettirilmesi işinde, sömürgeci yönetimlerin yerini almaktadır”. 12 

Borçluya Yeni Borç: Stand-by

IMF’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra ülkeler borçlarını ödeyemez duruma gelmişti. Borç geri ödemelerinin yapılabilmesi için yeni borç bulunması gerekiyordu. Bunun için 1952 yılında ‘Stand-by’ adı verilen, borçluya yeni borç verme düzenlemeleri yapıldı.

1961 yılında onbir ülke tarafından imzalanan Genel Borç Düzenlemeleri Antlaşması ile stand-by kredisi uygulamaları yaygınlaştırıldı. 1963-1966 arası, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine karışmanın yoğunlaştığı ve ulusal pazarların dışarıya açılmasının hızlandığı yıllardı. Üç yıl gibi kısa bir sürede, bu ülkelerin dışsatımında ani düşüşler oldu. Ödeme dengeleri bozuldu, döviz darlığı yaygınlaştı ve enflasyon eğilimleri arttı. Gelişmelerin doğal sonucu kuşkusuz, yeni bir borçlanma dalgasının gelmesi ve IMF diliyle ödünlemeci (telafi edici) finansman kredilerinin devreye sokulması oldu.

Sınırları Aşmak

1969 yılında yapılan IMF Yönetim Kurulu toplantısında kredi sunumunun (arzının) daha da arttırılması kararlaştırıldı. Özel Çekme Hakları Sistemi adı verilen bu kararlarla üye ülkelerin fondaki katılma payları arttırılmadan daha çok kredi almaları sağlandı. Yani IMF dilediği ülkeye sınırsız kredi verebileceğini ilan etti.

Bu uygulama, 1976’da yapılan Jamaika Antlaşmaları’ndan bu yana uluslararası para dizgesinin temeli durumuna geldi. Bu gelişme, borç almadan yönetimde kalamaz duruma gelen ülke yöneticilerini daha sözdinler kılarken, IMF kurullarını, dünya ekonomisine yön veren ve alacakları için her şeyi yapan duygusuz tefeciler haline getirdi.

Örgütsel Yapı

IMF’nin yapılanması kuşkusuz demokratik değildir. ABD, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa, örgütün para siyasetini belirleyen 20 kişilik Yönetim Kurulu’nun değişmez üyeleridir. Kalan 15 üye 2 yıl için seçilir.

Guvernörler Meclisi adı verilen Yürütme Kurulu’nda yönetmen ve yazman sürekli bu ülkelerin denetimi altındadır. Özellikle 1970’lerden sonra IMF, yalnızca azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere, 1990’dan sonra da dağılan sosyalist ülkelere yönelik çalışma yapan bir örgüt durumuna gelmiştir. ABD, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler kendilerine yönelik kararlarda IMF’yi hesaba katmazlar. Bu örgüt artık, gelişmekte olan ülkeler üzerine kurulan denetim düzenini sürdürmenin aygıtı durumundadır ve 3. Dünyaya yönelik küresel piyasaların mali polisi durumuna gelmiştir.

Türkiye, öbür uluslararası örgütlere olduğu gibi, IMF’ye de üye olmakta pek ‘istekli’ davranmış ve 11 Mart 1947 yılında örgüte katılmıştır.


 1  “Imports Of Manufactures From Less Developed Countries”, Hal B.Lary, NewYork 1968, sf. 2, ak.Harry Magdoff, Odak Yay., 1974, sf.206
 2  “The First Real İnternasional Bankers” Fortuna, Eylül 1967, sf.143, ak. a.g.e. sf.84
 3  “The ‘Edge Act’ and United States İnternasional Banking and Finance” Brown Brothers Harriman and Co. May.-1962, sf.32 ak.a.g.e. sf.85
 4  “Board of Governors of the Federa Reserve System, Annuel Report” ve “Overseas Branches of Comparations Engaged in Foreign Banking and Financing in Operation on Decemmer 31” 1967, ak. a.g.e. sf.96
 5  “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Yay., 1995, sf.290
 6  a.g.e., sf.290
 7  “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Yay., 1995, sf.291
 8  “Heritage Foundation Los Angeles Times 04.01.0998” ak. Cumhuriyet, 20.03.1998
 9  “Taner IMF’ye Çattı” Uğur Uluç, New York, Hürriyet, 19 Nisan 1998
 10  “Ekonomide Dışa Açık Büyüme” Gülten Kazgan, sf.192, Tablo 11, ak. Neşecan Balkan, “Kapitalizm ve Borç krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.107
 11  “Emperyalizm Çağı” Harry Magdoff, Odak Yayınları, sf.190
 12  "The Economics of Poverty” Thomas Balogh, Londra, 1966, ss.28-29, ak. H.Magdof “Emperyalizm Çağı” Odak Yay., No: 4, 1974, Ank., sf.193


Metin AYDOĞAN, 19 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Oca 21, 2016 16:32

Küresel Örgüt Ağı -4 Akçalı (Mali) Örgütler

Dünya Bankası’nın ana sözleşmesi, başka uluslararası antlaşmalarda olduğu gibi, ‘insani amaçlarla’ doludur. Yoksul ülkeler kalkındırılacak, bu ülkelere yatırım kredileri verilecek, üretim gücü ve verimliliği arttırılacaktır. Kredi alan ülkelere teknik hizmet yardımında bulunulacak, teknoloji getirilecek ve yatırımların uygulanmasında, ‘görev alınacaktır’... Ancak, gerçek yazılanlardan çok başkadır. Kredi verilir ancak koşullar tam olarak Banka tarafından belirlenir. Ulusal ekonomiyi geliştirecek yatırımlar, kredi verilmeyecek yatırımlardır. Kaynaklar, genel bir kural olarak, uluslararası şirketlerin gereksinimlerini karşılayan; ulaşım, iletişim ve erke (enerji) gibi alt yapı yatırımlarına ayrılmıştır. Yatırımın biçimi, kapsamı, boyutu, yöneticileri, çoğu kez işi yapacak firmalar bile Dünya Bankası’nca belirlenir. Büyük yatırımlar için gerekli olan araç ve makinaların alınacağı ülkeler, ödenecek bedeller ve markalar, kredi koşulu olur. Dünya Bankası, piyasa değerlerinin çok üstünde saptadığı bedelleri kaynakta keser ve firmalara kendisi ödeme yapar. Ödeme tutarını kredi toplamından düşer.

Dünya Bankası

Gelişmiş ülkeler, dışarıya açılmanın yoğunlaştığı 19.yüzyılda, gittikleri yerlere çeşitli alt yapı yatırımları yaptı. Özellikle dış dünya ile dolaysız bağlantısı olan bölgelerde, limanlar, demiryolları, telgraf ve telefon işletmeleri kurdu. Sömürge tipi işletmeler denilen bu yatırımların İlk yatırım sermayesi, emperyalist merkezlerden getirildi. Ancak bu bedel, yerel hükümetler borçlandırılarak sonradan fazlasıyla geri alındı.

Uzun yıllar, ayrıcalıklı koşullarla çalıştırılan bu işletmeler, yatırım amaçlarını tamamladıktan sonra, bulunduğu ülkelere satıldı. Bugün yaygınlaştırılmakta olan Yap-İşlet-Devret’in ön girişimleri olan bu uygulamalarla büyük kazanç elde edildi ve sonunda ülkelerin kendi yatırımları, bir anlamda kendilerine ikinci kez satılmış oldu.

Sömürge Yatırımcılığı

Sömürge ve yarı-sömürgelere alt yapı yatırımları yapılmasının amacı, bu yatırımlardan elde edilecek kredi faizi ya da işletme kazancı değildir. Bunlar ek gelirlerdir. Yatırımların gerçek amacı, tecimsel ve akçalı sermaye gönderilecek denizaşırı ülkeleri pazar durumuna getirmektir. Bunun için, ulaşım ve iletişim gereksiniminin alt düzeyde de olsa karşılanması gerekiyordu.

Getirilecek malları satmak, götürülecek hammaddeleri taşımak için yollar, limanlar gerekiyordu. İletişimsiz tecim yapılamazdı. Bu tür girişimlerle, bir yandan sömürü araçları sağlandı, bir başka yandan geri kalmış yörelere çağdaşlık götüren uygarlık temsilcileri görünümüyle siyasi yaymaca yapıldı.

20. Yüzyıl

Dünya Bankası, yukarıda özetlenen sömürgeci yöntemi 20.yüzyılın ikinci yarısındaki dünya koşullarına uygulamak amacıyla kuruldu. Dünyanın bütün toprakları ve üzerinde yaşayan insanlar, bir merkezden yönetilen pazar ilişkileriyle birbirlerine bağlanacaktı.

Dışsatımlanacak sermaye için, alım gücü yüksek olmayan, alt yapısı yetersiz azgelişmiş ülke topraklarının, ekonomik değeri olan pazar durumuna getirilmesi gerekiyordu. Bu ülkelerde ulaşım, iletişim ve enerji yatırımları son derece yetersizdi. Birçoğu, yatırımcı şirket ölçülerine göre pazar durumunda değildi. Bu ülkelerin yatırım yapmaya değecek kadar “kalkınması”; bunun için de yerleşim birimlerini birbirine bağlayacak yollar, elektrik üretecek santrallar, iletişim sağlayacak yatırımlar, su dağıtım şebekeleri vb. gerekiyordu.
IMF'nin Kardeşi

Dünya Bankası’nın görevi, bu tür gereksinimlerin karşılanmasına yardımcı olmaktı. IMF, ülkeleri akçalı açıdan bağımlı hale getirirken; Dünya Bankası, bağımlı kılınan ülkeleri, işlerliği olan pazar durumuna getirecekti.

Banka, IMF’den ayrımlı olarak; kredi kaynakları yanında, teknik yardım olanaklarıyla da donatıldı ve yalnızca azgelişmiş ülkelerine yönelik çalıştı. Ülkelerin yapacağı alt yapı yatırımlarının biçimi, kapsamı, boyutu, yöneticileri ve hatta çoğu kez işi yapacak firmalar bile Bankaca belirlendi. Bu belirlemelere uyulması koşuluyla kredi verildi. Büyük yatırımlar için gerekli olan dışalımlanacak araç ve makinaların alınacağı ülkeler ve hatta markalar, kredi koşulu oldu.

Ülkeler bu koşullarla borçlandırıldı ve yatırımlar tamamlandı. Devlete verilen kredilerle gerçekleştirilen yatırımların daha borçları bitmeden bu yatırımlar özelleştirme adı altında, işbirlikçi yerli ya da doğrudan yabancı şirketlere devredildi. Bu devirler, Dünya Bankası’nın bilgi ve denetimi altında yapıldı.

Örgütsel Yapı

Dünya Bankası, üç ayrı kurumun birlikteliğinden oluşmuştur. Bankanın temelini, aynı IMF gibi, Bretton Woods anlaşmalarından sonra, 1946’da kurulan, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) oluşturur. Gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine ya da hükümet güvencesi altında olan kuruluşlara, uzun süreli ve düşük faizli krediler veren IBRD, bir BM örgütüdür ve merkezi Washington’dadır.

Dünya Bankası’nı oluşturan ikinci örgüt, Uluslararası Kalkınma Birliği’dir. 1960 Yılında kurulan bu örgüt, dünyanın en yoksul ülkelerine dönük olarak çalışır. Bu ülkelere, yalnızca yüzde 1 komisyon alarak, faizsiz ve 50 yıla varan uzun süreli kredi verir. Pazar değeri çok düşük olan bu ülkeleri, yatırım yapılabilir duruma getirmeğe çalışır.

Bankayı oluşturan son örgüt, 1956 yılında kurulan, Uluslararası Finans Kuruluşu’dur. Bu kuruluş, sermaye yatırılacak ülkelerde siyasi dayanaklar yaratmak için, işbirlikçi sermaye kümelerine dolaysız kredi vererek, onların güçlenmesini sağlar.

Dünya Bankası’nın kullandığı mali sermaye, esas olarak üye ülkelerin yatırdıkları fon paylarından oluşur. Kredi faizleri ile sermaye piyasalarına sunulan tahvillerden elde edilen kazanç başka gelir kaynağıdır. Bunların en yetkili organı, üye ülke temsilcilerinin katılımıyla oluşan ve yılda bir kez toplanan Guvernörler Konseyi’dir.

“Soylu Amaçlar”

Dünya Bankası’nın ana sözleşmesi, başka tüm uluslararası antlaşmalarda olduğu gibi, ‘insani amaçlarla’ doludur. Yoksul ülkeler kalkındırılacak, bu ülkelere yatırım kredileri verilecek, üretim gücü ve verimliliği arttırılacaktır. Kredi alan ülkelere teknik hizmet yardımında bulunulacak, teknoloji getirilecek ve yatırımların uygulanmasında, ‘görev alınacaktır’...

Ancak, gerçek yazılanlardan çok başkadır. Kredi verilir ancak koşullar tam olarak Banka tarafından belirlenir. Yönetim, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin elindedir. Organlardaki temsil hakları göstermeliktir. İzlenecek politikalar tam olarak, ABD çıkarlarına göre belirlenir.

Dünya Bankası eski başkanlarından Eugene R.Black’in sözleri bu durumu açık olarak ortaya koymaktadır: “Dış yardım programlarımız Amerikan iş dünyasına çok belirgin yararlar sağlamaktadır. Başlıca üç yarar şunlardır: (1) Dış Yardım, ABD malları ve hizmetleri için derhal ve önemli bir pazar sağlamaktadır. (2) Dış Yardım, ABD şirketleri için yeni yeni dış pazarların geliştirilmesine yardımcı olmaktadır. (3) Dış yardım, ulusal ekonomileri, ABD firmalarının gelişebilecekleri bir tür girişim düzenine doğru yönlendirmektedir”. 1 

Kredi Koşulları

Dünya Bankası’ndan kredi almak isteyen ülkeler, krediyi kullanacakları yatırım alanını Banka’ya bildirir. Banka her başvuruya olumlu yanıt vermez. Ulusal ekonomiyi geliştirecek yatırımlar, kredi verilmeyecek yatırımlardır. Kaynaklar, genel bir kural olarak, uluslararası şirketlerin gereksinimlerini karşılayan ve üretime dönük olmayan alt yapı yatırımlarına ayrılmıştır.

Son zamanlarda tarımsal yatırım alanlarına da kredi verilmektedir. Tarım kredileri, ülkelerin ulusal tarım üretiminin geliştirilmesi için değil, almaşık (alternatif) tarım üretimi adı altında, ulusal tarım üretimini güçlendirmeyecek olan yatırımlara verilir. Uluslararası piyasalara çıkarılabilmiş olan yerel ürünler, genel bir tutum olarak kredi dışı bırakılır.

Borçlanan ülke, aldığı borcu, Banka’nın belirlediği koşullarda kullanmak zorundadır. Kredi sözleşmesini imzaladığı anda, yatırımda kullanacağı yabancı ‘uzmanları’, ücretlerini, proje ve yüklenici firmayı, dışalımlanacak donanımın ülkesini kabul etmiş olur.

Sözleşmeye bağlanmış bu tür zorunlulukların pazarlık şansını ortadan kaldırması, dünya piyasalarının üzerinde bedeller istenmesine yol açar. Borçlu ülke bunları ödemek zorundadır. Banka bu bedelleri kaynakta keser ve şirketlere kendisi öder.

Danışma Şirketleri

Yatırım tasarıları (projeleri) genellikle, ABD kökenli danışma ve mühendislik şirketleri tarafından yapılır. Bu şirketler tasarıların kendileri tarafından yapılacağını önceden bilirler ve ‘hizmetlerinin’ karşılığı olan abartılmış faturaları, borçlanan ülke hesabından düşmek üzere, Dünya Bankası’na gönderirler.

Dünya Bankası’nın Tayland’daki Yanhee Enerji Projesine verdiği kredinin koşulları, çarpıcı bir örnektir: “Projenin uygulamasında, Tayland Hükümeti yetkililerinin dışında, karar yetkisine sahip ayrı bir kurulun oluşturulması, Enerji Bakanlığı’nda genel müdür dahil bütün atamalarda Banka’nın onayının alınması ve Dünya Bankası’nın kabul ettiği danışman mühendislerin onayı alınmadıkça hiçbir ara sözleşmenin yapılmaması vb... Dünya Bankası, bağımsız uluslar üzerinde sert bir denetim kurmaktadır”. 2 

Yatırım Kararları

Kredi verilecek yatırımlarda, yatırım biçimine ve niteliğine de Banka karar verir. İlgili organın verdiği kararlar, borçlanan ülkenin sorunlarını çözmeye değil, yeni sorunlar doğurup dışa bağımlılığı arttırmaya yöneliktir. Örneğin, ulaşım yatırımları için verilecek kredide, kredinin demiryolları ya da denizyolları ulaşımına değil, en pahalı taşımacılık olan karayollarına yatırılmasını koşul koyar. Toplu ulaşım çözümlerine karşı çıkar, ülkeyi uluslararası otomotiv endüstrisinin, yedek parçaya ve petrole bağımlı pazarı durumuna getirir.

Dünya Bankası, 1990’da bir dizi kömürlü enerji santrali yapmak koşuluyla, Hindistan’a 400 milyon dolar kredi verdi. Santrallar tamamlanınca üretilen enerji, gereksinimin yalnızca yüzde 2.5’nu karşılayacaktı. Ancak, yaratacağı çevre bozulmasının boyutu çok büyüktü.

Uluslararası Kamu Çalışanları Federasyonu’nun (PSI) Dünya Bankası’nın 50.kuruluş yılı nedeniyle, yayınladığı kitapta şöyle söylenilmektedir: “Dünya Bankası yönetimince hazırlanan ‘yapısal değişim programlarının’ uygulandığı ülkelerde yoksulluk arttı, işçilere kemer sıkma politikaları uygulandı, sosyal harcamaların kısılması sonucu temel hizmetler durdu, pek çok kamu çalışanı işini yitirdi, grev ve gösteriler hükümet güçleri tarafından bastırıldı... Dünya Bankası ve ikiz kardeşi IMF, dünyayı fethe çıkan sermayenin müfreze kolu durumundadır”. 3 

İç Yapı

Dünya Bankası, bir başkan ve yılda bir kez toplanan Guvernörler Konseyi tarafından yönetilir. Kredi konusundaki kararları 22 yürütme görevlisi yönetmen verir. Kredi oylamalarında üye ülkeler eşit oy hakkına sahip değildir. Ülkelerin oy sayıları, banka sermayesine katılım paylarındaki oranlarda belirlenir. Bu nedenle, varsıl ülkelerin Banka üzerinde saltık (mutlak) bir denetim gücü vardır.

1990 Yılında üye sayısı 159’a çıkan Dünya Bankası, 1970’de 4.5 milyar dolar kredi verirken bu nicelik 1990’da yüzde 2127 artarak 95,70 milyar dolara çıkmıştır. 4  Guvernörler Konseyi, 1988 yılında aldığı bir kararla sermaye tavanını 171 milyar dolara çıkarmıştır. 5 

Türkiye, Dünya Bankası’na, başka uluslararası örgütlerde olduğu gibi, konuyu incelemeden, 14 Şubat 1947 tarih ve 5016 sayılı yasayla üye oldu. Bu tarihten sonra ülkeyi yöneten hükümetler, söz birliği etmişçesine, Türkiye’nin o güne dek uyguladığı ulusal politikasını terkederek, bu politikayı Dünya Bankası’nın genel politikaları içinde yok ettiler.


 1  “The Domestic Dividens Of Foregn Aid in Columbia Journal of Word Business” Eugene R.Black, Vol 1, Fall 1965, sf.23, ak. Harry Magdoff, “Emperyalizm Çağı” Odak Yayınları, sf.226
 2  “Puplic İnternational Development Financing in Thailand” New York, Şubat 1963, sf. 81-83, ak. a.g.e. sf.188
 3  ”Dünya Bankası Çizgili Taşlama” Cumhuriyet 24.05.1996
 4  ”World Dept Tables” (Washington D.C.; The World Bank, değişik yıllar) ak. Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 74, 1994, sf.142-143
 5  “Dünya Bankası” “Grolier International Americana” Sabah Yay., 5.Cilt, sf.143


Metin AYDOĞAN, 20 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Oca 22, 2016 15:27

Küresel Örgüt Ağı -5 Akçalı (Mali) Örgütler

ABD, Marshall Planı’yla mal ve para satarak kazanç sağlamanın yanında Avrupa’da politik etkinliğini arttırıyor ve bu büyük pazarda içsel bir olgu durumuna geliyordu. Avrupa ise, kalkınmak için gereksinim duyduğu ürün ve sermayeye kovuşuyor, savaşın yıkıcı etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Nitekim, köklü bir sanayileşme ve üretim birikimi olan Avrupa ülkeleri, ne denli yıkılmış olsalar da; aldıkları krediyi çok hızlı bir biçimde üretime yönlendirdi ve kısa sürede eski endüstriyel gücüne ulaştı.

Marshall Planı: Avrupa Kalkınma Programı

2.Dünya Savaşı’nın ağır yitikleri, birçok Avrupa ülkesinde yaşanan toplumsal çöküntüyü, düzen sorunu durumuna getirmiş, ekonomik yaşam neredeyse durmuştu. Dünyanın en varsıl kıtası, açlık ve hastalıkla boğuşuyordu. Siyasal ortam karışıktı. Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk, Sovyetler Birliği’nin etki alanına girerek Batıdan kopmuştu. Almanya bölünmüş, Fransa ve İtalya Komünist Partileri kitlesel bir güce ulaşmıştı. Yunanistan’da iç savaş sürüyordu. Avrupalı seçmenler, Komünist Partilere yönelme eğilimi taşıyordu.

ABD hükümeti, Avrupa’nın içinde bulunduğu koşullardan rahatsızlık duyuyor ve bu büyük pazarın bir an önce canlandırılmasının gerektiğine inanıyordu. Amerikalıların elinde, yatırılacak pazar arayan büyük nicelikte sermaye birikmişti ve bu sermaye büyük oranda Avrupa pazarına akacaktı.

Sovyet Karşıtlığı ve Yardım

Marshall Planı, böyle bir ortamda ortaya çıktı. Ekonominin canlandırılması, ideolojik karşıtlıkların dizginlenmesi, siyasi dengenin sağlanması ve artan Sovyet gücüne karşı Batı Avrupa’nın güçlendirilmesi, ABD çıkarlarını dolaysız bir biçimde ilgilendiriyordu. Plan bu amaçlarla gündeme getirildi.

ABD Savunma Bakanı General George C.Marshall, 25 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesi’nde verdiği konferansta; Avrupa’nın, çekincesi altında bulunduğu komünizme karşı korunması gerektiğini, bunun Birleşik Devletler’in çıkarlarına uygun düştüğünü belirterek, Avrupa’da ekonomik yaşamın canlandırılması gerektiği yönünde görüşler ileri sürdü.

Bunlar gerçekte ABD Hükümetinin görüşleriydi. ‘Yardım’ yapılacak ülkeler belirlenmiş, kapsamı önceden saptanmıştı. Nitekim Marshall’ın açıklamasından bir ay sonra, 16 Avrupa ülkesinin katıldığı bir konferans düzenlendi ve bu konferansta, Avrupa’nın ekonomik sorunlarını belirleyen bir yazanak yayımlandı. Bu yazanak, daha sonra bir izlenceye dönüştürülerek yasalaştırıldı ve Truman’ın onaylamasıyla, 1948 yılında, dört yıllık bir süre için, uygulamaya sokuldu.

“Avrupa Kalkınma Programı”

Avrupa Kalkınma Programı’nın (Marshall Planı’nın resmi adı) yürütülmesi, bir ABD kuruluşu olan, Ekonomik İşbirliği İdaresi (ECA) ile bir Avrupa kuruluşu olan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne (OEEC) verildi. Bu beraberlikte ECA Kredi verici, OEEC ise alıcı olarak çalıştı. Hükümetlerarası borç alışverişini düzenlemek için Export-İmport Bank (Exim-bank) devreye sokuldu. Uygulamalarla ABD doları Avrupa ülkelerinde en etkin para durumuna geldi.

Verilen kredilerle Amerikan mallarının alınması yönünde çeşitli uygulamalar düzenlendi. Dünya Bankası’nın kredilerin kullanılması konusunda azgelişmiş ülkelere uyguladığı kaba dayatmalar, Avrupalı ülkelere yapılamayacağı için, yumuşatılmış düzenlemelere gereksinim vardı.

Marshall Yardımı alan bir Avrupa ülkesi, ABD ürünleri satın alması durumunda, bunların bedellerini dört yıl sonra ödüyor, böylece aldığı yardımı serbest kullanımda tutabiliyordu. Bu işleyiş o günkü koşullarda, gerek Avrupa ülkelerine, gerekse ABD’ye uygun geliyordu.

Yatırıma Yönelen Kredi

ABD, mal ve para satıp kazanç sağlamanın yanında politik etkinliğini arttırıp büyük Avrupa pazarında içsel bir olgu durumuna geliyordu. Avrupa ise, kalkınmak için gereksinim duyduğu ürün ve sermayeye kovuşuyordu. Nitekim, köklü bir sanayileşme ve üretim birikimi olan Avrupa ülkeleri, ne denli yıkılmış olsalar da; aldıkları krediyi çok hızlı bir biçimde üretime yönlendirdi ve kısa sürede eski endüstriyel gücüne ulaştı.

OECD’ye üye 16 Avrupa ülkesi, Marshall Planı çerçevesinde kredi kullandı. Dört yıllık süre içinde kullandırılan toplam kredi tutarı 12 milyar dolardı. Bu tutarın çoğunluğu geri ödemesiz kredi, kalanı düşük faizli borç biçimindeydi. Avrupalılar kredileri özellikle petrokimya ve çelik sanayisine yatırdı ve bu dallarda büyük üretim artışı sağladı. OECD’ye üye 16 ülkenin, gayrisafi milli hasılalarında (GSMH) dört yıl içinde yüzde 15-20 oranında artış görüldü. 1 

Türkiye’nin Tavrı

Bu tür anlaşmalara katılmaya çok istekli olan Türkiye, yardım kapsamına alınmamış olmasına karşın, 1947 yılında düzenlenen konferansta 615 milyon dolar yardım istemiş ancak bu isteği savaştan zarar görmediği gerekçesiyle geri çevrilmişti.

Türk hükümeti bu kez doğrudan ABD hükümetine başvurmuş ve yardım isteğinde bulunmuştur. Bu isteği olumlu karşılayan ABD ile 4 Temmuz 1948’de Ankara’da imzalanan antlaşmadan sonra Türkiye, 1948-1952 arasında Marshall Planı çerçevesinde toplam 351,7 milyon dolar kredi aldı. 2 

Amerikan Çıkarı

Marshall Planı, tam anlamıyla Amerikan çıkarlarına dayanan bir uygulamaydı. Temel amacı Avrupa’da etkin olmak ve Sovyetler Birliği’nin gelişen etkisini önlemekti.

Bu amaçla, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine de, Marshall Planı çerçevesinde akçalı yardım yapılmak istenmiş, ancak bu istek ilgili ülkelerce kabul edilmemişti. Soğuk Savaş bundan sonra başlatılmış ve uzun yıllar yoğunlaştırılarak sürdürülmüştür. Marshall Planı, parayla bağlayamazsan zorla, anlayışının başlangıcı olmuştur.

Avrupa’nın Rahatsızlığı

Amerika’dan Avrupa’ya Marshall Planı ile başlayan sermaye göçü, çok geçmeden Avrupa ülkelerini rahatsız etmeğe başladı. Rahatsızlık, kalkınma rakamlarının yükselişiyle düz orantılı olarak artıyordu. Ekonomik ilişkilerde artış gösteren bağımlılıklar, ‘karşılıklı işbirliğinin’ tek yanlı işleyen mantığı ve dolaylı da olsa tecimsel zorlamalar, ABD yardımına karşı, gittikçe genişleyen bir karşıtçılığın oluşmasına yol açtı.

Hızla kalkınan Avrupalılar, ikinci sınıf kapitalist ülke konumunda kalmak istemiyor ve önce Avrupa pazarında daha sonra da tüm dünyada, ABD ile ekonomik yarışa girmenin yollarını arıyordu.

Batı Avrupalılar, yarışma umutlarını, uygulamaya sokmakta gecikmedi. Fransız gazeteci J.J.Servan Schreiber, 1968 yılında şunları yazıyordu: “Amerikan şirketleri, 1958’den bu yana, Batı Avrupa’da yeniden on milyar dolarlık bir yatırım yaptı. Bu ABD’nin bütün dünyadaki yatırımlarının üçte birinden daha çoktur. Bu dönemde, Amerikalılar’ın yabancı ülkelerde kurduğu 6 bin yeni işin yarısı Avrupa’da kurulmuştur. Avrupa’daki ABD yatırımlarının yüzde 90’ı, yalnızca Avrupa kaynaklarına dayanılarak yapılmaktadır. Daha açık bir deyimle, Amerikalılara bizi satın alsınlar diye para vermekteyiz”. 3 

Karşıtlıklar Artıyor

Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) Marshall Planı sona erdikten sonra da varlığını sürdürdü ve birçok kuruluşun oluşmasına kaynaklık etti. Marshall kredilerinin alınmasında başrolü oynayan bu örgüt giderek ABD korumanlığından (vesayetinden) kurtulmanın bir aygıtı gibi çalıştı.

ABD yatırımlarına giriş serbestliğinin artması durumunda, özellikle yüksek teknoloji alanlarında; Avrupa endüstrisinin taşeron, Avrupa’nın da bir uydu durumuna düşeceği, yüksek sesle söylenmeğe başlanmıştı. 4 

İngiltere Başbakanı Harold Wilson, 1967 yılında Strasburg’da verdiği bir demeçte şöyle söylüyordu: “Korkarım ki günün birinde Avrupa yeni bir ekonomik köleliğe düşecektir. O zaman biz, yalnızca modern ekonominin gerektirdiği konvansiyonel ürünleri yapmakla yetinecek ve böylece 1970-1980 yıllarından sonraki endüstri çağını etkileyecek bütün ileri teknoloji kollarında Amerikan endüstri sisteminin bir uydusu haline geleceğiz”. 5 

Önlem

ABD, kendisine yönelik eleştirilerin artmasına seyirci kalmadı ve Avrupa politikasında, köklü bir değişime gitmeden, yeni bir ekonomik örgütlenme biçimi geliştirdi. Kendisiyle birlikte Kanada’nın da katıldığı Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nü (OECD) kurdu. OECD, OEEC’nin yerini aldı.

Türkiye

Avrupa ülkeleri, Marshall Planı’nın olumsuz etkilerinden kendilerini hızla kurtarırken, Türkiye bunu yapmadı. Kredilerin verimsiz kullanımı, uluslararası ilişkilerdeki yetersizlik ve dünya siyasetini kavrayamayış, Türkiye’yi ulusal politika yürütemez duruma getirdi.

Her borç yeni bir borcun nedeni, her yeni anlaşma yeni bir bağımlılık anlaşmasının gerekçesi oldu. Marshall Planı, Türkiye’nin ekonomik alanda Kemalist politikadan kopuş anlamına geldi.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü-OECD

Marshall Planı 1952’de sona erdi ancak plan uygulamalarında eşgüdümü sağlama görevi yapan, Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) varlığını sürdürdü. Marshal Planı ortadan kalkmıştı ancak amaç tam olarak gerçekleşmemişti. Bunu OEED üstlendi ve Avrupa’daki ABD yatırımlarının düzenlenmesi işleviyle donatıldı.

Ancak, Batı Avrupa, savaşın yıkımını üzerinden atmış ve hızlı bir kalkınma sürecine girmişti. Kendisini ‘toparlayan’ Avrupa sermayesi, yoğunlaşan ABD yatırımlarından rahatsız olmaya başlamıştı. OEEC bir Avrupa kuruluşuydu ancak ABD yatırımlarıyla uğraşıyordu.

Avrupalılar, bağımsız ekonomik varlığını koruyup geliştirmek için, 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurdu. Avrupa’ya büyük boyutlu sermaye yatırmış olan ABD’nin, bu örgüte girmesi olanaklı değildi. Bu nedenle, temel görevi, Avrupa-ABD ekonomik ilişkilerini düzenlemek olan yeni bir örgüte gereksinim vardı. Bu gereksinimi karşılamak üzere 14 Aralık 1960’da, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kuruldu.

Yeni Örgüt

OECD üyeliği, Avrupa ülkeleri ve ABD ile sınırlı kalmadı. Üye ülkelerin denizaşırı bağlantıları nedeniyle, örgüte katılmaları istenen, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda (ABD’nin sadık dostları) ile sonradan Japonya örgüte alındı. Örgütün Avrupalı üyeleri şunlardır: Avusturya, Belçika, Danimarka, Almanya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Luxemburg, Norveç, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye.

Örgütün yazılı amaçları; yaşam düzeyini yükseltmek, bunun için ekonomik büyüme gerçekleştirerek yeni iş alanları açmak, akçalı denge sağlamak, uluslararası tecimi geliştirmek, ülkeler arası sermaye akışını serbestleştirmek ve bu yönde işbirliği yapmaktı.

Uluslararası anlaşmaların tümünde olduğu gibi OECD’de de, ‘işbirliği’ kavramı gerçek anlamıyla ancak, gelişmiş ülkeler arasında söz konusuydu. OECD, gelişmiş ülkelerin yarattığı küresel örgüt ağının bir parçası olarak her zaman onların önceliklerini temsil etti. Azgelişmiş ülkelere ise, IMF izlencelerine uygun düşmeyen, herhangi bir ekonomik yardımda bulunmadı. Azgelişmiş ülkelere karşı alınan ekonomik boykot, akçalı soyutlam ve engelleyim (ambargo) kararlarına tam olarak uydu. OECD, konum ve özgürlüğü ekonomik gücün belirlediği bir varsıllar örgütüydü. Türkiye’nin burada, acaba ne işi vardı?...

Danışma Örgütü

Kararları bağlayıcı olmayan OECD, görünüşte bir danışma kuruludur. İzlencelerini; çeşitli görüşmeler, seminerler, konferanslar ve yayınlar yoluyla gerçekleştirir. Kararların oybirliği ile alınma zorunluluğu herhangi bir sorun yaratmaz. Çünkü temel politikaları belirleyen en büyüklerin kararlarına karşı çıkmayı kimse aklından geçirmez.

Türkiye dışındaki tüm üyeler, varlık ve geleceklerini birbirine bağlamış, aynı yolun yolcusu varsıl ülkelerdir. Onları birleştiren ortak payda, 3.Dünya ülkeleri başta olmak üzere dünya pazarlarından, güçleri oranında yararlanmalarıdır. Kendi aralarındaki çelişkileri, belirli bir düzen içinde denetim altında tutarlar ve azgelişmiş ülkelere karşı kesinlikle birlikte hareket ederler.

Yükümlülükler

OECD üyesi ülkelerin ticari yükümlülükleri, diğer uluslararası örgütlerde olduğu gibi, GATT ile sınırlıdır. Örgüt, yıllık olarak atanan 14 temsilcinin katıldığı Temsilciler Komitesi, yılda bir kez toplanan ve tüm üye ülkelerin bakanlarının toplandığı Konsey ile temel çalışma ve özel çalışma komitelerinden oluşur. Ana organ Konsey’dir.

Konsey, Yönetim Kurulu ile uygun gördüğü sayıda çalışma komitesi kurar. Ekonomi Politika Komitesi, Tarım Komitesi, Ekonomik Gelişmeleri ve Sorunları İnceleme Komitesi ile Maliye Komitesi çalışmakta olan kimi komitelerdir. Örgütün ayrıca beş yıl için seçilen bir genel yazmanı vardır.

Bilgi Merkezi

OECD, dünya ekonomik dizgesinin; çok okuyan, çok araştıran ve çok yazan beyni gibidir. IMF, Dünya Bankası, GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması) başta olmak üzere, tüm uluslararası örgütler ve hükümetlerle ilişki içindedir. Genel sayımlamalar, tarım, sermaye piyasaları, vergi yapıları, enerji kaynakları, çevre kirliliği, eğitim gibi pek çok alanda araştırma ve incelemeler yapar.

Dünyanın en büyük ekonomik veri bankasıdır. Her yıl çeşitli konularda on bin sayfayı aşan yayın yapar. Küresel tecimsel ilişkilerin geliştirilmesi için, stratejik önermelerde bulunur. İki ayda bir yayınlanan The ORCD Observer adlı örgüt dergisi, herkesin yararlandığı zengin bir bilgi kaynağıdır. OECD, ayrıca her üye ülke için, yıllık ekonomik değerlendirmeler yayınlar.

Üye ülkeler ve gelişmekte olan üye olmayan ülkeler arasında, sağlıklı bir ekonomik ilişkinin geliştirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere yapılacak yardımları düzenlemek, örgütün önem verdiği konulardır. Ayrıca, üye ve üye olmayan ülke pazarlarını alım gücünü arttırarak daha çok dışa açmak, az gelişmiş ülkeler üzerindeki ekonomik-mali denetimin ortaklaştırılması, dünyadaki bütün ekonomik anlaşmaların izlenerek değerlendirilmesi, ulusal ve uluslararası her konuda bilgi toplamak, örgütün çalışma alanlarıdır.

“Çok Taraflı Yatırım Anlaşması”

Fransa dahil birçok ülkeden tepki gören Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI) bir OECD önerisidir. Uluslararası şirketlere kolaylıklar getiren bu öneriye göre, herhangi bir ülkeye yatırım yapan uluslararası şirketler, o ülkenin yasalarına karşı sorumlu olmayacaktı.

Hükümetlerin aldığı kararlardan zarar gördüğüne inanan şirketler, uluslararası mahkemeye başvurabilecek ve hükümetler çıkan kararlara uyacaklardır. Anlaşmayı imzalayan ülke, örgütten beş yıl çıkamayacak, çıktıktan sonra ise anlaşma hükümlerini on beş yıl daha uygulamaya devam edecektir. Dünya Ticaret Örgütü Başkanı MAI için; “Tek bir küresel ekonomi için ortak bir anayasa hazırlıyoruz” diyordu. 6 

Türkiye her uluslararası örgüte olduğu gibi OECD’ye de hemen üye oldu ve ne işe yarayacağını bile anlamadan girdiği bu örgütün ilk üyeleri içinde yer aldı. Konuşulan konuları kavramaktan uzak bakanlarını her yıl Konsey toplantısına gönderdi. Diplomatik pasaportla seyahat etmenin heyecanıyla Paris’e giden bu bakanlar, önlerine sürülen ve içeriğini anlayamadıkları karar metinlerini, gözü kapalı imzaladılar.


 1  “Marshall Planı” Ana Britannica, 20.Cilt, sf.81
 2  a.g.e. sf. 81
 3  “Amerika Meydan Okuyor” J.J. Servan Schreiber, Sander Kit., 2.Bas., 1968, sf.26
 4  a.g.e. sf. 37
 5  a.g.e. sf. 86
 6  The Guardian, 13. 02. 1998


Metin AYDOĞAN, 21 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Oca 26, 2016 15:25

Küresel Örgüt Ağı -6 Ortak Pazar Olgusu

Ekonominin yaşam alanı, her türlü tecimsel eylemin sürdüğü ve uğruna tarih boyunca savaşlar verilen ülke pazarlarıdır. Ekonomiye egemen olmak isteyen, pazara egemen olmak zorundadır. Bu tutkulu eylem her güçlü ülkeyi, daha az güçlü olanlar üzerinde egemenlik kurmaya iter. Bu yolla elde edilen dış pazar, kurulan egemenlik oranında kullanıma açılır. Ekonomik sömürünün biçim ve uygunluğu siyasi bağımlılığın düzeyini belirler. En çok sömürülen ülke en bağımlı ülkedir.

Gücün Kaynağı

Küreselleşmenin amacı, aksamadan işleyen ve tüm dünyayı kapsayan bir ekonomik düzenin kurulmasıdır. Bu amaca yönelik çabalar, öznel yargıların oluşturduğu davranışlar değil, varsıllığın kaynağını oluşturan ekonomiye ait bilinçli eylemlerdir.

Varsıllık, ekonomik ilişkilerde söz sahibi olmaya dayanır. Basit gibi görünen bu gerçek dünyadaki çatışmaların tümünün kaynağı ve toplumsal düzenin temel özelliğidir. Askeri ve siyasi egemenlik, ekonomik egemenliğin araçlarıdır, gerçek güç ekonomidir.

Ekonominin yaşam alanı, her türlü tecimsel eylemin sürdüğü ve uğruna tarih boyunca savaşlar verilen ülke pazarlarıdır. Ekonomiye egemen olmak isteyen, pazara egemen olmak zorundadır. Bu tutkulu eylem, her güçlü ülkeyi daha az güçlü olanlar üzerinde egemenlik kurmaya iter. Bu yolla elde edilen dış pazar, kurulan egemenlik oranında kullanıma açılır. Ekonomik sömürünün biçim ve uygunluğu siyasi bağımlılığın düzeyini belirler. En çok sömürülen ülke en bağımlı ülkedir.

Ortak Pazar Oluşumu

Yeni Dünya Düzeni, en önemli değişikliği dünya pazarlarının yeniden yapılanması ve kullanım biçimi konusunda yaptı. Ayrı ayrı kullanılan, gelişmekte olan ülke pazarları, büyük ülke pazarlarıyla ilişkilendirilerek ortak kullanıma açıldı. Ulusal pazarlar, uluslararası pazar durumuna getirilerek birleştirildi ve alım gücü yüksek, büyük, bölgesel ortak pazarlar oluşturuldu. Bu yolla, bir yandan küçüklüğün ve dağınıklığın verimsizliğinden kurtulundu bir başka yandan, askeri çatışma eğilimlerini arttıran yeniden paylaşım istekleri denetim altına alındı.

İkinci Dünya Savaş’ı sonrasının dünya koşulları bunları yapmaya elverişliydi. Çok güçlü, yeni bir süper devlet ortaya çıkmıştı. ABD’nin önderliği tartışmasız kabul görüyor, onunla çatışmaya girebilecek güçte bir başka kapitalist ülke yoktu. Kapitalist dünya, gücünü arttıran ‘büyük çekinceye’, yani Sovyetler Birliği’ne karşı, ABD’nin önderliği altında birleşmişti.

Dünyanın Yeni Egemeni

ABD, dünya önderliğine kendini hazırlamıştı. Bu işe gönüllüydü ve gönüllülüğü yeni de değildi. Başkan Woodrow Wilson’un 1917’de ortaya attığı ondört başlamlık Wilson Doktrini’nin en önemli başlamlarından biri, uluslararası tecimde sınırlamaların kaldırılmasıydı. Franklin D.Roosevelt’in 1941 tarihli Dört Hürriyet Doktrini de aynı şeylerden sözediyordu.

Gelişmiş ülkeler aralarındaki güç ayrımlılığı, Sovyetler Birliği’nin artan etkisi ve yayılan ulusal bağımsızlık savaşları; yenen ve yenileniyle Batı dünyasını birlikte davranmaya zorluyordu. Kapitalist dünyanın, üçüncü bir paylaşım savaşını göze alacak gücü kalmamıştı.

Gümrük duvarlarının, korumacı yerel yasaların ve ulusal kısıtlamalarının aşılarak; herkesin gücü oranında yararlanacağı geniş ortak pazarlar bu koşullarda oluşturuldu. Ortak pazar oluşumları, gelişmiş ülkeler açısından, 20.yüzyılın belki de en büyük ekonomik buluşudur.

Ortak Pazar ve Tüketim

Ortak pazarların alım gücü, pazarı oluşturan ulusal pazarların aritmetik toplamından daha yüksektir. Ortak pazarlar, taşıdığı tüketim gizilgücüyle (potansiyeliyle), dünya mal ve hizmet üretiminin olağanüstü artmasına neden olmuştur. Özellikle endüstriyel üretim gücü olan ülkeler, bu yolla hızlı bir büyüme içine girmiş, ekonomik güçlerini umulmadık biçimde arttırmıştır. Bu konuda, savaş sonrasında askeri giderlere pay ayırmayan yenilenler, özellikle Japonya ve Almanya başarılı olmuştur.

Geçmişte dış pazarları tek tek ele geçiren gelişmiş ülkeler, eşit olmayan gelişim düzeyleri nedeniyle aralarındaki güç dengeleri değiştiğinde, yeniden paylaşım için birbirleriyle savaşıyordu. Her ülke kendi sömürgesini ve yarı-sömürgesini kullanıyor, başkasını buraya sokmuyordu. Hindistan İngilizlerin, Cezayir Fransızların, Filipinler Amerikalılarındı.

Ortak pazar uygulamalarıyla pazarlar birbirlerine bağlandı ve ortak kullanıma açıldı. Bu yöntem, ekonomik yarışı ve yarattığı gerilimleri ortadan kaldırmadı ancak askeri çatışma olasılığı taşıyan çelişkileri önemli oranda yumuşattı.

Siyasi Sonuç

Ortak pazar girişimi ile pazara ortak yapılan gelişmekte olan ülkelerde, ulusal bağımsızlık eğilimleri önce denetim altına alındı, sonra ortadan kaldırılması yönünde, kalıcı dönüşümler gerçekleştirildi.

Bu ülkeler, ortak pazara bağlandıkları oranda büyük devletlerin istemi yönünde davranmak zorunda kaldı ve daha önce edindikleri ulusal birikimi yitirdi. İmzaladıkları üyelik sözleşmesindeki bağlayıcı hükümler nedeniyle, bir daha içinden çıkamayacakları bağımlılık ilişkisi içine girdiler. Bu tür ülkelerin ortak pazar üyeliği, tüketici üye olmaktan ileri gidemedi.

Pazarın gelişmesi, tekel eğilimi gösteren büyük sermaye kümelerinin, isteklerine yanıt veren bir ortam oluşturdu. Tekelleşmeyi hızlandırdı. Sayıları azalarak güçleri artan uluslararası şirketler ortaya çıktı. Mali sermaye, özellikle endüstriyel üretim şirketleri üzerinde olduğu kadar, siyasi düzen üzerinde de kesin bir egemenlik kurdu.

Üretim şirketleri, ya mali sermaye kümelerince satın alındı ya da kendisi mali sermaye şirketi durumuna geldi. Bankalar, akçalı işlemler yapan basit aracılar olmaktan çıkarak, ekonomi ve siyasete yön veren, akçalı imparatorluklar durumuna geldi. Tekelleşme, siyaseti ve kültürü gericileştirdi.

Tekelleşme

Ortak pazarlar, uluslararası sermaye dolaşımını hızlandırdı ve bunun sonucu olarak küresel şirket birleşmeleri büyük bir ivme kazandı. Ulusal şirketler, uluslararası şirkete dönüştü.

Ortaklık ya da satınalma yoluyla, birçok şirketi içine alan büyük dünya tekelleri oluştu. Gelişmiş ülkelerin çıkarları, bu şirketlerin çıkarlarıyla tam anlamıyla örtüşür duruma geldi ve uluslararası şirketler, yalnızca kendi ülkelerini değil tüm dünyayı yönetmeye başladı.

Sermaye dolaşımının hızlanması ve uluslararası şirketlerin devinim yeteneğinin artması, iş gücünün ucuz, hammaddenin bol olduğu azgelişmiş ülkelere, yoğun bir sermaye göçü başlattı. Bu göç, sermaye alan yoksul ülkelerde başka bir küresel göçe neden oldu ve milyonlarca insan yasadışı yollarla gelişmiş ülkelere gitti. Gerek gelişmiş gerekse azgelişmiş ülkelerde işsizlik oranları, önceki dönemlere göre önemli oranda arttı.

Hazırlık Dönemi

Ortak pazarlar, savaştan hemen sonra gerçekleştirilemedi. Bu önemli girişim, uzun bir hazırlık dönemi geçirmek zorundaydı. Çok sayıda yasal düzenleme yapılması, tinbilimsel (psikolojik) ortamın hazırlanması ve bütünlüğü olan bir küresel örgüt ağının oluşturulması gerekiyordu.

Bu işin tüzel (hukuki) alt yapısını düzenleyen pek çok ulusal ve uluslararası antlaşma imzalandı. Bütünleyici ikili antlaşmalar yapıldı. Askeri, siyasi, akçalı ve tecimsel örgütler dünyanın her yerine yayıldı. Yüzyılımızın son çeyreğine gelindiğinde bu işin alt yapısı artık oluşturulmuştu.

Ekonomik yarış sürüyor ancak bu yarış şimdilik büyükler arası askeri çatışma çekincesi taşımıyor. Ortak Pazar işleyişi, gelişmiş ülke hükümetlerine, ekonomik yarışı barışçıl ortamda tutma olanağını bugüne dek vermiş durumda. Ancak, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ekonomik yarıştaki şiddetlenme açıkça gözleniyor. Prof.Dr.Erdoğan Soral’ın deyimiyle; “küreselleşmeyle başlatılan ‘yaratıcı yıkım’ dünyanın yeniden paylaşımından öte bir anlam taşımıyor”. 1 

Yapaylık

Ortak pazarlar, uzun ve dayançlı (sabırlı) bir çalışmanın ürünüdür. Dikkatli araştırmalar ve inatçı uygulamalarla oluşturulmalarına karşın; nesnellikten uzak, yapay oluşumlar oldukları için, yeni bir üretim biçiminin kalıcı kurumları değildir. Duyarlı çıkar dengelerine dayalıdır.

Tarihin hiçbir döneminde, dünya ekonomisine insan istenciyle (iradesiyle) bu düzeyde yön verilememiştir. Liberalizm ve serbest piyasa koşullarının ortadan kalkmış olması ve tekelleşmenin eriştiği yüksek boyut, egemenlerin piyasalara yönlendirici karışmalarda bulunulmasını olanaklı kılmaktadır.

Emperyalist dönemde tekellerin, piyasa koşullarına yön vererek tekel kârını arttırma olanakları vardır. Ancak, bu olanak ekonominin doğal gelişim süreçlerinin ortaya çıkardığı ve toplumsal ilerlemeyi sağlayan bir olanak olmadığı için, kullanıcılarının niteliğine uygun olarak yalnızca gerici kurum ve ilişkiler yaratmaktadır.
Ortak pazarlar bu nedenle, insanlığın genel gelişimine hizmet eden oluşumlar değil, az sayıdaki güçlü ülkenin, tüm dünya ülkeleri üzerinde ekonomik egemenlik kurma aracıdır. Ortaklığa katılan azgelişmiş ülkelerin, ekonomik ve politik varlığını koruyup geliştirmeleri artık olanaklı değildir. Bu durumu, 19. yüzyılın ünlü Alman ekonomisti Friderich List, günümüzden 175 yıl önce 1841’de yazdığı Ulusal Ekonomi Politik adlı kitabında bunu şöyle dile getiriyordu: “Serbest piyasa, yüceliğin doruklarına ulaşan herkes için çok zekice bulunmuş bir araçtır. Böylece, bir kere oraya ulaştıktan sonra, başkalarının oraya çıkması için gerekli merdiven, bu ideolojinin aracılığıyla bir tekmede devrilmiş olur”. 2 

Ortak pazarların kurulup işletilmesi, ekonomik yarışı kuşkusuz ortadan kaldırmamıştır. Dün olduğu gibi bugün de, pazar ve pazar egemenliği herşeydir. Geçerli olan tek değer, satmak ve daha çok satmaktır. Amerikalı ekonomist John K. Fairbank’ın dediği gibi; “Bir milyar Çinliye, haftada bir coca-cola, bir kaset ya da herhangi bir şey satma gücü, politik kariyerlere, çabucak kazanılan servetlere ve savaşlara gerekçe oluşturmaktadır”. 3 


 1  ”Bretton Woods ve Küreselleşmeye Açılan Kapılar” Prof. Dr. Erdoğan Soral, http// garildi Cumhuriyet.com.tr/cgi
 2  “ABD, ABD’ye karşı” POWER Ocak 1999, Aybim Bil.garildi * yore. com.tr.
 3  “The United States and China” John K.Fairbank, (Cambridge : Harvard Uni. Press, 1973) ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh “Küresel Düşler” Sabah Yay., sf.104


Metin AYDOĞAN, 23 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Oca 26, 2016 15:34

Küresel Örgüt Ağı -7 Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması GATT (1995'ten Sonra: Dünya Ticaret Örgütü-WTO)

Dünya Ticaret Örgütü sözleşmelerinde, ‘yüksek’ amaçlar yer alıyordu. Küresel ticaret gelişecek, üreticiler ürünlerini dünya pazarlarına sunacak, ülkeler ve insanlar varsıllaşacaktı. İnsanlığı geliştirecek evrensel bir düzen kuruluyordu. Demokrasi ve insan hakları dünyanın her yerinde korunacak, dünya barışı, ticaret yoluyla gerçekleştirilecekti... Söylenenlerin sürekli tersi yaşandı. Antlaşmalar yeni anlaşmaları, toplantılar yeni toplantıları izledi ancak sonuçta, yoksullar daha yoksul, varsıllar daha varsıl oldu. WTO uygulamalarıyla üçüncü dünya ülkeleri kendi yerli işletmelerini koruma olanağını yitirirken endüstrileşmiş ülkeler; patent, know-how ve diğer entellektüel marka haklarıyla, korundular. Üçüncü dünya ülkelerindeki patentlerin yüzde 80’den çoğu küresel şirketlerin eline geçti.

Serbestleşme

1947 yılında 23 ülke ABD’nin öncülüğünde bir araya gelerek, Gümrük Tarifeleri Genel Antlaşması’nı imzaladı. Dünya teciminin (ticaretinin) serbestleştirilmesi, ülkeler arasındaki sınırlamaların kaldırılması, gümrük vergilerinin indirilmesi ve korumacı önlemlerin yumuşatılması, anlaşmanın temel amaçlarıydı.

Katılımcı ülkeler arasında, birbirini bütünleyen bir dizi ikili tecimsel antlaşmadan oluşan GATT, dünya teciminin dörtte üçünü elinde bulunduran gelişmiş ülkelerin gereksinimlerine yanıt vermek üzere hazırlanmıştı. Bu anlaşma, bugün yaygın bir biçimde gerçekleştirilmiş olan, ortak pazarların tecimsel alt yapısını oluşturmuş ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel anlayışını uygulama alanına sokmuştur.

Gelişmiş Ülkelerin Gereksinimi

GATT koşullarının kabul edilmesiyle, gelişmiş ülkelerden yapılan mal ve sermaye dışsatımı büyük oranda artmıştır. 1945-1950 yılları arasındaki beş yılda, ABD yalnızca dış yardım adı altında dışarıya 28 milyar dolar tutarında büyük bir sermaye aktarımı yaptı. 1 

Oysa bir asırlık dış yatırım geleneği olan ABD’nin tüm dış yatırımı, 1946 yılında yalnızca 7,2 milyar dolardı. GATT, IMF ve Dünya Bankası gibi anlaşma ve kuruluşların devreye sokulmasıyla bu nicelik 1970 yılında 78.2, 1976 yılında da 137.2 milyar dolara çıkmıştır. 2 

GATT antlaşmalarının sağladığı dış ticaret kolaylıklarından, yalnızca Amerikalı şirketler yararlanmadı. Avrupa ve Japon firmaları, Amerikalıların hemen ardından dışarıya yaptıkları sermaye dışsatımını yoğunlaştırdı. Avrupalı şirketlerin dış pazarlarda açtığı üretim amaçlı şirket birimi sayısı, 1945 yılında 623 iken 1970 yılında 3023 oldu. Japonya’nın aynı dönemdeki dış şirket sayısı 44’den 521’e, ABD’nin ise 979’dan 4836 ya çıktı. 3 

1970 yılında tümü gelişmiş ülkelere ait toplam on bin dolayında uluslararası şirket birimi varken bu sayı 1980’de 11000, 1990’da ise 27000’e çıktı. World Investment Report 1994 araştırmasına göre 1986-1990 arasında, yılda 37 milyar dolar sermaye dışsatımı yapan uluslararası şirketler bunu 1993 yılında 160 milyar dolara çıkarmıştır. Bu şirketler 1993 yılında azgelişmiş ülkelerde 12 milyon kişi çalıştırıyordu. 4 

Bu büyüklükteki sermayeyi dışsatımlayanlarla, dışalımlayan ülkelerin, GATT sözleşmelerinde yazıldığı gibi eşit koşullarla karşılıklı ticaret yapmaları kuşkusuz olanaklı değildi. Antlaşma, doğal olarak hep azgelişmiş ülkelerin zararına işledi.

Eşitsizliğin Onaylanması

GATT sözleşmesinde 1965 yılında yapılan bir değişiklikle, antlaşmada biçimsel olarak yer alan ve uygulanmayan karşılıklı tecim eşitliği ilkesi, sözleşmeden çıkarıldı. Bu tarihten sonra, azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki zaten var olan tecim açıkları büyük boyutlara ulaştı.

Gümrük vergilerinin düşürülmesi ve korumacılığının kaldırılması azgelişmiş ülkeleri açık pazar durumuna soktu, bu ülkeleri yoksullaştırdı. Gelişmiş ülkeler, kişi başına düşen milli geliri 1978-1991 arasında 8 070 dolardan 21 930 dolara çıkararak, 13 860 dolar arttırırken, azgelişmiş ülkeler 200 dolardan 350 dolara çıkarıp yalnızca 150 dolar arttırdı. 5  1980-1990 arasında gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere 210 milyar dolarlık kaynak aktarıldığı hesaplanıyor. 6 

Anlaşmaya Uymayanlar

Gelişmemiş ülkeler, GATT antlaşmasının hükümlerine uyarken gelişmiş ülkeler birçok konuda uymadı ve özel nicelik (miktar) kısıtlamaları ile korumacılığı kendileri için sürdürdü.

Uluslararası serbest ticaretin erdemlerini dilinden düşürmeyen ABD, kendi pazarını en çok koruma altına alan ülkedir. ABD’nin kota ya da başka koruma biçimlerine bağlı dışalım payı, 1975 ile 1992 arasında yüzde 8’den yüzde 18’e çıkmıştır. 7 

Yeni Çelişkiler

GATT uygulamaları gelişmiş ülkelere önemli ayrıcalıklar getirdi ancak bu ayrıcalıklar kendi aralarında yeni çelişkilerin ortaya çıkmasını engellemedi. Çeşitli yöntemlerle bildirmelik (tarife) dışı korumacılık uygulamasına karşın, ABD Japon ve Alman korumacılığından rahatsız olmaya başladı.

ABD’nin dış ticaret açığı, 1970’lerde, her yıl için yaklaşık 10 milyar dolarken, 1980’lerde her yıl için 90 milyar dolara çıkmıştı. Bu açığın 40 milyar doları Japonya’ya, 10 milyar doları Almanya’ya veriliyordu.

Bu durum ABD kongresinde GATT’a karşı eleştirilerin başlamasına yol açtı. Almanya ve Japonya’nın kendi şirketlerine özendirmeler (teşvikler) sağladığı, Amerikan mallarına kısıtlamalar getirdiği, patent ve copyright (telif hakları) yasalarını uygulatmadığı söyleniyordu. ABD senatörleri, Almanya ve Japonya’nın ürünlerini kendi pazarlarında yüksek bedelle sattığını, böylece ABD pazarını ele geçirmek istediğini ileri sürerek karşı önlem istiyordu.

Gelişim Süreci

GATT, 24 Mart 1948 Havana Sözleşmesi, 1964-1967 Kennedy Raundu, 1973-1975 Tokyo Raundu ve 1994 Uruguay Raundu denilen görüşmelerle geliştirildi. 1994 Uruguay Raundu ve orada imzalanan Marakeş Antlaşması önemlidir. Bu antlaşma GATT’ı yeni bir örgütlenmeye götürdü ve örgüt, 1995’ten sonra, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) adını alarak, daha savaşkan bir yapıya dönüştürüldü.

WTO, gelişmiş ülke yöneticilerince, yeterli yaptırım gücü olmadığı savlanan GATT’ın yerini aldı ve “eksiksiz serbest ticaret ideolojisinin” ödünsüz uygulanması, “korumacılıkla savaş” gibi çarpıcı sözlerle atağa geçti. WTO, 125’e çıkardığı üye sayısıyla, hemen tüm dünyayı etkisi altına alan bir uluslararası örgüt durumuna geldi.

Bir kısım gelişmekte olan ülke ile Rusya ve Çin, önce WTO’ya üye olmadı. Çin’in tavrı ilginçti. Çin WTO’ya üye olmak için, WTO’nin kurallarının değil kendi kurallarının kabul edilmesi koşulunu koydu ve uzun pazarlıklardan sonra üye oldu.

Örgütsel Yapı

GATT’ın uluslararası kuruluşunun merkezi, Cenevre’dedir. Örgütün bir sekreterliği, yılda yaklaşık sekiz kez toplanan bir Temsilciler Konseyi, her yıl “oturum” adıyla toplanan Genel Kurul’u vardır. Ayrıca pazarlama konusunda bilgi vermek ve önerilerde bulunmak amacıyla 1964’de kurulan bir Uluslararası Ticaret Merkezi’ne sahiptir.

Üye ülkelere önerilen ortak gümrük bildirmeliklerinde, azgelişmiş ülkelerde olmayan bu nedenle dışsatımlama olanağı bulunmayan ürünlerde gümrük vergileri düşük tutulur. Ancak, başta madenler ve tarım ürünleri olmak üzere emek yoğun ürünlerde vergiler yüksektir ve ürünlere çoğunlukla kota uygulanır.

WTO, gelişmekte olan ülkelerin bankacılık dizgesine karışmakta ve ulusal akçalı politikaların uygulanmasına izin vermemektedir. Örneğin Uruguay’daki GATT görüşmeleri sırasında Paraguay, finans dizgesinin, kalkınmanın anahtarı olduğunu ileri sürerek, bankacılık sektörünün ulusal nitelikte kalmasında ısrar etmiş ancak ABD bu tutuma şiddetle karşı çıkmıştı. ‘Adaletin’ gerçekleşmesi için yabancı bankaların da yerli bankalarla eşit haklara sahip olması gerektiğini ileri sürmüş, bu isteğe Paraguay’ın direnmesi nedeniyle, GATT görüşmeleri yedi yıldan çok sürmüştür. Sonuçta ABD, Paraguay’da CIA’nın da devreye girerek gerçekleştirdiği bir dizi siyasi karışıklıktan sonra isteğini kabul ettirmiştir.

Kural Belirlemek

WTO, dünya ticaret piyasasının temel yasası niteliğindeki genel kuralları belirler ve uygulanmasını izler. Bu kurallar; tecimdeki nicelik kısıtlamalarının kaldırılmasını, gümrük yönetmeliklerinin uyumlulaştırılmasını ve her üye ülkenin bir başka üye ülkenin isteği üzerine gümrük indirimlerini görüşmesi yükümlülüğünü öngörür. WTO üyesi bir ülkenin, üye olmayan bir ülkeye tanıdığı her gümrük ayrıcalığının WTO üyelerine de tanınmasını koşulunu getirir.

Bunların anlamı şudur; hiçbir üye ülke, kendisine gerekli olan ve uygun fiyatla bulduğu bir malı, kendi gümrüğünde özel indirim yaparak alamaz. Eğer alırsa o indirimi WTO üyesi ülkelere de yapmak zorundadır. Herhangi bir üye ülke hükümeti, ülkesine dışalımlayacağı bir malın niceliğine sınırlama getiremez. Niceliği dışalımcı firma ve pazardaki istem belirlemelidir. Hükümetler, ülkeleri için gereksiz gördükleri bir mala dışalım sınırlaması getiremez. Hiçbir ülke kendi ulusal gümrük yönetmeliklerini uygulayamaz. Tüm ülkelerin uyacağı ortak bir gümrük bildirmeliği geçerli olmalıdır. Üye bir ülke uyguladığı gümrük bildirmeliklerinde indirim isteyen başka üye bir ülkenin istemini görüşmek zorundadır.

Gelişmekte Olan Ülkeler

GATT kurallarının, gelişmekte olan ülkelere çok yönlü zararlar vereceği işin başında belliydi. Başlangıçta kurallar katı değildi, yine de antlaşmaların gelişkin ülkelere hizmet edeceği açıkça görülüyordu. Bu nedenle birçok ülke GATT’a katılmamıştı. Katılımı arttırmak için, antlaşma nedeniyle yerli üreticilerinin zarara uğradığına inanan ülkelerin antlaşma maddelerinde değişiklik isteme hakkı kabul edilmişti.

Ancak, böyle bir hak gerçek anlamda, hiçbir zaman kullanılamadı. GATT’la birlikte birçok uluslararası anlaşmaya imza atan gelişmekte olan ülkeler, kısa bir süre içinde hiçbir istemde bulunamayacak kadar bağımlı duruma gelmişti.

Ortak Pazar Oluşumu ve GATT

Üçüncü ülkelere özel gümrük indirimi yapılmasını yasaklayan GATT, bu yasağı, herhangi bir ortak pazar ya da serbest ticaret bölgesinin üyesi olan ülkeler için kaldırmıştır. Ortak pazarların oluşturulmasını özendirmek için kabul edilen bu uygulamaya göre; üye ülkeler, herhangi bir gümrük birliğine katılmış olan ortak pazar üyesi ülkelere, GATT üyesi olsun ya da olmasın, ‘tercihli gümrük vergisi oranları’ uygulayabilecekti.

Üyelere tanınmayan haklar üye olmayanlara tanınıyordu. Bu tür çekici uygulamalarla örgüte yakınlaştırılan ülkeler, üye olduktan sonra bu küçük ayrıcalığı yitiriyordu. Dünyayı saran her çeşit küresel örgütün herhangi birine takılan bir ülke kaçınılmaz olarak başka örgütlere de teker teker üye olmak zorunda kalıyordu.

Tepkiler

GATT uygulamalarının ekonomileri üzerinde yaptığı olumsuz etkiyi gören kimi azgelişmiş ülkeler, uygulamalara karşı çıkmaya başladı. Bu ülkeler, 1964 yılında Cenevre’de bir araya gelerek, Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nı (UNCTAD) kurdu.

Bu tepki, gelişmiş ülkelerin geri adım atmasına neden oldu. GATT, 1965 yılında aldığı bir ilke kararıyla, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle yaptığı tecimde, karşılıklı zorunluluğun her zaman gözetilmeyebileceğini kabul etti. Ancak, o günün koşulları nedeniyle alınan bu karar yeterli uygulama olanağı bulamadı ve yalnızca karar olarak kaldı.

Gelişmiş ülkeler çalışmalarından rahatsızlık duydukları ve bir BM örgütü haline gelen UNCTAD’a sürekli olarak karşı çıktı. UNCTAD azgelişmiş ülkelerin sorunlarına yönelik, özellikle hammadde kaynaklarının ülke yararına değerlendirilmesi yönünde çalışmalar yapıyordu. Üyelerinin haklarını ısrarla savunan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC), 100 azgelişmiş ülkeyi örgütleyen UNCTAD’a örnek olmasından çekinen gelişmiş ülkeler bu örgüte karşı olumsuz bir tutum içine girdi.

UNCTAD’ın 1979 yılındaki Manila Toplantısı’ndan sonra tutum sertleştirildi. Daha önce kabul edilen kimi ilke kararları iptal edildi; UNCTAD’ın ilgi alanının, dış tecim sorunuyla sınırlı kalmasına çalışıldı. Bu alanın hammadde kaynakları, ulusal ekonomik politikalar, kalkınma stratejileri gibi konuları kapsaması eğilimine kesinlikle karşı çıktılar.

Karşıtlık Artıyor

Dünya Ticaret Örgütü’nün uygulamalarına karşı çıkanlar giderek artmakta ve eleştirilere, özellikle 1990’dan sonra gelişmiş ülkelerden de katılım olmaktadır. Kârlılığı arttırmak için yaygınlaştırılan WTO uygulamalarında; hiçbir kuralın tanınmaması; küçük işletmeleri, çiftlikleri, işçileri ve çevreyi koruyan yasaların çiğnenmesi; küresel şirketlerin denetlenmemesi, yapılan eleştirilerde birleşilen noktalardır.

Amerikalı ekonomistler Richard J.Bernet ve John Cavanagh’a göre, WTO yöneticileri seçimle işbaşına gelmemiş kimliği belirsiz bürokratlardır. Bunlar, yerel yasalar, tüketici ve işçi hakları, çevre koruma düzenlemeleri konusunda uluslarüstü kural koyucular durumuna gelmişlerdir. Mal ve sermaye dolaşımına engel olarak gördükleri yerel uygulamaların yürürlükten kaldırılmasında kendilerini yetkili görmektedirler. WTO kararları; tüketicileri, çevreyi ve yerel çıkarı koruyan yasaları uygulamayarak gözardı edilmesini istemektedir. 8 


 1  “Us Dept. of Comm.Foreing Aid by the US Government”, 1940-51, Washington D.C. 1952 ak. Nuri Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yayınevi, İstanbul 1972, sf.69
 2  SCB, Oct. 1975 sf. 50; Aug. 1977, sf.42-45, Wilkinns (1974) sf.31,55,182,283 ve 330 ak. a.g.e. sf.84
 3  Curhan - Vaupel (1973) sf.74-103 ak. a.g.e. sf.83
 4  World Investment Report 1994, ak. Ergin Yıldızoğlu “Globalleşme ve Kriz” Alan Yayıncılık, 1996, sf.15
 5  “Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi” Gencay Şaylan, İmge Yay., sf.174
 6  a.g.e. sf.177
 7  “New York Times” 26.01.1992 ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh “Küresel Düşler” Sabah Yay., sf.136
 8  “Küresel Düşler” R.J. Barnet-J. Cavanagh, Sabah Yay., 1995, sf.277


Metin AYDOĞAN, 24 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Oca 26, 2016 15:41

Küresel Örgüt Ağı -8 Ortak Pazarlar

Avrupa Birliği, ayrı dönemde kurulan ve Avrupa ülkeleri arasında askeri çatışmayı önlemeyi amaçlayan örgütlerin toplamından oluşur. Başka ortak pazar örgütleri gibi, yalnızca ekonomik işbirliği örgütü değildir. Ereğinde siyasi birlik olan bir anlayışa ve bu anlayışa uygun düşen uzun süreli izlencelere sahiptir. Çalışmalar, ekonomi ağırlıklı olarak başlamıştır ancak ortaklık ilişkileri bugün akçalı ve yönetsel alanlarda da ileri bir boyuta gelmiştir. Siyasi olarak ırkçılığa varan bir Avrupacılık politikası yürütmektedir. Söylemde, ‘demokrasi’ ve ‘insan haklarını’ savunurken, özellikle azgelişmiş ülkelerde, ulusçuluk ve demokrasi eğilimlerini yok etmeğe çalışmaktadır.

Avrupa Birliği-AB

Yirmi yıl arayla Avrupa’yı kan gölüne çeviren iki savaş, dünyanın en varsıl bölgesini perişan etmişti. İnsanlar, (hükümet yetkilileri, politikacılar ve şirket yöneticileri dahil) bir daha böyle bir savaş istemiyordu. Yeni bir dünya savaşı artık, Avrupa’daki siyasi düzeni tümden ortadan kaldırabilirdi. Avrupa birleşmeli, tarih ve kültür yakınlığı olan bu yaşlı kıtanın insanları çatışmadan birlikte yaşamalıydı. Güçlerini birbirlerine karşı kullanmamalıydı.

Birleşik bir Avrupa’nın temelleri, düşülkesel (ütopik) de olsa üç yüz yıl önceye dayanıyordu. Ancak, bu işin somuta dönük ilk girişimi, 2.Dünya Savaşı’ndan hemen sonra gerçekleştirildi. Savaşın yıkımını üzerinden atamayan hükümetler, Almanya’nın yenilgisinden sonra bir araya gelmenin yollarını aramaya başladı.

Kimileri bunu savaş sürerken bile yapmıştı. Belçika, Lüksemburg ve Hollanda hükümetleri, Londra’da sürgündeyken, kendi aralarında bir ekonomik birlik (Benelüks) kurmayı tasarlamıştı. İskandinav ülkeleri, 1947 yılında aralarında bir gümrük birliği kurma girişiminde bulundu. Başarılı olamayınca bu kez 1950 yılında aralarına İngiltere’yi de alarak, Uniscan adlı işbirliği örgütüne yönelik bir antlaşma imzaladılar. 1947 yılında Fransa ve İtalya bir gümrük birliği kurmaya karar verdi.

Kömür Çelik Topluluğundan Avrupa Ekonomik Topluluğu'na

Başarılı olunamayan bu girişimlerden sonra ilk ciddi birlik, 6 ülkenin katıldığı ve 1951 yılında kurulan, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (CECA) oldu. Bu örgütün amacı, silah endüstrisinin dayanağı olan kömür ve çelik üretiminin denetim altına alınmasıydı.

1952’de, Kömür, Demir Cevheri ve Hurda Demir Ortak Pazarı, 1953’de de, Çelik Ortak Pazarı kuruldu. Aynı yıl, 12 ülkenin katılımıyla, Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü (Euratom) oluşturuldu.

Kurulan örgütler ve antlaşmalar serisi, bugün adına Avrupa Birliği denilen, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulmasıyla sonuçlandı. 25 Mart 1957’de Roma’da bir araya gelen; Fransa, Almanya, Belçika, İtalya, Hollanda ve Lüksemburg; ilk üyeler olarak kuruluş sözleşmesini imzaladılar. Daha sonra 1973 yılında İngiltere, Danimarka ve İrlanda, 1981’de Yunanistan, 1986’da Portekiz ve İspanya, 1990’dan sonra da Avusturya, İsveç ve Finlandiya Topluluğa katıldılar.

Türkiye, Polonya, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya, Malta Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin üyelik başvurusu Türkiye dışında kabul edildi.

Siyasi Birlik

Avrupalıların siyasi birliği amaçlamış olması, maddi yapısı olmayan yeni bir istek değildi. Avrupa Birleşik Devletleri düşüncesi, somut bir girişime dönüşmese de değişik dönemlerde dile getirilen bir tasarıydı. Savaş sonrasının dünya koşulları, ister istemez Avrupalıları bu yönde davranmaya zorunlu kılmıştı.

Siyasi birlik amacını, yalnızca düşülkesel (ütopik) bir istek olarak görmemek gerekiyor. Değişik çelişkiler ve çözülmesi gereken sorunlar yaşıyor olsalar da, bu yönde gözle görülür somut adımlar atmış durumdalar. Ülkeler arasında yakınlaşmaya hız kazandıracak maddi yapıya, en çok Avrupalılar sahiptir.

Kendi aralarında ne denli ‘demokratik’ iseler, özellikle 3.dünya ülkelerine karşı o denli anti-demokratik bir anlayış içindeler. Başka ekonomik birlikteliklerle çıkar çatışmaları var. ABD ve Japonya ile giriştikleri ekonomik yarışın, 21.yüzyılda geleceği boyutu biliyor ve varlık sorunu olarak gördükleri bu yarışa hazırlanıyorlar. Bu nedenle dışa karşı son derece katı bir tutum içindeler. AB herkesin gücüne göre yararlandığı bir çıkar örgütüdür.

Birlik Anlaşması

Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun 1957 yılında Roma’da imzalanan birlik antlaşması; 248 başlam (madde) ve başlamların dayandığı çok sayıda ekler ve protokollerden oluşmuştur.

Kapsamı geniş tutulan kuruluş sözleşmesinin amaçlar başlamında; “Pazar birliği içindeki ekonomik etkinliklerin uyumlu duruma getirilmesi, yaşam düzeyinin yükseltilmesi ve Avrupa Birliğini sağlamak için her tür çalışmanın yapılması gibi erekler yer alır. Ereklerin gerçekleştirilmesinde uygulanacak ekonomi politika araçları olarak; “gümrük vergilerini ve miktar kısıtlamalarını kaldırmak, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulamak, üye ülkeler arasında sermaye ve işgücü dolaşımını serbestleştirmek, ortak tarım ve ulaşım politikaları geliştirmek” gibi ilkeler sayılıyordu.

Topluluk, tecimsel açık veren üyeleri için kendi içinde akçalı önlemler alacak bir fon oluşturacak, bu fon; yaşam düzeyini yükseltmek, işsizliği azaltmak ve yeni yatırımlar gerçekleştirmek için kullanılacaktı. Bunun için bir banka kurulacaktı (Avrupa Yatırım Bankası). Avrupa Ekonomik Topluluğu, dış tecimi geliştirmek koşuluyla, Avrupa dışından da üye alabilecekti.

Sözde Eşitlik

AET’nin, ortaklık sözleşmesi, görünüşte her üye ülkeye eşit haklar vermektedir. Ancak, bu kuşkusuz yalnızca sözleşmede kalan bir eşitliktir. Dünyanın her yerinde ve her zaman olduğu gibi Avrupa Birliği’nde de, eşitlik ve özgürlük, güçlü olmanın sınırlarıyla belirlenen kavramlardır. Güçlü olan özgürdür ve eşitliği o belirler.

Bütün eşitlik söylemlerine karşın bugün Avrupa Birliği’nde belirleyici olan güç, dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahip olan Almanya’dır. Avrupa Topluluğu içindeki tüm üretimin yaklaşık üçte birini, Almanya tek başına gerçekleştirmektedir.

Almanya, Topluluk’un, gayri safi milli hasılasının yüzde 28’ne sahiptir. 1992’de, Birlik bütçesindeki payı 10 milyar doların üzerindeydi. Bu nicelik, İngiltere’nin yaptığı katkının üç, İngiltere ve Fransa’nın birlikte yaptığı katkının iki katıydı.

İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg kendi paralarının değerini Alman markına bağlamışlardır. 1  Alman Başbakanı Helmut Kohl 1990 Aralığında şöyle söylüyordu: “Artık kendi sorunlarımızla ilgilenmeliyiz. Avrupa’nın merkezindeyiz. Her şeyi, Avrupa’nın geri kalanını ve böylelikle dünyayı etkiliyoruz”. 2  Bu sözler, Hitler’in 1937 yılında söylediklerinin, yumuşatılmış bir anlatımla yinelenmesi gibidir.

Siyasi Birliğe Doğru

Avrupa Topluluğu, 1992 yılında siyasi birliğe doğru ileri bir adım attı. Hollanda’nın küçük bir kenti olan Maastricht’te yapılan zirvede, uzun tartışma ve görüşmelerden sonra alınan kararlar, kendi içinde bütünlüğü olan bir izlence durumuna getirildi.

Bu izlencenin ürünü olarak, 7 Şubat 1992’de imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması, gerçek bir birliğin önünü açacak olan, o güne dek alınmış en köktenci karardı. Maastricht Antlaşması da denilen bu girişim, kimi ülkelerde parlamento kararıyla, kimi ülkelerde de halkoylamasıyla kabul edildikten sonra 1993 Kasım’ında yürürlüğe konuldu.

Tek Para, Yek Banka, Ortak Politika

Antlaşmanın özü; tek pazar, tek para birimi, tek merkez bankası, ortak ekonomik politikalar ve dış politika ile güvenlikte ortak eylem idi. Maastiricht kararlarına herkes disiplinli bir biçimde uydu.

Ekonomik rakipler olarak ABD ve Japonya ile girişilen savaşımın sürdürülmesine karşın, başını ABD’nin çektiği ve azgelişmiş ülkelere yönelik politik ve askeri eylemlerin hemen tümünde, birlikte davranıldı. 1999 başında (Avrupa Para Birimi) ECU ortak para birimi oldu.

Organlar

AB’nin başlıca organları; AB Komisyonu, Bakanlar Konseyi, Adalet Divanı ve Avrupa Parlamentosu’dur. 76 kişilik Konsey’de Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya’nın 10’ar, İspanya’nın 8, Belçika, Yunanistan, Hollanda ve Portekiz’in 5’er, Danimarka ve İrlanda’nın 3’er, Lüksemburg’un 2 oy hakkı vardır. 20 kişilik AB Komisyonu ise; Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya’dan 2, diğer ülkelerden ise birer üyeden oluşur. Bu üyelere komiser adı verilir. Avrupa Parlamentosu, 626 kişiden oluşur ve ülkeler parlamentoda nüfus büyüklüklerine göre temsil edilir.

Ülkelerarası uyum (entegrasyon) izlencelerinde somuta dönük önemli uygulamalar gerçekleştiren AB bugüne dek, herkesçe kabul gören genel ve kalıcı bir ortak tarım politikası oluşturamamıştır. Birçok ülke, ekonomik güç ve teknolojik gelişme açısından A takımında yer alamayacağını bildiğinden ulusal tarım politikalarından ödün vermek istememektedir.

Tarım İzlenceleri

Başlangıçta, üye ülkelerin tarım ürünlerini korumak için, iç ve dış eder (fiyat) arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması yoluna gidildi. Bunun için topluluk dışından dışalımlanan (ithal edilen) tarım ürünlerine, ayrım giderici vergi uygulamasına gidildi.

Bu girişim, birlik anlaşmasına ters gerçek bir anti-damping (yapay eder düşürme karşıtı) uygulamasıydı. ‘Serbest Piyasa Ekonomisi’ ile dünya ticaretinin serbestleştirilmesinin ‘kararlı’ savunucuları, birkaç çeşit tarım ürünü dışsatımlayabilen azgelişmiş ülkelerin ürünlerine özel gümrük vergileri koyuyordu.

Bu uygulamaya zorunlu tutulan ülkeler hiç de az değildi. Topluluk, sayıları 50’yi aşan, bütün Afrika-Karaibler-Pasifik ülkeleriyle tecimsel antlaşmalar yapmış, (en önemlisi Lome Anlaşması-1975) onları kendi pazarına bağımlı duruma getirmişti. Avrupa pazarında var olmak için ucuz ve nitelikli tarım ürünleri veren bu ülkelere karşı, yeni korumacı kararlar alınıyordu.

Kendi Tarımına Destek

Dışalımlanacak ürünlerin fiyatlarının alt düzeyi, dolar cinsinden olmak üzere, Avrupa Ekonomik Topluluğu tarafından belirlenmeğe başlandı. Topluluk, üye ülkelerin tarımsal yatırım ve ürünlerini destekleme kararı alarak, akçalı olanaklarının önemli bir bölümünü bu işe ayırdı. Bu karar, bu tür destekleri verimsiz yatırımlar olarak gören, büyük ortakları rahatsız etti ve tarımın topluluk içinde bugüne dek gelen süreğen (kronik) bir sorun durumuna gelmesine yol açtı.

1979’dan sonra tarım destekleri aşamalı olarak kaldırılmaya başlandı ancak bunların yerine üye ülkelerin ürün değerlerini korumak adına ve yine büyük nicelikli bütçe payları ayrılarak, ‘müdahale fiyatları’ oluşturuldu. Tarım ürünü dışsatımlayan topluluk dışındaki azgelişmiş ülke dışsatımına bir darbe de bu yolla indirilmiş oldu.

Korumacı Avrupa

Avrupa, yüzyılın sonlarına doğru, dünyanın en büyük ve en iyi korunan ortak pazarını oluşturmuştu. Korumacı uygulamalara karşı ilk tepkiler doğal olarak başka ortak pazar birliklerinden geldi. Japon Ekonomist Kenjiro İşikova, Avrupalıların bu yöndeki uygulamalarına karşı tepkisini şu sözlerle dile getiriyordu: “Avrupa, kapıları sımsıkı kapalı, korumacı bir ticaret bloğu olma yolunda ilerliyor”. 3 

Gelinen Yer

Kırk yıllık geçmişi gözönüne alındığında Avrupa Birliği’nin, amaçları doğrultusunda önemli gelişmeler elde ettiği görülmektedir. Tarım başta olmak üzere çözülmesi gereken daha pek çok sorun var. Dünya pazarları, hala yeterince ‘geniş’ değil. Ekonomik rakipler çok güçlü. İşsizlik başta olmak üzere toplumsal sorunlar durmadan artıyor. Almanya ve Fransa arasında, nükleer enerji, silahlanma, AB bütçesine katılım ve tarım destekleme izlenceleri konularında düşünce ayrılıkları var. Güney ülkeleri ve İrlanda’da önemli bir ekonomik bunalım var.

Herşeye karşın kuruluşundan yirmi yıl önce birbirleriyle yokedici bir savaşa tutuşmuş olan bu ülkelerin göstermekte olduğu birliktelik görüntüsü, özellikle azgelişmiş ülkeleri yakından ilgilendiren günümüzün önemli bir gerçeğidir.

Üye ülkelerin kullanımına açılan, alım gücü yüksek, geniş bir pazar yaratılmıştır ancak pazardan yararlanma olanağı eşit değildir. Almanya’nın ekonomik gücü, başta Fransa olmak üzere, öteki üyeleri tedirgin etmektedir.

Almanya tedirginliği, kimsenin aklına üyelikten ayrılmayı getirmiyor. Avrupa ülkeleri artık değişik seçeneklere sahip değil. AB onların son şansı. Bu nedenle neredeyse ırkçılığa varan bir Avrupacılık politikası yürütüyorlar. Kendi dışındaki ülkelerde, ulusçuluk ve demokrasi eğilimlerini yok etmeğe çalışırlarken, yürüttükleri politikanın yaymaca temeline, ‘demokrasi’ ve ‘insan haklarını’ yerleştiriyorlar. Gelir düzeyi yüksek 370 milyon insanın oluşturduğu 3722730 kilometrekarelik Avrupa Birliği, dünyanın en büyük ortak pazarından biridir.


 1  “Soğuk Barış” Jeffry E.Garten, Sarmal Yay., 1994, sf.25
 2  “Year of Victory for Modest Statesman” Davit Marsh, The Financial Times, Aralık 1990, sf.6, ak. Jeffry E. Garten “Soğuk Barış” Sarmal Yay., 1994, sf.227
 3  “Protectionsist Plan for Europe’s Single Market” Kenjiro İşikawa, Economic Eye, Sonbahar 1990, 23 ak. Lester Thurow “Kıran Kırana” AFA Yay., 1994, sf.87


Metin AYDOĞAN, 25 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Oca 30, 2016 18:40

Küresel Örgüt Ağı -9 Ortak Pazarlar

Sovyetler Birliği’nin dağılıp soğuk savaşın bitmesiyle, NATO kendisinin gölgesi olmuş; Sovyetler’e karşı yürütülen savaşın en önemli bağlaşıkları Japonya ve Almanya, Amerikan endüstrisi ve finans dünyası için çekince oluşturacak denli güçlenmişti. ABD, denetleyemediği ve büyük güce ulaşan bu ülkeler karşısında yalnız kalmaktan çekiniyor, ülkesine akan Japon ve Avrupa sermayesini durduramıyordu. Japonya’yla Çin’in ekonomik gelişiminden duyulan kaygı ve 370 milyon varlıklı “müşterinin” yaşadığı AB’nin gücü, ABD hükümetlerini Amerika kıtasında benzer bir oluşum gerçekleştirmeye yöneltti. 700 milyon kişiyi kapsayacak ABD ağırlıklı bir ekonomik-siyasi blok, süreğenleşen sorunlara kesin çözüm olmasa da, geçici bir yumuşama getirecekti. NAFTA bu amaçla kuruldu.

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması - NAFTA

ABD, dünyadaki hemen tüm ekonomik ve askeri anlaşmalarda denetimi elinde tutmasına karşın, 1990’lı yıllara alışık olmadığı çok yönlü sorunlarla girdi. Sürekli artan ekonomik sıkıntılar, çözümü güç toplumsal sorunlar ve karşılanamayan gereksinimler; Amerikalıları sorunlu bir yaşam ortamına sürükledi. Mutlu günler geride kalmıştı, Amerikan rüyası, Hollywood filmlerinde bile artık yer almıyordu.

ABD yönetimi bir yandan IMF, Dünya Bankası ve GATT uygulamalarının kendisine sağladığı olanaklardan yararlanırken bir başka yandan, AB ve Japonya’nın artan ekonomik gücüne karşı, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi kurma girişimini başlattı.

ABD’nin, dünyadaki hemen tüm serbest bölge kuruluşunda imzası ve etkisi vardı. AB dahil tümünden dolaylı ya da dolaysız yararlanıyordu. Ancak, ekonomik çıkarları aşan ve siyasi birliğe yönelen bir girişimi bulunmuyordu. Uluslararası tecimin önündeki engeller ne denli kaldırılmış olursa olsun, sağlanan serbestlik Amerikalılara yetmiyordu. Japonya ve Çin’in artan ekonomik gücünden duyulan kaygı ile 370 milyon varlıklı “müşterinin” yaşadığı AB, ABD hükümetlerini Amerika kıtalarında benzer bir oluşum gerçekleştirmeye zorluyordu. 700 milyon kişiyi kapsayacak ABD ağırlıklı bir ekonomik-siyasi blok, süreğenleşen sorunlara kesin çözüm olmasa da, geçici bir yumuşama getirecekti.

Soğuk Savaş Sonrası

Sovyetler Birliği’nin dağılıp soğuk savaşın bitmesiyle, NATO kendisinin gölgesi olmuş; eskiden Sovyetler’e karşı yürütülen savaşın en önemli bağlaşıkları, Japonya ve Almanya artık Amerikan endüstrisini ve finans dünyası için çekince oluşturacak kadar güçlenmişti. ABD, denetleyemediği ve büyük güce ulaşan bu ülkeler karşısında yalnız kalmaktan çekiniyor, ülkesine akan Japon ve Avrupa sermayesini durduramıyordu.

Tayvan, Kore ve Japon firmaları Meksika’ya girmiş, beyzbol şapkasından oyuncağa, mobilyadan bisiklete dek her şeyi üreten fabrikalar kurmuşlardı. Nissan, Meksika’nın en büyük otomobil üreticisi olurken, 100 kadar Uzakdoğulu firma, elektronik aletler üretmek üzere ABD sınırının hemen öte yanına yerleşmişti. 1 

Meksika’da gelişen çekince, Kanada’ya sıçramak üzereydi. ABD’nin bu iki pazarı denetim altına alması gerekiyordu. Her iki ülkeyle de eskiye dayanan ikili antlaşmalar olmasına karşın, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması (NAFTA) bu tür gereksinimlerin giderilmesi amacıyla ve hızlı bir biçimde uygulamaya konuldu.

Eskiden Gelen

ABD’nin, Kanada ile arasındaki gümrük uygulamalarının kaldırılması girişimleri, 1947 yılında başlamıştır. Yıllar süren görüşmeler, yapılan antlaşmalar ve ön uygulamalarla amaç doğrultusunda önemli gelişmeler elde edilmişti.

Konu, 1975 yılından sonra daha kapsamlı bir biçimde ele alındı ve 1985 Mart’ında ABD-Kanada Serbest Ticaret Antlaşması görüşmeleri başladı. Ocak 1988 tarihinde yürürlüğe giren bu anlaşma, ikili bölgesel antlaşmalar içinde en kapsamlı olanıydı ve ABD’ye çok önemli ayrıcalıklar sağlamıştı.

Bu anlaşmaya karşı Kanada’da, güçlü bir karşıtçılık oluştu. Güçsüz ortakların güçlüler tarafından ezileceğine inanan Kanadalılar, geniş ve bakir alanları olan ülkelerinde doğal çevrenin kirleneceğini, kültürel kimliklerinin yitirileceğini görerek tepki gösterdi. Antlaşmanın imzalandığı 1988’den sonraki dört yıl içinde, yabancı şirket yatırımlarının bulunduğu bölgelerde çevre kirliliği olağandan çok artmış, iş yaşamında yeni sorunlar ortaya çıkmıştı. Üretim kesiminde çalışan Kanadalıların sayısı yüzde 15 azalmıştı. 2 

Meksika

ABD, Kanada’dan sonra, azgelişmiş bir ülke olan Güney komşusu Meksika’ya yöneldi. Meksika, 1986’da GATT’a girerek, uzun yıllar başarıyla sürdürdüğü bağımsız kalkınma yolundan ayrılmış ve küresel örgüt ağına yakalanmıştı. ABD, GATT koşullarının özendirici ilkelerine dayanarak, 1987’de Meksika ile bir çerçeve antlaşması imzaladı. ABD-Meksika Ticaret ve Yatırım İlişkilerine Dair Danışma Prensipleri ve Uygulamaları Çerçeve Antlaşması adını taşıyan ve 1989 yılında yürürlüğe giren bu antlaşma, Kanada ile yapılan anlaşma ile birlikte, tüm Kuzey Amerika kıtasını kapsayan ‘Serbest Ticaret Bölgesi’nin temelini oluşturdu.

Ortak Pazar Kuruluyor

12 Ağustos 1992’de imzalanan NAFTA antlaşması, dönemin ABD Başkanı Bush tarafından Eylül ayı başında, özel ilgi gösterilmesi koşuluyla (fast track process-hızlandırılmış uygulama), Senato ve Temsilciler Meclisine gönderildi. Buna göre, antlaşmanın 90 gün içinde incelenmesi, 3-8 ay içinde geciktirilmeden ve değiştirilmeden onaylanması isteniyordu.

Ancak, 1991 bunalımının baskısı altındaki ABD yönetiminin NAFTA’ya çok ivedi gereksinimi vardı. Nitekim bürokratik işlemler hızla tamamlandı ve NAFTA Antlaşması, bu tür oluşumlar için rekor sayılabilecek bir sürede imzalandı. NAFTA, parlamentolarda onaylanarak 01.01.1994 tarihinde yürürlüğe girdi.

Aynı Öykü

‘Ekonomik birleşme modellerinin oluşturulması’, ‘serbest ticaretin avantajlarından en yüksek düzeyde yararlanılması’, ‘bölge ülkelerinin gönenç düzeylerinin arttırılması’, ‘geniş pazar olanaklarının yaratılması’ vb. anlaşmanın amaç bölümünde yer alan, bilinen söylemlerdi. Doğaldır ki bu amaçlar tam anlamıyla ABD yararına işlemiş; özellikle Meksika’nın ekonomisi, tarımdan endüstriye, tecimden bankacılığa dek her alanda yapısal sorunlarla karşılaşmış ve tükenme noktasına gelmiştir.

Ortak Pazarın Meksika’ya Yaptığı

Meksika 1940’dan 1960’a dek gıda konusunda kendi kendine yeten, ender ülkelerden biriydi. Gıda üretimini, son derece yüksek olan nüfus artış hızının iki katı bir hızla arttırabiliyordu. Meksika hükümetleri ulusçu bir ekonomik politika izliyor, yabancı sermaye yatırımlarını sıkı bir biçimde denetliyordu.

NAFTA’ya girdikten sonra Meksika’nın durumu değişti. Endüstrileşme hemen hemen durmuş, endüstrileşme olarak adlandırılan üretimin büyük bölümü, Amerikan şirketlerinin bölgeye kaydırdığı yatırımlardı. 3  Petrol gönenci sona ermişti. Enflasyon durdurulamıyordu.

Uluslararası büyük sermaye güçleri Meksika’ya acı bir oyun oynamıştı. Dış ticaret açıkları durmadan artmış, gerçek işsizlik oranı yüzde 50’lere varmış 4 , ücretler 1979-1989 arasında yüzde 40 oranında düşmüştü. 5 

Tarım Sorunları

Amerikalı ‘tarım uzmanları’ Meksika hükümetine verdikleri ‘tarım geliştirme raporlarıyla’, Meksika tarımının temel ürünleri olan mısır, fasulye, şeker pancarının, dışalım listelerine alınmasını, tarım destekleme alımlarının durdurulmasını önerdi.

Öneriye, istekle katılan hükümet (o günlerin devlet başkanı, mafya ilişkileri nedeniyle daha sonra tutuklandı), tarım destekleme fonlarını yüzde 70 oranında azalttı, hemen tümü ABD’den gelen, mısır, fasulye ve şeker dışalımına, “serbest piyasa” gereği izin verdi.

1990 yılında, Meksikalılar yedikleri fasulyenin yüzde 40’ını, mısırın yüzde 25’ini ve şekerin yüzde 30’unu dışalımlar duruma gelmişti. Taze süt tüketimi yüzde 21, et tüketimi de yüzde 30 azalmıştı. Satınalma güçleri yüzde 60 oranında azalan Meksikalılar, artık bir zamanlarki günlük yiyeceklerini satın alamıyordu. 6  Meksika’nın kırsal kesimlerindeki çocukların yüzde 50’i beslenme bozukluğu içindeydi. 7  Tarım işçilerinin yüzde 30’u topraktan koparak, ilkel koşullarda yaşanan kent varoşlarına gitmişti. 8 

Yoksullaşma

Meksika’da yabancı şirket ve yerli ortakların ulusal gelirdeki payı 1980’li yılların başında yüzde 55 iken, sonunda yüzde 71 olmuştu. IMF, borcunu ödeyemez duruma düşen hükümete sert önlemler aldırmış, yoksul çoğunluğun durumunu daha da kötüleştiren bu önlemler nedeniyle; sağlık hizmetleri, eğitim, iş olanakları, gelir düzeyleri, gözle görülür biçimde bozulmuştu. 9 

ABD’nde imalat sektöründeki işçilerin saat ücretleri 15 doların üzerinde iken, Meksikalı işçiler 1,21 dolara çalışıyordu (1997). İşçi ücretlerindeki gerileme NAFTA döneminde sürekli duruma geldi. Günlük 3,4 dolarlık asgari ücretin altında çalışan işçi sayısı, 1993 yılında 6 milyon 186 bin iken bu sayı 1997 yılında 7 milyon 771 bine çıkmıştı.

Bir pazar filesinin dolum ederi Aralık 1995 ile Temmuz 1997 arasında yüzde 212 artmıştı. 1995 yılında, Meksika halkının yüzde 90’ı NAFTA’nın baş destekçisi Devlet Başkanı Salinas’ın Vatan hainliği ile yargılanması gerektiğine inanıyordu. 10 

Yalana Dayalı Siyaset

Oysa, başlangıçta, Meksika Yeni Dünya Düzeni ideolojisinin ve serbest piyasa ekonomisinin parlak örneği olarak gösteriliyordu. Bütçesi fazla açık vermiyordu. Binden fazla kamu kuruluşu özelleştirilmişti. Uluslararası kredi puanlarının yüksekliğiyle övünülüyordu. Yabancı Sermaye Meksika’ya akın ediyordu. Başkan Carlos Salinas bütün ekonomi dergilerinin kapağında resmi basılan bir kahramandı.

Bu ‘mutlu’ tablo uzun sürmedi. 1995’te Meksika büyük bir çöküş içindeydi. 500 bin işçi işini yitirmişti. Ortalama satın alma gücü yüzde 30 düşmüştü. Salinas yine dergi kapaklarındaydı. Ancak, bu kez yetersizlik, kokuşmuşluk ve uyuşturucu tüccarlarıyla işbirliğiyle suçlanan biri olarak. 11 

Yabancıya Toprak Satışı

ABD’li yatırımcılar sınıra yakın tarıma elverişli Meksika topraklarını satın aldı ya da kiraladı. Hiçbir denetimi kabul etmeyen bu yatırımcılar, çevre kirlenmesine aldırış etmeden kullandıkları toprakları verimsizleştirdi. Yeraltı sularını kiraladıkları topraklarda kullanarak hem toprağın aşırı kireçlenmesine yol açtılar ve hem de Meksika’da her zaman önemli bir sorun olan su sıkıntısının artmasına neden oldular.

Kaliforniya’da 9 dolar saat ücreti ödedikleri tarım işçilerine Meksika’da yalnızca 4,28 dolar ödüyorlardı. ABD Batılı Tarım Üreticileri Birliği’nin bir üyesi “Pesonun değeri o denli düşük ki bu işte nerede ise hazır bir kâr var” diyordu. 12 

Tepkiler ve Önlem

NAFTA’nın, uluslararası şirketlerin özellikle ABD’li olanların gereksinimlerini karşılayan işleyişi, Kanada ve ABD’de çalışan kesimden tepki çekti. Kanada İnsan Hakları Komisyonu İşçi Komitesi artan işsizliğe karşı kampanya başlattı. Küreselleşme karşıtı kitle eylemleri arttı.

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması’nın iş hacminin daralmasına neden olan uygulamalarına karşı yerel tepkilerin artması, hükümetleri baskıya dayalı siyasi önlemler almaya yöneltti. Meksika hükümeti işçi sendikalarını yasadışı ilan etti ve yöneticilerini tutuklayarak yargı önüne çıkardı. Yargıç Abraham Polo hükümetin baskı uygulamasına karşı direnince, “faili meçhul” bir cinayete kurban gitti. 13 

Güçlünün Egemenliği

NAFTA sözleşmesi, on yılda gümrüklerin sıfırlanması koşuluyla üye ülkelere, üçüncü ülkelere karşı kendi gümrük bildirmeliklerini uygulama ve birtakım tarım ürününü birbirlerine karşı koruma hakkı tanımıştı. Bu hakkı ABD sonuna dek kullanırken, ekonomik gücü bu tür hakları kullanmaya yetmeyen Meksika, korunmayan açık pazar durumuna geldi.

Amerikan hükümeti, antlaşma dışına çıkarak kotalar, dışalım tekbiçimleri (standartları), özel tüketim vergileri gibi ek önlemler geliştirdi. Amerikalı şirketler antlaşmalarda yer alan çevre koruma kurallarına Meksika’da uymadı. Geniş bir ülke olmasına karşın, topraklarının büyük bölümü yalnızca kaktüs yetiştirmeye elverişli olan Meksika’da, tarıma elverişli toprakların üçte ikisinde ağır aşınım (erozyon) sorunları ortaya çıkmıştı.

Ortak Pazarı Büyütmek

Altı trilyon dolarlık toplam GSMH’sı ile NAFTA, ABD’ne yeterli gelmemektedir. Pazar sınırlarını Güney Amerika’yı da kapsayacak biçimde genişletmek için, Brezilya, Arjantin, Paraguay, Uruguay, Bolivya, Ekvador, El Salvador, Şili, Venezüella, Kosta Rika, Peru ve Kolombiya ile çeşitli Ticaret ve Yatırım Çerçeve Antlaşmaları imzalamıştır.

ABD’nin amacı ‘yeterince serbestleşmediğine’ inandığı bu ülkeleri de NAFTA’ya katarak, Kanada’dan Arjantin’e dek çok büyük bir ortak pazar yaratmaktır. Bu ülkeler üzerinde kurmuş olduğu güçlü etkiyi bu amaç için kullanmaktadır. NAFTA’nın bugünkü toprak büyüklüğü 21,3 milyon kilometrekare, nüfus toplamı ise 368 milyondur. Yapılan çerçeve antlaşmalarıyla yarı bağımlı duruma getirilmiş yukarıdaki ülkelerin de katılımıyla bu pazar, 38,7 milyon kilometrekareye ve 656 milyon nüfusa ulaşacaktır.


 1  “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Yay., 1995, sf.280-281
 2  “What Price Economic Grawth” Jonathan Schlefer, The Atlantic Monthly, Aralık 1992, sf.115, ak. a.g.e. sf.281
 3  “America : What Went Wrong?” Barlet - Steele, sf.31 sk. a.g.e. sf.281
 4  “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Yayınları, 1995, sf.200
 5  a.g.e. sf.281
 6  a.g.e. sf.200
 7  “Mexico : A Country Guide” Tom Barry (Albuquerque, N. Mex: İnter - Hemispheric Education Resource Center 1992) sf.163 ak. a.g.e. sf.200
 8  “Mexico Business Monthly” Temmuz 1991, sf.4 ak. a.g.e. sf.200
 9  “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Yayınları, 1995, sf.200
 10  “NAFTA 5 yılda Neler Getirdi Neler Götürdü” Cum., 1 Nisan 1999
 11  “Kapitalizmin Geleceği” Lester C.Thurow, Sabah Kitapları, 1997 sf.2
 12  “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh, Sabah Yay., 1995, sf.201
 13  “NAFTA’da İşsizler Ordusu” İldeniz Kurtulan, Cum. 7 Ocak 1996


Metin AYDOĞAN, 27 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Küresel Örgüt Ağı (1-10) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Oca 30, 2016 18:52

Küresel Örgüt Ağı -10 Ortak Pazarlar

Avrupa’da gerçekleştirilen büyük birleşik pazar, burada artan Alman etkisi ve ABD’nin NAFTA girişimi, Japonya’nın haklı ve ağır bir kaygı içine girmesine neden oldu. Herkes gücüne uygun, kendi ‘çarşısını’ kuruyordu ve Japonya bunun dışında kalamazdı. Noe-liberalizmin bilinen söylemleriyle 1989 yılında, 18 ülkeyi bir araya getirdi ve büyük bir hızla uluslararası tecimsel düzenlemelere girişti. Örgütün adı, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu’ydu ancak ABD, yanında ayrılmaz ‘dostları’ Kanada, Meksika, Şili ve Avustralya’yı da örgüte sokmuştu. Brunei, Hong-Kong, Endonezya, Malezya, Yeni Zelanda, Papua, Yeni Gine, Filipinler, Singapur, Güney Kore, Tayvan, Tayland’la birlikte Japonya ve Çin örgüte üyeydi. Rusya, Vietnam ve Peru da üye alınacaktı.

Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu-APEK

Japonya, ABD ve Çin’in üye olduğu bir örgütte çatışma eğilimlerinin güçlü olması kaçınılmazdır. Tecimsel yarışı aşan çelişkiler, eşit olmayan büyüme hızı ve ayrıksı ekonomik sorunlarla bir araya gelen bu ülkelerin, örgüt içinde egemenlik savaşımına girişmeleri, konum ve isteklerinin doğal bir sonucuydu. Özellikle ABD ve Japonya, kısa bir süre içinde, birbirlerine karşı sözlerini sakınmayan, ‘kaba’ tartışmacılar durumuna geldi.

14-16 Kasım 1998’de Malezya’da yapılan APEC toplantısında, bu iki ülke, bugüne dek görülmedik şiddette bir öncülük çekişmesine girişti. APEC bölgesinde, tecimin daha çok serbestleştirilmesini isteyen ABD’ne karşı Japonya, öteden beri bu tür isteklerin baskıya değil her üye ülkenin kendi kararına bağlı olmasını isteyerek karşı çıkıyordu.

ABD ticari temsilcisi Charlene Barshefski toplantıdan bir gün önce Wall Street Journal’e verdiği demeçte; “Japonya bu süreçte yıkıcı bir rol oynuyor... Bu Birleşik Devletler açısından asla kabul edilemez bir durumdur” diyordu. 1  Japonya’nın buna verdiği cevap son derece sertti. Ticari Temsilci Mikie Kiyoi; “sizin şeytani bir ruhunuz olduğunu biliyoruz. Ama lütfen başkalarının dünyaya aynı şeytani gözle baktığını düşünmeyiniz”. 2 

Aynı gün Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in yaptığı açıklama, ABD yönetimini, çileden çıkaracak türdendi; Çin, Asya finansal bunalımında ekonomileri sarsılan ülkelere 4,5 milyar dolar yardım yapacaktı ve para birimi yuan’ı devalüe etmeyecekti. 3 

İç Çatışma

APEC’in, AB ve NAFTA kadar düzenli işlemediği açıkça görülüyor. AB’nde, siyasi birlik yönünde alınan yol ve Almanya’nın gücü; NAFTA’da, ise ABD’nin saltık (mutlak) egemenliği ve üye azlığı, iç çatışmaların şiddetlenmesinde engelleyici bir rol oynuyor.

APEC’te, sorunları ayrımlı çok sayıda üye ve Japonya-ABD arasında egemenlik çekişmesi var. AB ve NAFTA arasında bloklar arası çatışma öne çıkmışken; APEC’de bloklar arası ve blok içi çatışmalar yaşanıyor.

Üyelik sözleşmesinde, herhangi bir çatışmadan söz edilmiyor kuşkusuz. İlkeler benzerlerinin ayrımlı değil. Piyasa ekonomisinin erdemleri, serbest tecimin sunacağı varsıllık, küresel yakınlaşma, barış, demokrasi... Ancak, gerçekler tam tersi; büyüklerin çekişmesi, küçüklerin ezilmesi.

Sermaye Göçü

Japonya ve ABD, bölge ülkelerine büyük boyutlu sermaye yatırdı. Ülkelerindeki fabrikaları, atölye ve emek yoğun hemen tüm işletmeleri, ucuz işgücü cennetleri olan Pasifik ülkelerine taşıdılar. Küresel tecimin koşullarını belirleme gücüne ulaşan büyük şirketler, birçok işkolunda, denizaşırı yerlerde kendi ülkesinden daha çok işçi çalıştırır duruma geldi.

Yatırım yoğunlaşmasının en yüksek olduğu yer Pasifik ülkeleriydi ve bu yoğunlaşma, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu’nun en önemli kuruluş nedeniydi.

Kuruluş

APEC’in kuruluşu olağandışı bir hızla gerçekleştirildi. Forumu oluşturacak 18 ülkenin temsilcilerince belirlenen antlaşma metni; başta uran, tecim, sosyal güvenlik ve tarım olmak üzere birçok konuda, yasal dönüşümler içeriyordu. Gümrük vergileri, koruma uygulamaları, tecimsel kısıtlamalar ve ulusal nitelikli yerel uygulamalar, belirlenen süreler içinde kaldırılacaktı.

Dünyanın en hızlı büyüyen bölgesinde, 25 yılı kapsayan bu antlaşmayla, gelişmiş ülkeler 2010, azgelişmiş ülkeler ise 2020 yılına dek saptanan erekleri gerçekleştireceklerdi. Örgüt, Pasifik’te kıyısı olan tüm ülkelere açık olacak, bu ülkeler ulaşım, iletişim ve enerji alanlarında altyapılarını geliştirmeleri durumunda üyeliğe alınacaktı.

Osaka Gündemi olarak adlandırılan 1995 görüşmelerine bir yazanak (rapor) hazırlayan Japonya Ekonomik Planlama Direktörü Jun Saito, o günlerde Reuters Ajansı’na şöyle söylüyordu; “Alt yapı, orta ve küçük ölçekli girişimler ve enerji sanayisindeki yetmezlik, bölgenin ekonomik büyümesi için en önemli tehdit durumundadır”. 4  Türkçeye çevirirsek Saito “kendini sömürtmek istiyorsan alt yapını benim isteğime göre hazırla, orta ve küçük ölçekli ulusal sanayini ihmal et” diyordu.

1995 yılında yayınlanan APEC’in 1995 Ekonomik Görünüşü adlı yazanakta, gelişmekte olan üye ülkelerin alt yapılarını geliştirdikleri takdirde 2000 yılına dek yüzde 20 büyüyecekleri, yıllık enflasyon oranının yüzde 4 olacağı, bu gelişmenin, tecimsel serbestliğin geliştirilmesi oranında daha da artacağı söyleniyordu. Ancak, 21.yüzyıla girerken söylenenlerin tam tersi oldu ve Japonya’yı da içine alan kapsamlı Asya ekonomik bunalımı ortaya çıktı.

Sorunlar

APEC ülkelerinin toplam GSMH’sı 14 trilyon dolara ulaşıyor. Bu ülkeler dünya gelirinin yüzde 58’ini ve dünya teciminin yüzde 47’sini yaratıyor. 5  APEC’in ekonomik gücü, neredeyse AB ve NAFTA’nın toplamı kadar. Gerçi NAFTA üyeleri aynı zamanda APEC üyesi ancak APEC’in bu ülkeler dışındaki pazar gücü, AB ya da ABD’nin gücüne eşit. Bu durumda örgüt içinde egemenlik savaşımının olması kuşkusuz kaçınılmaz bir sonuç.

Japonya, kendisini APEC’in doğal önderi görüyor; ABD ise bunu kesin olarak kabul etmiyor. Önderlik gerilimi, Malezya toplantısında şimdiye dek görülmemiş bir şiddette yaşandı. ABD, bölge ülkelerine -ekonomileri uygun olmamasına karşın- hızla dışa açılmaları için baskı yaptı.

Japonya bu baskıya karşı çıktı ve bu tür ülkelerin, korumasız bir biçimde dışarıya açılmalarının onları ekonomik çöküntüye götüreceğini, bunun sonucu olarak Asya bunalımının daha da derinleşeceğini söyledi. Çabaları bu ülkeleri çok sevdiğinden değil kuşkusuz. Pasifik ülkelerini içine alacak ekonomik bir çöküntünün en çok kendisini etkileyeceğini biliyor. Bu nedenle ABD’nin ısrarlı baskılarına karşın Japonya, örneğin balıkçılık ve orman ürünleri alanında uyguladığı gümrük vergilerini indirmiyor.

Uygulamanın Japonya ile sınırlı kalmayacağını bilen Amerikan hükümeti buna sert tepki gösteriyor ve Japonya’yı; “bölge ülkelerine serbestleştirme inisiyatifinden geri adım atmaları için yardım sözü vermekle suçluyor”. 6  ABD’nin en büyük korkusu, bölgede korumacı ve denetlemeci eğilimlerin güçlenerek sermaye devinimlerinin kısıtlanması.

APEC’in Malezya toplantılarının yapıldığı günlerde, beş günlük Asya gezisine çıkan Clinton; Japonya Başbakanı Keizo Obuçi’den, “Japonya’nın korumacılığı bırakmasını ve açık piyasa politikası izlemesini” istedi. Beyaz Saray sözcüsü Joe Lockhart aynı gün; “Başkan Japonya gezisinin çok önemli olduğuna inanıyor. Japon ekonomisinin ve Asya ekonomisinin geleceği, Amerikalıların gelirlerini ve yaşantılarını fazlasıyla etkiliyor” biçiminde açıklama yaptı. 7  Çin’in bölge ülkelerine örnek olan hızlı gelişmesinden yeteri kadar kaygılanan ABD, küreselleşmenin olumsuzluklarından ülkesini uzak tutmak isteyen Japonya’nın, bu yöndeki eylemlerinden kaygı duymaktadır.

Japonya Bildiğini Okuyor

ABD’nin giderek artan karşı çıkışına karşın, Japonya bildiğini okuyor ve bölge önderliğine oynamakta kararlı görülüyor. Kasım 1998 Malezya görüşmelerindeki sert açıklamaların yarattığı gerilimler henüz ortadan kalkmadan, Japonya, Asya bunalımından etkilenen gelişmekte olan ülkelere uygulayacağı yeni bir yardım paketi açıkladı.

Paketin amacı, IMF’yi Pasifik ülkelerinde devreden çıkarmak için mali politikada seçenek oluşturmaktı. Bu girişime Amerika’dan hemen tepki geldi ve Ticaret Temsilcisi Bershevski, Japonya’yı “bölge ülkelerine rüşvet vermekle ve ticaretin serbestleşmesi sürecinde yıkıcı bir rol oynamakla” suçladı. 8 

Kanada Ticaret Bakanı ABD’den yana bir yorumla gelişmeleri “hayal kırıcı” bulduğunu açıklarken Japonya Dışişleri Bakanı Masahiko Kamura aynı gelişmeleri “mutlu son” olarak nitelendirdi.

Egemenlik Savaşımı

Değerlendirmeler arasındaki karşıtlık, doğal olarak, bölgesel egemenlik savaşımının göstergelerinden biridir. Japonya-ABD çekişmesi, sanıldığından daha şiddetlidir ve derine giden ekonomik kökleri vardır. İç pazarını korumak isteyen Çin, Malezya, Endonezya ve Tayland gibi ülkeler Japonya’nın yanında yer alıyor.

Japonya’nın 30 milyar dolarlık nakit yardım paketi, ivedi olarak paraya gereksinimi olan bu ülkelerce, IMF’in öneri paketine göre daha çok ilgiyle karşılandı. IMF, dünyada ilk kez, tek kurtarıcı olmanın kendisine verdiği yaptırımcı yetkeyi, Uzakdoğu’da yitirmek üzere. ABD bundan büyük rahatsızlık duyuyor.

Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu (APEC), 43,6 milyon kilometrekareli ve iki milyar nüfuslu dünyanın en büyük ortak pazar girişimidir. İbre Japonya’dan yana kayıyor olsa da önderi henüz belli değil. Japonya üretimine, ABD siyasi ve askeri gücüne güveniyor. Ayrımlı nitelikte yeni ve büyük bir ekonomik güç, Çin’de gelişiyor. Pasifik, 21.yüzyıla, 20.yüzyılın başlarına çok benzeyen koşullarla girdi.

Başka Küresel Ekonomik Anlaşmalar

AB, NAFTA ve APEC’in kapsadığı nüfus dört milyara yakındır ve bu, dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturur. Ekonomik gücü olanların, güçleri oranında yararlandıkları ve büyük çoğunluğu oluşturan güçsüzlerin hiçbir şansının olmadığı, uluslararası ekonomik örgütlenme bunlardan oluşmuyor. Avrupa Ekonomik Alanı (EEA), Merkezi Amerika Ortak Pazarı (CACM), Carribean Ülkeleri Ekonomik İşbirliği (CARİCOM), Doğu Asya Ekonomik İşbirliği (ASEAN), Güney Asya Ekonomik İşbirliği (SAARC) ve 13 Afrika ülkesini kapsayan Ortak Gümrük Tarifesi uygulaması, diğer ekonomik örgütlerdir. Bütün örgütlerin ortak özelliği, hemen hepsinde üç büyüklerin tartışmasız üstünlüğüdür.


 1  “Wall Street Journal” 13.11.1998 ak. Ergin Yıldızoğlu, “Dikkatler Reel Ekonomiye Dönerken” Cumhuriyet, 16.11.1998
 2  “Los Angeles Times” 14.11.1998 ak. Ergin Yıldızoğlu “Dikkatler Reel Ekonomiye Dönerken” Cumhuriyet 16.11.1998
 3  “APEC’de Doğu-Batı Çekişmesi” Cumhuriyet 16.11.1998
 4  “Dünyanın En Geniş Serbest Bölge Antlaşması” Dünya, 20.11.1995
 5  “Ridkatler Reel Ekonomiye Dönerken” E.Yıldızoğlu, Cum. 16.11.1998
 6  a.g.e.
 7  “Clington Tokyo’ya Sert Çıktı” Cumhuriyet 21.Kasım.1998
 8  “ABD ABD’ye Karşı” Power, Ocak 1999, Aybim Bilgisayar Tic. Ltd.Şti. garildi * Yore Com.tr.


Metin AYDOĞAN, 28 Ocak 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x